egzistansiyalizm

xıx. yüzyıl sonu ve xx. yüzyıl başlarında oluşturulan,
varoluşun özden geldiğini savunan avrupalı filozofların hayata geçirdikleri felsefi akım/ edebi anlayış.
søren kierkegaard öncüsü kabul edilmiştir.


varoluşçuluğa göre bireyin başlangıç noktası "varoluşsal tutum" olarak adlandırılan tutumla, yani görünürde anlamsız veya absürt bir dünya karşısında bir kopma ve keşmekeşlik duygusu ile nitelenir.

bazı ezgistansiyalist isimler
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
görsel kaynak/ vikipedia.
devamını gör...
yokum sanki bu şehirde şehir benim içimde.

-sir arap şükrü
devamını gör...
nereye gideceğini bil(e)meyen kervan ilk önce toplanır/var olur sonra yolda yani oluşta nereye gideceğini bulur. insan ve nesne önce varolur sonra niteliklerin toplamı olan özünü oluşturur. kervan yolda düzülür.
devamını gör...
bugüne değin "düşünüyorum, öyleyse varım." daki "varım" sandığım ama tersi çıkan felsefi akım. anladığım kadarı ile adının aksine nihilizme yakınsıyor.
devamını gör...
gözüm ısrarla varoşçuluk diye okuyor.
devamını gör...
varoşçuluk diye okumam
devamını gör...
çok müthiş bir paradoks sunar. içinden çıkmak mümkün olmayan bir kafaya girmenize neden olabilir.

sartre yaklaşım olarak bulantı kitabında çok net çizgilerini yansıtır. fakat psikolojik olarak insanı zorlayan bir felsefedir.

buhranlı günleriniz için yanlış okuma seçimi olabilir. elbette kimseyi de zapt-ı rapt altına alacak değiliz.
devamını gör...
fransızca ''existentialisme '' gelen bir felsefe akımıdır
devamını gör...
egzistansiyalizmin üzerine en güzel ilk zamanlarda sokrates gider. sartre, existential crisis tetikler fakat sokrates bunu öyle iyi sorgular ki, ölümden ve yaşamdan korkmazsınız.
devamını gör...
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
hiçlikten gelip varoluş özden gelir diyenler ne yaşıyor acaba?

(bkz: jean paul sartre)

öncen yoksa nasıl egzistansiyalist kalabilirsin?
devamını gör...
dasein, hem yaşamını icra eden hem de onu mesele eden benzersiz bir varlıktır. yani bir soruşturmadır.
devamını gör...
sartre ve camus ile pik noktasına ulaşmıştır.her ne kadar karamsar gibi görünse de insana sınırsız bir özgürlük verir.
sartre'ye göre, insan bir şekilde var olmuş. örnek vermek gerekirse, bir ürün fabrikadan çıkmadan önce her yönü tasarlanmış olarak çıkar. boyu, rengi ve ne amaç için imal edildiği bellidir. bu ürün fabrikadan çıktıktan sonra '' hayır ya ben bana yüklediğiniz görevi yapmak istemiyorum. benim kafamda başka planlar var" diyemez.
burdan yola çıkan sartre '' insanın tasarlanmamış bir varlık olduğunu ''söyler.
yani insan tanrı tarafından yaratılmış bir varlık olsaydı, o'nun yapacağı veya yapmayacağı şeyler önceden belli olurdu. sartre buna öz der. hatta marangoz örneği verir. nasıl bir marangoz yapacağı mobilyanın her şeyini tasarlayarak yapıyorsa, tanrı'da insanı tasarlayarak yaratsaydı bütün hisleri ( duyguları, aşkları, iyiliği,kötülüğü, cimriliği vb ) her şeyi önceden belli olurdu. o yüzden insan öyle veya böyle bir şekilde bedenen var olur ve özgürlüğe muhtaçtır. yani biz yaptığımız veya yapmadığımız her şeyle özgürlüğümüzü ortaya koyarız. hatta şöyle bir örnek veriyor. önünüzde iki yol var. biri a) yolu diğeri b) yolu. hangi yolu seçeceğimize özgür irademizle karar veririz. peki bizi bir otorite yönlendiriyorsa? işte o otoriteye uymak veya uymamakta senin tercihindir. sonuçlarına katlana biliyorsan yaparsın.
ilk önce var oluşunu gerçekleştiren insan, yaptığı seçimlerle ve bu seçimler sonucunda aldığı sorumluluk ile,kendi özünü,kendi oluşturur.
devamını gör...
(bkz: gabriel marcel)

