imrenilen sözlük yazarları
insanları gereksiz yere aşağılamayan, bencil olmayan ve güzel yazan yazarlara her zaman hayranım lakin ukalalık yapıp milletin kusurunu bulmaya çalışan yazarlara da ziyadesiyle kılım. sözlük huzurunu bozmaktan başka bir şey yapmıyorlar.
devamını gör...
erkeklerin sürekli fotoğraf istemesi
başlığı okurken sağ gözüm atmaya başladı sinirden. atacağım varsa da söyledikçe kaçıyor isteğim. bir de bunun video atsana diyen versiyonu mevcuttur. ayakları vura vura kaçmalık.
devamını gör...
kendinle savaşmak
girilen en cetin savas olabilir. bir tur eziyet bile sayilabilir.
bilincaltinda olusturulmus kaliplardan sıyrılmak, keskin sekilde setleştirilmis sınırlardan geçmek, konfor alaninı terketmek zor meseledir. cesaret ister, guclu bir irade ister, birazcik da gozu karalık ister. hepsinin benlige yuklenmesiyle de savas baslar. . . gazalar mubarek olur umarim.
bilincaltinda olusturulmus kaliplardan sıyrılmak, keskin sekilde setleştirilmis sınırlardan geçmek, konfor alaninı terketmek zor meseledir. cesaret ister, guclu bir irade ister, birazcik da gozu karalık ister. hepsinin benlige yuklenmesiyle de savas baslar. . . gazalar mubarek olur umarim.
devamını gör...
maaday kara destanı
emine gürsoy naskali’nin çevirisiyle türkçeye kazandırılan altay türkleri destanıdır. söyleyişindeki kuvveti bakımından dikkat çekici tasvirleri bulunuyor. kendi anlatımım yeterli olmayacağından yapı kredi yayınlarının kitap hakkındaki bilgisini aşağıya alıntılıyorum.
maaday-kara, güney sibirya’da yaşayan altay türklerinin destanıdır. binlerce yıllık yaşam mücadelesinin iki nesli temsil eden yaşlı baba maaday kara ve yaşamı sürdürecek olan oğlu kögüdey mergen’in yaşamına sığdırılarak anlatıldığı destanda odak noktası, ölüm korkusu ve ölümsüzlük arayışıdır: destanın kahramanı -aynı zamanda bir “şaman” prototipi olan- kögüdey mergen, hayatın sırrını çözmek, annesiyle babasını ölüler diyarından yeryüzüne geri getirmek, sürülerini ve halkını ölümün pençesinden kurtarmak için yeraltı dünyasına iner. şamanist bir toplumun ürünü olan (ancak yer yer budizm ve lamaizm etkisi de görülen) destanda, bu dünyayı ve öbür dünyayı algılayış biçimi şamanist düşünce doğrultusundadır. olaylar üç farklı boyuta uzanır: yeryüzü, yeraltı ve gökyüzü. yeryüzü canlıların mekânıdır; yeraltı ruhların yani ölülerin âlemidir, bu âleme karanlık güçler hâkimdir; gökyüzü de yine insan ötesi bir boyuttur. ancak, bu üç boyutun kapıları birbirine kapalı değildir; birinden diğerine gitmek ve geri dönmek mümkündür. maaday-kara’nın -nerdeyse bütün destanlarda olduğu gibi-kozmogonik yönleri de vardır: destan, büyükayı ve orion takımyıldızları ile kutupyıldızı’nın nasıl ve niçin meydana geldiğini de anlatır. kitapta, maaday-kara destanının sazon saymoviç surazakov’un 1964’te aleksey grigoreviç kalkin’in anlatımından derlediği altay türkçesi metninin çevrimyazısı ile türkiye türkçesine çevirisi yanında, destanı çeviren prof. dr. emine gürsoy-naskali’nin aykıntılı “giriş” yazısı, metinde geçen altayca kelimeler ve özel isimler için birer dizin ve geniş bir bibliyografya yer alıyor.
maaday-kara, güney sibirya’da yaşayan altay türklerinin destanıdır. binlerce yıllık yaşam mücadelesinin iki nesli temsil eden yaşlı baba maaday kara ve yaşamı sürdürecek olan oğlu kögüdey mergen’in yaşamına sığdırılarak anlatıldığı destanda odak noktası, ölüm korkusu ve ölümsüzlük arayışıdır: destanın kahramanı -aynı zamanda bir “şaman” prototipi olan- kögüdey mergen, hayatın sırrını çözmek, annesiyle babasını ölüler diyarından yeryüzüne geri getirmek, sürülerini ve halkını ölümün pençesinden kurtarmak için yeraltı dünyasına iner. şamanist bir toplumun ürünü olan (ancak yer yer budizm ve lamaizm etkisi de görülen) destanda, bu dünyayı ve öbür dünyayı algılayış biçimi şamanist düşünce doğrultusundadır. olaylar üç farklı boyuta uzanır: yeryüzü, yeraltı ve gökyüzü. yeryüzü canlıların mekânıdır; yeraltı ruhların yani ölülerin âlemidir, bu âleme karanlık güçler hâkimdir; gökyüzü de yine insan ötesi bir boyuttur. ancak, bu üç boyutun kapıları birbirine kapalı değildir; birinden diğerine gitmek ve geri dönmek mümkündür. maaday-kara’nın -nerdeyse bütün destanlarda olduğu gibi-kozmogonik yönleri de vardır: destan, büyükayı ve orion takımyıldızları ile kutupyıldızı’nın nasıl ve niçin meydana geldiğini de anlatır. kitapta, maaday-kara destanının sazon saymoviç surazakov’un 1964’te aleksey grigoreviç kalkin’in anlatımından derlediği altay türkçesi metninin çevrimyazısı ile türkiye türkçesine çevirisi yanında, destanı çeviren prof. dr. emine gürsoy-naskali’nin aykıntılı “giriş” yazısı, metinde geçen altayca kelimeler ve özel isimler için birer dizin ve geniş bir bibliyografya yer alıyor.
devamını gör...
çınarcık
arap nüfusundan dolayı eski tadı çok uzaklarda olan şirin mi şirin bir ilçe(ydi).
devamını gör...
yoksunluk sendromu
bağımlı olunan her hangi bişeyin olmaması durumunda yaşanan sendrom.
bu bir eylemde olabilir,alkolde
uyuşturucu da olabilir,sevgili de
kimisinde psikolojik ve atlatılması kolay yaşanabilirken kimisinde fiziksel ve yıkıcı bir şekilde yaşanır.
psikolojik ve tıbbi destek alınmalıdır.
bu bir eylemde olabilir,alkolde
uyuşturucu da olabilir,sevgili de
kimisinde psikolojik ve atlatılması kolay yaşanabilirken kimisinde fiziksel ve yıkıcı bir şekilde yaşanır.
psikolojik ve tıbbi destek alınmalıdır.
devamını gör...
normal sözlük güvenilir mi sorunsalı
ancak, başka bir ülkenin vatandaşı olup da sözlükte yazarlık yapıyorsanız "evet" cevabı verilebilecek sorunsal.
onun dışında, bu ülkenin sınırlarından giriş yaptığınız anda güvenilirliği aklınızdan çıkarın. aksi takdirde doğal seleksiyonla gen havuzundan silinebilirsiniz; aman diim.*
onun dışında, bu ülkenin sınırlarından giriş yaptığınız anda güvenilirliği aklınızdan çıkarın. aksi takdirde doğal seleksiyonla gen havuzundan silinebilirsiniz; aman diim.*
devamını gör...
sanatın burjuva için olması
sanat eserlerinin birçoğu burjuva içindir önermesi kabul edilebilir ama sanat burjuva için demek ancak ortaçağ için söyleniyorsa doğru bir önerme olabilir.bu çağ için geçerliliği büyük oranda kaybolmuş bir söylev olarak kalır. sanat çok geniş bir alanı kapsayan bir bir terim. resim, heykel, mimari, sinema, fotoğraf vs vs birçok alan var. barokla gotik arasında ki farkı bilmek, kitsch sanat hakkında fikir sahibi olmak, ara güleri, zonaroyu tanımak, ispanyol sineması ile iran sineması arasında karşılaştırma yapmak için insan nasıl bir burjuvaziye ihtiyaç duyabilir ki?
devamını gör...
sudûr teorisi
farabi'nin geliştirmiş olduğu bir plotinos teorisi. bu teoriyi, neoplatonizm ve ismaililik'ten * etkilenerek geliştirmiştir. fakat teoriyi daha çok neoplatonizm daha doğrusu plotinos'un görüşlerinden etkilenerek geliştirmiştir. kendisinden sonra, teoriyi geliştirmeye ibn-i sina devam etmiştir. tabii bu teori için emek veren filozoflar sadece farabi ve ibn-i sina ile sınırlı değildir. fakat teorinin "ana geliştiricileri" bunlardır. teorinin amacı ise, allah'ın mutlak kudretiyle evrenin yoktan yaratıldığına dair bilgiler arasında görülen mantıksal paradoksların açıklanmasıdır. yani onlar, evrenin ortaya çıkışını çelişkisiz ve rahat bir şekilde açıklamak istemişlerdir. sudûr teorisi, plotinos'un "bir" kavramıyla benzerdir çünkü bu teori de bu kavramdan etkilenmiştir. aslında bu teoriden ilk olarak plotinos, islam aleminde ün kazanmış enneades isimli eserinde bahseder. fakat teoriden düzenli ve sistematik bir şekilde ilk kez farabi bahseder. şöyle düşünün, evrimden charles darwin öncesi bir çok insan bahsetmiştir, hatta bu konudan islam aleminde de bahsedilmiştir fakat evrim fikrini daha da geliştiren kişi charles darwin olmuş ve bu yüzden evrimin babası olarak anılmıştır. işte farabi, bu teoriyle ezelî olan varlıkla, sonradan ortaya çıkan varlık arasında, değişmeyen varlıkla, değişen varlık arasında, varlığı gerekli, mutlak olanla, varlığı mümkün olan arasında ilişkiyi açıklamak istemiştir. o bunu başarırsa, kâinatı sistematik, düzenli bir biçimde yorumlayabileceğini düşünmüştür.
teoriye göre, 3 varlık vardır:
1. manevî varlık.
2. manevî varlık (evet varlık 3tür ve 2si manevidir)
3. maddî varlık
peki bu varlıklar kimdirler? bunları farabi şöyle açıklamıştır;
1. manevî varlık - mutlak olan allah.
2. manevî varlık - göksel akıllar. bunlar, farabi'nin madde olmadıklarını söylediği ruhanî varlıklar yani meleklerdir.
3. maddî varlık - herhangi bir mükemmelliği olmayan, aksine noksanı bulunan ilk madde. (bkz: heyûlâ)
şimdi bu 3 sınıfı anlamamız için, hepsi birer-birer açıklanmıştır.
1. mutlak bir. burda, farabi, allah'ın, her türlü noksandan uzak, her şeyin ilk sebebi, sırf iyi, herhangi bir ortağı ya da bir benzeri bulunmayan, her konuda hiçbir şeye muhtaç olmayan aşkın ve yüce bir varlık olduğunu söylemiştir. o'nun aklınıza gelecek ve gelmeyecek her türlü güzelliğin ve iyiliğin kaynağı olduğunu söylemiştir. allah, kendisi tarafından bilinen bir varlıktır. allah, 1. akıldır. 2. akledendir. 3. akledilendir. bunlar mutlak bilinç'tir. allah'ın herhangi bir amacı yoktur, çünkü amaç eksikliktir, ihtiyaçtır. ve işte sudûr teorisi burda devreye girer: allah salt akıldır, kendini bilir, düşünmesi sayesinde herhangi bir iradesi ve ihtiyarına gerek kalmadan, varlık, tabii bir zorunluluk sayesinde o'ndan çıkarak (işte bu sudûr'dur) meydana gelmiştir.
(ufak bir not: işte yukarıda gördüğünüz açıklama, özellikle siyahla işaretlediğim kısım, (gbkz: islam)'a aykırı olarak düşünülmüş ve gazzâlî tarafından eleştirilmiştir. hatta iş o kadar büyümüştür ki, farabi ve ibn-i sina'nın kâfir ilân edilmesine kadar gelip çıkmıştır. tabii burda kim haklı, kim haksız tartışması yapmadan teoriyi anlattığımız için, mutlak bir kavramını anlatmaya devam edelim):
burda kastedilen "zorunluluk" ise, allah'ın zorunlu bir varlık oluşunu temsil eder. ilk varlığın yani allah'ın kendini bilmesi demek, tamamen varlığı ve varlıkta yer alan muazzam düzeni de bilmesi demektir. teori de, bilmenin, eylemin sebebi olduğunu söyler. ibn sina da bu konuda kendi görüşlerini paylaşarak teoriyi daha da geliştirmiştir. ibn sina, irade sıfatını, ilim sıfatına getirir, ve allah'ın kendini bilmesinin varlıktaki düzen ve var oluşun bir irade sonucu gerçekleştiğini söyler. ve işte işin çok şaşırtıcı kısmı burda ortaya çıkıyor: ibn sina der ki, allah'ın bilgisi, kendisi gibi ezelî olduğuna göre, ve o ezelden beri kendini bildiğine göre, bilmenin sonucunda oluşan varlık da ezelîdir, çünkü mantık bunu gerektirir. demek ki evren de ezelîdir!
(ufak bir not: beyler-bayanlar bu arada burda şunu da söyleyeyim, evrenin ezeli olmadığı hususu daha yakın bir dönemde keşfedilmiş bir şey, yani o dönem evrenin ezelî olduğuna inanan kişilerin varlığı muhtemeldi ve bu dönem ibn sina'nın da buna böyle bir açıklama getirip din ile ezelî evren teorisini bağdaştırabilmesi cidden ne denli büyük bir deha olduğunu gösterir, çünkü bu husus 40 yıl düşünülse insanın aklına gelemeyecek bir şey, "mutlak bir" kavramıyla devam edelim):
fakat bu açıklamaya rağmen, bu bağdaştırmaya rağmen, "sudûr" semavî dinlerle görüldüğü üzere çelişir. çünkü semavî dinler, evreni allah'ın yarattığını söyler, bu da evrenin ezelî olamayacağını gösterir. e bazı filozoflar da bunun farkında oldukları için, ama "sudûr"u destekledikleri için, kâinatın zamansal olarak ezelî fakat ontolojik bakımdan sonradan meydana geldiğini savunmuşlardır. fakat bu da teoriyi kurtaramamıştır çünkü evrenin zamansal olarak ezelî olması demek, allah'ı zamanla bağdaştırmak demektir ki bu da bir çelişkiye yol açar.
işte birinci "manevî varlık"ın özeti buydu. şimdi de gelelim ikinci "manevî varlık"a;
2. on akıl. bu düşünceye göre, mutlak bir, tektir, demek ki fiili de tektir. fakat plotinos, "birden, bir çıkar" der. demek ki allah kendini bilince o'ndan ilk akıl ortaya çıkar. çünkü allah, 1. akıl. 2. akleden. 3. akledilen ise, aklın fiili, akıl olmalıdır. ilk akıl, allah'a münasebetle zorunludur fakat özünde mümkün bir varlıktır. akıldır bu akıl, yani zorunlu olarak düşünür. kendisinin çıktığı "ilk" olanı, yani allah'ı hem de kendisinin sonradan ortaya çıkan bir "mümkün" olduğunu düşünmek zorundadır. ilk akıl, allah'ı düşününce ikinci akıl meydana gelir. ve ilk akıl daha sonra kendisinin mümkün bir varlık olduğunu düşününce de birinci göğün nefsi ile maddesi meydana gelir. birinci gök, felektir. peki ilk akıl ortaya çıkınca, bu allah'ın tekliğine zıt olmaz mı? ilk akıl, "mutlak bir"den değil kendi özü vasıtasıyla çoğalmaktadır. bu sayede de allah'ın birliğine noksan gelmez. ibn-i sina, ilk akıl, allah'a münasebetle zorunludur ve özü itibariyle mümkündür demiştir. yani ilk akıl, allah'ı düşününce ikinci akıl oluşmuştur ama allah'a münasebetle zorunlu olduğunu düşünmesinden de birinci gök yani feleğin nefsi ve kendisinin mümkün varlık olduğunu düşünmesinden de birinci göğün maddesi meydana gelmiştir. plotinos da çok eski dönemlerde bu konuyu açıklamıştır. şöyle ki o, ilk aklın, allah'tan taşması sonucu çıkmasının, o'nun birliğine bir noksan getirmediğini söyler. plotinos özetle der ki;
güneş ışınlarının çıkması sonucu azalması, aciz duruma gelmesi, güneşte herhangi bir eksilmeye yol açmaz. o zaman ilk aklın tanrıdan taşması sonucu çıkması da o'nun birliğine bir noksanlık getirmez.
ikinci akıla gelirsek, ikinci akıl, birinci akıla göre zorunludur, ama özü bakımından mümkündür. ikinci akıl, allah'ı düşününce üçüncü akıl meydana gelir. ve ikinci akıl, mümkün olduğunu düşünmesiyle sabit yıldızlar küresinin nefsi ile maddesi meydana gelir. işte bu böyle devam eder, daha sonra diğer akıl oluşur, daha sonra diğer akıl, daha sonra diğer akıl diye devam eder ve her akıl başka bir aklı ve bundan ilave nefsi ile beraber gök küresini oluşturur. nefs ise gök kürelerini dairesel bir biçimde olmak üzere hareket ettirir. akıllar, gözlemleyebildiğimiz gezegenlerin, hayır daha doğrusu güneş sisteminde yer alan gezegenlerin sayısına ulaşır. daha sonra son akıl, yani "faal akıl" oluşur. bu akıl, ay küresinin aklıdır. sudûr düzenine göre, her akıl, sonraki akıldan allah'a yakınlığı sebebiyle daha üstündür. ayrıca bu yakınlığa göre akıllar daha çok feyiz alırlar. kim daha yakınsa o daha çok feyiz alır.
burda en ilginç akıl ise, faal akıl'dır. çünkü bu akıl allah'a en uzak olan akıldır. ama dünyaya en yakın olan akıl da budur. farabi, faal aklın hz. cebrail'e karşılık olduğunu iddia eder. fakat faal akıl allah ile maddî kâinat arasında bir aracı olduğu için ve hz. cebrail'in dünyayı idare etme gibi bir görevi olmadığı için bu iddia yanlıştır.
şimdi gelelim üçüncü ve son sınıfa, yani "maddî varlık"a.
3. madde, heyûlâ. heyûlâ bütün maddî varlıkların ilkesi olarak sayılır. en olgunlaşmamış varlıktır. heyûlâ, faal akıl ve gök kürelerinin dairesel bir biçimde dönmesi sayesinde oluşur. ve madde yönünden bir tanedir. faal akıl ise eşyaya şekil verir. bu sayede heyûlâ suret kazanır. ilk olarak su, toprak, ateş ve havadan oluşan 4 ilke ortaya çıkar. bunlar birleşir ve cismî(cisimler) dünyası oluşur. önce cansız cisimler sonra canlı cisimler oluşur. daha sonra bitki alemi ve daha sonra hayvanlar alemi oluşur. daha sonra düşünen canlı, insan oluşur. insanların en üst mertebesinde filozof ve peygamber yer alır. filozofda "heyulanî akıl" vardır. faal akıl bu akla etki eder ve bu aklı aktifleştirir. böylece "bilfiil akıl" oluşur. sonra da "müstefâd akıl" oluşur. bu akıl en yüksek akıldır. bu akıl, doğrudan faal akılla ilişki kurabilecek olgunlukta ve düzeydedir. bu akıl, filozoflarda yer alır. faal akır, filozofun bu aklına ve peygamberin hayal gücüne etki ederek ilk felsefî bilgiyi daha sonra da vahiy bilgisini oluşturur.
(ufak bir not: bazıları bu düşünceyi eleştirmiş, aklî gücün, hayal gücünden daha üstün olduğunu söylemiştir. onlar böylece farabi, filozofu peygamberden üstün tuttu demişlerdir. fakat burda büyük bir incelik vardır, peygamber yetkin, müstefâd akla sahiptir. faal aklın gönderdiği feyiz peygamberin aklına daha sonra da hayal gücüne girer. böylelikle peygamber hem teorik hem pratik açıdan üstünlük kazanır. dolayısıyla burdan yola çıkarak ünlü filozof farabi'nin peygamberi filozoftan üstün tuttuğu söylenebilir).
peki nedir "yükseliş"? insan nasıl yükselir? insanın görevi nasıl tamamlanır? son nedir?
bu konuda farabi ve ibn sina aynı görüşü benimser, plotinos ise ayrı bir şey söyler. şimdi sizce hangisi doğrudur orasını bilemem.
farabi ve ibn-i sina'ya göre "yükseliş": beşerî akıl, faal akıla ulaşınca görev tamamlanacaktır. işte yükseliş budur. (bkz: ittisal)
plotinos'a göre "yükseliş": mistik bir yükseltilme/çekme * sonucu, insan kendinden geçer. ve "ilk"te yani "mutlak bir"de fânileşir. işte yükseliş budur.
şimdi de tanımı sonlandıralım;
farabi ve ibn-i sina, felsefe ile dini uzlaştırmak için çalışmışlardır. ve ikisi de ilk olarak plotinos'un ortaya attığı bu teoriyi, bu istekleri için bir şans olarak değerlendirmişlerdir. ve her şey, bazılarının, onların küfre düştüğünü söylemesiyle sonuçlanmıştır. kafalarında canlandırdıkları "evren" ise, artık 500 yıldır kabul görmeyen batlamyus'un evren modelidir..
teoriyi eleştirenlerden bazıları:
1. gazzali - islam alimi, mutasavvıf, kimi kaynaklarda "filozof" olarak da anılmıştır. (teoriyi en çok gazzali eleştirmiştir)
2. ebu'l -berekât bağdâdi - islam felsefesi'nin en güçlü filozoflarından biri. fakat maalesef unutulmuştur.
3. ibn rüşd - meşşailik'in temsilcilerinden olan filozof.
4. ibn teymiyye - selefi anlayışın en önemli âlimlerindendir.
sudûr teorisini desteklediğini söyleyemesek bile, bu teoriden etkilenenlerden bazıları:
1. şihabeddin sühreverdî - işrakilik ya da diğer adıyla illüminasyonizm akımının kurucusu olan filozof.
2. muhyiddin ibnü'l-arabî - ünlü filozof, mutasavvıf.
3. seyyid şerif curcânî - matematikçi, fıkıh, kelam ve arap dili bilgini.
teoriye göre, 3 varlık vardır:
1. manevî varlık.
2. manevî varlık (evet varlık 3tür ve 2si manevidir)
3. maddî varlık
peki bu varlıklar kimdirler? bunları farabi şöyle açıklamıştır;
1. manevî varlık - mutlak olan allah.
2. manevî varlık - göksel akıllar. bunlar, farabi'nin madde olmadıklarını söylediği ruhanî varlıklar yani meleklerdir.
3. maddî varlık - herhangi bir mükemmelliği olmayan, aksine noksanı bulunan ilk madde. (bkz: heyûlâ)
şimdi bu 3 sınıfı anlamamız için, hepsi birer-birer açıklanmıştır.
1. mutlak bir. burda, farabi, allah'ın, her türlü noksandan uzak, her şeyin ilk sebebi, sırf iyi, herhangi bir ortağı ya da bir benzeri bulunmayan, her konuda hiçbir şeye muhtaç olmayan aşkın ve yüce bir varlık olduğunu söylemiştir. o'nun aklınıza gelecek ve gelmeyecek her türlü güzelliğin ve iyiliğin kaynağı olduğunu söylemiştir. allah, kendisi tarafından bilinen bir varlıktır. allah, 1. akıldır. 2. akledendir. 3. akledilendir. bunlar mutlak bilinç'tir. allah'ın herhangi bir amacı yoktur, çünkü amaç eksikliktir, ihtiyaçtır. ve işte sudûr teorisi burda devreye girer: allah salt akıldır, kendini bilir, düşünmesi sayesinde herhangi bir iradesi ve ihtiyarına gerek kalmadan, varlık, tabii bir zorunluluk sayesinde o'ndan çıkarak (işte bu sudûr'dur) meydana gelmiştir.
(ufak bir not: işte yukarıda gördüğünüz açıklama, özellikle siyahla işaretlediğim kısım, (gbkz: islam)'a aykırı olarak düşünülmüş ve gazzâlî tarafından eleştirilmiştir. hatta iş o kadar büyümüştür ki, farabi ve ibn-i sina'nın kâfir ilân edilmesine kadar gelip çıkmıştır. tabii burda kim haklı, kim haksız tartışması yapmadan teoriyi anlattığımız için, mutlak bir kavramını anlatmaya devam edelim):
burda kastedilen "zorunluluk" ise, allah'ın zorunlu bir varlık oluşunu temsil eder. ilk varlığın yani allah'ın kendini bilmesi demek, tamamen varlığı ve varlıkta yer alan muazzam düzeni de bilmesi demektir. teori de, bilmenin, eylemin sebebi olduğunu söyler. ibn sina da bu konuda kendi görüşlerini paylaşarak teoriyi daha da geliştirmiştir. ibn sina, irade sıfatını, ilim sıfatına getirir, ve allah'ın kendini bilmesinin varlıktaki düzen ve var oluşun bir irade sonucu gerçekleştiğini söyler. ve işte işin çok şaşırtıcı kısmı burda ortaya çıkıyor: ibn sina der ki, allah'ın bilgisi, kendisi gibi ezelî olduğuna göre, ve o ezelden beri kendini bildiğine göre, bilmenin sonucunda oluşan varlık da ezelîdir, çünkü mantık bunu gerektirir. demek ki evren de ezelîdir!
(ufak bir not: beyler-bayanlar bu arada burda şunu da söyleyeyim, evrenin ezeli olmadığı hususu daha yakın bir dönemde keşfedilmiş bir şey, yani o dönem evrenin ezelî olduğuna inanan kişilerin varlığı muhtemeldi ve bu dönem ibn sina'nın da buna böyle bir açıklama getirip din ile ezelî evren teorisini bağdaştırabilmesi cidden ne denli büyük bir deha olduğunu gösterir, çünkü bu husus 40 yıl düşünülse insanın aklına gelemeyecek bir şey, "mutlak bir" kavramıyla devam edelim):
fakat bu açıklamaya rağmen, bu bağdaştırmaya rağmen, "sudûr" semavî dinlerle görüldüğü üzere çelişir. çünkü semavî dinler, evreni allah'ın yarattığını söyler, bu da evrenin ezelî olamayacağını gösterir. e bazı filozoflar da bunun farkında oldukları için, ama "sudûr"u destekledikleri için, kâinatın zamansal olarak ezelî fakat ontolojik bakımdan sonradan meydana geldiğini savunmuşlardır. fakat bu da teoriyi kurtaramamıştır çünkü evrenin zamansal olarak ezelî olması demek, allah'ı zamanla bağdaştırmak demektir ki bu da bir çelişkiye yol açar.
işte birinci "manevî varlık"ın özeti buydu. şimdi de gelelim ikinci "manevî varlık"a;
2. on akıl. bu düşünceye göre, mutlak bir, tektir, demek ki fiili de tektir. fakat plotinos, "birden, bir çıkar" der. demek ki allah kendini bilince o'ndan ilk akıl ortaya çıkar. çünkü allah, 1. akıl. 2. akleden. 3. akledilen ise, aklın fiili, akıl olmalıdır. ilk akıl, allah'a münasebetle zorunludur fakat özünde mümkün bir varlıktır. akıldır bu akıl, yani zorunlu olarak düşünür. kendisinin çıktığı "ilk" olanı, yani allah'ı hem de kendisinin sonradan ortaya çıkan bir "mümkün" olduğunu düşünmek zorundadır. ilk akıl, allah'ı düşününce ikinci akıl meydana gelir. ve ilk akıl daha sonra kendisinin mümkün bir varlık olduğunu düşününce de birinci göğün nefsi ile maddesi meydana gelir. birinci gök, felektir. peki ilk akıl ortaya çıkınca, bu allah'ın tekliğine zıt olmaz mı? ilk akıl, "mutlak bir"den değil kendi özü vasıtasıyla çoğalmaktadır. bu sayede de allah'ın birliğine noksan gelmez. ibn-i sina, ilk akıl, allah'a münasebetle zorunludur ve özü itibariyle mümkündür demiştir. yani ilk akıl, allah'ı düşününce ikinci akıl oluşmuştur ama allah'a münasebetle zorunlu olduğunu düşünmesinden de birinci gök yani feleğin nefsi ve kendisinin mümkün varlık olduğunu düşünmesinden de birinci göğün maddesi meydana gelmiştir. plotinos da çok eski dönemlerde bu konuyu açıklamıştır. şöyle ki o, ilk aklın, allah'tan taşması sonucu çıkmasının, o'nun birliğine bir noksan getirmediğini söyler. plotinos özetle der ki;
güneş ışınlarının çıkması sonucu azalması, aciz duruma gelmesi, güneşte herhangi bir eksilmeye yol açmaz. o zaman ilk aklın tanrıdan taşması sonucu çıkması da o'nun birliğine bir noksanlık getirmez.
ikinci akıla gelirsek, ikinci akıl, birinci akıla göre zorunludur, ama özü bakımından mümkündür. ikinci akıl, allah'ı düşününce üçüncü akıl meydana gelir. ve ikinci akıl, mümkün olduğunu düşünmesiyle sabit yıldızlar küresinin nefsi ile maddesi meydana gelir. işte bu böyle devam eder, daha sonra diğer akıl oluşur, daha sonra diğer akıl, daha sonra diğer akıl diye devam eder ve her akıl başka bir aklı ve bundan ilave nefsi ile beraber gök küresini oluşturur. nefs ise gök kürelerini dairesel bir biçimde olmak üzere hareket ettirir. akıllar, gözlemleyebildiğimiz gezegenlerin, hayır daha doğrusu güneş sisteminde yer alan gezegenlerin sayısına ulaşır. daha sonra son akıl, yani "faal akıl" oluşur. bu akıl, ay küresinin aklıdır. sudûr düzenine göre, her akıl, sonraki akıldan allah'a yakınlığı sebebiyle daha üstündür. ayrıca bu yakınlığa göre akıllar daha çok feyiz alırlar. kim daha yakınsa o daha çok feyiz alır.
burda en ilginç akıl ise, faal akıl'dır. çünkü bu akıl allah'a en uzak olan akıldır. ama dünyaya en yakın olan akıl da budur. farabi, faal aklın hz. cebrail'e karşılık olduğunu iddia eder. fakat faal akıl allah ile maddî kâinat arasında bir aracı olduğu için ve hz. cebrail'in dünyayı idare etme gibi bir görevi olmadığı için bu iddia yanlıştır.
şimdi gelelim üçüncü ve son sınıfa, yani "maddî varlık"a.
3. madde, heyûlâ. heyûlâ bütün maddî varlıkların ilkesi olarak sayılır. en olgunlaşmamış varlıktır. heyûlâ, faal akıl ve gök kürelerinin dairesel bir biçimde dönmesi sayesinde oluşur. ve madde yönünden bir tanedir. faal akıl ise eşyaya şekil verir. bu sayede heyûlâ suret kazanır. ilk olarak su, toprak, ateş ve havadan oluşan 4 ilke ortaya çıkar. bunlar birleşir ve cismî(cisimler) dünyası oluşur. önce cansız cisimler sonra canlı cisimler oluşur. daha sonra bitki alemi ve daha sonra hayvanlar alemi oluşur. daha sonra düşünen canlı, insan oluşur. insanların en üst mertebesinde filozof ve peygamber yer alır. filozofda "heyulanî akıl" vardır. faal akıl bu akla etki eder ve bu aklı aktifleştirir. böylece "bilfiil akıl" oluşur. sonra da "müstefâd akıl" oluşur. bu akıl en yüksek akıldır. bu akıl, doğrudan faal akılla ilişki kurabilecek olgunlukta ve düzeydedir. bu akıl, filozoflarda yer alır. faal akır, filozofun bu aklına ve peygamberin hayal gücüne etki ederek ilk felsefî bilgiyi daha sonra da vahiy bilgisini oluşturur.
(ufak bir not: bazıları bu düşünceyi eleştirmiş, aklî gücün, hayal gücünden daha üstün olduğunu söylemiştir. onlar böylece farabi, filozofu peygamberden üstün tuttu demişlerdir. fakat burda büyük bir incelik vardır, peygamber yetkin, müstefâd akla sahiptir. faal aklın gönderdiği feyiz peygamberin aklına daha sonra da hayal gücüne girer. böylelikle peygamber hem teorik hem pratik açıdan üstünlük kazanır. dolayısıyla burdan yola çıkarak ünlü filozof farabi'nin peygamberi filozoftan üstün tuttuğu söylenebilir).
peki nedir "yükseliş"? insan nasıl yükselir? insanın görevi nasıl tamamlanır? son nedir?
bu konuda farabi ve ibn sina aynı görüşü benimser, plotinos ise ayrı bir şey söyler. şimdi sizce hangisi doğrudur orasını bilemem.
farabi ve ibn-i sina'ya göre "yükseliş": beşerî akıl, faal akıla ulaşınca görev tamamlanacaktır. işte yükseliş budur. (bkz: ittisal)
plotinos'a göre "yükseliş": mistik bir yükseltilme/çekme * sonucu, insan kendinden geçer. ve "ilk"te yani "mutlak bir"de fânileşir. işte yükseliş budur.
şimdi de tanımı sonlandıralım;
farabi ve ibn-i sina, felsefe ile dini uzlaştırmak için çalışmışlardır. ve ikisi de ilk olarak plotinos'un ortaya attığı bu teoriyi, bu istekleri için bir şans olarak değerlendirmişlerdir. ve her şey, bazılarının, onların küfre düştüğünü söylemesiyle sonuçlanmıştır. kafalarında canlandırdıkları "evren" ise, artık 500 yıldır kabul görmeyen batlamyus'un evren modelidir..
teoriyi eleştirenlerden bazıları:
1. gazzali - islam alimi, mutasavvıf, kimi kaynaklarda "filozof" olarak da anılmıştır. (teoriyi en çok gazzali eleştirmiştir)
2. ebu'l -berekât bağdâdi - islam felsefesi'nin en güçlü filozoflarından biri. fakat maalesef unutulmuştur.
3. ibn rüşd - meşşailik'in temsilcilerinden olan filozof.
4. ibn teymiyye - selefi anlayışın en önemli âlimlerindendir.
sudûr teorisini desteklediğini söyleyemesek bile, bu teoriden etkilenenlerden bazıları:
1. şihabeddin sühreverdî - işrakilik ya da diğer adıyla illüminasyonizm akımının kurucusu olan filozof.
2. muhyiddin ibnü'l-arabî - ünlü filozof, mutasavvıf.
3. seyyid şerif curcânî - matematikçi, fıkıh, kelam ve arap dili bilgini.
devamını gör...
ortopedi
cerrahi bir tıp branşıdır.hastanede beyaz scrubs giyen asistanlarıyla da bilinir.operatörleri kuvvetli insanlar olmalıdır çünkü ameliyatları oldukça zorlayıcıdır. bu açıdan sadece erkek doktorların bu alanı seçebileceği veya başarılı olacağı düşünülür fakat cumhuriyetin erken yıllarından beri çok başarılı kadın ortopedistlerimiz de vardır.dr.zahide şefik,ilk türk kadın ortopedistimizdir. kendisinden sonra ise dr. iffet mümin,dr.pakize izzet çalışkan,dr.fethiye ayral gibi daha nice isimler türk ortopedi tarihinde başarılarıyla hatırlanacaktır.
devamını gör...
zencefil bal
zencefilin toz değil taze zencefil olması elzemdir.
devamını gör...
sözlükte profil fotoğrafı büyütmek
ne kadar büyütürsem de bazı yazarlar gözümde halen çok küçük.
devamını gör...
yazarların kimseye söyleyemediği dertleri
bugün annneanme laf arasında "ah bir anlasalar şu içimdeki derdi." dedim. anlamadı tabii ki, uyumaya devam etti. öyle ağlak bir sesle de söylemedim bu cümleyi. sanki "çok susadım bir bardak su alayım." cümlesindeki gibi basitçe laf arasında söyleyiverdim.
normalde söylemem böyle şeyleri aslında. birden ağzımdan dökülüverdi işte.
anlayacak, dinleyecek bir allahın kulu yok yanımda.
yalnızım ben. yalnızlığı eşsiz olmakla karıştırıyoruz ama yanılıyoruz. yalnızlık insanın dinleyen ve anlayan kimsesi olmaması halidir.
tek başıma kalmakla ilgili bir zorum yok hatta severim de. tek başıma gezerim, film izlerim, yemek yaparım, oyalanacak illaki bir şey bulurum. yıllarımı böyle geçirdim ben. böyle geçirmekten de gocunmam ama gün içerisinde bir saat bile olsa güzel bir sohbet edemedikten sonra bu yalınlık hali insana öyle bir koymaya başlıyor ki.
ilk üzüyor sonra insanın kendine şaşıracağı eylemler yaptırtıyor. yanlış ellere sarılıyorsunuz mesela. yanlış olduğunu bile bile ısrarla tutunmaya, sizi istemeyen insaların hayatlarında kendinize yer açmaya çalışıyorsunuz. sizi sevmeleri için bin türlü takla atıyorsunuz. o yalnızlıktan o muhabbetsizlikten o kadar bıkıyorsunuz ki kendi gururunuzu bile göremez hale geliyorsunuz.
dün beni çoktan silen bir insana sıkı sıkı uzunca bir süre sarıldım. bir insan kırk dakika boyunca arada küçük boşluklarla birine sarılabilir mi? sarılabilirmiş.
sarıldığım onun eti kemiği değil içimdeki boşluklar.
ışıksızlığıma, sessiz odaların verdiği bıkkınlığa duyulan nefretimi "sevgi" başlığı altında mantığımın hiç onaylamadığı biriyle örtmeye çalışmak.
derdim tam olarak bu.
normalde söylemem böyle şeyleri aslında. birden ağzımdan dökülüverdi işte.
anlayacak, dinleyecek bir allahın kulu yok yanımda.
yalnızım ben. yalnızlığı eşsiz olmakla karıştırıyoruz ama yanılıyoruz. yalnızlık insanın dinleyen ve anlayan kimsesi olmaması halidir.
tek başıma kalmakla ilgili bir zorum yok hatta severim de. tek başıma gezerim, film izlerim, yemek yaparım, oyalanacak illaki bir şey bulurum. yıllarımı böyle geçirdim ben. böyle geçirmekten de gocunmam ama gün içerisinde bir saat bile olsa güzel bir sohbet edemedikten sonra bu yalınlık hali insana öyle bir koymaya başlıyor ki.
ilk üzüyor sonra insanın kendine şaşıracağı eylemler yaptırtıyor. yanlış ellere sarılıyorsunuz mesela. yanlış olduğunu bile bile ısrarla tutunmaya, sizi istemeyen insaların hayatlarında kendinize yer açmaya çalışıyorsunuz. sizi sevmeleri için bin türlü takla atıyorsunuz. o yalnızlıktan o muhabbetsizlikten o kadar bıkıyorsunuz ki kendi gururunuzu bile göremez hale geliyorsunuz.
dün beni çoktan silen bir insana sıkı sıkı uzunca bir süre sarıldım. bir insan kırk dakika boyunca arada küçük boşluklarla birine sarılabilir mi? sarılabilirmiş.
sarıldığım onun eti kemiği değil içimdeki boşluklar.
ışıksızlığıma, sessiz odaların verdiği bıkkınlığa duyulan nefretimi "sevgi" başlığı altında mantığımın hiç onaylamadığı biriyle örtmeye çalışmak.
derdim tam olarak bu.
devamını gör...
ilginç etimolojik bağlantılar
orman, orak, oran ve orantı sözcükleri eski türkçe ormak (kesmek) eyleminden türemiştir.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının şiirleri
yaprak oldum; döküldüm
ağaç oldum; rüzgar vurdu büküldüm.
ve yaz gelmiş bahçelere ey yâr
neye yarar !
gittiğinden beridir ömrüm sonbahar.
ağaç oldum; rüzgar vurdu büküldüm.
ve yaz gelmiş bahçelere ey yâr
neye yarar !
gittiğinden beridir ömrüm sonbahar.
devamını gör...
hayattan tek beklentim tatlı bir kız çocuğu
ya budur olay.. ne aşk, ne sevgi, ne bağlılık.. ufak bir kızım olsun ya adı bile hazır bade..
büyüsün evlendireyim.. pilli bebek'in kızım şarkısında düğününde dans edelim kızımla. sarayım sarmalayım. küçükken saçını tarayım. ulan baba olmak için doğmuşum ben galiba.. huzur budur arkadaş.
torunumdan bile fazla seveyim kendisini belki. severim be, severdim. kızımı çaldın kadın.. kızımı çaldın. beni bırakmadın sen, kızımı çaldın.
büyüsün evlendireyim.. pilli bebek'in kızım şarkısında düğününde dans edelim kızımla. sarayım sarmalayım. küçükken saçını tarayım. ulan baba olmak için doğmuşum ben galiba.. huzur budur arkadaş.
torunumdan bile fazla seveyim kendisini belki. severim be, severdim. kızımı çaldın kadın.. kızımı çaldın. beni bırakmadın sen, kızımı çaldın.
devamını gör...
öz güveni zedeleyen öğretmen
altıncı sınıfı ailemden uzakta okudum.daha önce evden hiç uzak kalmamıştım, kardeşlerim,annem,babam burnumda tütüyor. amcamlarda kalıyorum.kuzenimle aynı sınıftayız.kuzenim şımarık,tembel.ben uslu, çalışkan. kuzenim beni kıskanıyor, o da çocuk beni istemiyor evde.sadece o değil beni o evde kimse istemiyor ama şartlar biraz kötü.babam köyde görev yapıyor ve ben okumalıyım.
yengem ne kızı üzülsün istiyor,ne düzeni bozulsun,ne de başka birine bakmak.hakli.kizmiyorum.o yüzden midir nedir bana daha az harçlık veriyor,kıyafetlerimi ütülemiyor. sessiz sakinim zaten.annem babam da sıkı sıkı uyarmış amcanlari üzme diye.yemin ederim yazarken gözlerim doluyor yaşadıklarımı düşününce.
derslerde sorun yok.calisiyorum yapıyorum,basariliyim.bir türkçe dersinde sorunum var. şivem olduğu için çocuklar konusmalarimla dalga geçiyor diye çok derse katılmıyorum ama matematikte fende sınıf soruyu yazmadan cevabı yapıştırıyorum.
din kültürü öğretmeni var.cok sert.ama en çok onu seviyorum.yazlari zorla gönderildigim camideki kurslardan her dua ezberimde. hoca hangi duayı dese takır takır okuyorum.hoca bir bana gülümsüyor.haftada bir saat din kültürü dersi var, ders gelsin diye dua ediyorum.hocanin da biraz şivesi var ve o derste açık ara en en en iyisiyim.ondan mıdır nedir aşırı seviyorum öğretmenimi.
bir gün tenefüste sınıfta otururken din kültürü öğretmen geldi ve dedi ki 'bir sınav var,katılmak ister misin?' hafız falan o tarz bir şey.hemen kabul ettim.o gider gitmez bahçeye koştum.kardeslerime hediye almak için biriktirdiğim paraya da kıyıp dondurma aldim.dondurmami yalaya yalaya kuzenimin yanına gittim.şımarıklık da nasıl kötü duruyor üzerimde.kuzenime,yanındaki sınıftan diğer arkadaşlara dedim 'sınav varmış,çok başarılı olduğum için öğretmen beni seçti'.şaşırıyorlar.arada dondurmama dil atıyor abarta abarta anlatiyorum'dualarin hepsini ezbere bilen çocuklar katiliyormus, süper sinavmis'. öyle özgüvenim de yok ama koca sınıfta hoca gelip sadece bana sorunca hava atmak istiyorum.sinav herkesin ilgisini çekiyor.sinifin renkli tokalı kızları bile ilgiyle dinliyor.havam kimse de yok.dediler biz de 'katılabilir miyiz? '
normalde selam vermezler sınavla ilgilenince benle arkadaş oluyorlar sanıp hepsini toplayıp din kültürü hocasının yanına gidiyorum 'arkadaşlarım da sınava katılmak istiyor' diyorum öğretmenime.öğretmen de hayır diyemiyor 18 kişi başvuruyoruz sınava.ama hoca çok sinirli bakıyor bana,pek hoslanmadi bu durumdan belli.hatami anlıyorum ama sınıfta ilk defa yer bulmuşum çok da takmiyorum.
biz o sınava 18 kişi girdik, hiçbir şey de yapamadık.cok saçma bir sinavdi zaten.
neyse aradan bir iki hafta geçti,sınav sonucu da kötü olunca bu hoca benimle muhabbeti, ilgiyi kesti.dualari ezbere bildiğimi görünce dindar bir ailem falan var sandı herhalde.yanilmisti.sadece ezberim iyiydi.baska bilgim yoktu.
birkaç hafta sonra birgün derste beni tahtaya çıkardı.pismis kelle gibi sırıtıyorum. sanıyorum ki aramızdaki buzlar eriyor.icimden diyorum hangi duayı derse desin çok düzgün, çok anlaşılır okuyayım,hoca beni affetsin.heyacanlanmamak için dua ediyorum.
elinde kısa ince bir sopası var.ogrencilere dokunmaz onunla gösterir ne gosterecekse.basladi benim kıyafetlerimi tek tek göstermeye.'gomlege bak,ütü nedir bilmiyor,yaka katlanmış,etek desen iki beden bol.senin annen baban yok mu? ' söyleniyor, sıralıyor,saç,ayakkabı...
dediklerinden çok en sevdiğim öğretmenimin bunu bana demesine üzülüyorum,gözlerim büyüyor,göz yaşlarımı tutmakta zorlanıyorum bir damla aksa durduramayacagim.siniftan çıt ses çıkmıyor.saydikca sayıyor, tahtadayim.gozumu diktim yüzüne göz kırpmadan gözlerim dolu dolu onu izliyorum.her dediği kafamın içinde yankılanıyor.saga sola yürüyor,peygamber efendimiz temizdi diyor,insan içine çıkarken dikkat ederdi diyor,on yaşındayım annemden babamdan uzağım dediği cümleler kafamda yankılanıyor. en son sınıftan en arka sıradan yaramaz bir kiz öğrenci var onun sesi yükseliyor 'onun annesi babası yanında degil '.
ögretmenimin yüzü değişiyor bir anda.hatasini anlıyor. kendime acıyorum.aglayarak sirama geçiyorum.kafami sıraya koyuyor, hıçkıra hıçkıra annemi babamı özleyişimden,yengemin yaptıklarına,kuzenime ,yalnızlığıma,çocukluğuma her şeyime ağlıyorum.
ve söz veriyorum ilerde öğretmen olursam tek bir çocuk benim yüzümden ağlamayacak, üzülmeyecek.
yıllar geçti,zaman degisti ama benim hala biraz özgüvenim eksik.
dağları aştım,bu saçma sapan anıyı aşamıyorum.
yengem ne kızı üzülsün istiyor,ne düzeni bozulsun,ne de başka birine bakmak.hakli.kizmiyorum.o yüzden midir nedir bana daha az harçlık veriyor,kıyafetlerimi ütülemiyor. sessiz sakinim zaten.annem babam da sıkı sıkı uyarmış amcanlari üzme diye.yemin ederim yazarken gözlerim doluyor yaşadıklarımı düşününce.
derslerde sorun yok.calisiyorum yapıyorum,basariliyim.bir türkçe dersinde sorunum var. şivem olduğu için çocuklar konusmalarimla dalga geçiyor diye çok derse katılmıyorum ama matematikte fende sınıf soruyu yazmadan cevabı yapıştırıyorum.
din kültürü öğretmeni var.cok sert.ama en çok onu seviyorum.yazlari zorla gönderildigim camideki kurslardan her dua ezberimde. hoca hangi duayı dese takır takır okuyorum.hoca bir bana gülümsüyor.haftada bir saat din kültürü dersi var, ders gelsin diye dua ediyorum.hocanin da biraz şivesi var ve o derste açık ara en en en iyisiyim.ondan mıdır nedir aşırı seviyorum öğretmenimi.
bir gün tenefüste sınıfta otururken din kültürü öğretmen geldi ve dedi ki 'bir sınav var,katılmak ister misin?' hafız falan o tarz bir şey.hemen kabul ettim.o gider gitmez bahçeye koştum.kardeslerime hediye almak için biriktirdiğim paraya da kıyıp dondurma aldim.dondurmami yalaya yalaya kuzenimin yanına gittim.şımarıklık da nasıl kötü duruyor üzerimde.kuzenime,yanındaki sınıftan diğer arkadaşlara dedim 'sınav varmış,çok başarılı olduğum için öğretmen beni seçti'.şaşırıyorlar.arada dondurmama dil atıyor abarta abarta anlatiyorum'dualarin hepsini ezbere bilen çocuklar katiliyormus, süper sinavmis'. öyle özgüvenim de yok ama koca sınıfta hoca gelip sadece bana sorunca hava atmak istiyorum.sinav herkesin ilgisini çekiyor.sinifin renkli tokalı kızları bile ilgiyle dinliyor.havam kimse de yok.dediler biz de 'katılabilir miyiz? '
normalde selam vermezler sınavla ilgilenince benle arkadaş oluyorlar sanıp hepsini toplayıp din kültürü hocasının yanına gidiyorum 'arkadaşlarım da sınava katılmak istiyor' diyorum öğretmenime.öğretmen de hayır diyemiyor 18 kişi başvuruyoruz sınava.ama hoca çok sinirli bakıyor bana,pek hoslanmadi bu durumdan belli.hatami anlıyorum ama sınıfta ilk defa yer bulmuşum çok da takmiyorum.
biz o sınava 18 kişi girdik, hiçbir şey de yapamadık.cok saçma bir sinavdi zaten.
neyse aradan bir iki hafta geçti,sınav sonucu da kötü olunca bu hoca benimle muhabbeti, ilgiyi kesti.dualari ezbere bildiğimi görünce dindar bir ailem falan var sandı herhalde.yanilmisti.sadece ezberim iyiydi.baska bilgim yoktu.
birkaç hafta sonra birgün derste beni tahtaya çıkardı.pismis kelle gibi sırıtıyorum. sanıyorum ki aramızdaki buzlar eriyor.icimden diyorum hangi duayı derse desin çok düzgün, çok anlaşılır okuyayım,hoca beni affetsin.heyacanlanmamak için dua ediyorum.
elinde kısa ince bir sopası var.ogrencilere dokunmaz onunla gösterir ne gosterecekse.basladi benim kıyafetlerimi tek tek göstermeye.'gomlege bak,ütü nedir bilmiyor,yaka katlanmış,etek desen iki beden bol.senin annen baban yok mu? ' söyleniyor, sıralıyor,saç,ayakkabı...
dediklerinden çok en sevdiğim öğretmenimin bunu bana demesine üzülüyorum,gözlerim büyüyor,göz yaşlarımı tutmakta zorlanıyorum bir damla aksa durduramayacagim.siniftan çıt ses çıkmıyor.saydikca sayıyor, tahtadayim.gozumu diktim yüzüne göz kırpmadan gözlerim dolu dolu onu izliyorum.her dediği kafamın içinde yankılanıyor.saga sola yürüyor,peygamber efendimiz temizdi diyor,insan içine çıkarken dikkat ederdi diyor,on yaşındayım annemden babamdan uzağım dediği cümleler kafamda yankılanıyor. en son sınıftan en arka sıradan yaramaz bir kiz öğrenci var onun sesi yükseliyor 'onun annesi babası yanında degil '.
ögretmenimin yüzü değişiyor bir anda.hatasini anlıyor. kendime acıyorum.aglayarak sirama geçiyorum.kafami sıraya koyuyor, hıçkıra hıçkıra annemi babamı özleyişimden,yengemin yaptıklarına,kuzenime ,yalnızlığıma,çocukluğuma her şeyime ağlıyorum.
ve söz veriyorum ilerde öğretmen olursam tek bir çocuk benim yüzümden ağlamayacak, üzülmeyecek.
yıllar geçti,zaman degisti ama benim hala biraz özgüvenim eksik.
dağları aştım,bu saçma sapan anıyı aşamıyorum.
devamını gör...


