
bloody mary
sırf metresi anne boleyn'le evlenebilmek için ispanya kralı ve kraliçesinin kızı, önce abisinin karısı, sonra karısı olan aragonlu catherine'i boşayan ve anne boleyn uğruna, etkileri günümüzde hala devam eden, ingiltere'yi katoliklikten, protestanlığın ingiltere'ye uyarlanmış şekli olan 'anglikanizm'e geçiren vııı. henry'nin, aragonlu catherine'den doğan ve yaşayan tek çocuğu; i. mary. (birinci mary yazmak istedim aslında, sözlükteki saçma gelenekten dolayı açacağım başlık değişmesin diye baştan 'i' ile yazdım.)
babası annesini reddedince uzun yıllar annesinden de babasından da uzakta sürgün yaşadı. babasının bitmek tükenmek bilmeyen erkek çocuk aşkı sonunda gerçek oldu. vııı. henry'nin ölümünden sonra tahta çocuk yaşta geçen vı. edward da uzun ömürlü olmayınca, o zaman için neredeyse kocamış yaşta (37) tahta çıkan ve kendisi gibi koyu katolik olan ıı. felipe'le (o da bambaşka bir hikaye) evlenip, ondan deliler gibi çocuk yapmaya çalışıp, bir türlü başaramayan ı. mary, bloody mary lakabını öldürttüğü binlerce protestana borçludur. kendisine ne yazık ki, hükümdarlığı ve ingiltere'nin katolik kalması çabaları, kendisinin ölümüyle sona ermiş ve nefret ettiği üvey kızkardeşi ı. elizabeth'in tahta çıkmasıyla, ingiltere, artık hem kesinkes 'anglikan' olmuş hem de ı. elizabeth döneminde en parlak 'altın' yıllarını yaşamıştır.
öyle bir ilişkiler yumağı ki, günümüzün en absürt pembe dizilerini aratmayacak ilişkiler, evlilikler, entrikalar, cinayetler, skandallar vs vs...
her biri için başlık açılır ve hayatları masal gibi okunur.
yukarıda anlatılan kadının anneannesi, ispanya kraliçesi i. ısabel, aynı zamanda -tesadüfen- bugünkü amerika kıtasını keşfeden kristof kolomb'a mücevherlerini vererek sefere çıkmasını sağlayan kadındır. vay ki vay!
bunları şimdi masal gibi okuyoruz ya, gerçekten korkunç zamanlarmış. zaman makinesi olsa, oralara gitsem, bir haftadan uzun kalmak istemezdim.*
babası annesini reddedince uzun yıllar annesinden de babasından da uzakta sürgün yaşadı. babasının bitmek tükenmek bilmeyen erkek çocuk aşkı sonunda gerçek oldu. vııı. henry'nin ölümünden sonra tahta çocuk yaşta geçen vı. edward da uzun ömürlü olmayınca, o zaman için neredeyse kocamış yaşta (37) tahta çıkan ve kendisi gibi koyu katolik olan ıı. felipe'le (o da bambaşka bir hikaye) evlenip, ondan deliler gibi çocuk yapmaya çalışıp, bir türlü başaramayan ı. mary, bloody mary lakabını öldürttüğü binlerce protestana borçludur. kendisine ne yazık ki, hükümdarlığı ve ingiltere'nin katolik kalması çabaları, kendisinin ölümüyle sona ermiş ve nefret ettiği üvey kızkardeşi ı. elizabeth'in tahta çıkmasıyla, ingiltere, artık hem kesinkes 'anglikan' olmuş hem de ı. elizabeth döneminde en parlak 'altın' yıllarını yaşamıştır.
öyle bir ilişkiler yumağı ki, günümüzün en absürt pembe dizilerini aratmayacak ilişkiler, evlilikler, entrikalar, cinayetler, skandallar vs vs...
her biri için başlık açılır ve hayatları masal gibi okunur.
yukarıda anlatılan kadının anneannesi, ispanya kraliçesi i. ısabel, aynı zamanda -tesadüfen- bugünkü amerika kıtasını keşfeden kristof kolomb'a mücevherlerini vererek sefere çıkmasını sağlayan kadındır. vay ki vay!
bunları şimdi masal gibi okuyoruz ya, gerçekten korkunç zamanlarmış. zaman makinesi olsa, oralara gitsem, bir haftadan uzun kalmak istemezdim.*
devamını gör...
40 gün aç ve susuz kalmayı deneyen rus youtuber'ın ölmesi
doğal seleksiyon.
devamını gör...
yaş ilerledikçe katlanılması zor şeyler
aynı tür insanlarla karşılaşmak.
devamını gör...
islam’ın dili arapça mıdır sorunsalı
emevi ve abbasilerin, devlet politikası haline getirdiği arap milliyetçiliği, kuranın hükümlerini, dinin temel prensiplerini ve hatta kuranda anlatılan tanrı profilini dahi arap milliyetçiliği üzerinden yorumlayan bir fıkıh anlayışı ortaya çıkarmıştır.
bu anlayış;
"allah'ın dili arapçadır."
"islamın dili arapçadır."
"cennette arapça konuşulacak." gibi dayanağı olmayan iddiaları
"kurulacak çok uluslu bir islam medeniyetinin dili de arapça olmalıdır." sonucuna bağlayarak bu arapça dayatmasını meşrulaştırmaya çalışmaktadır. bu iddialara islamın en öncül kaynağı olan kur'an-ı kerim üzerinden cevap vermek gerekir.
birinci iddia hz. muhammet'in arapça konuşuyor olması. ku'ran-ı kerim bize bir çok yerde peygamberin bir millete değil alemlere gönderildiğini ifade eder.
"seni alemlere şefkat(rahmet) olarak gönderdik."(enbiya 107)
yüce yaratan'ın insanlarla iletişim kurmasına vesile olacak olan elçinin onu dinleyecek toplulukla farklı bir dili konuşması düşünülemezdi. insanlar kendilerinin muhatap oldukları emir ve yasakları, uyarıları anlamadan bu noktada bir hesaplaşmaya tabi tutulamazdı.
-ki bugünün müslümanlarının kendilerini bir çok emir ve yasaklara muhatap olarak görmemeleri de bu şekilde açıklanabilir-
yani peygamberin arapça konuşması arapçanın kutsallığına değil yaratıcının insanlarla anladıkları dilde iletişim kurduğu sonucuna bağlanmalıdır.
"onlar ki, dünya hayatını severek ahirete tercih ederler, insanları allah yolundan çevirirler ve o ona bir eğrilik bulmak isterler. işte onlar haktan uzak bir sapıklık içindedirler.
"halbuki her peygamberi ancak kendi kavminin lisanıyla gönderdik ki allah'ın emirlerini onlara açıklasın!" (ibrahim 4)
işte bu sebeple bütün peygamberler arapça konuşmuyordu.
hz. musa ibranice, hz.isa aramice konuşuyordu.diğer peygamberler de kendi kavimlerinin lisanlarıyla konuşuyorlardı. bunu televizyonlarda insanlara islamın hikayelerini(!) anlatarak para kazanan ve hz. adem'i anlatırken onu bile arapça konuşturanlara da hatırlatmak gerekir. galiba bu ayet peygamberlerin lisanlarının sebebini ve kuran'ın anlaşılmasını istemeyenlerin gerekçelerini açıkça dile getiriyor.
ikinci bir iddia türkçe'nin arapçadaki kelimeleri karşılamadığı yönünde.
bu iddia çok geniş bir konu yelpazesinde kendine yer bulmaktadır. ibadetlerden, kuranın okunmasına kadar hemen her konuda bu iddia dile getirilmektedir. işin en üzücü tarafı ise bu iddia bir çok kişi tarafından
"arapça en zengin en güzel dildir. allah bu yüzden arapçayı tercih etmiştir" gibi bir sonuca bağlanmaktadır.
deniyor ki arapça'da bir kelime bazen onlarca anlama gelebildiği için çok zenginmiş. halbuki bu bir dilin zenginliğini değil fakirliğini gösterir. bir millet bir alandaki 10 nesneyi tek bir kelime ile ifade ediyorsa bu o milletin o alanda yeterince bilgi sahibi olmadığını gösterir. ki bu o milletin sosyal yapısıyla da ilgilidir. örneğin hayvancılıkla uğraşan bir milletin sadece at renklerini ifade eden 300'den fazla kelimesi mevcut olabilirken hayvancılıkla uğraşmayan bir millet bu renkleri 4 kelime ile ifade edebiliyor. şimdi bu hangi milletin dilinin zenginliğinin göstergesidir? eğer arapçadaki bir kelimenin türkçe karşılığı yok ise o kelime türkçe çeviride birden fazla kelime ile ifade edilebilir.
sonuç olarak bazı kelimeler türkçe'de tek kelime ile ifade edilemiyor diye kuran'ın tamamından feragat edip onu anlamadığımız dilde okumak kesinlikle mantık dışıdır. bu bizzat kuran'ın hükümlerine de terstir. çünkü kuran'da "biz onu arapça indirdik" ifadesinin geçtiği bütün ayetlerde bu anlaşılır olmaya bağlanmıştır.
"anlayasınız diye biz onu arapça bir kuran olarak indirdik." (yusuf 2)
peki türkçe ibadet mümkün müdür?
konunun başından beri de ifade ettiğimiz gibi tanrı, insanlığa sayfalar ve harfler değil mana indirmiştir. arap milliyetçiliği üzerinden islamı yorumlayan gelenek namazın bütün dünyada arapça kılınmasının onu evrenselleştirdiğini iddia etse de bu tanrı ile iletişim kurma noktasında arap olmayanlar için sadece bir prangadır.
islam ve ona ait ritüelleri evrenselleştirmenin tek yolu bütün insanların hz. muhammet'in anlattığı tek tanrıya anladıkları dil ile seslenmeleridir. ülkemizde, ulu önder mustafa kemal atatürk'ün dinde aydınlanma hareketi olarak niteleyebileceğimiz kuran'ın,hadislerin ve ezanın türkçeleştirilmesi devrimlerinin sadece 20 yıl kadar hayatta kalmasıyla milletimiz tanrı ile arasına tekrar arapçayı dolayısıyla hurafeleri, sahte şeyhleri koymuştur.
ülkemizdeki müslümanların neredeyse tamamının hanefi mezhebine mensup olduğunu göz önünde bulundurursak bu konuya da imam ebu hanife üzerinden delil getirmek en mantıklısı olacaktır.
imam ebu hanife'ye göre kuran lafız olarak, yani arapça olarak değil, mana olarak kuran idi. bu nedenle de arapça okunduğu gibi farsça da -dolayısıyla türkçe de- okunabilirdi. bir insan arapça'yı bilse de kendi dilinde ibadet edebilirdi. imam ebu hanife bu fikrini ise bizzat peygamber dönemine dayandırıyordu. iranlılar, hz. muhammet'in arkadaşlarından selman-ı farisi'ye bir mektup yazmışlar ve arapçayı bilmediklerini, namazda okumak üzere kendilerine fatiha suresini farsçaya tercüme etmesini istemişlerdi. bunun üzerine selman-ı farisi de fatiha'yı farsçaya çevirerek gönderdi. iranlılar bunu namazlarında okudular. bu bilgi, hanefi ekolünün en güvenilir kaynaklarında sıklıkla ifade edilir.
islamı arap dini olarak gören çevreler, imam ebu hanife'nin bu görüşlerinden rahatsız oldukları için onun ölümünün hemen ardından onun ağzıyla bu fikri yok etmeye çalışmışlardır. nuh ibni meryem, ebu hanife öldükten sonra "onun bu görüşünden vazgeçtiğini" onun ağzıyla rivayet etmiştir. müslümanlar bu rivayete dört elle sarılmış ve çeviri ile namaz kılınamayacağını büyük bir şiddetle savunmaya başlamışlardır. halbuki nuh ibni meryem, ebu hanife'den önce hadis bilginleri tarafından bizzat hz. muhammet'in ağzıyla hadis uydurduğu için "kazip" yani yalancı olarak belirlenmiştir. ebu hanife bu görüşünden hiçbir zaman ayrılmamıştır. onun iki önemli talebesi olan ebu yusuf ve ebu muhammet'in görüşleri de : "namazı arapça bilen arapça kılar, arapça bilmeyen ise kendi dilinde kılabilirdi." şeklindedir.
burada şunu ifade etmek gerekir ki, arapçayı bilmekten kasıt o lisanı bilmektir. yoksa o dilin anlamını idrak etmeden okunuşunu bilmek, arapça bilmek manasına gelmez.
diğer bazı islam kaynaklarında da bu konu ile ilgili bir çok deliller vardır. tahavi şerhi'nin 217. sayfasında ve hazin tefsirinin 725. sayfasında kısaca anadilde ibadet mümkündür denmektedir.
konuyu saptırmadan ilginç bir bilgiyi de dipnot olarak paylaşalım. hanefilerin en güvenilir kaynaklarından olan mebsut'ta daha da enteresan bir görüş zikredilmiştir. buna göre; "eğer allah'ın sözü olduğundan şüphe edilmez ise, bozulmadığına dair delil var ise tevrat ve incil'in bölümlerinin bile namazda okunmasında sakınca yoktur."
sonuç olarak ;büyük türk mütefekkiri, türkiye cumhuriyeti'nin kurucu zihniyetinin öncülerinden ziya gökalp'in , din kitaplarının ve hutbelerle vaazların türkçe okunması düşüncesi kesinlikle siyasi bir duruş olarak görülememelidir.
ziya gökalp'in bu duruşu kimseyi rahatsız edemez ve etmemelidir. türk milletine ve diğer milletlere bu hak bizzat ulu tanrı ya da diğer deyişle cenab-ı allah tarafından verilmiştir. hal böyleyken bir milleti bilmediği bir dile hapsetmek en hafif tabir ile ırkçılıktır. üstelik dinde türkçeye karşı çıkan çevrelerin peygamber, abdest,namaz gibi farsça kelimelere de arapça gibi kutsaliyet atfetmeleri bu tepkilerin ne kadar sığ olduğunun göstegesidir.
öztürkçe tanrı kelimesini türk milletinin dilinden sökmeye çalışırken yine farsça huda kelimesini sakıncalı görmemek tam olarak siyasi bir duruştur. dinin anadilde yaşanmasına karşı çıkmak, ülkemizde son yıllarda sıkça başvurulan din istismarına da kapı açar. bazı çevrelerin kuran'ın insanlar tarafından anlaşılmasını "sen okuma,okusan da anlamazsın,sapıtırsın" gibi söylemlerle tehlikeli göstermelerinin sebebi, zümer suresi 3. ayeti olsa gerek. çünkü bu ayette yüce yaratan bizlere çok önemli bir uyarıda bulunmaktadır.
"dikkat edin! gerçek din, sadece allah'a mahsusdur. ondan başkasını kendilerine dostlar edinenler ise: biz onlara sadece bizi allah'a daha fazla yakınlaştırsınlar diye tapıyoruz derler."
bu size bir şeyleri yada birilerini hatırlatmış olabilir...
bizler bugün malesef konuştuğu cümlelere ingilizce kelimeler serpiştirerek modern görünmeye çalışanlarla, konuştuğu cümlelere arapça kelimeler serpiştirerek dindar görünmeye çalışanlar arasında türkçe konuşma savaşı vermekteyiz.
milletimiz anladığı dilde tanrı ile iletişim kurduğunda, anladığı dilde namaza çağırıldığında, tanrı sözlerini anlamadıkları bir dilde sevap kazanmak için değil, anladıkları dilde "anlamak" için okuduğunda önce kendini sonra geleceğini kurtaracaktır prangalardan.
"göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da allah'ın delillerindendir. şüphesiz bunda bilenler için elbette alınacak dersler vardır." (rum,22)
tanrı esenliği üstünüze olsun...
edit: pek dindar bir adam sayılmam. sadece konuya ilgiliyim.
milliyetçi olduğumu da düşünebilirsiniz.
fakat unutmayın milliyetçilik iç güdüsel bir olaydır.
burada milliyetçilik yaptıysam bile bu ofansif değil defansif bir milliyetçiliktir.
yani din üzerinden yapılan arap ırkçılığına karşı kendimi savundum sadece.
bu anlayış;
"allah'ın dili arapçadır."
"islamın dili arapçadır."
"cennette arapça konuşulacak." gibi dayanağı olmayan iddiaları
"kurulacak çok uluslu bir islam medeniyetinin dili de arapça olmalıdır." sonucuna bağlayarak bu arapça dayatmasını meşrulaştırmaya çalışmaktadır. bu iddialara islamın en öncül kaynağı olan kur'an-ı kerim üzerinden cevap vermek gerekir.
birinci iddia hz. muhammet'in arapça konuşuyor olması. ku'ran-ı kerim bize bir çok yerde peygamberin bir millete değil alemlere gönderildiğini ifade eder.
"seni alemlere şefkat(rahmet) olarak gönderdik."(enbiya 107)
yüce yaratan'ın insanlarla iletişim kurmasına vesile olacak olan elçinin onu dinleyecek toplulukla farklı bir dili konuşması düşünülemezdi. insanlar kendilerinin muhatap oldukları emir ve yasakları, uyarıları anlamadan bu noktada bir hesaplaşmaya tabi tutulamazdı.
-ki bugünün müslümanlarının kendilerini bir çok emir ve yasaklara muhatap olarak görmemeleri de bu şekilde açıklanabilir-
yani peygamberin arapça konuşması arapçanın kutsallığına değil yaratıcının insanlarla anladıkları dilde iletişim kurduğu sonucuna bağlanmalıdır.
"onlar ki, dünya hayatını severek ahirete tercih ederler, insanları allah yolundan çevirirler ve o ona bir eğrilik bulmak isterler. işte onlar haktan uzak bir sapıklık içindedirler.
"halbuki her peygamberi ancak kendi kavminin lisanıyla gönderdik ki allah'ın emirlerini onlara açıklasın!" (ibrahim 4)
işte bu sebeple bütün peygamberler arapça konuşmuyordu.
hz. musa ibranice, hz.isa aramice konuşuyordu.diğer peygamberler de kendi kavimlerinin lisanlarıyla konuşuyorlardı. bunu televizyonlarda insanlara islamın hikayelerini(!) anlatarak para kazanan ve hz. adem'i anlatırken onu bile arapça konuşturanlara da hatırlatmak gerekir. galiba bu ayet peygamberlerin lisanlarının sebebini ve kuran'ın anlaşılmasını istemeyenlerin gerekçelerini açıkça dile getiriyor.
ikinci bir iddia türkçe'nin arapçadaki kelimeleri karşılamadığı yönünde.
bu iddia çok geniş bir konu yelpazesinde kendine yer bulmaktadır. ibadetlerden, kuranın okunmasına kadar hemen her konuda bu iddia dile getirilmektedir. işin en üzücü tarafı ise bu iddia bir çok kişi tarafından
"arapça en zengin en güzel dildir. allah bu yüzden arapçayı tercih etmiştir" gibi bir sonuca bağlanmaktadır.
deniyor ki arapça'da bir kelime bazen onlarca anlama gelebildiği için çok zenginmiş. halbuki bu bir dilin zenginliğini değil fakirliğini gösterir. bir millet bir alandaki 10 nesneyi tek bir kelime ile ifade ediyorsa bu o milletin o alanda yeterince bilgi sahibi olmadığını gösterir. ki bu o milletin sosyal yapısıyla da ilgilidir. örneğin hayvancılıkla uğraşan bir milletin sadece at renklerini ifade eden 300'den fazla kelimesi mevcut olabilirken hayvancılıkla uğraşmayan bir millet bu renkleri 4 kelime ile ifade edebiliyor. şimdi bu hangi milletin dilinin zenginliğinin göstergesidir? eğer arapçadaki bir kelimenin türkçe karşılığı yok ise o kelime türkçe çeviride birden fazla kelime ile ifade edilebilir.
sonuç olarak bazı kelimeler türkçe'de tek kelime ile ifade edilemiyor diye kuran'ın tamamından feragat edip onu anlamadığımız dilde okumak kesinlikle mantık dışıdır. bu bizzat kuran'ın hükümlerine de terstir. çünkü kuran'da "biz onu arapça indirdik" ifadesinin geçtiği bütün ayetlerde bu anlaşılır olmaya bağlanmıştır.
"anlayasınız diye biz onu arapça bir kuran olarak indirdik." (yusuf 2)
peki türkçe ibadet mümkün müdür?
konunun başından beri de ifade ettiğimiz gibi tanrı, insanlığa sayfalar ve harfler değil mana indirmiştir. arap milliyetçiliği üzerinden islamı yorumlayan gelenek namazın bütün dünyada arapça kılınmasının onu evrenselleştirdiğini iddia etse de bu tanrı ile iletişim kurma noktasında arap olmayanlar için sadece bir prangadır.
islam ve ona ait ritüelleri evrenselleştirmenin tek yolu bütün insanların hz. muhammet'in anlattığı tek tanrıya anladıkları dil ile seslenmeleridir. ülkemizde, ulu önder mustafa kemal atatürk'ün dinde aydınlanma hareketi olarak niteleyebileceğimiz kuran'ın,hadislerin ve ezanın türkçeleştirilmesi devrimlerinin sadece 20 yıl kadar hayatta kalmasıyla milletimiz tanrı ile arasına tekrar arapçayı dolayısıyla hurafeleri, sahte şeyhleri koymuştur.
ülkemizdeki müslümanların neredeyse tamamının hanefi mezhebine mensup olduğunu göz önünde bulundurursak bu konuya da imam ebu hanife üzerinden delil getirmek en mantıklısı olacaktır.
imam ebu hanife'ye göre kuran lafız olarak, yani arapça olarak değil, mana olarak kuran idi. bu nedenle de arapça okunduğu gibi farsça da -dolayısıyla türkçe de- okunabilirdi. bir insan arapça'yı bilse de kendi dilinde ibadet edebilirdi. imam ebu hanife bu fikrini ise bizzat peygamber dönemine dayandırıyordu. iranlılar, hz. muhammet'in arkadaşlarından selman-ı farisi'ye bir mektup yazmışlar ve arapçayı bilmediklerini, namazda okumak üzere kendilerine fatiha suresini farsçaya tercüme etmesini istemişlerdi. bunun üzerine selman-ı farisi de fatiha'yı farsçaya çevirerek gönderdi. iranlılar bunu namazlarında okudular. bu bilgi, hanefi ekolünün en güvenilir kaynaklarında sıklıkla ifade edilir.
islamı arap dini olarak gören çevreler, imam ebu hanife'nin bu görüşlerinden rahatsız oldukları için onun ölümünün hemen ardından onun ağzıyla bu fikri yok etmeye çalışmışlardır. nuh ibni meryem, ebu hanife öldükten sonra "onun bu görüşünden vazgeçtiğini" onun ağzıyla rivayet etmiştir. müslümanlar bu rivayete dört elle sarılmış ve çeviri ile namaz kılınamayacağını büyük bir şiddetle savunmaya başlamışlardır. halbuki nuh ibni meryem, ebu hanife'den önce hadis bilginleri tarafından bizzat hz. muhammet'in ağzıyla hadis uydurduğu için "kazip" yani yalancı olarak belirlenmiştir. ebu hanife bu görüşünden hiçbir zaman ayrılmamıştır. onun iki önemli talebesi olan ebu yusuf ve ebu muhammet'in görüşleri de : "namazı arapça bilen arapça kılar, arapça bilmeyen ise kendi dilinde kılabilirdi." şeklindedir.
burada şunu ifade etmek gerekir ki, arapçayı bilmekten kasıt o lisanı bilmektir. yoksa o dilin anlamını idrak etmeden okunuşunu bilmek, arapça bilmek manasına gelmez.
diğer bazı islam kaynaklarında da bu konu ile ilgili bir çok deliller vardır. tahavi şerhi'nin 217. sayfasında ve hazin tefsirinin 725. sayfasında kısaca anadilde ibadet mümkündür denmektedir.
konuyu saptırmadan ilginç bir bilgiyi de dipnot olarak paylaşalım. hanefilerin en güvenilir kaynaklarından olan mebsut'ta daha da enteresan bir görüş zikredilmiştir. buna göre; "eğer allah'ın sözü olduğundan şüphe edilmez ise, bozulmadığına dair delil var ise tevrat ve incil'in bölümlerinin bile namazda okunmasında sakınca yoktur."
sonuç olarak ;büyük türk mütefekkiri, türkiye cumhuriyeti'nin kurucu zihniyetinin öncülerinden ziya gökalp'in , din kitaplarının ve hutbelerle vaazların türkçe okunması düşüncesi kesinlikle siyasi bir duruş olarak görülememelidir.
ziya gökalp'in bu duruşu kimseyi rahatsız edemez ve etmemelidir. türk milletine ve diğer milletlere bu hak bizzat ulu tanrı ya da diğer deyişle cenab-ı allah tarafından verilmiştir. hal böyleyken bir milleti bilmediği bir dile hapsetmek en hafif tabir ile ırkçılıktır. üstelik dinde türkçeye karşı çıkan çevrelerin peygamber, abdest,namaz gibi farsça kelimelere de arapça gibi kutsaliyet atfetmeleri bu tepkilerin ne kadar sığ olduğunun göstegesidir.
öztürkçe tanrı kelimesini türk milletinin dilinden sökmeye çalışırken yine farsça huda kelimesini sakıncalı görmemek tam olarak siyasi bir duruştur. dinin anadilde yaşanmasına karşı çıkmak, ülkemizde son yıllarda sıkça başvurulan din istismarına da kapı açar. bazı çevrelerin kuran'ın insanlar tarafından anlaşılmasını "sen okuma,okusan da anlamazsın,sapıtırsın" gibi söylemlerle tehlikeli göstermelerinin sebebi, zümer suresi 3. ayeti olsa gerek. çünkü bu ayette yüce yaratan bizlere çok önemli bir uyarıda bulunmaktadır.
"dikkat edin! gerçek din, sadece allah'a mahsusdur. ondan başkasını kendilerine dostlar edinenler ise: biz onlara sadece bizi allah'a daha fazla yakınlaştırsınlar diye tapıyoruz derler."
bu size bir şeyleri yada birilerini hatırlatmış olabilir...
bizler bugün malesef konuştuğu cümlelere ingilizce kelimeler serpiştirerek modern görünmeye çalışanlarla, konuştuğu cümlelere arapça kelimeler serpiştirerek dindar görünmeye çalışanlar arasında türkçe konuşma savaşı vermekteyiz.
milletimiz anladığı dilde tanrı ile iletişim kurduğunda, anladığı dilde namaza çağırıldığında, tanrı sözlerini anlamadıkları bir dilde sevap kazanmak için değil, anladıkları dilde "anlamak" için okuduğunda önce kendini sonra geleceğini kurtaracaktır prangalardan.
"göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da allah'ın delillerindendir. şüphesiz bunda bilenler için elbette alınacak dersler vardır." (rum,22)
tanrı esenliği üstünüze olsun...
edit: pek dindar bir adam sayılmam. sadece konuya ilgiliyim.
milliyetçi olduğumu da düşünebilirsiniz.
fakat unutmayın milliyetçilik iç güdüsel bir olaydır.
burada milliyetçilik yaptıysam bile bu ofansif değil defansif bir milliyetçiliktir.
yani din üzerinden yapılan arap ırkçılığına karşı kendimi savundum sadece.
devamını gör...
toptal
yetenekli freelancer çalışanları 4 aşamalı bir mülakat sürecinden sonra yetenek havuzuna katan ve dünya üzerinde çok prestijli firmalarla çalışan bir iş ağı. çalıştıkları firmalardan gelen iş ihtiyaçlarını bu yetenek havuzuna aldıkları kişiler ile eşleştirerek, iş arayan ile işvereni buluşturuyor.
gelir modeli, sağladığı bu hizmet için ödenen saatlik ücret üzerinden komisyon almaktır.
uzaktan çalışmanın giderek daha popüler olmaya olduğu şu dönemde, iş arayan ama freelancer çalışmak isteyenler için oldukça iyi bir seçenek.
gelir modeli, sağladığı bu hizmet için ödenen saatlik ücret üzerinden komisyon almaktır.
uzaktan çalışmanın giderek daha popüler olmaya olduğu şu dönemde, iş arayan ama freelancer çalışmak isteyenler için oldukça iyi bir seçenek.
devamını gör...
yazarların en çok merak ettikleri gezegen
merakı bir yana koyuyorum şu maviliği daha yakından görmek isterdim doğrusu.
aynı zamanda yeni öğrendim burcumun da gezegeniymiş : neptün
resimag.com/p1/628df24ca505.jpeg
aynı zamanda yeni öğrendim burcumun da gezegeniymiş : neptün
resimag.com/p1/628df24ca505.jpeg
devamını gör...
yetenekleri farklı olan kişi
bu başlığa yazmadan önce sevgili boop ile kısa bir sohbetimiz olmuştu. ben de bu sohbete istinaden bu başlık altında türkiye'de ikamet etmekte olan engelli vatandaşlara yaklaşım konusunda kısa bir inceleme yazma gereği duydum. bu girdinin ilerleyen kısımlarında okuyacaklarınız bir çoğunuzu rahatsız edebilir.
hazırsanız kemerleri bağlayın sert bir giriş yapacağız konuya.
engellilik başlığına türkiye'de ikamet eden engelli bireylerin sorunlarını mesleki tecrübelerime dayanarak yazdım. okuyacaklarınıza hazırlık olması için öncelikle orada yazmış olduklarımı okumanızı öneririm.
türkiye'de ikamet etmekte olan engelli vatandaşlarımızın büyük çoğunluğu bugün ifadelerden ziyade imkanlar noktasında güçlük geçmektedir. küçük yaşlardan itibaren ihtiyaç duydukları destek eğitim kapsamında bulunan özel eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerinden ayda toplam 12 saat yararlanabilmektedir. evet, doğru duydunuz 1 ay içerisinde toplam 12 saat. çocuklarda ayda 8 saat bireysel eğitim ve 4 saat grup eğitim hakkı tanınmaktadır. bu süre içinde çocuklar engellilik derecelerine göre yaşıtlarının sahip olduğu fiziksel, bilişsel ve duygusal gelişim düzeyine erişmeye çalışır ancak aklı selim ile düşünen her birey bu sürenin yetersizliği karşısına dehşete düşmektedir.
özellikle 2-5 yaş arasında uyaran eksikliği tanısı almış çocuklarda yoğunlaştırılmış eğitim alması halinde raporlarının tamamen kalkması söz konusu olabiliyorken - ki bu hayatının geri kalan kısmını tamamen bağımsız sürdürebilmesi manasına gelir- inisiyatif alınmayarak kısıtlı eğitim süresince ''ne olabiliyorsa o olsun '' mottosuyla kayıp ediliyor ve çok uzun yıllar boyunca eğitim almak durumunda kalıyor ve çoğunlukla tamamen bağımsız hale gelemiyor. bu durumun temel sebebi ise eğitim yukarıda bahsettiğim üzere eğitim sürelerinin kısıtlılığı. buradan okuyabileceğiniz üzere ebeveynler kendilerini yırtıyor ''ders saatleri yetmiyor'' diyerek tabi sonuçlar ne? büyük puntolar ile yazacağım; hiç
gel gelelim bu çocuklar güç bela sosyal hayata katılabilecek bilişsel becerileri kazandığı durumda onları bekleyen senaryoları incelemeye. lise ve en az ön lisans bölümlerinden mezun olanlar ekpss sınavına girerek devlet dairelerinde iş bulabiliyor ancak kadro açılırsa. * eyy devletlü han sultan hazretlerinin öyle deliler gibi kadro açıp istihdam sağladığı söylememi beklemiyordunuz her halde, değil mi? buradan bir tık yapıp 2021 yılında açılan kadroları inceleyebilirsiniz. koskoca şehirlerde 1-2 kişi kadroya geçebiliyor ve bu insanlarda gayet sınav ücreti ödüyor. koskoca ösym, çocukların cebinde ki 120 lirada göz dikiyor ama bu başka entrynin konusu.
eee bu insanlar taş yemeyecek değil mi? amaç ne? kişiyi en bağımsız yaşayacak hale getirmek. bunun için ne gerek? iş gerek. doğru düzgün engelli personel istihdam çalışmaları yapılmadığı için özel şirketler sanki bu insanlar çalışmıyormuş gibi, babasının hayrına aylık ödeniyormuş gibi muamele ile çalıştırıyor insanları. bildiğiniz mesaiye kalıyorlar, kaybolan evraklardan dolayı sürekli yönetime şikayet ediyorlar çünkü iş ahlaksızlığının da afrikası türkiye. iş yerinde karşılaşılabilecek her türlü aksiliğin sorumlusu tutuluyor ve çok ciddi mobbinge maruz kalıyorlar. bu mobbingi uygulayan şirketleri burada saymaya başlasam, sizde boykot kararı alsanız; markete gidince alış veriş yapacak 3 tane firma bulamazsınız o boyutlara ulaşan bir haksızlık söz konusu.
yani yukarıda bahsettiklerimden özetle türkiye'de yaşamakta olan engelli vatandaşların hitaplardan önce somut ihtiyaçlarına cevap veren resmi yönetmeliklere ihtiyaçları var. insana insan gibi muameleye ihtiyaçları var, hepimiz gibi. her şeyden önce insanın varlığına duyulan saygıya ihtiyaçları var, hepimiz gibi. türkiye'de yaşayan engelli vatandaşların somut dertleri var ve dolayısıyla öncelikle somut çözümlere ihtiyaçları var.
somut derken hakikaten somut düzenlemelere ihtiyaçları var. şekil a;

gel gelelim ifadenin yerine yurduna önemine. evet, yukarıda okuduklarınız girdi hükmünde giriş metni idi.
sosyokültürel referans içeren hakaretler başlığında bir miktar inceledik aslında bu durumu. biz memlekette asıl konuşulması gereken husus; g.te g.t demek değil. götü göte hakaret olarak kullanmak şöyle ki kör olmak, sağır olmak, zihinsel engelli olmak bir durumu ifade eden sözcüklerdir ancak yolda ayağı taşa takılan arkadaşınıza; ''kör müsün abi?'', aynı cümleyi iki kere kurmak zorunda kaldığınız arkadaşınıza; ''sağır mısın aq?'' *, kavga sırasında saçma sapan hareketler eden arkadaşınıza; ''spastik misin hocam?'' derseniz şayet bu durumu engel türünden etkilenmiş insana diyemezsiniz çünkü daha önce bunu hakaret mahiyetinde kullanmış olmanız vicdanınızı rahatsız etmeye başlar ve kişilerin, kişisel özelliklerini hakaret olarak kullanma durumu o kişisel özelliğin terminolojisine karşılık gelen ifadeden daha hasar vericidir.
bu durumu bir hikaye ile daha açıklayıcı hale getireyim isterseniz;
dipnot; sal artık sal diyenleri duyuyorum. o sebeple hikaye kısmını spoiler olarak yazacağım dileyen o kısmı atlasın.
yıllar evvel ben bir devlet üniversitesine bağlı otizm merkezinde öğretmen olarak çalışıyor aynı zamanda okuyordum. 1 yıl boyunca bu okulda çalışmaya devam ettim. her ne ise. bu kurumun ismi ilk başlarda ; otistik çocuklar okulu idi daha sonra otizmli çocuklar iş okulu oldu en son özel gereksinimli bireyler iş okulu oldu ancak bilin bakalım ne değişmedi? eğitim yönetmeliği. o üniversitede derslere giren koca koca profesörler yan odamda çaylarını yudumladı derslere girmedi. ekstra projeler yürütülmedi. şimdi sorarım size; bunca isim değişikliği neye hizmet etti? yalnızca bizim vicdan mastürbasyonu yapmamıza yaradı ben söyleyeyim size. 18 yaşımdan itibaren özel eğitim sektöründe aralıksız çalıştım. üniversite okurken özel rehabilitasyon merkezlerinde çalıştım, üniversiteye bağlı olanlarda çalıştım, koca koca profesörlerle ders anlattım ama günün sonunda benim yukarıda bahsettiğim; ''kişinin özellikleri hakaret malzemesi edilmemelidir'' düsturunu öğretemedim.
hikaye time bitti.
girdinin konusuna geri dönelim buralar dağılmadan. türkiye'de asıl mevzulardan birisi bizim kültür olarak kişisel özellikleri hakaret yada hitap olarak kullanmak konusunda takıntımız. her köyde vardır değil mi bir çolak ahmet, sağır fatma , topal hüseyin işte bu mesele biraz bizim kanımıza işlemiş işin doğrusu halbuki bugün gençler bilgisayar oyununda biraz kötü oynayan oyuncuya; ''kolsuz musun? sjhfjkdfhsdk'' diyor. peki ya gerçekten kolsuz birini gördüğünde?
bizim ülkede ilk girdide bahsedilenlerden önce somut problemlerin çözülmesi ardından kişinin özelliklerinin hakaret mahiyetinde kullanılmasının ayıp olduğu düsturunun oturması gerekiyor. zira bugün türkiye'de yumuşatılan kibarlaştırılan ifadeler muhatap için değil kurum yada şahısların vicdanını rahatlatması için yumuşatılıyor.
sonuna kadar okuyan herkese teşekkür ederim efendim. kafanıza kalpler fırlatıyorum*
hazırsanız kemerleri bağlayın sert bir giriş yapacağız konuya.
engellilik başlığına türkiye'de ikamet eden engelli bireylerin sorunlarını mesleki tecrübelerime dayanarak yazdım. okuyacaklarınıza hazırlık olması için öncelikle orada yazmış olduklarımı okumanızı öneririm.
türkiye'de ikamet etmekte olan engelli vatandaşlarımızın büyük çoğunluğu bugün ifadelerden ziyade imkanlar noktasında güçlük geçmektedir. küçük yaşlardan itibaren ihtiyaç duydukları destek eğitim kapsamında bulunan özel eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerinden ayda toplam 12 saat yararlanabilmektedir. evet, doğru duydunuz 1 ay içerisinde toplam 12 saat. çocuklarda ayda 8 saat bireysel eğitim ve 4 saat grup eğitim hakkı tanınmaktadır. bu süre içinde çocuklar engellilik derecelerine göre yaşıtlarının sahip olduğu fiziksel, bilişsel ve duygusal gelişim düzeyine erişmeye çalışır ancak aklı selim ile düşünen her birey bu sürenin yetersizliği karşısına dehşete düşmektedir.
özellikle 2-5 yaş arasında uyaran eksikliği tanısı almış çocuklarda yoğunlaştırılmış eğitim alması halinde raporlarının tamamen kalkması söz konusu olabiliyorken - ki bu hayatının geri kalan kısmını tamamen bağımsız sürdürebilmesi manasına gelir- inisiyatif alınmayarak kısıtlı eğitim süresince ''ne olabiliyorsa o olsun '' mottosuyla kayıp ediliyor ve çok uzun yıllar boyunca eğitim almak durumunda kalıyor ve çoğunlukla tamamen bağımsız hale gelemiyor. bu durumun temel sebebi ise eğitim yukarıda bahsettiğim üzere eğitim sürelerinin kısıtlılığı. buradan okuyabileceğiniz üzere ebeveynler kendilerini yırtıyor ''ders saatleri yetmiyor'' diyerek tabi sonuçlar ne? büyük puntolar ile yazacağım; hiç
gel gelelim bu çocuklar güç bela sosyal hayata katılabilecek bilişsel becerileri kazandığı durumda onları bekleyen senaryoları incelemeye. lise ve en az ön lisans bölümlerinden mezun olanlar ekpss sınavına girerek devlet dairelerinde iş bulabiliyor ancak kadro açılırsa. * eyy devletlü han sultan hazretlerinin öyle deliler gibi kadro açıp istihdam sağladığı söylememi beklemiyordunuz her halde, değil mi? buradan bir tık yapıp 2021 yılında açılan kadroları inceleyebilirsiniz. koskoca şehirlerde 1-2 kişi kadroya geçebiliyor ve bu insanlarda gayet sınav ücreti ödüyor. koskoca ösym, çocukların cebinde ki 120 lirada göz dikiyor ama bu başka entrynin konusu.
eee bu insanlar taş yemeyecek değil mi? amaç ne? kişiyi en bağımsız yaşayacak hale getirmek. bunun için ne gerek? iş gerek. doğru düzgün engelli personel istihdam çalışmaları yapılmadığı için özel şirketler sanki bu insanlar çalışmıyormuş gibi, babasının hayrına aylık ödeniyormuş gibi muamele ile çalıştırıyor insanları. bildiğiniz mesaiye kalıyorlar, kaybolan evraklardan dolayı sürekli yönetime şikayet ediyorlar çünkü iş ahlaksızlığının da afrikası türkiye. iş yerinde karşılaşılabilecek her türlü aksiliğin sorumlusu tutuluyor ve çok ciddi mobbinge maruz kalıyorlar. bu mobbingi uygulayan şirketleri burada saymaya başlasam, sizde boykot kararı alsanız; markete gidince alış veriş yapacak 3 tane firma bulamazsınız o boyutlara ulaşan bir haksızlık söz konusu.
yani yukarıda bahsettiklerimden özetle türkiye'de yaşamakta olan engelli vatandaşların hitaplardan önce somut ihtiyaçlarına cevap veren resmi yönetmeliklere ihtiyaçları var. insana insan gibi muameleye ihtiyaçları var, hepimiz gibi. her şeyden önce insanın varlığına duyulan saygıya ihtiyaçları var, hepimiz gibi. türkiye'de yaşayan engelli vatandaşların somut dertleri var ve dolayısıyla öncelikle somut çözümlere ihtiyaçları var.
somut derken hakikaten somut düzenlemelere ihtiyaçları var. şekil a;

gel gelelim ifadenin yerine yurduna önemine. evet, yukarıda okuduklarınız girdi hükmünde giriş metni idi.
sosyokültürel referans içeren hakaretler başlığında bir miktar inceledik aslında bu durumu. biz memlekette asıl konuşulması gereken husus; g.te g.t demek değil. götü göte hakaret olarak kullanmak şöyle ki kör olmak, sağır olmak, zihinsel engelli olmak bir durumu ifade eden sözcüklerdir ancak yolda ayağı taşa takılan arkadaşınıza; ''kör müsün abi?'', aynı cümleyi iki kere kurmak zorunda kaldığınız arkadaşınıza; ''sağır mısın aq?'' *, kavga sırasında saçma sapan hareketler eden arkadaşınıza; ''spastik misin hocam?'' derseniz şayet bu durumu engel türünden etkilenmiş insana diyemezsiniz çünkü daha önce bunu hakaret mahiyetinde kullanmış olmanız vicdanınızı rahatsız etmeye başlar ve kişilerin, kişisel özelliklerini hakaret olarak kullanma durumu o kişisel özelliğin terminolojisine karşılık gelen ifadeden daha hasar vericidir.
bu durumu bir hikaye ile daha açıklayıcı hale getireyim isterseniz;
dipnot; sal artık sal diyenleri duyuyorum. o sebeple hikaye kısmını spoiler olarak yazacağım dileyen o kısmı atlasın.
yıllar evvel ben bir devlet üniversitesine bağlı otizm merkezinde öğretmen olarak çalışıyor aynı zamanda okuyordum. 1 yıl boyunca bu okulda çalışmaya devam ettim. her ne ise. bu kurumun ismi ilk başlarda ; otistik çocuklar okulu idi daha sonra otizmli çocuklar iş okulu oldu en son özel gereksinimli bireyler iş okulu oldu ancak bilin bakalım ne değişmedi? eğitim yönetmeliği. o üniversitede derslere giren koca koca profesörler yan odamda çaylarını yudumladı derslere girmedi. ekstra projeler yürütülmedi. şimdi sorarım size; bunca isim değişikliği neye hizmet etti? yalnızca bizim vicdan mastürbasyonu yapmamıza yaradı ben söyleyeyim size. 18 yaşımdan itibaren özel eğitim sektöründe aralıksız çalıştım. üniversite okurken özel rehabilitasyon merkezlerinde çalıştım, üniversiteye bağlı olanlarda çalıştım, koca koca profesörlerle ders anlattım ama günün sonunda benim yukarıda bahsettiğim; ''kişinin özellikleri hakaret malzemesi edilmemelidir'' düsturunu öğretemedim.
hikaye time bitti.
girdinin konusuna geri dönelim buralar dağılmadan. türkiye'de asıl mevzulardan birisi bizim kültür olarak kişisel özellikleri hakaret yada hitap olarak kullanmak konusunda takıntımız. her köyde vardır değil mi bir çolak ahmet, sağır fatma , topal hüseyin işte bu mesele biraz bizim kanımıza işlemiş işin doğrusu halbuki bugün gençler bilgisayar oyununda biraz kötü oynayan oyuncuya; ''kolsuz musun? sjhfjkdfhsdk'' diyor. peki ya gerçekten kolsuz birini gördüğünde?
bizim ülkede ilk girdide bahsedilenlerden önce somut problemlerin çözülmesi ardından kişinin özelliklerinin hakaret mahiyetinde kullanılmasının ayıp olduğu düsturunun oturması gerekiyor. zira bugün türkiye'de yumuşatılan kibarlaştırılan ifadeler muhatap için değil kurum yada şahısların vicdanını rahatlatması için yumuşatılıyor.
sonuna kadar okuyan herkese teşekkür ederim efendim. kafanıza kalpler fırlatıyorum*
devamını gör...
kafa kafaya radyo yayını
merhaba arkadaşlar nasılsınız keyifler nasıl ? bildiğiniz gibi sözlüğümüzün radyo yayınları tam gaz devam ediyor. uzunca bir süredir de sizlerle buluşmayı bekleyen bir zippodan çıkan çınn sesi ve 21oz var.*
bir dakika ! program içeriğimiz ile ilgili bilgi vermek için aşağıda yayın ortağım 21oz bekliyormuş, hemen ona paslıyorum sizi !
evet arkadaşlar, kafa kafaya programımızda konuşmak istediğimiz çeşitli konuları ( bağımlılıklar, çeşitli gündem konuları, sosyal medya, aşk-meşk, zart-zurt ) gerek mizahi, gerekse ciddi bir sohbet ve yorumlamalar tadında program olacak. elimizden geldiğince sizleri sıkmadan, bunaltmadan, afakanlar basmadan, yeri geldiğince güldürücü, yeri geldiğinde düşündürücü programımıza bu akşam saat 21.00’ da hepinizi bekliyoruz. eğer bir kusur görürseniz lütfen ilk yayınımızın amatörülüğüne verin ve çok da şey yapmayın yani* neyse çok uzattık akşam görüşürüz !
bir dakika ! program içeriğimiz ile ilgili bilgi vermek için aşağıda yayın ortağım 21oz bekliyormuş, hemen ona paslıyorum sizi !
evet arkadaşlar, kafa kafaya programımızda konuşmak istediğimiz çeşitli konuları ( bağımlılıklar, çeşitli gündem konuları, sosyal medya, aşk-meşk, zart-zurt ) gerek mizahi, gerekse ciddi bir sohbet ve yorumlamalar tadında program olacak. elimizden geldiğince sizleri sıkmadan, bunaltmadan, afakanlar basmadan, yeri geldiğince güldürücü, yeri geldiğinde düşündürücü programımıza bu akşam saat 21.00’ da hepinizi bekliyoruz. eğer bir kusur görürseniz lütfen ilk yayınımızın amatörülüğüne verin ve çok da şey yapmayın yani* neyse çok uzattık akşam görüşürüz !
devamını gör...
yazarların yakın gelecekteki hayali
doktora tezimi tamamlamaktır.
devamını gör...
11 nisan dünya şizofreni günü
akıl oyunları filminde iyice anlatılan rahatsızlık için olan gün.
devamını gör...
nollywood
meşhur hollywood, hintlilerin bollywood ve nijerya'lıların nollywood'u.
nijerya sinemasına verilen ad nollywood'dur. bir ara üretilen film sayısı açısından nollywood, bollywood'dan sonra dünyada ikinci sırada bulunuyordu, belki şu anda onları geçip birinci sıraya yerleşmişlerdir.
çekilen filmler, flash tv de bir zamanlar oynayan gerçek kesite rahmet okutur şekilde düşük bütçeli ve tamamen amatör tarzdadır. halk zaten fakir, nüfus çok fazla, adamlarında çok suçu yok yani.
nijerya sinemasına verilen ad nollywood'dur. bir ara üretilen film sayısı açısından nollywood, bollywood'dan sonra dünyada ikinci sırada bulunuyordu, belki şu anda onları geçip birinci sıraya yerleşmişlerdir.
çekilen filmler, flash tv de bir zamanlar oynayan gerçek kesite rahmet okutur şekilde düşük bütçeli ve tamamen amatör tarzdadır. halk zaten fakir, nüfus çok fazla, adamlarında çok suçu yok yani.
devamını gör...
la ilahe illallah
muhammed rasul allah.
devamını gör...
musicbuddy
bu saatlerde, bu havalarda çok güzel gider, iyi dinlemeler.*
edit: bu ne tatlı bir başlık böyle içim açıldı.*
edit: bu ne tatlı bir başlık böyle içim açıldı.*
devamını gör...
yol soran insana bilerek yanlış yol tarif etmek
insanlara inanmayıp gideceğim yeri farklı birkaç kişiye sormama neden olan insanlardır. bundan nasıl bir zevk alıyorlar anlamıyorum. ben yanlış gitsem de doğru gitsem de sana bir faydası yok ki. tek yaptıkları insanların birbirine olan güvenini kırmak.
devamını gör...
olmayacak şeylerin hayalini kurmak
hayal kurmak daima geleceğe yönelik hedefler için tasarı yapmak demek değil ki. uçsuz bucaksız bir evren gibidir hayal kurmak.
devamını gör...
köyde yaşama isteği
köy küçükken gidilen ve geceleri 10-20 kişi fareli bir eve sığışılan, ağlayarak gitmek istediğimiz ve babam bizi götürsün diye gözüne baktığımız bir yerdi. sonraları dedem öldü, gidemez olduk. şimdi senede bir falan günübirlik gidiyoruz babamla. çok özlüyorum hep. burada yaşasan yaşanır diyorum. hayat çok garip yani.
devamını gör...
saçma sapan iltifatlar
sen aslında fena değilmişsin hatta yakışıklısın bile diyebiliriz tarzı iltifatlardır.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının en yaşlı özelliği
"ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden"
diyorum kendime.
diyorum kendime.
devamını gör...
türkiye işçi partisi
2018 yılında kurulan sosyalist partidir parti başkanı erkan baş inanılmaz güzel ve sert muhalefete sahiptir diğer vekil tiyatro oyunculuğu da yapmış barış atay dır ikisi de çok saygı duyduğum son derece revizyondan uzak marksist çizgide ilerleyen partidir ve çok uzun zaman sonra aşırı sol yani sosyalistleri parlementoya sokmuşlardır sonuna kadar arkanızdayım uleeeen
devamını gör...
eşinizde gördüğünüzde sizi ona tekrar aşık eden özellik
benim iyi olmam için beni benden daha çok düşünmesi. her geçen gün daha çok aşık oluyorum kendilerine.
devamını gör...