sartre hikayedir.bu akimin agababasi camus ve marcel'dir. su katmadan sek iciniz.
devamını gör...
her olanın var olmadığını anlamasına yol açan düşünüş; uzayda yer kapladığı için olduğunu sananların sayısı var olanların sayısından fazla olduğu sürece de yaşam kalitemizin bir nebze bile artamayacağını bize gösterir. olmak ya da var olmak, işte bütün mesele bu.
devamını gör...
bu kadar uzun entry okuyacağıma varolamayım daha iyi.
devamını gör...
aslında ‘‘yokoluşçuluk’’ un kilit taşlarını döşeyen, uzaktan sesi hoş gelen fakat gerçekte çirkin ve zehirli hezeyânların pazarlandığı ideolojik bir takıntıdır. evet ‘‘bir takıntıdır’’, dedim. takıntılar sadece fiziksel âlemde karşılaşılan anormal durumlar değildir. her türlü takıntı, ruhî ve ideolojik sapkınlıklardan neş’et eder. ideolojiler, konakçısı oldukları zihinlere gerçekleri yalan, doğruları eğri ve yanlış olarak gösterme illüzyonu ile hayatta kalırlar. meftûnu olanlarca ballandıra ballandıra anlatılan, klişe söz öbekleriyle özgürlük şarkıları mırıldanan, takipçilerine özgürlük vâdeden ‘‘varoluşçuluk’’ düşünce biçimi de işte bu ideolojilerden birisidir.

varoluşçuluk, bireysel özgürlüklerin ayağa kaldırılması gerektiğini, tarihten günümüze bireyin duygu ve düşüncelerinin, kaygı ve endişelerinin, neş’e ve kederinin hiç önemsenmeyip bir takım dinlerin, ideolojilerin elinde oyuncak edildiğini, tâbiri câizse cömertçe, bozuk para gibi harcandığını, halbuki bireyin varoluşunun tek başına büyük bir olay olduğunu, onun farklılığının her şeyden mühim ve değerli olduğunu savunuyor. her bireyin, etrafında olup biten hâdiseler karşısında bağımsız düşünebilme yeteneğini kazanmakla, varoluşun anlamını idrak edeceğini, bu idrake sahip bireylerin sürü psikolojisiyle hareket eden yığın ve kalabalıklardan bilinçleriyle ayrışacaklarını, bunun için de öncelikle bireyin kendisine ‘‘ben kimim?’’ sorusunu sorarak, gerçekliğini arayıp ortaya koymak suretiyle varoluş şuuruna ermesi gerektiğine işaret ediyor. kimliğini arayan bireyin bu mâcerasında başarılı olabilmek için, dünyada işlerin hiç de dinlerin söylediği gibi tanrı buyruğu ile olmadığını, dünyanın bilâkis bir acı merkezi olduğunu, burada rahatlığın ve huzurun mümkün olmayacağını kabul etmesi gerekmektedir. insan eğer kendini gerçekleştirecekse, varoluş bilincine erecekse evvelâ dünya ile ilgili bu çarpıcı gerçeği kabul edip benimsemelidir. bu dünyaya birey, acı çekmek için geldiğini özümsediği ölçüde özgürlüğün tadını alabilecek, dünyada karşılaştığı ve karşılaşacağı acı, kederli hâdiselere karşı daha hissiz bir tavır takınacak, acı, onu isteyen ve hazır hâle gelen bir bünyeye zarar veremeyecektir.

bu noktada ahlâk anlayışı ‘‘varoluşçu’’ düşünce sâliki nezdinde, sadece cemiyetin bir dayatmasıdır, bireyin özgürlüğüne vurulan toplumsal kelepçelerden başka bir şey değildir. ahlâk denilen şey, bireyden bireye değişiklik arz eder. varoluşçu akla göre, birey özgürlüğünü kendi ahlâk anlayışının çizdiği çerçeve içinde yaşamalıdır, ona karışılmamalıdır. varoluşçu düşünce mensubu birey, evinin balkonunu temizlerken veya halısını silkelerken, komşusunun evine pis suları akıtması, halının tozu ile komşusunun kurutmak için astığı çamaşır ve kıyafetleri kirletmesi gayet doğal ve normaldir. burada varoluşçu birey, ahlâklı olmak zorunda değildir. varoluşçu birey, cemiyetin bir parçası olduğu fikrini reddeder ve toplumun mecburiyetleri onu zerre kadar ilgilendirmez. böylece, varoluşçu düşünce takipçisi olan bireyi, bağlı olduğu âile ve toplumundan kopararak, tek başına dünyanın devâsâ dertleriyle tek başına boğuşmak ve sonunda da kaybetmek problemiyle baş başa bırakıverir. o’nun tek başına büyük dertlerle baş edemeyip yok olacağı zaten bilinir ama bu, varoluşçu bireye anlatılacak şey değildir. klişe sözler burada devreye girer: ‘‘hey dostum! kendini arayıp bulmalı ve kendini gerçekleştirmelisin; bu dünyaya sen acı çekmek için geldin. burada yardımcım yok diye üzülme! bu büyük dertler ve elemler seni özgürlüğüne kavuşturacak!’’ gibi gerçekliği olmayan saçmalıklarla birey avutulur. mâceranın sonunu tahmin etmek güç değildir.

