günaydın. iş olmayınca işe gitmek çok saçma.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel *
devamını gör...

kanımca beşiktaş'ın ligin fişini çektiği maç olmuştur. sergen yalçın'ın özellikle rize maçı sonrası; ''cumartesi günü olacakları hep birlikte göreceğiz!'' diye göz dağı vermesi sonrası bu skorun yaşanması benim gözümü korkuttu. bundan sonra sergen yalçın hakkında tek bir olumsuz kelam dahi etmem. sonumun hatayspor gibi olmasını istemiyorum * bu skor aslında önümüzdeki sezonlar içinde bir ders niteliğinde. rakip takımların sergen hoca'yı asla ve kata kızdırmaması gerekiyor. takımı öyle bir motive etmiş ki, takım kırmızı pelerin görmüş boğa gibi saldırdı. ilk yarı 5-0 bitti ama izlemeyenler için söylüyorum; bu nasıl kaçar diyeceğiniz en az 5 pozisyon daha vardı. kartal resmen parçaladı geçti. şampiyon gibi oynayan bir beşiktaş izledik.

bir kaç kelam da hazımsızlık yaşayan rakip takım taraftarları için söylemek lazım; alanyaspor maçının açıklamasını alanyaspor'un bizzat kendisi fenerbahçe maçında yaptı. davidson da luz pereira namı diğer davidson altı pastan bomboş kaleye gol nasıl kaçırılır gösterdi. kaldı ki, alanyaspor - beşiktaş maçının ilk çeyrek diliminde beşiktaş'ın 3 tane direkten dönen topu var. işe bakın ki alanyaspor fenerbahçe maçında da alanyaspor'un üç topu direkten döndü * neyse bunlar işaretler. göklerden gelen bir karar vardır muhakkak * bahsettiğiniz takım beşiktaş yeri geldi trabzon'u 7-1 yendi. veselinoviç eliyle 5 işareti yaptığında beşiktaşımız veysel hocamızı kırmadı gitti kadıköy'de fenerbahçe'ye 5 attı. kalecisiz deplasmanda ezeli rakibine gerekli dersi verdi vs vs. yeni kuşak iki büyük masalına inandırıldığı için beşiktaş kendine geldiğinde fabrika ayarları bozulup mavi ekran veriyorlar. önce takımlarınızın kadro değerine bakacaksınız. lig genelinde oynadığınız kötü futbolu göreceksiniz, şapkayı önünüze koyacaksınız ve ondan sonra beşiktaş'a laf edeceksiniz. alanyaspor'da hatay'a 6 tane gol attı bu sezon. bilenmiş, hırslanmış şampiyonluğa yürüyen beşiktaş mı ''pamuk prenses ve yedi cüceler masalı''na nazire yapmayacak? bu kadar sıkmayın canınızı an itibarı ile hak eden şampiyon olmak üzere. hazımsızlık varsa beypazarı soda şu an dertlerinizi bitirmek için bire bir olur.

rize maçından neredeyse iki gün sonra sahaya çıkacaksınız. herkes pusuda puan kaybınızı bekleyecek, bu arada rakip takımın hocası covid olacak ve oyuncular için test yapılması talebi geri çevrilecek buna rağmen kalkıp siz şu türküyü söyleyeceksiniz;

biz tam 7 cüceyiz on dört kollu bir deviz. var mı bize yan bakan hey yan bakan hey yan bakan...

bu her babayiğidin harcı değil. ne zaman iyi olanı hak edeni alkışlamayı öğrenirsiniz işte o zaman işler güzelleşir. sodalarımızı içelim keyfimize bakalım değerli dostlar. ha bu arada lafım sadece hazımsızlığı olan arkadaşlara daha öncesinde beşiktaş'ın bu sezonu tartışmasız hak ettiğini söyleyen pek çok rakip takım taraftarı yazar arkadaşımız oldu. onlara da objektif ve aklı selim duruşlarından ötürü teşekkür ederiz.

adettendir;

siyah ulan!
devamını gör...

kim bilir kaçıncı kez tanımadığı bir yatakta uyanıyordu. usulca doğrulup etrafında ne var ne yok göz gezdirdi. anımsamaya çalıştı odadaki nesneleri. çok fazla eşya yoktu. kırık dökük bir masa, yanında ahşap sallanan bir sandalye, üç çekmecesi olan bir elbise dolabı. şimdilik gözüne çarpan bunlardı. uyanır uyanmaz odayı yokladıktan sonra ilk aklına gelen evde kendisinden başka biri olup olmadığını kontrol etmek oldu. yataktan hafifçe sıyrıldı, başucundaki hırkayı üzerine geçirip yola koyuldu. teker teker mutfağa, salona ve banyoya baktı. bu ufak ve bir o kadar soğuk, yabancı evde tek başınaydı.

uzun zamandan beri adı konulmamış bu hastalığın ya da sendromun pençesindeydi buğra. uykuya dalmadan önce ertesi sabah nerede uyanacağını bilmeden kafasında soru işaretleri ve içinden çıkamadığı bir bilinmezlikle boğuşuyordu. bir ailesi yoktu, daha doğrusu onları hiç tanımamıştı. varlıklarından bir haber olduğu aile daha yolun başında onu yalnız bırakmıştı. kendini bildiğinde yetimhanedeydi. ev diyebileceği, uyandığında aidiyet hissedebileceği, yanıdığı tek yuva orasıydı. azımsanmayacak bir zamandır yuvadan uzaktaydı. zaman mefhumunda bir sıkıntı olmasa da mekanda süregelen bir bilinmezlik mevcuttu. kim olduğunu, hangi yılın hangi ayının hangi gününde olduğunu biliyordu. sürekli değişen ise nerede olduğuydu.

bugün günlerden pazartesi, buna eminim. bütün pazarımı ikinci el eşya ve kitap satan dükkanın tozlu raflarını temizlemek ve düzene sokmakla geçirmiştim. zor ya da öğrenilmesi vakit alacak bir iş değildi. kalıcı olmadığımı bilsem de bu işi sevmiştim. dükkan sahibi sadık abi anlayışlı ve halden anlayan bir adamdı. yabancılık süreci yaşatmadı desem yeridir. o pazardan tam iki hafta önce bu dükkanın asma katındaki kanepeden bozma yatakta uyanmıştım. sadık abi beni bulduğunda hırsız olduğuma ihtimal vermediği için şanslıydım. belli bir süredir bu mekansız uyanmalardan muzdarip olduğumdan artık uyanınca yapacağım izahatler hazır oluyordu. bu sefer hikaye uydurmam gerekmedi. sadık ne söylerse onaylıyordum. senaryoyu benim yerime o yazmıştı. evsiz olduğumu, sığınacak bir yer ararken kendisinin dükkanını bulduğumu, allaha emanet kapısını zorlanmadan açtığımı ve geceyi burada geçirdiğimi onayladım. kimsesiz olduğumu zaten ilk bakışta anlamıştı. galiba yüzüme ve duruşuma işlemişti bu süresiz yalnızlık. bir dahaki bilinmez uyanışa kadar burada kalabilirdim. sanki o asma kat zaten uzun zamandır beni bekliyormuş gibiydi. işim de olmuştu, dükkanın getir götürünü, temizliğini yapıyordum. burada geçen günlerimi arayacaktım, eminim. insanın hiçbir yere ait olamaması kadar acı verici bir şey olmasa gerek. bundan daha kötüsü kim olduğunu bilmemek, sokaklarda kimliksiz dolaşmak olurdu ancak.

peki şimdi neredeydim? bu ev kimindi ve ben yine ait olmadığım bu yere nasıl gelmiştim? her sabah böyle olmuyordu, hatta bu sendromun sıklığıyla ilgili en ufak bir istatistiğim dahi yoktu. bazen üç ay, bazen iki hafta, bazense bir gün. ama muhakkak er ya da geç oluyordu. muhakkak bir sabah uyandığımda evvelki gece bulunduğum mekanın dışında yabancı olduğum yeni bir yerde gözlerimi açıyordum. bitmek bilmiyordu bu ızdırap. hiçbir yere alışamıyor, hiçbir yerde tam anlamıyla yerleşemiyordum. mutfağa girdiğimde kimsenin evde olmadığına artık emin olmuştum. diğer mekanlarda kimseye rastlamadığı gibi evin içinde gezinirken yeltendiği "kimse var mı?" soruları da cevapsız kalmıştı. şansına buzdolabında kahvaltı için malzemeler mevcuttu. üstünkörü de olsa bir şeyler atıştırdıktan sonra keşif turu için üzerini değiştirmeden evden ayrıldı. dolapta kendinin olup olmadığından emin olamadığı kıyafetleri şimdilik denemedi. zaten üstünde gündelik elbiselerle uyumuş olduğundan hazır bir şekilde evden çıktı. ilk işi sokağın başındaki bakkala gitmek oldu. ilk zamanlarda olduğu gibi "ben nerdeyim", "burası hangi şehir", "hangi mahalledeyiz" sorularını karşı tarafı ürkütmemek için artık sormuyordu. bulunduğu mekanı kavramak için daha dolaylı yollara başvuruyordu. bakkaldan yerel bir gazete aldı, gazetenin üstünde eskişehir merhaba gazetesi yazıyordu. dün istanbul'da uykuya dalan buğra bugün eskişehir'de gözlerini açmıştı. zaman zaman bu oluyordu, şehir değiştirme. ilk başlarda sadece aynı şehir içerisinde mekan değiştiren bedeni zaman içerisinde bir sabah ankara bir sabah sakarya gezer olmuştu. işin en acıklı yanı ise buğra'nın bu durumu paylaşabileceği kimsesi olmamasıydı.

aklına ilk istanbul'a dönme fikri geldi. daha önce de denemişti. önceden bulunduğu mekanı, tanıştığı insanları bulabilmek için yeni uyandığı yerden eskisine yolculuğa çıkmıştı. ama bir önceki adresine gittiğinde ne kaldığı yerden, ne yaptığı işten, ne de tanıştığı insanlardan bir iz bulabilmişti. sanki o anlar hiç varolmamış gibiydi. yine hüsranla karşılaşmamak için istanbul'a dönme fikrini şimdilik erteledi. eskişehir'de ne işi vardı onu bulmalıydı. cüzdanını kontrol etmek yeni aklına gelmişti. anadolu üniversitesi'ne ait personel kartı gözüne ilişti. bunun yanında bir maaş kartı, birkaç da kartvizit vardı cüzdanda. acaba buradaki yolculuğu ne kadar sürecekti, burada ne işi olduğunu çözmeye değecek kadar süre geçirip geçirmeyeceğini bilmese de araştırmaya karar verdi. şarkıda sil baştan başlamak gerek bazen diyordu ya, buğra için artık sil baştan başlamamak gerekiyordu. kim bilir kaçıncı kez sıfırdan başladığı hayatı artık onu usandırmıştı. adımlarına bu durumun yarattığı yılgınlık sirayet etmişti ama daha tam olarak pes etmemişti. biliyordu. bir gün artık buraya kadar deyip pes edecek ve belki de bu hayata artık daha fazla katlanamadığını farkedip kısa yoldan bu işi bitirecekti. ama şimdi değil.

