zaman tüneli
bir rüya için ağıt
aşırı sevdiğim bir filmdi ama eski sevgilimin, eski sevgilisi olan ilişkisini tabir ederken ismini kullanması sebebiyle tiksiavbndnd. tabii ki böyle değil.
bir başyapıttır. bağımlılıkların, sevilme ve kabul görme isteğinin insanı nerelere düşürebileceğini ve bu düşüşü nasıl süsleyeceğini açık seçik gösterir.
bir başyapıttır. bağımlılıkların, sevilme ve kabul görme isteğinin insanı nerelere düşürebileceğini ve bu düşüşü nasıl süsleyeceğini açık seçik gösterir.
devamını gör...
geceye bir şarkı bırak
devamını gör...
yasin kol
bu iyimiş ya fırat aydınus emekli olduğundan beri fenerli hakem yoktu
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
**“merhaba, ben nur.
baya oldu uğramıyordum buralara; sanki zamanın kıyısında bir yerde kendimi bırakmışım da geri dönmeye cesaret edememişim. şimdi hafızamın kapısını aralamak, kendimi yoklamak ve hatırlamak için yazıyorum bu birkaç satırı. ‘nasılsın?’ dersen… iyiyim; herkes kadar ve herkes gibi. ne uçlarda bir şey oldu hayatımda ne de bana büyük, sarsıcı bir hikâye getirdi hayat.
günler ardı ardına su gibi akıp gidiyor; ben de o akışın ritmine tutunmuş bir yolcu gibiyim. bak mesela, dün az önce bugündü; yarınsa daha yaşanmadan dünün rafına kaldırılacak. hayat, tempolu ama sakin bir yürüyüş… ne koşacak kadar aceleci, ne duracak kadar müsait. asıl mühim olan, bu yürüyüşün içinde gerçekten yaşadığını hissedebilmek. bunu fark ettiğim gün, yine oturur, uzun uzun bir hasbihal ederiz.
ve bir gün kendimi unutursam… bil ki, kendimi yeniden bulmak için yine bu satırlara döneceğim.”**
baya oldu uğramıyordum buralara; sanki zamanın kıyısında bir yerde kendimi bırakmışım da geri dönmeye cesaret edememişim. şimdi hafızamın kapısını aralamak, kendimi yoklamak ve hatırlamak için yazıyorum bu birkaç satırı. ‘nasılsın?’ dersen… iyiyim; herkes kadar ve herkes gibi. ne uçlarda bir şey oldu hayatımda ne de bana büyük, sarsıcı bir hikâye getirdi hayat.
günler ardı ardına su gibi akıp gidiyor; ben de o akışın ritmine tutunmuş bir yolcu gibiyim. bak mesela, dün az önce bugündü; yarınsa daha yaşanmadan dünün rafına kaldırılacak. hayat, tempolu ama sakin bir yürüyüş… ne koşacak kadar aceleci, ne duracak kadar müsait. asıl mühim olan, bu yürüyüşün içinde gerçekten yaşadığını hissedebilmek. bunu fark ettiğim gün, yine oturur, uzun uzun bir hasbihal ederiz.
ve bir gün kendimi unutursam… bil ki, kendimi yeniden bulmak için yine bu satırlara döneceğim.”**
devamını gör...
geceye bir şarkı bırak
çok bilinmeyen ama çok kaliteli bir grup bırakıyorum.
fazla depresif
fazla depresif
devamını gör...
bir rüya için ağıt
sanatı toplum için, onun lehine kullanmanın ne denli faydalı olabileceğini gösteren bir örnek.
şu adına “sanat filmi” denilenlerden yüz tanesine bedel bence. zira ne sadece belli bir kesimin anlayışına yönelik, ne de derin bir felsefe içinde belli belirsiz ve çoğunlukla sonuçsuz süreçlere yönelik.
bazen ima yapmak, düşünsele vurgu yapmak, ağıt yakmak, onu da sadece o entelektüel derinliktekilere sunmak da belki iyidir.
ancak çoğunlukla hayat insana bunlarla yüzleşme ve derinleşme fırsatı tanımaz. zira sorunlar çoğu zaman elle tutulur derecede somut ve bir o kadar yakıcıdır. o ateşten tüten dumanlar üzerine edebiyat üretmek yerine, o koru eline alıp göstermek gerekir. asıl önemli olan ağıt’ın inceliği ve sende uyandırdığı duygular değil, kendisi ve sebepleridir. yanan insanlara şiir yazmanın bir seçim olması gibi, yangınla mücadele etmek de bir seçimdir.
bu filmi bu yüzden çok çarpıcı buluyorum.
hani bir kütüphanede alim öğrencilerine ders verirken genç bir asker merakla içeri girip ne konuştuklarını sorar; biraz anlatılınca ilmi olmadığı için konuşulanlar ona çok boş ve saçma bir uğraş gibi gelir. lambur lumbur bir söz söyler ve çekip gider. öğrencilerden biri askerin cehaletine ve pervasızlığına söylenip onu küçümseyince, alim müdahale eder; eğer o canını ortaya koyup bizi korumasa ne sen, ne de ben bu ilme erişebilirdik.
herkesin imtihanı farklı tabii ama hayatta acılar çoğu zaman en somut ve en kesif haliyle tezahür ediyor. her an birileri yanıyor, parça parça oluyor, aklını yitirecek raddeye geliyor; acılar, içinde koyuldukça koyuluyor, çaresizliği tadıyor. bu gerçeklikten kopuk birileri de bir şeylere anlam yüklüyor, anlam yükleyerek hakikati bulmaya çalışıyor. çalışsın tabii, kimsenin acısı ve buhranını küçümseyecek değilim ama işte hakikati sadece oradan ve sadece diğerlerini nesneleştirerek bulmaya çalışıyor. zor zanaat.
zannederim hakikat, diğerinin acısını nesneleştirip olgusallaştırarak, o genele şamil simülasyondan buhran devşirerek değil; onu bizzat içinde yaşayarak, rahatsız olarak, ona dertlenerek bulunabilecek bir şey olsa gerek.
o yüzden realizm zeminini yitirmiş kavram imalatı, karantinaya alınmış sözümona ulvi meseleler, diğerine kapı duvar ahlaki soyutlamalar ve ancak diğerini nesneleştirmeyle anlamlı ve mümkün olabilecek sorunlar ve bunların talipleri tiksindiriyor artık beni.
yahut belki de, acizlerin, tanrı tarafından seçilmiş olma ve hatta bizzat tanrı olma özleminin yarattığı kompleksleri avam terbiyesi için kullanılmasına prim vereceğim yaşları geride bırakmışımdır.
belki de insan yaşlandıkça tolstoyvari bir ahlakçılığın gerekliliğine kani oluyordur. çatıştığı şeyin otorite değil, bizzat kendisi olduğunu; kaçtığın şeyin diğeri değil, benliği olduğunu anlıyordur.
konu filmin baya dışına taştı gerçi ama diyesim; mesela filmin sonunda herkesin cenin pozisyonu alması, ana rahminin güven ve huzur vaadine dönme çabası vs sembolizm üzerinden laf harcamak bile boş geliyor.
birileri birilerinin hayatını olabilecek en gaddar şekilde mahvediyor: salt gerçek.
fakir baykurt “köy yerinde erkek çocuk iyidir” diyorsa; ahmet uluçay “bu toplum her şeyi affeder ama yoksulluğu asla affetmez” diyorsa, tolstoy “eser kötüyü anlatabilir ancak kötülüğü övemez” diyorsa; ne bileyim işte birileri bir yerdeki bir zulme sırf hakkaniyet uğruna işaret ediyorsa; hakikat oralarda bir yerde olsa gerek.
edit: yazarken bu kadar gerileceğimi hiç tahmin etmeyeceğim bir mevzuydu, hayır olsun, diyeyim bari.
şu adına “sanat filmi” denilenlerden yüz tanesine bedel bence. zira ne sadece belli bir kesimin anlayışına yönelik, ne de derin bir felsefe içinde belli belirsiz ve çoğunlukla sonuçsuz süreçlere yönelik.
bazen ima yapmak, düşünsele vurgu yapmak, ağıt yakmak, onu da sadece o entelektüel derinliktekilere sunmak da belki iyidir.
ancak çoğunlukla hayat insana bunlarla yüzleşme ve derinleşme fırsatı tanımaz. zira sorunlar çoğu zaman elle tutulur derecede somut ve bir o kadar yakıcıdır. o ateşten tüten dumanlar üzerine edebiyat üretmek yerine, o koru eline alıp göstermek gerekir. asıl önemli olan ağıt’ın inceliği ve sende uyandırdığı duygular değil, kendisi ve sebepleridir. yanan insanlara şiir yazmanın bir seçim olması gibi, yangınla mücadele etmek de bir seçimdir.
bu filmi bu yüzden çok çarpıcı buluyorum.
hani bir kütüphanede alim öğrencilerine ders verirken genç bir asker merakla içeri girip ne konuştuklarını sorar; biraz anlatılınca ilmi olmadığı için konuşulanlar ona çok boş ve saçma bir uğraş gibi gelir. lambur lumbur bir söz söyler ve çekip gider. öğrencilerden biri askerin cehaletine ve pervasızlığına söylenip onu küçümseyince, alim müdahale eder; eğer o canını ortaya koyup bizi korumasa ne sen, ne de ben bu ilme erişebilirdik.
herkesin imtihanı farklı tabii ama hayatta acılar çoğu zaman en somut ve en kesif haliyle tezahür ediyor. her an birileri yanıyor, parça parça oluyor, aklını yitirecek raddeye geliyor; acılar, içinde koyuldukça koyuluyor, çaresizliği tadıyor. bu gerçeklikten kopuk birileri de bir şeylere anlam yüklüyor, anlam yükleyerek hakikati bulmaya çalışıyor. çalışsın tabii, kimsenin acısı ve buhranını küçümseyecek değilim ama işte hakikati sadece oradan ve sadece diğerlerini nesneleştirerek bulmaya çalışıyor. zor zanaat.
zannederim hakikat, diğerinin acısını nesneleştirip olgusallaştırarak, o genele şamil simülasyondan buhran devşirerek değil; onu bizzat içinde yaşayarak, rahatsız olarak, ona dertlenerek bulunabilecek bir şey olsa gerek.
o yüzden realizm zeminini yitirmiş kavram imalatı, karantinaya alınmış sözümona ulvi meseleler, diğerine kapı duvar ahlaki soyutlamalar ve ancak diğerini nesneleştirmeyle anlamlı ve mümkün olabilecek sorunlar ve bunların talipleri tiksindiriyor artık beni.
yahut belki de, acizlerin, tanrı tarafından seçilmiş olma ve hatta bizzat tanrı olma özleminin yarattığı kompleksleri avam terbiyesi için kullanılmasına prim vereceğim yaşları geride bırakmışımdır.
belki de insan yaşlandıkça tolstoyvari bir ahlakçılığın gerekliliğine kani oluyordur. çatıştığı şeyin otorite değil, bizzat kendisi olduğunu; kaçtığın şeyin diğeri değil, benliği olduğunu anlıyordur.
konu filmin baya dışına taştı gerçi ama diyesim; mesela filmin sonunda herkesin cenin pozisyonu alması, ana rahminin güven ve huzur vaadine dönme çabası vs sembolizm üzerinden laf harcamak bile boş geliyor.
birileri birilerinin hayatını olabilecek en gaddar şekilde mahvediyor: salt gerçek.
fakir baykurt “köy yerinde erkek çocuk iyidir” diyorsa; ahmet uluçay “bu toplum her şeyi affeder ama yoksulluğu asla affetmez” diyorsa, tolstoy “eser kötüyü anlatabilir ancak kötülüğü övemez” diyorsa; ne bileyim işte birileri bir yerdeki bir zulme sırf hakkaniyet uğruna işaret ediyorsa; hakikat oralarda bir yerde olsa gerek.
edit: yazarken bu kadar gerileceğimi hiç tahmin etmeyeceğim bir mevzuydu, hayır olsun, diyeyim bari.
devamını gör...
geceye bir şarkı bırak
çok taze keşfetmiş gibi hissettiğim ama aslında uzun zamandır dinlediğim şarkılardan biri.
başka yerlere de bırakmıştım, oraya bir adet film de bırakmak istediğimi söylemiştim. buraya da söylüyorum.
nefes - seni hayatımca sevdim
ve film, klibe serpiştirilen sahneleriyle m veya m eine stadt sucht einen mörder veya m - bir şehir katilini arıyor. film başlığının nasıl açıldığını veya başlığının olup olmadığını bilmediğim için tüm ihtimalleri yazdım.
başka yerlere de bırakmıştım, oraya bir adet film de bırakmak istediğimi söylemiştim. buraya da söylüyorum.
nefes - seni hayatımca sevdim
ve film, klibe serpiştirilen sahneleriyle m veya m eine stadt sucht einen mörder veya m - bir şehir katilini arıyor. film başlığının nasıl açıldığını veya başlığının olup olmadığını bilmediğim için tüm ihtimalleri yazdım.
devamını gör...
sosyalist
şairin dediği gibi; şu hayatta tek gerçek sosyalist ölümdür.
devamını gör...
bir üstteki yazar hakkında düşünülenler
salmış
gamsızlık anlamında değil, osuruk anlamında
tam tersi pardon
gamsızlık anlamında değil, osuruk anlamında
tam tersi pardon
devamını gör...
geceye bir şarkı bırak
selda bağcan - fikrinden geceler yatabilmirem
devamını gör...
resident evil
yakın zamanda oynamaya başlamayı düşündüğüm seri. kısa süreli deneyimlerim * ve bazı serileri izlemiş olsam da tam anlamıyla oynamamıştım. bu sebeple başlangıç olarak ilk 4 oyununu oynamayı düşünüyorum.
devamını gör...
geceye bir şarkı bırak
devamını gör...
geceye bir fransızca şarkı bırak
devamını gör...
aldous huxley
yazar olmasaydı cult lideri olabileceğini düşündüğüm yazar.
devamını gör...
doğum kontrol hapı
devamını gör...
it: welcome to derry
bu sözlükte kimse dizi, film, belgesel, anime, porno, güvenlik kamerası ekranı bile izlemiyor herhalde. maç izleniyor.
insan bazen yerli ve milli sözlüğünde kritik okumak istiyor, giriyorum başlıklara "beğendim güzeldi" "çok sıkıcı olmamış" bunlara bile razıyım ama gündemde olan popüler işler hakkında bile içerik okuyamıyoruz. az okuyan var etkileşim almıyor diye mi acaba, değmez ne yazıcam. insan kendi hatırlamak için yazar bazen.
aslında yazsa iyi yazacağından emin olduğum yazarlar var burada, demek ki heves yok, sözlük bitmiş meh.
6.bölüm bizim uzaylı yamyam paylaçoyu babası zanneden bir kadın hemşire girdi konuya.
oysaki babasını yemiş içmiş sindirmiş sıçmış yıllar önce, onun yerine geçmiş bunu kandırıyor. balkabağım çok açım.
bu deli de kendini paylaço yapmış babamı göreceğim diye çoluk çocuğu bu ite yem ediyor.
dizi ilk bölümden itibaren bilinçaltı manipülasyon yöntemleriyle avlarını korkutma, yanıltma, birbirine düşürme ve sonrasında değişik formlarda fiziksel saldırya geçme olayını çok güzel ve yaratıcı şekilde yansıttı. bu işi rüyalarda yapan freddy cruger dan çok daha vahşi ve acımasız teknik olarak yenilmez bir düşman bu. ancak hapsedilebilirdi.
asıl mücadele hedefi çocuklar olduğu için onunla mücadele eden çocukların cephesinde gerçekleşiyor.
insan bazen yerli ve milli sözlüğünde kritik okumak istiyor, giriyorum başlıklara "beğendim güzeldi" "çok sıkıcı olmamış" bunlara bile razıyım ama gündemde olan popüler işler hakkında bile içerik okuyamıyoruz. az okuyan var etkileşim almıyor diye mi acaba, değmez ne yazıcam. insan kendi hatırlamak için yazar bazen.
aslında yazsa iyi yazacağından emin olduğum yazarlar var burada, demek ki heves yok, sözlük bitmiş meh.
6.bölüm bizim uzaylı yamyam paylaçoyu babası zanneden bir kadın hemşire girdi konuya.
oysaki babasını yemiş içmiş sindirmiş sıçmış yıllar önce, onun yerine geçmiş bunu kandırıyor. balkabağım çok açım.
bu deli de kendini paylaço yapmış babamı göreceğim diye çoluk çocuğu bu ite yem ediyor.
dizi ilk bölümden itibaren bilinçaltı manipülasyon yöntemleriyle avlarını korkutma, yanıltma, birbirine düşürme ve sonrasında değişik formlarda fiziksel saldırya geçme olayını çok güzel ve yaratıcı şekilde yansıttı. bu işi rüyalarda yapan freddy cruger dan çok daha vahşi ve acımasız teknik olarak yenilmez bir düşman bu. ancak hapsedilebilirdi.
asıl mücadele hedefi çocuklar olduğu için onunla mücadele eden çocukların cephesinde gerçekleşiyor.
devamını gör...
makita
daire testeresiyşee meslek hayatımın en başında, türkiye elektrik kurumunda tanıştım ilk kez. şöyle bir şeydi:

çalıştığı zaman ciyyaaaak diye bir ses çıkartırdı. birisinin dalgınlığına gelse kolunu parmağını koparır lan bu dedim. koparmazmış. elini altına uzatınca testere hemen yuvasına çekilip motoru durduruyordu.
japon yapmış abi derler ya. tek'ten ayrıldım. özel sektöre geçtim. yıllar sonra o iş yerimi bir kez daha ziyaret ettiğimde boyası dökülmüş ama halen çalışır vaziyetteydi.

çalıştığı zaman ciyyaaaak diye bir ses çıkartırdı. birisinin dalgınlığına gelse kolunu parmağını koparır lan bu dedim. koparmazmış. elini altına uzatınca testere hemen yuvasına çekilip motoru durduruyordu.
japon yapmış abi derler ya. tek'ten ayrıldım. özel sektöre geçtim. yıllar sonra o iş yerimi bir kez daha ziyaret ettiğimde boyası dökülmüş ama halen çalışır vaziyetteydi.
devamını gör...
doğum kontrol hapı
kadınların vücuduna pek de faydalı olmadığı söylenen, ama hamileliğin getirdiği biyolojik ve maddi yük ile karşılaştırılınca tercih edilebilen hap.
doğum kontrol hapı 800 lira, çocuk bakma masrafı kim bilir kaç lira.
doğum kontrol hapı 800 lira, çocuk bakma masrafı kim bilir kaç lira.
devamını gör...
şu an dinlenen şarkıdan bir cümle
we are born of one breath, one word
devamını gör...
gemilere yıldırım düşmesinin sonuçları
başlıktan çok alakasız ama keşke bazılarının götüne düşse... yanık götlerine ne gülerim.*
devamını gör...