insanlığa, kaygı, korku ve anlamsızlıktan başka bir şey veremeyen bu bakış açısı, derin ve çözümsüz bir bunalım psikolojisinin içine düşürdüğü bireye mutlu bir son bırakmıyor. zira varoluşçu düşünce mensubu, her türlü değerin üzerindeki özgürlüğü için her gün savaşmak zorundadır. tanrı, onu özgür kılmış filân değildir. her gün özgürlük amacı doğrultusunda birey eziyet ve sıkıntı çekmelidir. bu noktada intiharın imkân dairesinde olması, özgürlük amacını gerçekleştirmek için büyük bir fırsattır. avâmî tâbirle, varoluşçuluk: ‘‘bireyin farklılıklarını önceliyorum, bireye herkesten fazla değer veriyorum, onun özgürlüğüne hiçbir kimsenin hiçbir ideolojinin ve dinin vermediği kadar önem atfediyorum. bak! intihar edip ölümü tercih edebilirsin; ama ölürsen kendi fişini kendin çekmiş olacaksın, varoluşunu gerçekleştirmeden sona erdirmiş olacaksın. eğer yaşamayı iradenle seçersen özgürlüğün için savaşmayı tercih ettiğin için varoluşunu gerçekleştirebilirsin…’’ diyerek aslında ya hemen öl ya da sürünerek öl seçeneklerini sunuyor, günün sonunda savunma donanımlarını elinden aldığı bireyi, (hâşâ) tanrı’nın buyruğunun geçmediği acımasız, absürdlükler dünyasına tek başına terk etmekle, ölümden başka yol bırakmıyor, sanki bireyi, kendini patlatmasına teşvik ediyor, onun sadece maddi yapısını değil mânevî dünyasını da yıkıp geçiyor.

kierkegaard’a göre varoluşçuluğun estetik merhalesinde zevk var, hedonizm var, nihilizm var, yâni anlamsızlık, değersizlik var, ne ararsan var… varoluşçuluğun estetik boyutunu yaşamadan, ahlâk kahramanlığına adım atamazsın. ahlâk katmanındaki mâcerayı yaşamadan imân şövalyesine dönüşüp varoluşunu tamamlayamazsın. kierkegaard, nihâî olarak tanrı ile kurulacak kişisel ilişkiye, bireyin özgürlüğünü gerçekleştirerek, nefsini terbiye edip kendini bilmekle hazır hâle geleceğini söyler. ama, burada sıkıntı şudur: tâbiri câizse bireyin önce küfre girmesini, nefsi onu nereye çekerse zevklerinin peşinden gitmesini, insanlıkla ilgisini kesip, batabildiği kadar dibe batmasını varoluşçuluk serüveninin bir basamağı, bir merhalesi olarak görür. varoluşçuluk, dünya ile ilgili bireye ancak, umutsuzluk, kötümserlik ve anlamsızlık vâdeder. tamam da, yalnız başına bu saçmalıklar ve anlamsızlıklar dünyasında acı ve elemlerle boğuşmak zorunda olan birey, bu mücadeleyi nasıl kazanacak? işte asıl problem burada!... cemiyetinden, milletinden, âilesinden, toplumundan kopartılarak bir başına bırakılan birey, bu halde iken nasıl özgürlüğünü gerçekleştirecek, kendini bilme amacı uğrunda nasıl olup da şuurlu adımlar atacak?

