yazar: hakan günday
yayım yılı: 2011
derdâ, 11 yaşında annesinin zoru ile tarikat şeyh’inin oğlu ile evlendirilip londra’ya götürülen, eşinden cinsel ve psikolojik istismar gören bir çocuktur. kitabın ikinci bölümünde okuyucunun karşısına çıkan derda ise mezarlığa bitişik evde yaşayıp geçimini mezarlık temizleyip sulayarak sağlayan, annesi öldükten sonra yalnız kalan oğlan çocuğudur. hayat aynı isimdeki bu iki çocuğun yollarını kesiştirene dek onlara türlü zorluklar yaşatacaktır.
yayım yılı: 2011
derdâ, 11 yaşında annesinin zoru ile tarikat şeyh’inin oğlu ile evlendirilip londra’ya götürülen, eşinden cinsel ve psikolojik istismar gören bir çocuktur. kitabın ikinci bölümünde okuyucunun karşısına çıkan derda ise mezarlığa bitişik evde yaşayıp geçimini mezarlık temizleyip sulayarak sağlayan, annesi öldükten sonra yalnız kalan oğlan çocuğudur. hayat aynı isimdeki bu iki çocuğun yollarını kesiştirene dek onlara türlü zorluklar yaşatacaktır.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "girlwithsixpacktattooo" tarafından 11.11.2020 08:33 tarihinde açılmıştır.
1.
hakan günday'ın yemesi güç bir kurgu ile ördüğü romanı. roman iki ayrı karakterin hayatlarına tanık olacağımız şekilde iki bölümden oluşmaktadır. bu cümleden sonrası spoilerımsı bir şeyler olabilir dikkat ! : oğuz atay ile bağdaştırılarak örülmüş olan ikinci kısım insanda büyük bir acıkma hissi uyandırıyor ancak malesef ki kitabın finali okuyucuyu doyurmuyor. şahsen beni doyurmadı.
- ancak kinyas ve kayra hatrına, gençliğimiz hatrına, kısa marlboro hatrına okuduk. yine olsa yine okuruz.
- ancak kinyas ve kayra hatrına, gençliğimiz hatrına, kısa marlboro hatrına okuduk. yine olsa yine okuruz.
devamını gör...
2.
''çünkü oğuz atay'ı da okudum, seni de tanıdım..''
az'ı 3 yıl önce okudum, hatta geçen yıl sunumunu da yaptım. sunum yapmadan önce düşündüm, sabahattin ali'nin bir kitabını sunmak isterdim fakat ne kadar sevsem de kendimde o yeterliliği göremedim çünkü kitabın hakkını verememekten korktum ve pek bilinmeyen fakat hak ettiği değeri görmesi gerektiğini düşündüğüm bir kitabı sunmak istedim. o kitap hakan günday'ın az'ıydı.
hakan günday'la tanışma kitabım bu kitap oldu. beni kendisine çeken ise kitabın arka kapağındaki, mektuptan alıntı olarak seçilen yazıydı:
''diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? haklısın. belki de çok az.. o zaman şöyle demeliyim: seni az tanıyorum, az.''
hayatta tanıdığımı sandığım fakat ismini bilmekten öteye gidemediğim ne çok insan vardı. öyle sosyal medyada bir kişinin fotoğraflarını görüp günümüz diliyle like atmakla olmuyordu ki tanımak. kendisini bana anlatmasıyla tanıyamazdım ki bir kişiyi, hatta itiraf edeyim, kendimi de tanıyamazdım. zaten tam manasıyla tanıyabildiğimi de hiç düşünmedim. işte beni bu düşüncelere sürüklediği için kitabı alıp hemen okumak istedim.
kitabın başında, yazarımızın yazmış olduğu kitabı nevzat çelik'e, nevzat çelik'in itirazın iki şartı adlı şiirinden alıntı yaparak ithaf ettiğini gördüm. meraklı benliğim elbet bunun da nedenini sorguladı ve araştırma yoluna gitti. öğrendim ki, hakan günday'ın ilk romanı kinyas ve kayra (kitap)'nın basılması gereken bir eser olduğunu söyleyen ilk kişi nevzat çelik olmuş, ve hakan günday, kendisinden yazı dünyasına dair çok şey öğrenmiş.

kitabı okurken iki ana karakterimizin isminin de derda olduğunu gördüm, sadece birinin sonundaki a harfinde şapka vardı. yaşları da aynıydı. 11 yaşında, biri kız diğeri erkek çocuğu olan, iki derda! fakat sadece ''iki çocuk'' demek çok basit kaçıyor, 11 yaşında iki çocuk demek çok kolay. çocuk deyince insanlar şöyle sanıyor; okula giden, arkadaşlarıyla oynayan, belki yeri gelince kavga eden, düşüp bacağını kanatınca ağlayan iki çocuk. ama hayır, bu çocuklar ''iki çocuk'' diyerek genellenemeyecek çocuklar. bu çocuklar 11 yaşına gelene kadar birçok zorluk çekip bir de yıllar geçtikçe yanlış karar vermek zorunda bırakılmış çocuklar. bu çocuklar, o zorlukların arasında oğuz atay'ın tutunamayanlar (kitap)'ı sayesinde belki de hayata tutunmaya çalışmış ve yolları kesişmiş çocuklar.
bundan sonrası, ayrıntılı incelemeye girecek, sıkılan olursa burada okumayı kesebilir (tabii buraya kadar okuduysa) ama meraklıları elbet olacaktır, öyleyse iyi okumalar.
kişiler:
derdâ: güneydoğu'da babasının annesini terk ettiği bir köy ortamında doğan çocuk. ayrıca, annesinin kendisine bakamadığı için başta yatılı okula gönderse de sonra 11 yaşında tarikat şeyhinin oğluna sattığı kız çocuğu. satmak kelimesi çok çirkin fakat bir annenin 11 yaşındaki kızını satması kadar değil.
saniye: derdâ'nın ''sözde'' annesi. 11 yaşındaki kızını birkaç havyan parası karşılığında satan kişi.
bezir: derdâ'nın tarikatçı kocası. derdâ'ya fiziksel ve cinsel şiddet uygulayan kişi.
derda: göz kanseri annesiyle, hapisteki babasının mezarlığın bitişiğine ördüğü evde yaşayan erkek çocuk. tüm dünyası mezarlık olan ve geçimini de mezar temizliğinden yapan çocuk ayrıca. ''çocuk dediğin ölümü öğrenince büyür... eğer ölümü öğrenince büyüyorsa, mezar temizleyip para kazanınca ne oluyordu?''
mekân:
yatırca: derdâ'nın doğup büyüyemediği yer. büyüyemediği diyorum çünkü annesinin zoruyla 11 yaşında bir tarikatçıyla evlendirilip londra'ya gönderiliyor.
londra
derdâ’nın londra’da yaşadığı apartman
rehabilitasyon merkezi
edirnekapı mezarlığı: kitabın ikinci karakteri derda'nın yaşadığı yer. ''mezarlıkta mı yaşıyor?'' diye sormayın. evet, mezarlıkta yaşıyor. derda'nın babası yoksul olduğundan, ''zaten mezarlığın duvarı var, çevresine 3 duvar daha örüp orada yaşayalım.'' diye düşünmüş.
kitabın konusundan bahsetmeyeceğim, iki çocuğun onlarca zorluktan geçip yollarının kesişmesi demek yeterli olacaktır çünkü ne desem tat kaçıran bir bilgi vermiş olacağım. bu kitap hayatınıza güzel şeyler katmayacak onu da belirteyim. kitabı elinizden bir an önce atmak isteyeceksiniz fakat asla yarım bırakamayacaksınız. elinizden atmak isteseniz de bir kere başladığınız taktirde atamazsınız. çünkü bu kitap size az değil, ''çok'' şey katacak.
az'ı 3 yıl önce okudum, hatta geçen yıl sunumunu da yaptım. sunum yapmadan önce düşündüm, sabahattin ali'nin bir kitabını sunmak isterdim fakat ne kadar sevsem de kendimde o yeterliliği göremedim çünkü kitabın hakkını verememekten korktum ve pek bilinmeyen fakat hak ettiği değeri görmesi gerektiğini düşündüğüm bir kitabı sunmak istedim. o kitap hakan günday'ın az'ıydı.
hakan günday'la tanışma kitabım bu kitap oldu. beni kendisine çeken ise kitabın arka kapağındaki, mektuptan alıntı olarak seçilen yazıydı:
''diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? haklısın. belki de çok az.. o zaman şöyle demeliyim: seni az tanıyorum, az.''
hayatta tanıdığımı sandığım fakat ismini bilmekten öteye gidemediğim ne çok insan vardı. öyle sosyal medyada bir kişinin fotoğraflarını görüp günümüz diliyle like atmakla olmuyordu ki tanımak. kendisini bana anlatmasıyla tanıyamazdım ki bir kişiyi, hatta itiraf edeyim, kendimi de tanıyamazdım. zaten tam manasıyla tanıyabildiğimi de hiç düşünmedim. işte beni bu düşüncelere sürüklediği için kitabı alıp hemen okumak istedim.
kitabın başında, yazarımızın yazmış olduğu kitabı nevzat çelik'e, nevzat çelik'in itirazın iki şartı adlı şiirinden alıntı yaparak ithaf ettiğini gördüm. meraklı benliğim elbet bunun da nedenini sorguladı ve araştırma yoluna gitti. öğrendim ki, hakan günday'ın ilk romanı kinyas ve kayra (kitap)'nın basılması gereken bir eser olduğunu söyleyen ilk kişi nevzat çelik olmuş, ve hakan günday, kendisinden yazı dünyasına dair çok şey öğrenmiş.

kitabı okurken iki ana karakterimizin isminin de derda olduğunu gördüm, sadece birinin sonundaki a harfinde şapka vardı. yaşları da aynıydı. 11 yaşında, biri kız diğeri erkek çocuğu olan, iki derda! fakat sadece ''iki çocuk'' demek çok basit kaçıyor, 11 yaşında iki çocuk demek çok kolay. çocuk deyince insanlar şöyle sanıyor; okula giden, arkadaşlarıyla oynayan, belki yeri gelince kavga eden, düşüp bacağını kanatınca ağlayan iki çocuk. ama hayır, bu çocuklar ''iki çocuk'' diyerek genellenemeyecek çocuklar. bu çocuklar 11 yaşına gelene kadar birçok zorluk çekip bir de yıllar geçtikçe yanlış karar vermek zorunda bırakılmış çocuklar. bu çocuklar, o zorlukların arasında oğuz atay'ın tutunamayanlar (kitap)'ı sayesinde belki de hayata tutunmaya çalışmış ve yolları kesişmiş çocuklar.
bundan sonrası, ayrıntılı incelemeye girecek, sıkılan olursa burada okumayı kesebilir (tabii buraya kadar okuduysa) ama meraklıları elbet olacaktır, öyleyse iyi okumalar.
kişiler:
derdâ: güneydoğu'da babasının annesini terk ettiği bir köy ortamında doğan çocuk. ayrıca, annesinin kendisine bakamadığı için başta yatılı okula gönderse de sonra 11 yaşında tarikat şeyhinin oğluna sattığı kız çocuğu. satmak kelimesi çok çirkin fakat bir annenin 11 yaşındaki kızını satması kadar değil.
saniye: derdâ'nın ''sözde'' annesi. 11 yaşındaki kızını birkaç havyan parası karşılığında satan kişi.
bezir: derdâ'nın tarikatçı kocası. derdâ'ya fiziksel ve cinsel şiddet uygulayan kişi.
derda: göz kanseri annesiyle, hapisteki babasının mezarlığın bitişiğine ördüğü evde yaşayan erkek çocuk. tüm dünyası mezarlık olan ve geçimini de mezar temizliğinden yapan çocuk ayrıca. ''çocuk dediğin ölümü öğrenince büyür... eğer ölümü öğrenince büyüyorsa, mezar temizleyip para kazanınca ne oluyordu?''
mekân:
yatırca: derdâ'nın doğup büyüyemediği yer. büyüyemediği diyorum çünkü annesinin zoruyla 11 yaşında bir tarikatçıyla evlendirilip londra'ya gönderiliyor.
londra
derdâ’nın londra’da yaşadığı apartman
rehabilitasyon merkezi
edirnekapı mezarlığı: kitabın ikinci karakteri derda'nın yaşadığı yer. ''mezarlıkta mı yaşıyor?'' diye sormayın. evet, mezarlıkta yaşıyor. derda'nın babası yoksul olduğundan, ''zaten mezarlığın duvarı var, çevresine 3 duvar daha örüp orada yaşayalım.'' diye düşünmüş.
kitabın konusundan bahsetmeyeceğim, iki çocuğun onlarca zorluktan geçip yollarının kesişmesi demek yeterli olacaktır çünkü ne desem tat kaçıran bir bilgi vermiş olacağım. bu kitap hayatınıza güzel şeyler katmayacak onu da belirteyim. kitabı elinizden bir an önce atmak isteyeceksiniz fakat asla yarım bırakamayacaksınız. elinizden atmak isteseniz de bir kere başladığınız taktirde atamazsınız. çünkü bu kitap size az değil, ''çok'' şey katacak.
devamını gör...
3.
hakan gündayın 2011 de yayınlanan kitabının ismidir . bir solukta okunan kusursuz bir kurguya sahiptir . kitap başlar başlamaz sizi içine alıp uzunca bir yolculuğa sürükler sizi kitabın başlangıç cümlesi " 6 yaşındaydı ve 6 yaşında ölecekti " hakan günday girişi klasik etkili muhteşem hep yaz hakan günday hep yaz seni az seviyorum hakan günday az .
devamını gör...
4.
hakan günday çok sevmesem bile şans verdiğim kitap. kötü bir kitap değildi fakat tesadüfler bazen ehh dedirtmedi değil. her karakterin hikayesi kendince etkileyiciydi ama hakan günday gerçek hayatta var olabilen bu insanları öyle tesadüfler ile bir araya getirmiş ki karakterler gerçek olmaktan çıkmış.
--- alıntı ---
"ya hayatının anlamını bulamayanlar?"
diye söze girmişti kızıldereli.
"onlar ne olacak?"
"onlar da göğüslerinde bir et parçasıyla, canlı canlı çürüyecekler ve buna da yaşamak demeye devam edecekler."
--- alıntı ---
--- alıntı ---
"ya hayatının anlamını bulamayanlar?"
diye söze girmişti kızıldereli.
"onlar ne olacak?"
"onlar da göğüslerinde bir et parçasıyla, canlı canlı çürüyecekler ve buna da yaşamak demeye devam edecekler."
--- alıntı ---
devamını gör...
5.
kitapta derda isimli iki ana karakterin masum çocukluklarından dönüşümleri konu edinilmiştir. birbirlerine alfabenin a ve z harfi kadar uzak olan bu iki insanın hayatlarındaki kesişim noktaları işlenmiş. hakan günday ustası oğuz atay'a da saygı duruşunda bulunmayı ihmale etmemiş. akıcı kurgusu ile bir çırpıda bitirilebilecek kitaplardandır. arada bu kadar da tesadüf fazla dediğiniz kısımlar olabiliyor. hakan günday ile tanışma romanı olmuştur benim için.
devamını gör...
6.
