an itibarıyla yazarların nerede olup ne yaptığı sorusu
balkonda kahve içmeyi düşünüyordum. balkondayım, kahvem de önümde. anlayamadığım bir şekilde nerdeyse yarım saattir bakışıyoruz kendisiyle.
devamını gör...
her iki kadından biri gece taksiye binmeye korkuyor
her iki kadından biri dışarı çıkmaya korkuyor.
devamını gör...
iron maiden
pek sevdiğim, en sevdiğim, çok sevdiğim, yerlere göklere sığdıramadığım metal grubu.
grup basçısı steve harris* tarafından 1975'de londra'da kuruldu.
öncelikle çoğu metal grubunda olduğu gibi iron maiden'da da kadro değişiklikleri oldu. paul di'anno'nun gruptan ayrılmasıyla bruce dickinson* tam 6 ay sonra gruba dahil oldu. bruce dickinson'da evrenden mezaş alan insanlardan olduğu için taa 1980'de samson'ın vokaliyken iron maiden'ı canlı izlemesiyle bir gün bu güzide gruba ses olacağını biliyordu. grubun o an deep purple'a benzediğini düşünmüştü. tabii bruce'un gruba girmesinde clive burr'le olan ahbaplığının da rolü vardı. öte yandan steve harris' te az antenli değildi hani. paul'un günün birinde grubu yarı yolda bırakacağını hissettiğinden bir gözü hep diğer vokallerdeydi.
neyse efenim, sözün özü kader ağlarını ördü ve bruce dickinson ait olduğu yere geldi.
brucecuğumuz ilk konserinde yepyeni şarkılarla hölölölö yapanları susturduysa da dianno şarkılarını söylerken seyirciyi tamamen kazanmayı başaramamıştı.
iron maiden ilk defa albüm kaydı için şarkı yazacak olduğunda bruce samson ile yaptığı anlaşmadan dolayı albüme şarkı yazamıyordu. ilk iki albüm - iron maiden ve the number of the beast - yıllar önce yazılmış şarkıları kapsıyordu. hızlıca şarkı yazması gereken gruba bruce'un altında imzası bulunmasa bile gerek söz gerek müzik konusunda ciddi katkıları oldu. buna bir örnek prisoner olabilir. adrian smitth bu albümde farkını ortaya koysa da kulaklarımıza tatlı tatlı bağıran parçalar steve'in kaleminden çıkanlar oldu ve klasikler arasındaki yerlerini aldılar. bu klasiklerden biri de grubun en sevdiğim parçası run to the hills elbette.
grup ilerleyen zamanlarda da edebiyat, sinema ve tarihten etkilenerek söz yazmaya devam etti.
the number of the beast her ne kadar sevildiyse bir o kadar muhafazakar kesim tarafından topa tutulduğu da oldu. şeytanın sayısını barındırdığı için muhafazakarlar tepkiliydi. steve bu tepkinin onların lehine grup için bedavadan pr olduğunu düşünüyordu.
hikayeleri kaba taslak bu şekilde. tabii ben sevdiğim kısımları ekledim. dileyenlere tamamını google amca anlatır.
bu beylerin kendilerine her anlamda çok iyi baktığını ve oldukça donanımlı olduklarını da söylemeden geçmeyeyim. sağlıklarına dikkat ediyorlar ve kendilerini sürekli geliştiriyorlar. özellikle dickinson'un on parmağında on marifet var.
yeni keşfettiyseniz dinleyecek bir dünya parçaları var. hatta bir tanesini buraya bırakıp kaçayım ben*.
grup basçısı steve harris* tarafından 1975'de londra'da kuruldu.
öncelikle çoğu metal grubunda olduğu gibi iron maiden'da da kadro değişiklikleri oldu. paul di'anno'nun gruptan ayrılmasıyla bruce dickinson* tam 6 ay sonra gruba dahil oldu. bruce dickinson'da evrenden mezaş alan insanlardan olduğu için taa 1980'de samson'ın vokaliyken iron maiden'ı canlı izlemesiyle bir gün bu güzide gruba ses olacağını biliyordu. grubun o an deep purple'a benzediğini düşünmüştü. tabii bruce'un gruba girmesinde clive burr'le olan ahbaplığının da rolü vardı. öte yandan steve harris' te az antenli değildi hani. paul'un günün birinde grubu yarı yolda bırakacağını hissettiğinden bir gözü hep diğer vokallerdeydi.
neyse efenim, sözün özü kader ağlarını ördü ve bruce dickinson ait olduğu yere geldi.
brucecuğumuz ilk konserinde yepyeni şarkılarla hölölölö yapanları susturduysa da dianno şarkılarını söylerken seyirciyi tamamen kazanmayı başaramamıştı.
iron maiden ilk defa albüm kaydı için şarkı yazacak olduğunda bruce samson ile yaptığı anlaşmadan dolayı albüme şarkı yazamıyordu. ilk iki albüm - iron maiden ve the number of the beast - yıllar önce yazılmış şarkıları kapsıyordu. hızlıca şarkı yazması gereken gruba bruce'un altında imzası bulunmasa bile gerek söz gerek müzik konusunda ciddi katkıları oldu. buna bir örnek prisoner olabilir. adrian smitth bu albümde farkını ortaya koysa da kulaklarımıza tatlı tatlı bağıran parçalar steve'in kaleminden çıkanlar oldu ve klasikler arasındaki yerlerini aldılar. bu klasiklerden biri de grubun en sevdiğim parçası run to the hills elbette.
grup ilerleyen zamanlarda da edebiyat, sinema ve tarihten etkilenerek söz yazmaya devam etti.
the number of the beast her ne kadar sevildiyse bir o kadar muhafazakar kesim tarafından topa tutulduğu da oldu. şeytanın sayısını barındırdığı için muhafazakarlar tepkiliydi. steve bu tepkinin onların lehine grup için bedavadan pr olduğunu düşünüyordu.
hikayeleri kaba taslak bu şekilde. tabii ben sevdiğim kısımları ekledim. dileyenlere tamamını google amca anlatır.
bu beylerin kendilerine her anlamda çok iyi baktığını ve oldukça donanımlı olduklarını da söylemeden geçmeyeyim. sağlıklarına dikkat ediyorlar ve kendilerini sürekli geliştiriyorlar. özellikle dickinson'un on parmağında on marifet var.
yeni keşfettiyseniz dinleyecek bir dünya parçaları var. hatta bir tanesini buraya bırakıp kaçayım ben*.
devamını gör...
hiçbir yere ait olamamak
hiçbir yeri benimsememek, kendini hiçbir yer ile bağdaştırmamak anlamına gelen söz öbeği. nedeni içinde bulunduğu sosyo-kültürel ortam olabileceği gibi kişinin psikolojik olarak rahat hissetmemesi de olabilir.
dostoyevski amcam ile birlikte aynı dusunceleri paylaşırım bu konuda.. şöyle demiş üstat;
"dünyanın en kötü hissi; kendini ait hissetmediğin bir yerde bulunma zorunluluğudur. "
dostoyevski amcam ile birlikte aynı dusunceleri paylaşırım bu konuda.. şöyle demiş üstat;
"dünyanın en kötü hissi; kendini ait hissetmediğin bir yerde bulunma zorunluluğudur. "
devamını gör...
dersim isyanı
1. dersim değil tunceli.
2. dersim katliamı diye bir şey yoktur.