burada bir de tanpınar’a kulak verelim: ‘‘cemiyet fikri işe karışınca kader trajedisi azalır. çünkü cemiyet için fertte olduğu gibi ölüm yoktur. orada bir süreklilik vardır. parça parça olsa bile bir sonraki, kendinden öncekini tamamlar.’’ şu halde dedelerimiz, varoluşçu düşüncenin zehirlediği bireylerden olsalarmış, demek ki kurtuluş savaşı’nı vermeyeceklermiş. kendilerini, içinde bulundukları toplumu ve daha sonra gelecek nesilleri esâretten kurtarmak için fedâ-yı nefs etmeyeceklermiş. eğer, anne ve babalarımız varoluşçu düşüncenin zebûnu olsalarmış, bu gurbet ve ayrılık diyârına belki de tohumlarını bırakmayacaklarmış, sadece bir rastlantı eseri geldiklerini düşündükleri, bu anlamdan yoksun acı merkezinde kendi yaşantı ve zevklerine odaklanacaklar, sonra da günlerini tamamlayıp gideceklermiş! zira, ellerinde olmayan bir takım nedenlerle, kendilerine hiçbir şekilde sorulup danışılmadan bu dünyada kendilerini var olmuş görecekler, varlık dünyasına bir sapan taşı misâli fırlatılmış hissedeceklermiş.

tek başına bireyi ele aldığınızda, onun üzerinden insanlığa özgürlüğü getiremeyeceğiniz gibi insanın maddi-manevi yapısını da inkâr etmiş olursunuz. insan dediğin, sosyal bir varlıktır. âilesinde insanın bir anlamı vardır; içinde yaşadığı toplumda yaptığı işle, yetkileriyle, sorumluluklarıyla insanın bir karşılığı vardır; inancıyla, ahlâkıyla, evrensel ilkeleriyle, doğruluk-dürüstlük gibi erdemleriyle, yaratıcı hakkındaki farkındalığıyla insanın yaşayan diğer canlılardan ayrı, özel ve çok ulvî bir konumu vardır. insanı bu gerçekliğinden kopardığınızda bir hiçtir. kocaman, zavallı bir hiçliktir bu. bir de bu haldeki acınası bireyin sırtına bir başına savaşamayacağı dünyanın tüm dert ve elemlerini başından aşağıya boca eden, mutluluk ve özgürlük yerine tükenmişlik ve umutsuzluk aşılayan, insan fıtratına tamamen aykırı varoluşçuluğun deli gömleğini de giydirdikten sonra bu insandan ne bekleyebilirsiniz? özgürlüğü için savaşmasını mı? ölmesini mi?!

muhammed celâleddin-i rûmî ne güzel söylüyor:
''kendine gel, benlikten çık, uzak dur
insanlara karıl, insanlara!
insanlarla bir ol!
insanlarla bir oldun mu bir mâdensin, bir ulu deniz
kendinde kaldın mı bir damlasın, bir dâne!...''
devamını gör...
albert camus felsefede , dostoyevski de edebiyatta bu akimin zirvesine varmistir.bir de gabriel marcel vardir ki pek bilinmez.ama önemlidir
devamını gör...
metafiziksel ontolojiye, epistemoloji ve bilim temelli varlık ve insan anlayışlarına, geleneksel etiğe, tümdengelimsel, ussal ve soyut anlatımcı yönteme karşıdır.

varoluşçu felsefeciler bireyi tek tek inceler. o yüzden bireyin varoluşunu hiçbir zaman tümdengelimsel akıl yürütme yollarıyla yapmaz. çünkü tümdengelimsel akıl yürütmeler, rasyonel düşünmenin en soyut ve tümel akıl yürütme biçimi olarak varoluş deneyimlerini veremezler. yani bütün insanlar şöyledir böyledir gibi çıkarımlar bireyi görmezden gelir.

"-malı", "-meli" gibi gereklilik bildiren ve evrensellik iddiasında olan geleneksel etiğe karşı çıkar. çünkü bu tür ahlak öğretileri bütün insanları aynı yapıda gördükleri için bireyi görmezden gelir. buna karşın varoluşçu felsefe bireyin kendi varlığını açmasını vurgular. bu üzerine düşünülmesi gereken bir konu çünkü insan öldürmemelisin diye bir evrensel ahlak kuralı da söz konusu değildir.

evrensellik iddiasındaki tüm ontolojiler varlığı, kendi ilkeleri ile tümel ve soyut düşünsel ve fizik ötesi bir varlık alanda açıkladığı için, somut yaşayan bireyin deneyim ve yaşantılarını göz ardı etmektedir. dinler, insanlık, ahlaklılık veya farklı metafiziksel kurgular akla gelebilir. insanı bunlarla açıklamaya çalışmamalı.

şu kendi anlamını yaratabilirsin olgusu bana her ne kadar çocukça bir romantizm gibi gelse de sistemsel felsefe ve metafiziğe karşı olmasından benim için önemlidir varoluşçuluk.
devamını gör...
sartre tipi olani ateisttir.gabriel marcel tipi olaninda ise dini motifler belirgindir
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim