roman / yeraltı edebiyatı / edebiyat
8.5 / 10
puan ver

öne çıkanlar | diğer yorumlar


"(...) yaşam beni aldatmış olacaktı tüm diğerleri gibi. yaşam, yani gerçek erkeklerin gerçek metresi."


bakıyorum da herkesin dibi düşmüş kitaba. hemen bir çıkıntılık yapayım. edebiyat tarihinin en iyi romanlarından biri olarak görülen bu kitabı okumak bende bir hayal kırıklığı yarattı desem yalan olur. çünkü böyle çok pohpohlanan eserler genelde istediğim etkiyi yapmaz. belki okudukları eserlerden yazarın bile haberinin olmadığı anlamlar çıkartan, yorumları ve ya ön sözü okumasa muhtemelen yazım dilinin muhteşem olduğunun falan farkına varamayacak okurlara muazzam gelmiş olabilir.

mamafih, benim gibi basit okurlar için muazzam diyemeyeceğim ama okunmaya değer bir roman olduğunu söyleyebilirim. neden okunmaya değerdi? çünkü yazarın cümle kuruş şekli ve duygu aktarımı hoşuma gitti. peki neden muazzam değildi? çünkü kitap akıp gitmedi bir türlü. gereksiz nüansları çok yoğun bir anlatıma boğmuş bence yazar. çevirmenin son sözde belirttiği gibi " sözcüklerle anlamların ölümün sınırlarında dolaştıkları ama asla ölüme dönüşmeyen o danslarını..." izlemek bazen keyif verici bazen de çileden çıkartıcıydı.

şimdi biraz alıntılarla, bardamu isimli antimilitarist baş kahramanımızın 3 kıtaya yayılan, gerek aşk gerekse iş hayatındaki çuvallamalarıyla iç içe geçmiş, ancak yine de sıkı sıkıya yaşama tutunan hikayesine ucundan tanıklık edelim.

ilk olarak bu savaş karşıtı görüşlerini anlattığı bölümden başlayalım:


" sizlere sesleniyorum ey insancıklar, yaşamın salakları, dövülen, haraca bağlanan, ezelden beri terleyenler, sizi uyarıyorum, bu dünyanın kodamanları sizi sevmeye başladıklarında, bilin ki sizi savaş salamına çevireceklerdir... bu kesin bir işarettir... asla şaşmaz. bu iş şefkatle başlar. 14. louis, hiç olmazsa, zavallı halkı hiç ama hiç takmıyordu, bari o unutulmasın. 15. louis'ye gelince o da öyleydi. halkı kıçının bezi yapıyordu. o zamanlar da yaşam kolay değildi elbette, yoksullar zaten asla iyi koşullarda yaşamadılar, ama hiç olmazsa günümüzün zorbalarının gösterdiği türden bir inat ve hırsla onları delik deşik etmeye çalışmıyordu. alttakiler, iyi dinleyin, kodamanların aşağılamalarında huzur bulabilirler, çünkü onlar halkı yalnızca çıkar gereği ya da sadistlikleri tuttuğunda düşünürler...."



ikinci olarak avrupa'da savaştan kaçıp afrikanın yakıcı sıcağından bunaldığı zamanları, "koku" ile imgeleyerek şu sözlerle aktarıyor:


"insanların, ülkelerin ve nesnelerin bittiğini işaret eden şey kokularıdır. tüm maceralar burundan çekip giderler."


bunca macera ve bunca yaşanmışlık onun hayattaki beklentilerini, haz aldığı şeyleri kökten dönüştürmüştür. bu genç yaşında yaşlı bir herif olup çıkmıştır artık:


"artık gizem de kalmadı, avanaklık da, bugüne kadar yaşamayı becerebilen, bunu yapabildiğine göre nasıl olsa hayatın tüm şiirini de tükentmiştir. sıfıra sıfır elde var sıfır, işte yaşam."