üniversiteye vardığında kimlik kartını turnikeye okutup içeri girdi.kapıdaki güvenlik uzun süredir tanıdığına delalet eden bir iyi günler dileğiyle karşıladı onu. evet ama şimdilik ne yapacaktı. güvenliğe burada ne işi olduğunu sormak abes olurdu. içeride yolunu yardım olmadan bulmak ise imkansız. havadan sudan bir muhabbetle konuyu buradaki işine getirebilirdi ve denedi. şansına geveze güvenlik konuştukça konuştu ve bir ara kütüphanede işler nasıl cümlesi geçti. bingo ! kütüphanede memurdu buğra. doğrudan oraya yönelmedi, biraz daha sohbet etti ve öyle yoluna gitti, istediğini almıştı. kütüphaneyi bulduğunda saat 10'u geçmişti. bankoda görevli olan, emekliliğine az kalmış yaşlı kurt ihsan nerede kaldın yahu, başına bir iş geldi sandık diye karşıladı onu. telefonun da kapalı, kaç kere aradım. bunca yılın tecrübesine rağmen buğra bu sabah en önemli şeyi atlamıştı, telefonunu kontrol etmek. bu kadar uğraşmasına gerek kalmayacaktı belki. şarjım bitmiş, farketmemişim diye başından savdı ihtiyarı. kütüphane içerisinde şüphe çekmeden bir tur attı, o sırada ihsan'ın şüpheli bakışları onu takip etmeye devam ediyordu. bu çocukta bir haller var bugün ama hayırlısı dedi içinden. sonrasında daha fazla dayanamadı. " oğlum buğra ne dolanıp duruyorsun, gel otursana yerine" diye seslendi. neyse ki yeri belliydi, zaman içerisinde bu ihtiyardan yaptığı işi de öğrenirdi. gerçi şimdiden belliydi neyin ne olduğu az çok. kütüphanede öğrencilerin aldığı kitapları sisteme işliyorlar, iade kitapları yerlerine yerleştiriyorlar, kısacası bir kütüphane memuru gün içerisinde ne yaparsa onu yapıyorlardı. ihsan'ı fazla şüphelendirmemek için çok soru sormadı. öğle yemeğine kadar yerinde sakince oturup onu takip ederek işinin gerekliliklerini kafasında bir yere not etti. bu kaçıncı iş öğrenişim diye geçti aklından bir ara. artık hafızası doluyordu. sürekli yeni bir işe adapte olmak zorunda kalmak, işin gereksinimlerini öğrenmek yoruyordu onu. ama bu seferki çok zorlayıcı sayılmazdı.

günün sonunda yorgun hissediyordu. eve dönüş yolunu bulma derdi olmadı. kapının önündeki servisçi sabah yoktun buğra bey deyince anladı mevzuyu. kısa bir izahat sonrası servise atladı, evin önündeki sokakta indi. eskişehir'deki ilk işi günü bitmişti. akşam yemeği için bakkaldan birkaç şey aldıktan sonra eve geldi. evden çıkmadan pencereleri açmadığına pişman oldu, boğucu ve havasız bir ortam karşıladı onu. temizlik yapmaya değer mi diye düşündü, biraz beklemeliydi. burada ne kadar kalacağını bilmediğinden öteledi bu işi de. yemeğini yedikten sonra telefonunu kurcalama vakti geldi nihayet. buğra'nın bir sosyal medya hesabı yoktu ama internetten ya da mail adresinden bir şeyler öğrenebilirdi. okula ait mail adresinde okunmamış 72 mail bekliyordu. çoğu okulla alakalı duyurular olan gereksiz mail yığını arasında biri ilgisini çekmişti. gelen mail suat'tandı. yetimhanede edindiği ender arkadaşlardan biriydi. yazıda kendisine uzun zamandır ulaşmaya çalıştığını, internette ismini aratırken üniversitenin sitesinden mail adresine ulaştığını belirtiyordu. bunca zamandır ne yaptığını, nerelerde olduğunu da iliştirmişti soru olarak. buğra için yeni bir umut ışığı doğmuştu, sonunda hayatının normal seyrinde olduğu çocukluk günlerinden biri ona ulaşmıştı. suat'ın yazdıkları arasında kendisinden bahsettiği kısımlara tekrardan göz attı ve ankara'da yaşadığını gördü. mailin sonunda müsait oldukları bir zamanda buluşalım diye eklemişti.

sisli bir ankara sabahunda gözleri suat'ı arıyordu kızılay meydanında. bir dönem bu şehirde yaşamıştı, üç ay kadar. o zamanlar bakanlıklardan birinde uzman yardımcısı görevindeydi. uyanışların en iyilerinden birisiydi. oldukça prestijli bir hayata uyanmıştı ankara'da. tabi sürdüremedi bu durumu. iki yıl aradan sonra aynı şehirde bulunmak garip hissettirmişte, hafifçe ürperdi. saat tam 10'da suat'ı üzerinde gri bir palto, omzunda bir evrak çantası kendisine doğru gülümseyerek gelirken farketti. mailde yetişkin haline ait fotoğrafını iliştirdiği için tanımak zor olmadı. meydana yakın kafelerden birine girdiler. geçmişle ilgili kısa bir konuşmanın ardından şimdiki zaman geldi sıra. suat avukat olmuştu, çankaya'da bir hukuk bürosunda çalışıyordu. evlenmiş, bir kız çocuğu sahibi olmuştu. kılık kıyafetinden de anlaşılacağı üzere hali vakti yerindeydi. kendisi hakkında olan biteni anlattıktan sonra buğra'ya gelmişti sıra. kısaca eskişehir'den bahsetti. orada yeni olduğunu ve uyanışları anlatmadı. aslında buraya gelirken niyeti bunları ona anlatmaktı ama deli damgası yemekten korkuyordu. sonuçta anlatacakları aklı başında kimseye mantıklı gelecek türden şeyler değildi. bunu denese kaybedecek bir şeyi olmazdı belki, suat bu zamana kadar ortalarda yoktu, bundan sonra onu deli belleyip görüşmese ne eksilirdi. sadece kendine yediremediğindendi bu tavır, yoksa suat'ın ne düşüneceği çok da umrunda olmazdı. neden sonra muhabbet bir anda yetimhaneye geldi, ikisi de ayrıldıktan sonra bir daha oraya uğramamıştı. oradan hatıra kalan birini görmek bir anda buğra'ya buraya tekrar gitme isteği uyandırmıştı. ne kaybederdi ki.

ve her şeyin başladığı yerdedir. aradan geçen 12 yıldan sonra yetimhanededir. doğrusunu söylemek gerekirse artık burası bir yetimhane de değildir. terk edileli uzun zaman olmuş, metruk, yıkık dökük bir yer halini almıştır. buğra etrafında kimselerin olmadığı binanın içerisine yavaş adımlarla girer. kapı ardından kapandığında bir an süren karanlığın ardından her şeyi yerli yerinde bulur. koğuşu, ranzası, yemekhane, ilk yardım odası. her şey 12 yıl önce bıraktığı gibidir. koğuşuna gider, yatağını bulur. yorgunluktan kapanan gözlerini açık tutamaz ve uykuya dalar. artık ait olduğu yerdedir. hatta bu hayatta ait olabileceği tek yerdedir. uyandığında ve tekrar uyuduğunda, değişmeyen tek yerdedir.
devamını gör...

uyku,bir düşman ordusu gibi;kendini bırakmaya gelmiyor...

lüzumsuz adam
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

diğer adıyla onbinlerin dönüşü adlı kitap / günce.

yazarı sokrates'in öğrencisi olan ksenophon'dur, kitapta o dönem ve şu an bildiğimiz anadolu insanı hakkındaki benzerlikler beni en fazla şaşırtan konu olmuştur.
ari çokona çevirisi okunabilecek en güzel halidir.
devamını gör...

-başlarda ilgiye boğup daha sonra soğuk yapan
-kişisel temizliğe önem vermeyen
-gidilen mekanlardaki çalışanlara nazik olmayan
-taktik yapmaya çalışan
-yalan söyleyip karşıdakini salak yerine koyduğunu sanan
-gereksiz cimri olan
-sabahtan akşama kadar kendi sorunlarını anlatan ama asla karşı tarafı dinlemeyen
-hayvan sevmeyen
-vicdan yoksunu
-dedikodu yapan
-kıskanç olan

kişilerden itinayla soğunulur.( sevgili veya arkadaş)

buyüzden çevremde az kişi var ya.*
devamını gör...

kapari çiçeği kokusu. bu mevsimde henüz çalı gibi ama açınca hayat gibi bir koku soluyor insan. koparınca, çiçek solmaya başlayınca o güzel kokuya çürük bir koku ekleniyor. solgun kokuyor sanki ölünce. hayatla bağını kaybedince birçok insanın yaşadığı gibi bir çürüklük ekleniyor. o bağ kuvvetliyken kokusundan bir tutku taşıyor.
devamını gör...

15 dk mesafede olmama rağmen katılıyor-muş gibi yaptığım. hain kapitalizm, iş biterse gelcem.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

genel olarak beceriksiz ve kendi yaptıkları ile bir yere gelemeyen, yeteneksiz insanların sıklıkla başvurduğu bir yöntem. öenmsiyormuyuz? tabi ki hayır. kudursunlar efendim hasetlerinden çatır çatır çatlasınlar. çok da şeyimdeydi afedersin.
devamını gör...

susmak bir tercih midir? bir vazgeçiş mi? yoksa yenilgi mi?
e. noelle neumann bu konu hakkında; kişi toplumdan farklı olan düşüncelerini dile getirmez ve çoğunlugun fikrini kabullenir. toplumda sessiz çoğunluk fazla olsada, düşüncelerini söyleyen ve dayatan kesim daha hakim duruma gelir der.
bu araştırma daha geniş bir bakış açısıyla yapılmış ve sonuçları itibariyle siyasi partilere yol göstermiştir. sessiz çoğunluğun sesiyiz gibi sloganlar bu kuramdan sonra kullanılmıştır.
ancak insanlar sadece siyasi düşüncelerini dile getirmek için değil, özel nedenlerden dolayı da susmayı tercih edebilirler. okuduğum bir kitapta (kitabı ve yazarı bulursam ekleyecegim) suskun insanları ikiye ayırır. “bazı insanlar susuyorsa gerçekleri bildikleri içindir. bazı insanlar susuyorsa gerçeği saklamak içindir.”

derin ve sessiz bir konu.
devamını gör...

(bkz: sen yine ne saçmalıyorsun)
devamını gör...

futbol olmuş günah keçisi
severiz biz birbirimizi
gün olur asra bedel
görmelisin sevincimizi
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

sözlükteki trollerin açtıkları başlıkları okuyup tüm laflarımı bir hışımla anında hazırlayıp tam yazacakken sanki elektrik çarpmış gibi bir anda kendime geliyorum ve parmaklarımı usulca klavyeden çekiyorum.
devamını gör...

tdk'deki tanımına göre:
yavrum!
sevecen bir biçimde söylenen bir seslenme sözü.

benim içinse, babaannemin hitap kelimesi. yavrum gel bir sarılayım, mis kokunu içime çekeyim derdi hemen ardından. uzun uzun, koklaya koklaya öperdi sonrasında da.
tanımadığı arkadaşlarımıza ya da doktora falan gidince onlara da siz benim evladım yaşındasınız, yavrum sayılırsınız, yanlış anlamayın deyip 'yavrum' diye hitap ederdi.
çok özledim. sıkı sıkı sarılmayı. "oh misss kokunu güzelce içime çekeyim." deyip sarmalamayı bırakmayaşını.
devamını gör...

sayın sözlük yazarları lütfen bu başlığı ve emre_1974tr adlı şahısı dikkate almayın. kendisi beni ve diğer tüm inançsızları mason olarak nitelendiriyor. troll değil teyit ettim. temmennim bu gibilerine geçit vermeyin.

islam yükselişte falan değil çakılıştır o.
devamını gör...

şüphesiz ki sözlük her türlü fenalığı azgınlığı ve küfrü yasaklar. tutasınız diye öğüt verir.
devamını gör...

arayarak konuşmak iyidir.

yazmak her duygunun karşılığını göstermiyor bence, sonra günaydın yazmakla günaydınnn yazmak arasındaki abuk farkı tartışmak zorunda kalıyorsun.

çokta uzun konuşamam gerçi telefonda, o yüzden kısa ve sonuç odaklı konuşmanın hastasıyım.
devamını gör...

ülkede özgürce fikrini beyan etmek de suç olmuş artık. tedbirleri yeterli bulmadığını söylemenin görevden uzaklaştırma almak için yeterli bir sebep olduğunu düşünmüyorum. yazık.
t: anlam veremediğim bir uzaklaştırma kararı.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim