seviyeli tartışma
tartışmadaki amaç eğer " öğrenmek" ise ,ister istemez çok faydalı, gayet nezih bir konuşma içinde gerçekleşiyor.
ancak amaç savaşta gibi karşıısındakini alt etmek, bundan keyif alıp, böbürlenmek ise maalesef yol açtığı örneklerini çokca görüyoruz.
ancak amaç savaşta gibi karşıısındakini alt etmek, bundan keyif alıp, böbürlenmek ise maalesef yol açtığı örneklerini çokca görüyoruz.
devamını gör...
magnolia
aslında pratik bi tatlı olmasına rağmen nasıl bu kadar vaktimi aldığına şaşırdığım tatlıdır. ama lezzeti mükemmel olduğu için buna değer.
devamını gör...
kitap okumuyorum eksikliğini de hissetmiyorum diyen tip
biz hissediyoruz ama diyecegim tip.
devamını gör...
1,5 yaşındaki bebeklerini komşuya bırakıp intihar eden çift
içimiz kan ağlıyor her gün bu haberleri gördükçe..
biraz içi cız etmez mi bu malum yönetime oy verenlerin?
bu kadar mı nasır bağladı be yüreğiniz? bu kadar mı taşlaştınız?
biraz içi cız etmez mi bu malum yönetime oy verenlerin?
bu kadar mı nasır bağladı be yüreğiniz? bu kadar mı taşlaştınız?
devamını gör...
iko (yazar)
#886087
mor mahlasını günlük 500 karma ile kiraya veren iko'nun köşeyi döndüğü, sözlüğü tekeline alıp "bir gün tüm karmalar benim olacak" dediği yönündeki dedikodular yazarlar arasında kulaktan kulağa yayılmaya başladı.
tüm bu dedikodular karşısında iko'nun portakaldan yatağında keyifle gülümseyerek mor takımı ile olanları izlediği gelen haberler arasında. kameraların yakalayabildiği iko'ya ait en güncel fotoğraf aşağıdadır.*
mor mahlasını günlük 500 karma ile kiraya veren iko'nun köşeyi döndüğü, sözlüğü tekeline alıp "bir gün tüm karmalar benim olacak" dediği yönündeki dedikodular yazarlar arasında kulaktan kulağa yayılmaya başladı.
tüm bu dedikodular karşısında iko'nun portakaldan yatağında keyifle gülümseyerek mor takımı ile olanları izlediği gelen haberler arasında. kameraların yakalayabildiği iko'ya ait en güncel fotoğraf aşağıdadır.*
devamını gör...
rasim ozan adam mıdır
adam ile rasim arasındaki tek ilişki, her iki kelimede var olan a ve m harfleridir.
devamını gör...
güne bir stefan zweig sözü bırak
belki de insan her şeyi içine atmaktan boğuluyor zamanla.
amok koşucusu.
t: güne stefan zweig'in bir sözünün bırakıldığı başlık.
amok koşucusu.
t: güne stefan zweig'in bir sözünün bırakıldığı başlık.
devamını gör...
para mutluluk getirir mi getirmez mi sorunsalı
para mutluluk getirmez. içinizde ne varsa onu arttırır sadece. mutluysanız mutluluğunuzu, doyumsuzsanız doyumsuzluğunuzu arttırır.
devamını gör...
the motorcycle diaries
bu akşam trt 2 de yayımlanan, ernesto (che guavera) ile alberto'nun arkadaşlığı ve güney amerika kıtası insanlarını anlatan güzel bir film. müziklerini tevafuk eseri youtube da dinleyip filme bir türlü vakit ayiramamistim. su sözlükte her konuda ahkam kesen bizlerin bir motorun arkasına takılıp yurdun ya da dunyanin dört bir köşesini gezmedikce hiç bir konuda ağzımızı acmamamiz gerektiğini öğretmiştir.
devamını gör...
yazarların şu an dinledikleri şarkı
yüksek sadakat-döneceksin diye söz ver
tanımı yazarken dinlediğim şarkının değişmesi *
son feci bisiklet-bikinisinde astronomi
tanımı yazarken dinlediğim şarkının değişmesi *
son feci bisiklet-bikinisinde astronomi
devamını gör...
eleanor fortescue-brickdale
1872 - 1945 yılları arasında yaşamış ingiliz ressam ve illüstratör.
refah seviyesi yüksek ve hatrı sayılır bir ailede doğmuştur, bu yüzden de kadınlardan sadece iyi bir evlilik yapması beklenilen bir zamanda ressam olma fırsatını zorla da olsa elde edebilmiştir.
resim yapmaya genç yaşlarda başlamış bir sanatçıdır. 1897'de royal academy schools'a girmeden önce crystal palace sanat okulu'nda eğitimine başladı. bu okullara kadınlar sadece 1860'tan beri kabul ediliyordu ve o zaten önemli dergiler için ticari illüstrasyonlar üreterek normalde kadın sanatçılardan beklenen sınırların ötesinde çalışıyordu.
akademide, john everett millais'in öğrencisi olan john byam liston shaw'un etkisi altına girdi. byam shaw, 1911'de kendi sanat okulunu kurduğunda, fortescue-brickdale orada öğretmen oldu.

the pale complexion of true love adlı bu eseri royal academy'de sergilenen ilk büyük eseridir. başlığı shakespeare'in as you like ıt adlı kitabından alınmıştır - bu tür edebi alıntılar viktorya dönemi sanatçıları arasında popülerdi ve ressam bu tarz alıntıları sık sık kullanmıştır. pre-raphaelite sanatçılarının erken rönesans ve öncesinden stilleri yeniden canlandırmasının üzerinden elli yıl kadar geçmiş olmasına rağmen, ressam bu elizabeth dönemi sahnesini benzer bir tarzda ve parlak renklerle betimlemiştir.
bu ve bunun gibi dönemi için epey eskiden kalan bir tarzda yaptığı resimler ve illüstrasyonlar onun birçok kez "son pre-raphaelite sanatçısı" olarak anılmasını sebep olmuştur.
(bkz: the little foot page) adlı tablosuyla ilgili başlık.
the gilded apple
refah seviyesi yüksek ve hatrı sayılır bir ailede doğmuştur, bu yüzden de kadınlardan sadece iyi bir evlilik yapması beklenilen bir zamanda ressam olma fırsatını zorla da olsa elde edebilmiştir.
resim yapmaya genç yaşlarda başlamış bir sanatçıdır. 1897'de royal academy schools'a girmeden önce crystal palace sanat okulu'nda eğitimine başladı. bu okullara kadınlar sadece 1860'tan beri kabul ediliyordu ve o zaten önemli dergiler için ticari illüstrasyonlar üreterek normalde kadın sanatçılardan beklenen sınırların ötesinde çalışıyordu.
akademide, john everett millais'in öğrencisi olan john byam liston shaw'un etkisi altına girdi. byam shaw, 1911'de kendi sanat okulunu kurduğunda, fortescue-brickdale orada öğretmen oldu.

the pale complexion of true love adlı bu eseri royal academy'de sergilenen ilk büyük eseridir. başlığı shakespeare'in as you like ıt adlı kitabından alınmıştır - bu tür edebi alıntılar viktorya dönemi sanatçıları arasında popülerdi ve ressam bu tarz alıntıları sık sık kullanmıştır. pre-raphaelite sanatçılarının erken rönesans ve öncesinden stilleri yeniden canlandırmasının üzerinden elli yıl kadar geçmiş olmasına rağmen, ressam bu elizabeth dönemi sahnesini benzer bir tarzda ve parlak renklerle betimlemiştir.
bu ve bunun gibi dönemi için epey eskiden kalan bir tarzda yaptığı resimler ve illüstrasyonlar onun birçok kez "son pre-raphaelite sanatçısı" olarak anılmasını sebep olmuştur.
(bkz: the little foot page) adlı tablosuyla ilgili başlık.
the gilded apple
devamını gör...
leylaklarını anlatıyorum
“leylak getiriyorsun bana güneşli bir gün
onu saçlarından topladığın belli
bir leylak bahçesisin karşımda
böyle kucağında kalsa daha iyi
bir vazoya bırakıp gidiyorsun
sen gidiyorsun leylaklar kalıyor mu sanki
önce renkleri gidiyor arkandan
nesi varsa gidiyor soyunarak
her vazoya baktıkça karşımdasın ne tuhaf
her kokladıkça dönüp dönüp geliyorsun
düşünceler gibi filizleniyorsun gün geçtikçe
yaprak yaprak gelişiyorsun
leylak leylak bakıyorsun gözlerimin içine
ölümsüz bir mevsim oluyorsun.”
rıfat ılgaz şiiri.
onu saçlarından topladığın belli
bir leylak bahçesisin karşımda
böyle kucağında kalsa daha iyi
bir vazoya bırakıp gidiyorsun
sen gidiyorsun leylaklar kalıyor mu sanki
önce renkleri gidiyor arkandan
nesi varsa gidiyor soyunarak
her vazoya baktıkça karşımdasın ne tuhaf
her kokladıkça dönüp dönüp geliyorsun
düşünceler gibi filizleniyorsun gün geçtikçe
yaprak yaprak gelişiyorsun
leylak leylak bakıyorsun gözlerimin içine
ölümsüz bir mevsim oluyorsun.”
rıfat ılgaz şiiri.
devamını gör...
geyik dikeni
kuzey anadolu dağlarında yetişen 2 ila 6 metre yüksekliğinde kışın yapraklarını döken bir ağaçtır. kırmızı ve biraz mayhoş bir meyveye sahiptir.
devamını gör...
şarkılarda geçen acımasız cümleler
rafet el roman
inan artık seni hiç sevmiyorum .
inan artık seni hiç sevmiyorum .
devamını gör...
boş beleş insanların yazar olması
ekleme: ulen başlık altında herkes haklı bu nasıl oldu anlamadım
misal ben. neden izin veriyorlar anlamıyorum. hiç bir özelliğim, bilgim yok ama burada yazabiliyorum ve benim gibi niceleri burada. gerçi beni önceden kovdular ama geri geldim.
misal ben. neden izin veriyorlar anlamıyorum. hiç bir özelliğim, bilgim yok ama burada yazabiliyorum ve benim gibi niceleri burada. gerçi beni önceden kovdular ama geri geldim.
devamını gör...
ya kızım beni deli etme ben aradığımda o telefon açılacak diyen erkek
bir de bu erkeklerin, bu tavrından hoşlanan kızlar var. üzülüyorum be sözlük.
devamını gör...
ölüler
orada bir johnny var. hani at olan. dönme dolap misali dönen ya da daha doğru tabirle heykeli tavaf eden. hah işte o koca öyküde durağan olmayan tek şey o. dön baba dönüyor garibim, millet atın haline ahvaline gülüyor. oysa trajikomik bir vakıa. zira öyküdeki doğrulayıcı ölü nesne bizatihi johhny. hepsinin hikaye boyunca oluşan durumunu özetleyen bu güzelim atın ta kendisi. aslında hikayenin ötesinde dublinliler kitabının pik noktası da johnny oluyor düşününce. ya da ben böyle düşünüyorum. zaten joyce anlaşılması zor bir yazar. daha sade bir dili olan bu öyküler bütününde, belki de ters köşe yapmıştır bize, ne bileyim... hatta mezarında gülüyordur; '' hay ben sizin yapacağınız tespitin iç açılar toplamını öpeyim!'' diyerek bizimle kafa buluyordur.
ha! öyküde çıkarım olarak emin olduğum bir nokta varsa, o da katolik kilisesine çaktığı bölüm. kadınlar korosu mevzusunda, yarattığı karakterin nahif eleştirileri, aslında tüm rezilliği gözler önüne sermek için kullanılmış güzel bir metot. mahcup ama bir o kadar da neşter vurucu bir bölüm orası. kilisenin zorbalığını, baskıcı yanını, ayrımcılığını ve yanardönerliğini bu kadar efendice gözler önüne sermek gerçekten ustalık isteyen bir iş. bak şimdi işkillendim yahu. hadi öyle değilse? mezardan fısıltılar gelmeye başladı. yok yahu başka ihtimal söz konusu değil . son kararım! seyirci ve joker hakkı ile de işim olmaz. yalnız nefis saçmaladım. bu konuda kendimi tebrik ederim.
hülasa; dublinliler güzel kitaptır. hikayeler arasında inceden bağlantılar vardır. yoksa da yine mezardan gelen sese kulak verirsiniz, o noktada sorumluluk kabul etmiyorum. esaret, durağanlık, başarısızlık ve son nokta da ölüm! dörtlü bir döngü. o yüzden yine en sonda johnny'e döneceğim. kitaba dair her şeyin ve tüm o hikâyelerin özünde, o atın olduğuna yemin edebilirim ama ispat edemem. ölüler hikayesinin en sonda yer alması ve johhny'nin orada ortaya çıkması da beni destekliyor. ha desteklemese ne olacak? söyledim ya nefis saçmaladım zaten *
ha! öyküde çıkarım olarak emin olduğum bir nokta varsa, o da katolik kilisesine çaktığı bölüm. kadınlar korosu mevzusunda, yarattığı karakterin nahif eleştirileri, aslında tüm rezilliği gözler önüne sermek için kullanılmış güzel bir metot. mahcup ama bir o kadar da neşter vurucu bir bölüm orası. kilisenin zorbalığını, baskıcı yanını, ayrımcılığını ve yanardönerliğini bu kadar efendice gözler önüne sermek gerçekten ustalık isteyen bir iş. bak şimdi işkillendim yahu. hadi öyle değilse? mezardan fısıltılar gelmeye başladı. yok yahu başka ihtimal söz konusu değil . son kararım! seyirci ve joker hakkı ile de işim olmaz. yalnız nefis saçmaladım. bu konuda kendimi tebrik ederim.
hülasa; dublinliler güzel kitaptır. hikayeler arasında inceden bağlantılar vardır. yoksa da yine mezardan gelen sese kulak verirsiniz, o noktada sorumluluk kabul etmiyorum. esaret, durağanlık, başarısızlık ve son nokta da ölüm! dörtlü bir döngü. o yüzden yine en sonda johnny'e döneceğim. kitaba dair her şeyin ve tüm o hikâyelerin özünde, o atın olduğuna yemin edebilirim ama ispat edemem. ölüler hikayesinin en sonda yer alması ve johhny'nin orada ortaya çıkması da beni destekliyor. ha desteklemese ne olacak? söyledim ya nefis saçmaladım zaten *
devamını gör...
asla başarılı olamayacak insanların ortak özellikleri
zamanlarını asla verimli kullanmamaları. ben bunu çok önemsiyorum. gün her insan için 24 saatttir. başarılı insanları başarısızlardan ayıran bu saatlerde neler yaptıklarıdır.
devamını gör...