romanın sonlarında, bir akıl hastanesinde kısmen huzura eren, aynı zamanda gecenin de sonuna doğru yaklaşılan evreye geçilmiştir. aşağıdaki alıntı, günümüzdeki gibi anti-depresan kullanmakla övünen, sırf dikkat çekmek ve farklı olduğunu söylemek için psikolojik sıkıntıları olduğunu söyleyen günümüz insanını yansıttığı için ilgimi çekti:


" kaldı ki ferdinand, gerçekten modern bir zekanın gözünde artık her şey birbirine denk sayılmıyor mu? artık ak yok! kara da yok! her şey darmadağın!.. yeni tarz bu! moda bu! o halde neden bizler de deli olmayalım değil mi? ... derhal! yarından tezi yok! yetmiyormuş gibi bir de göğsümüzü kabartalım! büyük manevi keşmekeşin başladığını ilan edelim! çılgınlığımızla övünerek reklam yapalım!"


"zaten süperzekalar, sabahtan akşama kadar muhakemelerine otuzbir çektire çektire, sanki şimdiden tıkılmış gibiler, lanetliler mahzenine!"



falan filan inter milan yani,

hany, baktığın zaman.
devamını gör...
kitaptan önce çevirmen yiğit bener'in kitabın sonunda yazdığı sonsözün beni çok etkilediğini söylemek istiyorum. okuduğum en güzel sonsöz olabilir. çok etkilendim.

kitaba gelecek olursak hayatımda okuduğum en iyi kitaplardan biriydi. bardamu adeta hayatın ne kadar çekilmez olduğunu bize anlatmak için kurgulanmış bir karakter. kitap genç ferdinand'ın meraktan bir alayın peşine takılması ve kendini savaşta bulmasıyla başlıyor. ilk anda karakterini ortaya koyuyor bardamu. onun işi bir yerde çok durmamak, bulunduğu yer artık onun varlığını bunaltmaya başlayınca ordan kaçmak. savaş bitince afrika, ordan amerika ve tekrar fransa. başka bir yer daha farklı olur umuduyla terkediyor her yeri ama dünyanın çürümüşlüğü hiçbir yerde onun yakasını bırakmıyor. uzun yıllar geçip gittiğinde bile hâlâ kim olduğunu bilmeyen, gerçekleştirmek istediği tek şey olan ölümü için bile cesareti olmadığını biliyor. çok etkileyici ve insanı mutsuz eden bir kitap. dünya okudukça midemizi bulandırıyor. yazar çok iyi anlatmış ve bizi de karamsarlığa sürüklemeyi başarmış. hakkında durmadan konuşmak istediğim bir kitap. aklımdan uzun süre çıkmayacak ve en olmadık zamanlarda aklıma gelip beni huzursuz edecek. unutamayacağım kitaplar arasında. mutlaka okuyun.
devamını gör...
modern klasik edebiyatın en önemli eserlerindendir. edebiyatın şöleni ve kural yıkıcı üslup...

"dünya çoktan ölmüş!" diye açıklamıştı bana..."bizler yalnızca onun üzerindeki kurtçuklarız, o boktan koca cesedin üzerindeki kurtlar, ha bire onun bağırsaklarını kemirip duruyoruz, hem de yalnızca zehirli yerlerini... biz bir boka yaramayız. doğuştan çürümüşüz biz... işte o kadar !

(bkz: louis-ferdinand céline) fransız yazarın, ilk ve en ünlü kitabı. romanın çevirmeni (bkz: yiğit bener) mükemmel iş çıkarmış. uzun zamandır böyle bir çeviri görmemiştim. ellerine ve yüreğine sağlık diyorum. gerçekten böyle bir eser çıkaran yazarın, yaptığı işe şapka çıkartılır.

öncelikle; önsözünden, sonsözüne kadar son zamanlarda okuduğum en iyi eserdi. o kadar ki; işleyişi, konusu ve diliyle beni çok etkiledi. anti-kahraman bardamu 'nün öyküsü.

yazım dili; yazarın, ben hiçbir şekilde kalıplara uymadan ve düsturu önemsemeden "bam güm" yazıyorum demesiyle beni hayretler içerisinde bırakmıştır. devrik cümleler, bol bol ünlem ve soru işaretleri ve üç noktaların yerli yersiz kullanılması itibariyle; ne biçim üslup bu ? dememle birlikte, aslında "yazarın benim tarzım bu" diye bas bas bağırdığını gördüm. yer yer kelimeleri fransızca eğip bükmesi, sert cümleleri, komedi ve ağır eleştiri kokan deyimleri ile gerçekten kitabın kendi içinde bir kalıpsızlığı var. hiç önemsemediğini, cümleleri olur olmaz kesmesiyle, noktalamasıyla anladım. cümlenin arkası var sanarken, cümle çoktan kendini imha etmiş oluyor. bu yüzden mizahına diyecek bir şey bulamadım. gülerken, ağlatan ve anlatırken düşündüren bir yapıt.

ana karakterle birlikte, yan karakterlerin de iğrençlik kokması aslında hikayenin neredeyse ana unsuru. sürekli referans alındığı ve bu karakterlerin; ana karakteri sürekli beslediğini gördüm. yan karakterleri okurken daha dikkatli olunması gerek çünkü asıl hikaye bunlarla birlikte anlam kazanıyor aslında.

kitapta bir tane adam akıllı insan yok. hepsi savaştan, açlıktan, sefaletten ötürü çürümüş vaziyette. kimsenin onurlu davranmaya, insancıl olmaya niyetinin olmaması kitabın en başında belli. bencil, vurdumduymaz ve her türlü kötülüğü düşünmeden yapan insanların olmasıyla savaşın ve insanlığın ne denli bozguna uğradığını görüyorsunuz. toplumsal ve bireysel tespitlerin havalarda uçuştuğu, komik olayların aslında ne kadar iğrenç bir vaziyette gerçekleştiği hepsi birlikte muazzam bir çıtaya ulaştırmış. kuralların hepsini yıkmaya ant içmiş bir yazarın, apayrı dünyasına yolculuk.

bu bir savaş romanı değil. savaştan sonra yaşanan olayları; tek bir insan üzerinden anlatma hikayesi. karanlık bir atmosfere sahip romanın içinde yarıla yarıla gülmenize sebep olacak şeylerin olmasıyla birlikte; "ben çoktan öldüm ama siz bunlara gülüyorsunuz işte." diyen bir anarşistin hikayesi.

ağır ağır, sindire sindire tadını çıkarın. bir daha böyle bir roman bulamazsınız. böyle bir üslup da cesaret işi.
devamını gör...
yol boyunca aradı durdu bardamu. her seferinde alçaldı. basamak basamak tırmandı ama aşağı doğru inen bir merdivende. ters düz etti yaşamı yazar ve bardamu. sefaleti kendilerine yoldaş bildiler ölümü düşman. kaçabildikleri kaçtılar. başka bir yazarı da peşine taktı gecenin içine inerken türk bir yazarı hakan günday'ı. zaten o beni çağırdı geceye. celine berbat bir adamdı. bardamu da öyle. bardamu hala bir şeyler hissetmeye çalışarak macerasını sonlandırdı. diliyle sokağı adeta yaşatan celine bardamuyu yaratırken şüphesiz kendini esas aldı. zaten en mükemmel romanlar otobiyografik olanlar değil midir? insanın yegane anlatacağı güzel hikaye kendi yaşamıdır. james joyce'un genç bir sanatçının portresi, oğuz atay'ın tutunamayanlar'ı, halit ziya'nın mai ve siyah'ı… bunlar hep belli noktalarda yazarına benzeyen karakterleri barındıran romanlar. şüphesiz gerçekle birebir olamaz roman sanatı. gerçeği alaşağı etmesi ise bir tat katıyor. kırık bir aynaya yansıtıyor yaşamı celine. her şeyin altını kazıyor boşaltıyor. para, vatan, aşk, aile, yaşam… ölüme dokunmuyor çekiniyor. zaten kitap boyunca gecenin son bulması için ölmek gerektiğinden bahsediyor. toplumun dışına çıkan yolcular toprağa kavuşmadan dönemiyor sıradanların yanına. ey bardamu gülüp geçerdin belki bir türk'ün senin yaşam yolculuğundan gecenin sonuna yolculuğundan etkilenmesine. derdin ki ben bulamadım varoluşun dayanılmaz acısına katlanmanın yolunu. ölmeyi beklemenin yolunu. hayat bundan ibaret demi ölene kadar debelenmek. rüzgarda savrulan çuvallar kendi kendine yön değiştirdiğini düşünür. halbuki gece onları sürükler. sonuna varmıştım işte romanın. gecenin sonuna peki? bilemiyorum belki de hiçbir zaman varmak istemeyeceğim. ama gece beni yakalayacak bir gün. insanların ölümü yakaladığı gibi. oldukça sıkıcı geçmesi gereken bir gündü bugün. evdeydim güneş batıyordu. internetim yoktu. bardamu ile beraber yolculuğu sona erdirmeye karar verdim. roman bitti. ben bardamu'yu oysaki daha çok dinlemek isterdim. aptalca bir bilgelik vardı onda. görüp geçirdi bardamu. önce savaş şüphesiz en büyük tecrübe. savaş hangi kutsal gerekçenin altına saklarsanız saklayın katliamdır. mazlumun birbirini öldürmesidir. günümüzde belki bu kadar sıcak çatışma olmuyor. ama hala birbirlerinin kafasına basmıyor mu yoksullar? sistemi yıkmak gerektiğini söylemiyor celine. ama boktanlığını da ortaya koyuyor. devrim öncesi ancien regime'i dürüst buluyor görece. en azından vatan millet palavraları sıkmıyorlardı. sonra sömürge dönemi var tabi. görsel şölen yaşatacak kadar güzel batan güneşin hükmettiği kara kıta afrika'da bardamu daha da farkına varıyor şu burjuvanın, burada burjuvadan kasıt az biraz okumuş olan memurlar, solucandan farksız soluk benizli yaratıklar olduğunun. sürekli birbirini deşmeye uğraşan solucanlar. orada ilk defa hakkında yanıldığı bir insana rastlıyor. alcide bu insan. onu da sıradan üç beş peşinde koşan bir düzenbaz gibi görüyor. fakat küçük bir kız çocuğu için bu adeta yeryüzünde cehennem olan afrika ormanlarında kalmayı kabullendiğini görünce çok şaşırıyor. amerika dönemi var bir de tabi. yeni dünya yeni bir hayat. çok çekici geliyor bardamu'yu. amerika'da kötü günler yaşasa da onu seven annesinden başka yegane kadın molly'e rastlıyor. bu sırada detroitte endüstri 2.0'ın kucağında. ardından paris varoşları ve nihayet tekrar robinson. tüm dünyayı beraber dolaştığı robinson burada da yanında. belki de bu kitabı anlamak için bir fransız veya en kötü frankofon olmak işe yarayabilir. ama korkmayın varoş aynı varoş sefaletin şekli farklı olsa da kokusu aynı. belki de daha fiyakalı yoksullar telefonları güzel saç kesimleri var. ama hala rejim sağmaya devam ediyor. devrim çağrısı yapmıyor celine ben de yapmıyorum. yaşamanın ve bilince sahip olmanın o kadar da matah olmadığını haykırıyoruz sadece. size doğduğunuz andan itibaren yüklenen rollere bakın. bunların belki de hiçbirini siz istemediniz. ortak bir rol var herkesi kavuşturan kadavra haline gelmek. robinson gibi saplantılı bir kadın tarafından öldürülebilirsin. albay gibi öldüğün anı fark edemeden havan mermisiyle havaya karışmak da var. ölüm şekli de önemli diyor bardamu. evet robinson gibi gündelik hayatının parçasıymışçasına ruhunu teslim etmek güzel olmalı. bardamu bunu kıskanmıştı. kafayı ölümü umursamayacak kadar önemli bir fikirle doldurmayı istemişti. çevirmene hakkını teslim etmek gerekir. bu kadar iyi bir iş çıkarmak müthiş bir duygu olmalı. yiğit bener'e yardımcı olan amcası vüsat o. bener ve babası erhan bener'e de teşekkür etmek gerekir. ritmi yakalamayı başarmış yiğit bener. başka bir işi hakkında bilgim yok. romanı da varmış. vaktim olursa bakmak isterim. adeta üçüncü bir bardamu haline geldiğini söylüyor son sözde. haksız sayılmaz. yol arkadaşına benzer insan. bir ömür boyunca sayfalar boyunca yoldaşlık ettim bardamu'ya ben de. yazar ve çevirmen kadar değil tabi. çok şey öğrendim. kimi zaman kızdım ne kadar boktan bir adam olduğunu düşündüm. ama her anına değecek bir serüven gecenin sonuna varmak.
devamını gör...


“sonuçta savaş dediğiniz şey, anlamadığınız ne varsa odur.”

“ne dersek diyelim, ne iddia edersek edelim, dünya gerçekten çekip gitmeden çok öncesinde terk ediyor bizleri. daha önce en çok meraklısı olduğumuz şeylerden, günün birinde artık gitgide daha az söz eder oluveririz, ille de konuşmak gerektiğinde de zorlanırız. hep kendi sesimizi duymaktan gına gelmiştir… kısa keseriz… vazgeçeriz… otuz yıldır konuşup duruyoruzdur zaten… haklı çıkmayı bile umursamamaya başlarız. zevkler arasında kendimize ayırdığımız o küçük yeri bile koruma arzusunu yitiririz… kendimizden iğreniriz… azıcık karın doyurmak, birazcık ısınmak ve hiçbir şeye varmayan yolda giderken mümkün olduğu kadar çok uyuyabilmek artık yetiyor da artıyordur bile. “



louis ferdinand celine’in bu romanıyla karşınızdayım. iki dünya savaşı çıkarmış bir yüzyılın içindeki insan ruhunun deşilmesini, yazınsal otopsisini okuyoruz kitapta. ferit edgü’nün ön sözünde bahsettiği gibi, celine belki de bencil, ben merkezci, yahudi düşmanı, korkak, çıkarcı bir adam olabilir ama bunu hiçbir şekilde saklamadan ortaya koyabilmiştir. yani iyi bir yazardır celine.

konusu ise şöyledir; bardamu’nun ‘işte böyle başladı’ diyerek savaşa katılmak amaçlı bir alayın peşine takılmasıyla gecenin sonuna doğru yürümeye başlar. siz de onunla beraber yürürsünüz tekinsiz saatlerin içinden. size savaş meydanını, yaşadıklarını, gördüğü insanları, iç muhakemesini gelişi güzel anlatır bardamu. dil, yapı, düzen dinlemez. konuşur sizinle kitabın içinden.

bir süre sonra yolu deliler hastanesine düşer. savaşın yıkıcı etkilerinden yakasını kurtaramadığı için buralardan da geçer yolu. sonra bir bakarsınız bir fransız sömürgesindesinizdir. astlarınız-üstleriniz, köleleriniz, hırsızlarınız peşinizi bırakmaz. oradan da hop ver elini amerika.

tabi bu yolculuk sırasında bardamu’nun tanıştığı bir robinson vardır. zaten onun peşinden gider amerika’ya. çünkü ikisinin de ortak bir savaş yaşamı vardır. bu bağ öyle güçlüdür ki birbirlerinden kurtulamazlar böylece. bardamu’nun ona karşı çok sert ve gönülsüz olduğunu hissedersiniz. yine de içindeki insan sevgisi mi denir artık, ki bardamu için bunu söylemeye dilim varmamıştı kitabın bazı yerlerinde, robinson’dan koparamaz onu. sever yani, kendi bildiği biçimde.

böyle böyle onun gecesinin içinden ilerlersiniz. kah yanında yürüyerek kah peşinden takip ederek.

benim için zor bir yolculuktu. ya da her zaman yaptığım gibi zamanı gelmeden okuduğum bir roman olduğu için zorlanmış olabilirim. ama yaşamımın ileriki bir zamanında tekrar okuyacağım bir roman benim için. size de öneririm. zorlayıcı ama güzel bir kitaptı.
devamını gör...
bir ferdinand celine romanı. türkçe'ye yiğit bener çevirdi, yapı kredi yayınları da yayınladı.
"bir kitap okudum hayatım değişti," sözünü pek de inandırıcı ve samimi bulmuyorum ancak benim için öyle bir kitap olsaydı eğer, o kitap ferdinand celine'in başyapıtı sayılan, okuru üzerindeki etkisi her geçen yıl daha da artan kitabı "gecenin sonuna yolculuk" olurdu.
aslında zor bir roman bu. çetrefilli, içten pazarlıklı. üslubu da kendinden farksız. celine üslup oyunları konusunda son derece yetenekli ve cüretkâr bir yazar. ortamı ete kemiğe büründürmenin de ötesine geçip ona nefes aldıran, dertlerini bir bir anlattıran cümleleri var. dolayısıyla çevirmesi de bir hayli zor olanlardan. neyse ki fransızca bilmeyen okur için yiğit bener çok iyi bir iş çıkarmıştı.
kitap en temelde, adında da geçtiği gibi bir çeşit yolculuk. ana karakterimiz bardamu ile oradan oraya savruluyoruz bu uzun hikaye boyunca. karakteri çoğu okur, dünyaya duyulan tiksintinin, nefretin bir temsili gibi ya da bir çeşit avare, aylak gibi görse de ben pek öyle düşünmüyorum. celine, sevmek istediği ama her defasında anlaşılmaz biçimde dışına atıldığı ya da dehşetine tanık olduğu bir dünyanın tasvirini yapıyor. ilk başta tanık olunan savaş atmosferine verilen tepkinin eşi benzeri edebiyatta nadiren rastlanan türden bir şey: karşı taraftaki alman askerleriyle bir derdi olmayan ana karakterin bir anda insanı delirten bir korkuya kapılması. korkusundan hiç de gocunmaması. doğru olanın bu olduğunu, herkesin niçin korkmuyormuş gibi göründüğünü anlayamadığı anlarda yolculuk'un dünya görüşünü de az çok anlamış oluyoruz. fakat bu bize yazarın bütün bir portresini vermiyor, bir kişi olarak celine, politik anlamda karmakarışık bir hayat sürmüştü çünkü. fakat aynı celine, dünyanın sefaletiyle karşılaşıp eli ayağına dolaşarak oradan oraya sürüklenen yolculuk'un da yazarı. hikaye boyunca savaş meydanlarında, afrika'nın insanı sıtmadan öldüren ormanlarında, sömürge şehirlerinde, tımarhanelerde, devasa amerika kentlerinde, nihayetinde fransa'nın can çekişen semtlerinde de gezinerek her yere şöyle bir bakış atma fırsatı buluyor. içten içe sevmek ve yaşamak istediği dünyanın onu türlü saçmalıkla sürekli engellemesinin sonucunda anlatıcı, delirmemek için çareyi tepkisiz kalmakta, olan biteni kendince izlemekte buluyor. bir küçük çocuk için çabaladığı oluyor bir yerde, fakat nafile bir çaba bu. hikaye gecenin sonunda bir yerlerde son buluyor.
her bir bölümüne, karakterine ayrı ayrı yazılar yazabilecek olsak bile kendisinin de dediği gibi; kapatalım artık bu konuyu.

"bu bitmek bilmez sokak hüzünlü bir yara gibiydi, dibinde de biz, bizler, bir uçtan ötekine savrulan, bir acıdan ötekine, asla görünmeyen bir sona doğru, dünyanın tüm sokaklarının sonuna."
devamını gör...
bugün başlıyorum. yalnızca önsözü okumuş şekilde geldim ve spoiler yemeden, hakkında tek cümle dahi okumadan bir iki şey söylemek istedim. istiyorum ki bir hatırası kalsın kitabın.

öncelikle böyle bir kitabın varlığından teoman sayesinde haberdar oldum. evet, bildiğimiz teoman, şarkıcı olan. son albümünün adı bu romandan geliyor. ardından internette araştırma yaparken çok beğenildiğini ve birazcık kenarda köşede kalmış o muhteşem kitaplardan biri olduğunu okudum. bilmeyenler için bu tarz kitaplar benim nazarımda define bulmak gibidir, asla kaçırmam. (bu nedenle 'bak şu da güzel' dediğiniz her türlü romana açığım, lütfen derhal mesaj atınız.)

açıkçası ismi de çok cezbetti beni. son bir haftadır ismi üzerine kafa patlatıyorum. sahi gecenin sonu nedir? şafak vakti günün en karanlık zamanıdır ama en çok da o yakındır güneşe. gecenin sonuna nasıl yolculuk edilir? belki sevgilinizin direksiyonda olduğu bir ağustos akşamı sakin melodilerin radyoda eşlik ettiği bir yolculuk yahut tam uçağın koltuğuna yerleştiğinizde cebinizde olduğunu fark ettiğiniz çikolatanın size gülümsediği bir gece uçuşudur

fazla edebi daldım sanırım konuya... ama bilmiyorum. içimden bir ses arka kapağı kapattığımda bazı şeylerin değişeceğini söylüyor.

günlerdir zamanının gelmesini beklediğim bir kitaptı. ve artık onun içinde kendimi yitirmek için hiç bir engelim yok. sırf bunun için bir haftalık işi fazla mesai ile 3 günde yaptım.
devamını gör...
celine’in insanı düşünceden düşünceye sürükleyen biricik eseridir. savaşı, insanı ve dünya denen bu bataklığı en gerçek ve pis haliyle anlatır size. kitabı bitirdikten sonra teşekkür etmek gerekir.

"mutsuz olduklarını söyleyen insanlara öyle hemencecik inanmayın. önce bir sorun bakalım hâlâ uyuyabiliyorlar mı?.yanıt evetse, her şey yolunda demektir. bu da yeterlidir."
devamını gör...
klasikler arasında yer alması gereken bir fransız edebiyatı ürünü. çok sürükleyici olmasının yanında insanı zaman zaman karamsarlığa ittiği de söylenebilir. her insanın olgunlaşma sürecini tamamlaması için okuması gereken kitaplardan biridir
devamını gör...
ismiyle müsemma denilen kitaplardan. tam anlamıyla bir yolculuğa çıkarır okurunu. kahramanımız bardamu, fransa’da, bir kafeteryanın masasında otururken yoldan geçen askeri geçidin peşine takılarak, ani bir kararla asker olur ve bizi alıp önce savaş alanlarına, derken afrika’ya, oradan bir korsan gemisiyle amerika’ya ve en sonunda da tekrar fransa’ya getirir. bardamu’nun vicdanı ve yargıları kendisinin de dahil olduğu şiddet ve yıkımlarla dönüşmüştür. çünkü "sonuçta savaş dediğimiz şey, anlamadığınız ne varsa odur." ve "asker dediğin, öldürmediği sürece çocuktur."

ve bardamu seslenir bizlere, "insancıklara, yaşamın salaklarına, dövülen, haraca bağlanan, ezelden beri terleyenlere, hemen hemen tüm arzularının cezası hapis olan yoksullara." ve bizi uyarmaktır: "bu dünyanın kodamanlarının bizi sevmeye başladıklarında, bizi savaş salamına çevireceklerini aklımızdan çıkarmamalıydık." çünkü bu kesin bir işaretti ve asla şaşmazdı.
devamını gör...
11.
ferdinand celine'nin muhteşem romanı. türkçe tercümesi yiğit bener kalemiyle yky'den çıkmış okup kısa süre önce kapak tasarımı, daha doğrusu serisi değiştirilmiştir.

metin, nihilist bir buhran dönemini anlatmaktadır. savaşın nedensizliği, kaçışın ne olduğu, gece imgesine duyulan tanımlanamayan keşfi incelemektedir; bunun yanı sıra tanıdığımız değerlerin manasızlığını da yer yer göstermektedir.

"kapatalım artık şu konuyu."
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"gecenin sonuna yolculuk" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim