bir idam mahkumunun son günü
sizi gerçekten de idamına birkaç gün kalan bir mahkum gibi hissettiren kitaptır. kolay okunur, çabuk biter lakin kolay sindirilir mi bilemem. karakterle özdeşleştikten sonra işler biraz sarpa sarabiliyor. sayfaları çevirirken o prangaları bileklerinizde hissedebiliyorsunuz.
devamını gör...
benim adım kırmızı
orhan pamuk, romanı 15. ve 16.yüzyıl mesnevilerindeki hikayelerden etkilenerek yazdığını dile getirmiştir. dört yıldan uzun süren romanın ilk dönemdeki ismi de ilk bakışta aşk.
devamını gör...
bir daha asla yapmam dediğiniz yanlışlar
bana saygısızlık edilen yerde sevgi adına orada durmağa çalışmak. kendine saygını sen kaybedersen kimsede bulamazsın diye düşündüğüm konu.
devamını gör...
normal sözlük’ün en iyi avcı yazarları
kafa sözlükte av: yazarların öne sürdüğü herhangi bir fikir, düşünce, tespit, kanaat, yaklaşım, tez.
kafa sözlükte avcı: öne sürülen bu şeyleri çürütebilen yazar.
t: öncülüğünü ateist kaplumbağa'nın yaptığı yazarlardır.
kafa sözlükte avcı: öne sürülen bu şeyleri çürütebilen yazar.
t: öncülüğünü ateist kaplumbağa'nın yaptığı yazarlardır.
devamını gör...
yoldaş bana paramı geri ver
14 şubat 2021 kafa store indirimi sonrası bu indirimden önce storeden alışveriş yapan yazarın feryadı olabilecek niteliktedir. "indirimi geriye doğru işlet harcadığımız karma puanlarındaki farkı geri ver" demek istemektedir.
devamını gör...
renklerin yazarlar için anlamı
grinin benim için hayata denk düşen fazlaca uzun biraz gereksiz anlamı:
soluk bir kartpostalın arkasına heyecanla yazılmış birkaç cümleyi düşünmekten kendimi bir türlü kurtaramıyorum. nasıl oluyor da elimizin altında ağır bir tahakkümle hükmettiğimiz onca şey birden grileşerek uzaklaşan bir hatıraya dönüşüveriyor. fotoğraflara, mevsimlere ve ihtiyar yüzlere baktıkça bu hayatın asıl rengi griymiş gibi geliyor bana. insan nerde, nasıl ve kiminle olursa olsun bir yanı her zaman mat ve gri. bana kalırsa hatıra dediğimiz; o bazen naif bazen unutulası, bazen garip ve ince bir tılsıma dönüşen geçmiş zaman vakalarının bir rengi varsa gri olmalı. çünkü ben gri renge ihtiyatla baktığım zaman, çocukluğumun geçtiği sokak gözlerimin önünden uzun uzun ilerleyerek toprak bir top sahasına dönüşüyor. ben yalnız kendim dönüp herhangi bir şeye baktığım zaman neyi geçiriyorsam aklımdan, hayatı ve hatıraları onunla tanımlıyorum. bir renge böyle bir yükü yüklemenin haksızlığı beni ürkütmüyor. çünkü beyaz, yalnız ve sadece beyaz olması ile tüm kirlerin günahını üzerine almışken, griye elbette ne hissettiğini sormayacaklar. fakat bir soruyu yine de tereddütsüz cevaplayamıyorum: kapıdan adımını atar atmaz sokağın pisliğini üstüne yüklenmek mi, artık temiz kalmışlığı hafızalarda dahi hatrı sayılacak kadar tartışılır bir sokağın bizatihi kendisini sırtlamak mı? hangisi, çocukluk arkadaşımızın yere düşmesine artık üzülmeyecek kadar içindekini yitirmek kadar ağır? tam burda; bir gece yarısı aslında modern insanlığın hiç de derdi olmayan bir renk üzerine kafa patlatmanın cevabını buluyorum. bu cevap diğer tüm cevaplarımdan farklı hiçbir yola açılmıyor. insan; bir renk, bir başka insan, bir ağaç, gökyüzü, küfürlü bir duvar, hatta kırık bir şemsiye gördüğünde aynı cevabı bulduğu için duraksıyor: ömrümüz çok çabuk grileşiyor. hıçkırmaktan boğazının yırtılması da sevinç naralarından sesinin kısılması da bir süre sonra gözlerinin önünde aynı eksik, aynı soğuk, aynı soluk renge dönüşüyor. o zaman, yalnızca bir renge değil aslında bir ömre kafa patlattığını nihai netice olarak anlıyor insan. fakat griden ve ömrümden bağımsız olarak ısrarla soruyorum: yalnızca bir rengi yahut yalnızca bir kartpostalı gecelerce düşünüp kafa patlatsaydım ve bu; ne bir ömür yahut daha mühim veya gereksiz herhangi bir şey anlamına gelmeseydi, yani ben sırf modern dünya gündemini hiç meşgul etmeyen çok küçük ve zavallı bir şey için beynimin çeperlerini acımasızca kazımış olsaydım, bundan utanacak mıydım? yani ben kendimi paraladığım her neyse; insanlar nazarında kıymetli olduğunda mı vaktimi ve beynimi boşa harcamamış olacaktım? ben, yalnızca bir rengi bu kadar düşünmüş olmanın, insanlar tarafından hoyratça kınanacağı düşüncesinin verdiği eziklikle mi "aslında bu kendimi paraladığım yalnızca bir renk değildir" diye izaha ihtiyaç duyuyor ve yazıyor ve yazıyorum?
gri, kartpostal veya her neyse. insan düşündükçe çıldıran, çıldırdıkça insana düşman olan bir varlıktan başka şey değil. dönüp dolaşıp insana gelen bu kaçıncı lakırdı. üstelik ömür acımasızca grileşirken.
gri, ömrümüzü fütursuzca tüketirken anılarımızı emanet ettiğimiz güzide renk.
soluk bir kartpostalın arkasına heyecanla yazılmış birkaç cümleyi düşünmekten kendimi bir türlü kurtaramıyorum. nasıl oluyor da elimizin altında ağır bir tahakkümle hükmettiğimiz onca şey birden grileşerek uzaklaşan bir hatıraya dönüşüveriyor. fotoğraflara, mevsimlere ve ihtiyar yüzlere baktıkça bu hayatın asıl rengi griymiş gibi geliyor bana. insan nerde, nasıl ve kiminle olursa olsun bir yanı her zaman mat ve gri. bana kalırsa hatıra dediğimiz; o bazen naif bazen unutulası, bazen garip ve ince bir tılsıma dönüşen geçmiş zaman vakalarının bir rengi varsa gri olmalı. çünkü ben gri renge ihtiyatla baktığım zaman, çocukluğumun geçtiği sokak gözlerimin önünden uzun uzun ilerleyerek toprak bir top sahasına dönüşüyor. ben yalnız kendim dönüp herhangi bir şeye baktığım zaman neyi geçiriyorsam aklımdan, hayatı ve hatıraları onunla tanımlıyorum. bir renge böyle bir yükü yüklemenin haksızlığı beni ürkütmüyor. çünkü beyaz, yalnız ve sadece beyaz olması ile tüm kirlerin günahını üzerine almışken, griye elbette ne hissettiğini sormayacaklar. fakat bir soruyu yine de tereddütsüz cevaplayamıyorum: kapıdan adımını atar atmaz sokağın pisliğini üstüne yüklenmek mi, artık temiz kalmışlığı hafızalarda dahi hatrı sayılacak kadar tartışılır bir sokağın bizatihi kendisini sırtlamak mı? hangisi, çocukluk arkadaşımızın yere düşmesine artık üzülmeyecek kadar içindekini yitirmek kadar ağır? tam burda; bir gece yarısı aslında modern insanlığın hiç de derdi olmayan bir renk üzerine kafa patlatmanın cevabını buluyorum. bu cevap diğer tüm cevaplarımdan farklı hiçbir yola açılmıyor. insan; bir renk, bir başka insan, bir ağaç, gökyüzü, küfürlü bir duvar, hatta kırık bir şemsiye gördüğünde aynı cevabı bulduğu için duraksıyor: ömrümüz çok çabuk grileşiyor. hıçkırmaktan boğazının yırtılması da sevinç naralarından sesinin kısılması da bir süre sonra gözlerinin önünde aynı eksik, aynı soğuk, aynı soluk renge dönüşüyor. o zaman, yalnızca bir renge değil aslında bir ömre kafa patlattığını nihai netice olarak anlıyor insan. fakat griden ve ömrümden bağımsız olarak ısrarla soruyorum: yalnızca bir rengi yahut yalnızca bir kartpostalı gecelerce düşünüp kafa patlatsaydım ve bu; ne bir ömür yahut daha mühim veya gereksiz herhangi bir şey anlamına gelmeseydi, yani ben sırf modern dünya gündemini hiç meşgul etmeyen çok küçük ve zavallı bir şey için beynimin çeperlerini acımasızca kazımış olsaydım, bundan utanacak mıydım? yani ben kendimi paraladığım her neyse; insanlar nazarında kıymetli olduğunda mı vaktimi ve beynimi boşa harcamamış olacaktım? ben, yalnızca bir rengi bu kadar düşünmüş olmanın, insanlar tarafından hoyratça kınanacağı düşüncesinin verdiği eziklikle mi "aslında bu kendimi paraladığım yalnızca bir renk değildir" diye izaha ihtiyaç duyuyor ve yazıyor ve yazıyorum?
gri, kartpostal veya her neyse. insan düşündükçe çıldıran, çıldırdıkça insana düşman olan bir varlıktan başka şey değil. dönüp dolaşıp insana gelen bu kaçıncı lakırdı. üstelik ömür acımasızca grileşirken.
gri, ömrümüzü fütursuzca tüketirken anılarımızı emanet ettiğimiz güzide renk.
devamını gör...
wittgenstein'dan bihaber olan kalitesiz flört
papua yeni gine sineması travmasından sonra başka bir hezeyana sebep olan flörttür. kalitesiz. dilinin sınırlarında hapsolmuş kalitesiz insan.
gına geldi bu insanlardan yemin ediyorum. ne sinema bilirler ne felsefiyyat ne edebiyyat. sartre yok sikkofield yok dilozof yok, hiçbir halt yok. 2000 rembrandt tablosu da sayamıyorlar. influencerların soy ağacını çıkar desen hemen çıkarırlar ama.. fenomenlerin vücut hatlarını ezbere bilirler.
bu flörtüm de başta atıp tuttu yok tarkovski yok rimbo yok gogol falan. ceviz çıktı. kolumdaki latince dövmeleri gösteriyordum, bu söz kime ait diye soruyordum: "hayatım bilmiyorum". felsefecilerin eserlerinden test hazırlayıp çözmesini istiyordum: "hayatım çok zor" sokrates'in savunmasını sokrates yazdı sanıyordu.
insanoğlu çok kalitesiz çok.
gına geldi bu insanlardan yemin ediyorum. ne sinema bilirler ne felsefiyyat ne edebiyyat. sartre yok sikkofield yok dilozof yok, hiçbir halt yok. 2000 rembrandt tablosu da sayamıyorlar. influencerların soy ağacını çıkar desen hemen çıkarırlar ama.. fenomenlerin vücut hatlarını ezbere bilirler.
bu flörtüm de başta atıp tuttu yok tarkovski yok rimbo yok gogol falan. ceviz çıktı. kolumdaki latince dövmeleri gösteriyordum, bu söz kime ait diye soruyordum: "hayatım bilmiyorum". felsefecilerin eserlerinden test hazırlayıp çözmesini istiyordum: "hayatım çok zor" sokrates'in savunmasını sokrates yazdı sanıyordu.
insanoğlu çok kalitesiz çok.
devamını gör...
kendi başlığına gelen tüm tanımlara favori atan yazar
mütevazi olduğunu düşündüğüm yazardır.
devamını gör...
antidepresan etkisi gösteren yazılar
çok tatlı ve çok gerekli bir başlıktır.
insan zaten dertli değildir, derdin kendisidir. insan öyle büyük bir derttir ki bu büyüklükte bir şeyin kendine sığacağını aklına getirmez de bunu dünyanın, hayatın derdi sayar. hayat, o durgun, kibirli suyunda kendisine bakan bu çirkin heyulaya bakıp bakıp ‘bu herhalde benim…’ der. bu dert de ona yeter.”
insan zaten dertli değildir, derdin kendisidir. insan öyle büyük bir derttir ki bu büyüklükte bir şeyin kendine sığacağını aklına getirmez de bunu dünyanın, hayatın derdi sayar. hayat, o durgun, kibirli suyunda kendisine bakan bu çirkin heyulaya bakıp bakıp ‘bu herhalde benim…’ der. bu dert de ona yeter.”
devamını gör...
500 bin dolarlık tabloyu kafasına göre boyayan cahil çift
eserin bir parçası olarak fırça ve boyalar duruyor. pek zeki çiftimiz de katılımcı sanat sandık diyerek sergide tabloyu kafalarına göre boyuyorlar. sabah sabah gülmeme vesile olmuş durum. (bkz: sanatı sizden öğrenecek değiliz)
güney kore'de sanat galerisine gelen çift, abd'li grafiti sanatçısı jonone tarafından yapılan eserin önündeki boya ile fırçaların çalışmanın bir parçası olduğunu anlamayınca, tabloyu boyadı. 500 bin dolarlık eseri boyadıkları güvenlik kamerasından tespit edilen çift, boyaları katılımcı sanatın bir parçası sandıklarını söyledi.
güney kore'nin başkenti seul'daki, jonone tarafından 2016'da seyirciler önünde yapılan 240 cm'ye 700 cm boyutlarındaki tablo, sanatçının kullandığı boya ve fırçalarla sergileniyor.
ancak lotte world mall sanat galerisine gelen bir çift, boya ile fırçaların tablonun bir katılımcı sanat eseri olduğu için konduğunu sandı ve farklı renklerle boyadı.
tablodaki değişikliği fark eden görevliler, çifti güvenlik kameralarından tespit etti. gözaltına alınan çift, eseri yanlış anladıklarını söylemelerinin ardından serbest bırakıldı.
galerinin yöneticisi kang wook, bunun 'dürüst bir hata' olduğunu belirterek çifte dava açmayacaklarını söyledi. wook, "bunu katılımcı sanat sanarak bir hata yaptılar. şu anda sanatçıyla eseri restore edip etmeme konusunda görüşmeler yapıyoruz" dedi.
olayın ardından eserin etrafı çevrildi ve ziyaretçilerin tabloya dokunmaması için not eklendi.
buradan
güney kore'de sanat galerisine gelen çift, abd'li grafiti sanatçısı jonone tarafından yapılan eserin önündeki boya ile fırçaların çalışmanın bir parçası olduğunu anlamayınca, tabloyu boyadı. 500 bin dolarlık eseri boyadıkları güvenlik kamerasından tespit edilen çift, boyaları katılımcı sanatın bir parçası sandıklarını söyledi.
güney kore'nin başkenti seul'daki, jonone tarafından 2016'da seyirciler önünde yapılan 240 cm'ye 700 cm boyutlarındaki tablo, sanatçının kullandığı boya ve fırçalarla sergileniyor.
ancak lotte world mall sanat galerisine gelen bir çift, boya ile fırçaların tablonun bir katılımcı sanat eseri olduğu için konduğunu sandı ve farklı renklerle boyadı.
tablodaki değişikliği fark eden görevliler, çifti güvenlik kameralarından tespit etti. gözaltına alınan çift, eseri yanlış anladıklarını söylemelerinin ardından serbest bırakıldı.
galerinin yöneticisi kang wook, bunun 'dürüst bir hata' olduğunu belirterek çifte dava açmayacaklarını söyledi. wook, "bunu katılımcı sanat sanarak bir hata yaptılar. şu anda sanatçıyla eseri restore edip etmeme konusunda görüşmeler yapıyoruz" dedi.
olayın ardından eserin etrafı çevrildi ve ziyaretçilerin tabloya dokunmaması için not eklendi.
buradan
devamını gör...
astigmat
bir şeyler görüyorum ama ne? dedirtir.
devamını gör...
yaratıcı mekan isimleri
(bkz: aralık sonu ocakbaşı)
devamını gör...
bak güzel kardeşim
*
emoji gözüküyor mu bilmiyorum genelde şu el işaretiyle başlarlar ve devam eder.
emoji gözüküyor mu bilmiyorum genelde şu el işaretiyle başlarlar ve devam eder.
devamını gör...
koronaya türk çözümleri
burnunu tereyağına batırmak*
devamını gör...
hoşlanılan kişiye açılacakken sur'un üflenmesi
"madem üflüyo bari romantik bişiyler çalsın" denilen şanssız andır. *
devamını gör...
(tematik)
kanama
damar bütünlüğünün bozulması sonucu kanın damar dışına doğru akmasıdır.
devamını gör...
okuyana ilaç olacak sözler
bu girdiyi okuduğunda minicik bi tebessüm et. lütfennnnnnn....
not: bak gördün mü? dünya şimdi daha güzel. sen gül dünya gülsün, bulutlar gülsün...
haydi şimdi popişini kaldır ve aynaya bak! bak bak şimdi de gördün mü yine! ne de güzel bir canlısın. insansın... güzel bir insan ve çokkkk değerlisin, özelsin. öpüyorum gözlerinden azizim.
not: bak gördün mü? dünya şimdi daha güzel. sen gül dünya gülsün, bulutlar gülsün...
haydi şimdi popişini kaldır ve aynaya bak! bak bak şimdi de gördün mü yine! ne de güzel bir canlısın. insansın... güzel bir insan ve çokkkk değerlisin, özelsin. öpüyorum gözlerinden azizim.
devamını gör...
popüler olan şeyleri sevmemenin havalı olmadığı gerçeği
var böyle insanlar. bir şarkı çok tutarsa "abi bunu mu dinliyorsunuz ya, ben şahsen şöminenin başında bach dinlemeyi seviyorum" diyebilecek kişilerdir. veyahut bu popüler şey bir film, televizyon programı vb. bir şey de olabilir. tabii ki kimseyi şunu sevip, bunu sevme diye herhangi bir şeyden sorumlu tutmuyorum ama, sırf kendini çok aykırı ve elit hissetmek için yapanlara bu sözüm: havalı olmuyorsunuz arkadaşlar. sadece kasıntı bir entel gibi duruyorsunuz o kadar, ve hiç de samimi değilsiniz bunu bilin.
devamını gör...
velev ki
hatta, her ne kadar gibi manalar yüklenen son dönemin ağza sakız bağlacı.
yusuf ziya özcan sözü olarak bilinir.
yusuf ziya özcan sözü olarak bilinir.
devamını gör...