2. dersim katliamı diye bir şey yoktur.
devamını gör...
yurt ortamının olmazsa olmazları
gecenin bir yarısına kadar çekirdekli kolalı koyu sohbetler
devamını gör...
bulimia nervoza
bir çeşit yeme bozukluğudur. bu hastalar, genellikle gizli gizli aşırı miktarlarda yemek yerler. bu yemek yeme ataklarından sonra aldıkları kalorilerden kurtulmak için çeşitli sağlıksız yollara başvururlar. bunlara örnek verecek olursak; isteyerek kusma, laksatif kullanımı, kilo kaybı takviyeleri, idrar açıcılar ve lavman sayılabilir. ayrıca sıkı diyet, oruç, yoğun egzersiz gibi yollarla da kalorilerinden kurtulma eğilimi gösterirler.
bulimia hastaları, vücutları ile ilgili çok ciddi takıntılara sahiptir. sahip oldukları kusurlar için yukarıda bahsettiğimiz şekilde ciddi bir ceza uygularlar kendilerine.
bu hastalık yemek yeme olayından daha da derin bir şekilde psikolojik bir kontrolsüzlük duygusu içerir. kilo takıntıları oldukları için kustuktan sonra kendilerini rahatlamış hissedeceklerini düşünürler. bu da onları daha büyük yeme ataklarına iter. nasıl olsa ne yersem kusarım algısı hakimdir kişide. zayıf bir bedenle diğer insanlar tarafından takdir göreceklerini düşünürler.
bulimianın semptomlarını, vücut ağırlığının sürekli değişmesi, parmaklarda yara, boğazda yara(kusma sebepli), depresyon olarak sırayabiliriz. kişi sürekli kilo alma korkusu yaşar, aşırı beslenme atakları arasında oruç tutar.
bulimianın kalp yetmezliği,mide kanseri ve ölüm gibi çok ciddi sonuçları olabilir.
bulimia hastaları, vücutları ile ilgili çok ciddi takıntılara sahiptir. sahip oldukları kusurlar için yukarıda bahsettiğimiz şekilde ciddi bir ceza uygularlar kendilerine.
bu hastalık yemek yeme olayından daha da derin bir şekilde psikolojik bir kontrolsüzlük duygusu içerir. kilo takıntıları oldukları için kustuktan sonra kendilerini rahatlamış hissedeceklerini düşünürler. bu da onları daha büyük yeme ataklarına iter. nasıl olsa ne yersem kusarım algısı hakimdir kişide. zayıf bir bedenle diğer insanlar tarafından takdir göreceklerini düşünürler.
bulimianın semptomlarını, vücut ağırlığının sürekli değişmesi, parmaklarda yara, boğazda yara(kusma sebepli), depresyon olarak sırayabiliriz. kişi sürekli kilo alma korkusu yaşar, aşırı beslenme atakları arasında oruç tutar.
bulimianın kalp yetmezliği,mide kanseri ve ölüm gibi çok ciddi sonuçları olabilir.
devamını gör...
kedilerin kavga etmesinin nedeni
aslında kavga etmek için sebebe bile ihtiyaçları yoktur. yolda karşılaşmaları bile bu deliler için kavga sebebidir.
misal, bir tanesi sen neden benim yoluma çıktın diye kavgayı başlatır diğeri de asıl sen neden benim yoluma çıktın der ve garip garip sesler çıkarmaya başlayıp kavgaya girişirler.
akrabasınız siz ya akraba, bu ne kin bu ne nefret?
misal, bir tanesi sen neden benim yoluma çıktın diye kavgayı başlatır diğeri de asıl sen neden benim yoluma çıktın der ve garip garip sesler çıkarmaya başlayıp kavgaya girişirler.
akrabasınız siz ya akraba, bu ne kin bu ne nefret?
devamını gör...
arkadaşsızlık
son 2 yıldır iliklerime kadar yaşadığım durum. yalnızlık artık beni boğmaya başladı.
2 sene sonra gelen eşit: şimdi var şükür ama sevgilim yok hala :/
2 sene sonra gelen eşit: şimdi var şükür ama sevgilim yok hala :/
devamını gör...
olgunluk belirtileri
hiçbir duygunun dozunun eskisi kadar yüksek olmaması en büyük olgunluk belirtisidir. kişinin tecrübesiyle doğru orantılıdır.
gereğinden fazla ağlamamak, gülmemek, kafaya takmamak, üzülmemek, sevmemek, değer vermemek vs..
(hiçbirşeyineskisigibiolmadiginianladiginan)
gereğinden fazla ağlamamak, gülmemek, kafaya takmamak, üzülmemek, sevmemek, değer vermemek vs..
(hiçbirşeyineskisigibiolmadiginianladiginan)
devamını gör...
akıl çağı
(bkz: akıl çağı)
sartre'ın özgürlüğün yolları üçlemesinin ilk kitabıdır. ayrıca bu kitap ile nobel ödülü kazanmış ve ödülü kabul etmemiştir.
serinin ilk kitabı mathieu karakteri üzerinden hem kendilerini arayan hem kendilerinden kaçan insanların özgürlüğü arayışları seçimleri yada seçimsizlikleri ve hayatlarını anlamlandırma çabaları etrafında geçer.
- " geçmiş günleri mi özlüyorsun" marcelle kuru bir sesle hayır dedi. o günleri değil. yalnızca o günlerde hayalini kurduğum yaşamı özlüyorum. sy 16
- ve birden " ihtiyarladım" diye düşündü. ihtiyarladım. şurada, bir sandalyenin üzerinde, gırtlağıma kadar kendi yaşamıma gömülmüş oturuyor ve hiçbir şeye inanmıyorum. sy 73
- jacques, özentili bir sevecenlikle mathieu dedi, seni, sandığından çok daha iyi tanıyorum ve bu yüzden de korkuyorum. epeydir, böyle bir şeyi bekleyerek üzüntüdeydim zaten: bu çocuk, senin isteyerek, dileyerek yarattığın bir durumun beklenen sonucudur, şimdi onu yok etmek istiyorsun, çünkü hareketlerinin sonuçlarına katlanmak, bu sorumluluğu yüklenmek istemiyorsun. işte sana gerçeği olduğu gibi göstereyim: belki şu anda yalan söylemiyorsun ama senin yaşamın, bütünüyle baştan sona yalan üzerine kurulu!
mathieu "jacques" dedi, " rica ederim, benim için üzülme! söyle bana , şu kendimden sakladığım, saklamak için yalan söylediğim şey neymiş?" gülümsüyordu.
o yalanla saklamaya çalıştığın şu ki dedi jacques, sen, kendinden utanan bir burjuvasın. ben, uzun tereddütlerden, aranmalardan sonra burjuva bir yaşamda karar kıldım, akıllı uslu bir evlenme yaptım, evlenmek gerek diye evlendim. ama sen, yaradılışınla, zevklerinle, içgüdülerinle burjuvasın, seni evlenmeye iten de işte bu içgüdüler. çünkü, sen benim gözümde zaten evlisin mathieu! sy 153
- sana gençlik yılların için tek kelime söylemiyorum, dedi. hatta bazı kötü maceralara sürüklenmeyecek kadar da akıllıca hareket ettin. ama ben kendi geçmişim için de aynı şeyleri söyleyebilirim. aslında ikimiz de, korsan dedelerimizden kalan içgüdülere uymuş olduk. ne var ki, ben bu içgüdüleri bir seferde, sonuna kadar kullandım ve tükettim. sen ise küçük dozlarla, her gün birazını kullanıyorsun, bir dikişte içip bitirmeye gücün yok. belki de sen, bana oranla daha az korsandın, işte senin şanssızlığında bu oldu. yaşayışın, basit bir temele dayanan ama bitmek bilmeyen bir isyan ve anarşi tiryakiliğiyle, seni düzene, ahlak sağlamlığına ve günü gününe diyebileceğim alışılmış yaşama iten derin ve güçlü bir içgüdü arasındaki çatışmadan ibaret! sonuç şu ki sen, sorumluluğu olmayan ihtiyar bir öğrenci olarak kaldın. ama dostum, biraz dur da kendine bak. otuz dört yaşındasın, saçlarına aklar düşmeye başladı. artık körpecik bir delikanlı değilsin anladın mı ve bu özentili bohem hayatı sana hiç yakışmıyor. zaten, bu bohem hayatı denilen şey de nedir ? bundan yüz yıl önce pek güzel, romantik bir fikirdi herhalde ama bugün artık modası geçmiş, ömrünü tüketmiş bir şey... artık akıl çağındasın, mathieu , akıl çağındasın ya da... ya da olmalısın!
mathieu " yok efendim" dedi. senin akıl çağı diye anlattığın şey, kendimden vazgeçme çağı benim için. ben bunu istemiyorum. sy 156-157
-" bütün ömrümce dişleri sökülmüş olarak yaşadım. " diye düşündü." evet, dişleri sökülmüş. asla ısırmadım, bekledim, bekliyor ve kendimi hep daha sonra gelecek günlere saklıyordum ve şimdi, birden gördüm ki hiç dişim kalmamış. sy 271
-
sartre'ın özgürlüğün yolları üçlemesinin ilk kitabıdır. ayrıca bu kitap ile nobel ödülü kazanmış ve ödülü kabul etmemiştir.
serinin ilk kitabı mathieu karakteri üzerinden hem kendilerini arayan hem kendilerinden kaçan insanların özgürlüğü arayışları seçimleri yada seçimsizlikleri ve hayatlarını anlamlandırma çabaları etrafında geçer.
- " geçmiş günleri mi özlüyorsun" marcelle kuru bir sesle hayır dedi. o günleri değil. yalnızca o günlerde hayalini kurduğum yaşamı özlüyorum. sy 16
- ve birden " ihtiyarladım" diye düşündü. ihtiyarladım. şurada, bir sandalyenin üzerinde, gırtlağıma kadar kendi yaşamıma gömülmüş oturuyor ve hiçbir şeye inanmıyorum. sy 73
- jacques, özentili bir sevecenlikle mathieu dedi, seni, sandığından çok daha iyi tanıyorum ve bu yüzden de korkuyorum. epeydir, böyle bir şeyi bekleyerek üzüntüdeydim zaten: bu çocuk, senin isteyerek, dileyerek yarattığın bir durumun beklenen sonucudur, şimdi onu yok etmek istiyorsun, çünkü hareketlerinin sonuçlarına katlanmak, bu sorumluluğu yüklenmek istemiyorsun. işte sana gerçeği olduğu gibi göstereyim: belki şu anda yalan söylemiyorsun ama senin yaşamın, bütünüyle baştan sona yalan üzerine kurulu!
mathieu "jacques" dedi, " rica ederim, benim için üzülme! söyle bana , şu kendimden sakladığım, saklamak için yalan söylediğim şey neymiş?" gülümsüyordu.
o yalanla saklamaya çalıştığın şu ki dedi jacques, sen, kendinden utanan bir burjuvasın. ben, uzun tereddütlerden, aranmalardan sonra burjuva bir yaşamda karar kıldım, akıllı uslu bir evlenme yaptım, evlenmek gerek diye evlendim. ama sen, yaradılışınla, zevklerinle, içgüdülerinle burjuvasın, seni evlenmeye iten de işte bu içgüdüler. çünkü, sen benim gözümde zaten evlisin mathieu! sy 153
- sana gençlik yılların için tek kelime söylemiyorum, dedi. hatta bazı kötü maceralara sürüklenmeyecek kadar da akıllıca hareket ettin. ama ben kendi geçmişim için de aynı şeyleri söyleyebilirim. aslında ikimiz de, korsan dedelerimizden kalan içgüdülere uymuş olduk. ne var ki, ben bu içgüdüleri bir seferde, sonuna kadar kullandım ve tükettim. sen ise küçük dozlarla, her gün birazını kullanıyorsun, bir dikişte içip bitirmeye gücün yok. belki de sen, bana oranla daha az korsandın, işte senin şanssızlığında bu oldu. yaşayışın, basit bir temele dayanan ama bitmek bilmeyen bir isyan ve anarşi tiryakiliğiyle, seni düzene, ahlak sağlamlığına ve günü gününe diyebileceğim alışılmış yaşama iten derin ve güçlü bir içgüdü arasındaki çatışmadan ibaret! sonuç şu ki sen, sorumluluğu olmayan ihtiyar bir öğrenci olarak kaldın. ama dostum, biraz dur da kendine bak. otuz dört yaşındasın, saçlarına aklar düşmeye başladı. artık körpecik bir delikanlı değilsin anladın mı ve bu özentili bohem hayatı sana hiç yakışmıyor. zaten, bu bohem hayatı denilen şey de nedir ? bundan yüz yıl önce pek güzel, romantik bir fikirdi herhalde ama bugün artık modası geçmiş, ömrünü tüketmiş bir şey... artık akıl çağındasın, mathieu , akıl çağındasın ya da... ya da olmalısın!
mathieu " yok efendim" dedi. senin akıl çağı diye anlattığın şey, kendimden vazgeçme çağı benim için. ben bunu istemiyorum. sy 156-157
-" bütün ömrümce dişleri sökülmüş olarak yaşadım. " diye düşündü." evet, dişleri sökülmüş. asla ısırmadım, bekledim, bekliyor ve kendimi hep daha sonra gelecek günlere saklıyordum ve şimdi, birden gördüm ki hiç dişim kalmamış. sy 271
-
devamını gör...
siyasetten soğumak
haber izledikçe başıma gelendir. bir tane düzgün gündemi yok siyasetimizin.
devamını gör...
laf olsun torba dolsun
(bkz: pırasa kafa) isimli yazar arkadaşımızın ukdesi.
genellikle gereksiz ve çok konuşan insanlar için kullanılan bir deyimdir.
genellikle gereksiz ve çok konuşan insanlar için kullanılan bir deyimdir.
devamını gör...
bazı yazarların hak ettiği değeri alamaması
olsundur, yazmaya devam etsindir, onu da bulacağızdır. oylanmak ya da favlanmak için yazmasın zaten. kendisi için yazsın. kendisi için yazarken görülsün, beğenilsin. çok fazla yazar var, mutlaka arada kaynayanlar oluyordur. ancak zamanla yazarlar oturunca onlar parlayarak kendilerini göstereceklerdir.
devamını gör...
hangi yazar gözünde nasıl canlanıyor sorusu
devamını gör...
sanrısal bozukluk
sanrı ve halüsinasyonların eşlik ettiği bir çeşit psikiyatrik rahatsızlık.
insanların büyük bir çoğunluğunun belirli noktalarda bu durumdan muzdarip olduğunu düşünmekteyim.
insanların büyük bir çoğunluğunun belirli noktalarda bu durumdan muzdarip olduğunu düşünmekteyim.
devamını gör...
normal sözlük hunidaşlar kulübü
hah bi siz eksiktiniz yoo..
tse2.mm.bing.net/th?id=OGC....
örgüt şarkısını, ups pardon kulüp şarkısını* beğendim, dediğim çiçeği burnunda kulübümüz...
hunim yok ama ne çıkar, k a t ı l ı y o r u m doktor.
ne de olsa 9 aydır nerde çatlak var, rehabilite ede ede oldum rehabilitasyon merkezi .. e bi hunim eksikti o da oldu olacak.. .
ve tabii.
hoş geldin deyin, yakarım burayı.. .
tse1.mm.bing.net/th?id=OGC....
tse2.mm.bing.net/th?id=OGC....
örgüt şarkısını, ups pardon kulüp şarkısını* beğendim, dediğim çiçeği burnunda kulübümüz...
hunim yok ama ne çıkar, k a t ı l ı y o r u m doktor.
ne de olsa 9 aydır nerde çatlak var, rehabilite ede ede oldum rehabilitasyon merkezi .. e bi hunim eksikti o da oldu olacak.. .
ve tabii.
hoş geldin deyin, yakarım burayı.. .
tse1.mm.bing.net/th?id=OGC....
devamını gör...