derda ile derdanın başından geçen olayların anlatıldığı tek kitap iki ayrı öykü ve değişen hayatların yer aldığı efsanevi yer altı yazarımız usta hakan günday'ın ellerinden çıkmış bir şaheserdir
mezarlıkta yaşayan derda yetimhane korkusu yaşayıp çocuk yaşta hayata atılır oğuz atay okumuştur hayranıdır
bir diğer derda da yetimhaneden annesinin güzel vaatlerine kanarak annesiyle gider yetimhanedeki son gecesinde "inşallah rüyamda ölürüm" diyen derda o gecenin sabahında harika bir heyecan ve mutlulukla uyanır çünkü annesine kavuşacaktır ama annesinin söyledikleri yalan çıkar ve söylenilenler doğru değildir köy evinde odaya zincirlenmiş araplara satılacağı günü bekler satılır ve zorla evlendirilip londraya götürülür sürekli babasını arar gözleri devamında olanları mutlaka okumalısınız çünkü tüyleri diken diken eden bu roman hayatta uydurmacadır dediğimiz bazı şeylerin gerçekliğini acımasızca yüzümüze vuruyor tavsiyedir 10/8
mezarlıkta yaşayan derda yetimhane korkusu yaşayıp çocuk yaşta hayata atılır oğuz atay okumuştur hayranıdır
bir diğer derda da yetimhaneden annesinin güzel vaatlerine kanarak annesiyle gider yetimhanedeki son gecesinde "inşallah rüyamda ölürüm" diyen derda o gecenin sabahında harika bir heyecan ve mutlulukla uyanır çünkü annesine kavuşacaktır ama annesinin söyledikleri yalan çıkar ve söylenilenler doğru değildir köy evinde odaya zincirlenmiş araplara satılacağı günü bekler satılır ve zorla evlendirilip londraya götürülür sürekli babasını arar gözleri devamında olanları mutlaka okumalısınız çünkü tüyleri diken diken eden bu roman hayatta uydurmacadır dediğimiz bazı şeylerin gerçekliğini acımasızca yüzümüze vuruyor tavsiyedir 10/8
devamını gör...
7.
11 yaşında bir tarikat şeyhinin oğluna ''satılan'' derdâ'yı gördüğümüz kitap. pis zihniyetlilerin elinden ancak 40 yaşında inanılmaz acılar çektikten sonra kurtulabiliyordu. ama konu bizim ülkemizse bu durum sadece kitaplarda kalmıyor. bir çocuk; arkadaşlarıyla oynaması gereken, sadece düşüp dizini incittiği için veya arkadaşı küstüğü için ağlaması normal karşılanabilecek ve ancak palyaçodan falan korkması beklenebilecek yaşta, 6 yaşında, evlendiriliyor. yine o yaşlarda herkesin umursamaz davranışları ve pis zihniyeti yüzünden tecavüze uğruyor.
ah be derda, keşke sadece bir kitap karakteri olsaydın. keşke gerçek hayatta yaşadıklarını yaşayan, hatta daha fenalarını yaşayan çocuklar olmasaydı.
ah be derda, keşke sadece bir kitap karakteri olsaydın. keşke gerçek hayatta yaşadıklarını yaşayan, hatta daha fenalarını yaşayan çocuklar olmasaydı.
devamını gör...
8.
ilk hakan günday okumam. okuyorum, anlatılanların kurmaca olduğunun farkındayım fakat dünyanın bir yerinde bu tarz hikayelerin gerçek olduğunu biliyorum ve maalesef bunu kabulleniyorum. normal geliyor diyeceğim ama çok yanlış anlaşılmaya müsait bir cümle olacak. böyle şeylerin bir yerlerde yaşanması normal geliyor artık bana. eskiden "toplumda azınlık" der, "allah karşılaştırmasın" derdim. şimdi her yerde var olduklarını kabullenip "allah'ım sen beni, sevdiğim insanları, onların sevdiği insanları, tanımadığı insanların iyiliğini isteyen kullarını koru" diyebiliyorum ancak. bu korkunç bir şey aslında. korunmasını istediğim insanlar azaldı. çünkü azınlık duruma biz düştük gibi geliyor.
kadın cinayetlerinde de böyle. bir kadının, çocuğun, hayvanın şiddet görmesi sıradışı bir şey gibi gelmiyor artık bana. hastanede birinin ölmesi, birinin düşüp başını çarpıp ölmesi gibi bir şey.
kadın cinayetlerinde de böyle. bir kadının, çocuğun, hayvanın şiddet görmesi sıradışı bir şey gibi gelmiyor artık bana. hastanede birinin ölmesi, birinin düşüp başını çarpıp ölmesi gibi bir şey.
devamını gör...