günaydın iyi geceler
kimine günaydın kimine iyi geceler, bu adam uyur. seviliyorsunuz. *
devamını gör...
zoom
koronavirüs pandemisi sürecinde dünya çapında salgından daha hızlı yayılan görüntülü iletişim programı
devamını gör...
ciddi olacağım
fransız dadaist jacques rigaut'nun 1920 yıllarında littérature dergisinde yayımladığı yazı. esasen yazının başlığı basitçe jacques rigaut'dur fakat dilimize çevrilirken yazının girişindeki cümle başlık olarak kabul edilmiş. cümleler oldukça kaotik bir kişiliğin dışavurumu gibi. rigaut hakkında yazıda kendi anlattıklarından ziyade anlatılan başka bir hikaye vardır ki doğruluğu ne kadar tartışmaya açık olsa da ciddi olacağım yazısında görünen rigaut'nun bunu yapmasına pek kimse şaşırmazdı kuşkusuz. bahsini geçirdiğim anı ise kısaca rigaut'nun savaş sırasında aniden siperden fırlayıp deliler gibi hem düşmana hem de kendi birliğine ateş etmeye başlaması ile ilgili. ilk başlarda bu hareketin insanın zaten oldukça kırılgan olan zihnini kolayca harap edebilen savaş psikolojisinden kaynaklandığı düşünülse bile bence rigaut'yu harekete geçiren ve zihnindeki çırayı tutuşturan şey savaşın kendisinden ziyade zaten başından beri kaotik bir kişiliğe sahip olmasıydı. o, kendi ifadesi ile çocuklarda görünen o çarpık, kaotik ve tamamen belirsiz ahlak anlayışına büyük bir özlem duyuyor ve tüm bu deliliğin ortasında aklı başında davranmaya çalışan insanlara bir duvarın kapı gibi açılmasını bekleyen zavallılar gibi bakıyordu. rigaut'nun pierre eugène drieu la rochelle'in romantize ettiği gibi bir düşünce yapısına sahip olmadığı en çok bu yazıda belirgin bir çerçeve kazanıyor, sınırları çiziliyor. joseph conrad, the arrow of gold'da şöyle söyler:
"the belief in a supernatural source of evil is not necessary. men alone are quite capable of every wickedness."
rigaut, insanın vahşi ve kötücül yanının bilincindeydi, tek fark; o bu kötücül yanı ötelemiyor aksine tamamen gerçek ve eğlenceli görüyordu.
ciddi olacağım, haz kadar ciddi. insanlar neden bahsettiklerini bilmiyorlar. yaşamak için hiçbir sebep yok, ama ölmek için de sebep yok. hayatı ne kadar hor gördüğümüzü gösterebilmemiz için bize bahşedilmiş yegâne yol, onu kabul etmek. hayat, ondan vazgeçme zahmetine değmez. insan, sırf merhametinden, bir başkası için bunu reddedebilir ama ya kendisi için? umutsuzluk, boşvermişlik, ihanet, sadakat, yalnızlık, aile, özgürlük, bıkkınlık, para, yoksulluk, aşk, aşksızlık, frengi, sağlık, uyku, uykusuzluk, arzu, yetersizlik, bayağılık, sanat, dürüstlük, vasatlık, zekâ – hiçbiri tırnağım etmez. onlara itibar etmeyecek kadar iyi biliyoruz hepsini; olsa olsa, kazara işlenen birkaç intihara mazeret olabilirler… (tabii fiziksel acı başka. şahsen çok sağlıklıyım. karaciğer ağrısı çekenlerin vay haline. acı çekenlere ayıracak vaktim olmadı hiç, ama kanserden ölmeye katlanamayacaklarını düşünenleri anlayabiliyorum.) hem zaten, niyetimiz olsa hemen bu gece kendimizi vurup kurtulmamızı ve her türlü acı ihtimalinden uzaklaşmamızı sağlayacak olan da şu tabanca değil mi… halbuki öfke ve umutsuzluk, hayata dört elle sarılmak için iyi birer sebepten ibaret olmuştur daima. hep el altındadır intihar, o kadar ki, onu düşünmekten kendimi alamam: hâlâ kendimi öldürmüş değilim. beni alıkoyan bir tereddüt var içimde hâlâ: insan kendini tehlikeye atmadan bu dünyadan ayrılmak istemiyor: giderken yanında bakire meryem’i, veya aşkı, veya cumhuriyet’i götürmek güzel olurdu.
intihar bir meslek olmalı. kan dolaşıyor ve bitimsiz yolculuğuna bir gerekçe istiyor. boş bir avucu sıkan parmaklarda sabırsızlık var. kendine hedef seçmeyi öğrenmemişse bir zavallı, gerisin geri tepip kendi üzerine dönecek bastırılamaz bir eylem arzusu var. soyut arzular. imkânsız arzular. bir adı ve bir amacı olan ıstırap ile, insanın kendi kendine çektirdiği meçhul ıstırap arasındaki sınır burada çiziliyor işte. ruhun ergenlik evresi gibi bir şey bu, tıpkı romanlarda betimlendiği gibi (tabii ben o kadar erken yaşta yoldan çıkmıştım ki, insanın ufak ufak göbek salmaya başladığı zamanda yaşadığı o krizi tecrübe etmedim); gerçi bunu aşmanın intihardan başka yolları da var.
hayatta ciddiye aldığım fazla bir şey olmadı; çocukken sokakta anneme yanaşıp sadaka isteyen yoksul kadınlara dilimi çıkarır, soğukta ağlaşan kopillerine çimdik atardım; ölüm döşeğindeki babam son arzusunu fısıldamak için beni başucuna çağırdığında hizmetçiyi tutup şarkı söyledim. ne zaman bir dostun güvenine ihanet etme fırsatı karşıma çıktıysa, herhalde hiç kaçırmadım. fakat nezaketi alaya almanın veya merhametle dalga geçmenin de pek değerli bir yanı yok; insanları güldürmenin en kesin yolu onları küçük hayatlarından mahrum bırakmak – hiçbir amaç olmaksızın, sadece eğlenmek için. çocuklar kendilerini kandırmaz ve bir karınca sürüsünü korkutmaktan veya çiftleşmekte olan iki sineği gafil avlayıp ezmekten nasıl zevk alınacağını bilirler. savaş sırasında iki dostumun çıkmaya hazırlandığı bir sığınağa bomba atmıştım. kendisi bir öpücük beklerken indirdiğim yumrukla iki metre yere serilen sevgilimin yüzündeki ifadeye ne gülmüştüm… hele gaumont palace’ı ateşe verdiğimde kaçışmaya çalışan insanların görüntüsü yok mu! ama bu gece korkmanıza gerek yok, ciddi bir ruh hali içindeyim. kuşkusuz bütün bu anlattıklarımın tek kelimesi bile doğru değil, paris’in en uslu çocuğu bendim, ama böyle gurur verici şeyler yaptığımı veya yapacağımı o kadar çok hayal ettim ki tam anlamıyla yalan oldukları da söylenemez. her neyse, epey eğlendiğim kesin! fakat bir türlü alay edemediğim bir konu var: haz. haz düşkünlüğümü yenmeyi başaramazsam, intiharın sarhoşluğuna çok çabuk teslim olacağımı biliyorum.
kendimi ilk öldürdüğümde, amacım sevgilimin canını sıkmaktı. o namus kumkuması mahluk benimle yatmaya yanaşmıyor, bir numaralı sevgilisini aldattığı için vicdan azabı duyduğunu söylüyordu. onu sevip sevmediğimden emin değilim, ondan uzak kalacağım bir-iki hafta ona olan ihtiyacımı tümden unuttururdu belki ama reddedilmek kanıma dokunmuştu. nasıl intikam alacaktım? bu kadının bana karşı derin ve sonsuz bir sevgi duyduğunu söylemiş miydim? sevgilimin canını sıkmak için kendimi öldürdüm. o zamanlar çok genç olduğum düşünülürse, intiharım mazur görülebilir.
ikinci kez kendimi öldürüşüm, tembelliktendi. beş parasız, çalışma fikrinden dehşetle uzak duran ben, nasıl yaşadıysam öyle öldürdüm kendimi: inanmadan. bugün nasıl serpilip geliştiğimi görenler bu intihar yüzünden beni suçlamıyorlar.
üçüncü seferinde –sizi diğer intiharlarımın ayrıntılarıyla sıkmayacağıma söz veriyorum yeter ki bunu dinleyin– can sıkıntımın diğer akşamlardan ne fazla ne eksik olduğu bir gece, daha yeni yatmıştım. aniden kararımı verdim ve intihar için geçerli olabilecek yegâne sebebi düşündüğümü net biçimde hatırlıyorum. sonra, hay canına yandığım! kalktım ve evde bulunan tek silahı aramaya başladım: vaktiyle dedemin aldığı ve içinde o zamandan kalma kurşunların olduğu tabanca (bu noktayı neden bilhassa belirttiğimi az sonra anlayacaksınız). çıplak vaziyette yattığım için, hâlâ çıplaktım. üşüdüm. hemen battaniyenin altına girdim. tabancanın horozunu kaldırdım, ağzımda çeliğin soğukluğunu hissediyordum. tetiği çektim, ama tabanca ateş almadı. sonra tabancayı küçük bir masanın üzerine koydum, muhtemelen gergin bir halde gülüyordum. on dakika sonra uykuya daldım. bence çok önemli bir noktaya parmak basmıştım. ne miydi? çok basit! tetiği ikinci kez çekmenin bir an bile aklımdan geçmediğini söylememe gerek yok. önemli olan ölüp ölmemem değil, ölmeye karar vermiş olmamdı.
"the belief in a supernatural source of evil is not necessary. men alone are quite capable of every wickedness."
rigaut, insanın vahşi ve kötücül yanının bilincindeydi, tek fark; o bu kötücül yanı ötelemiyor aksine tamamen gerçek ve eğlenceli görüyordu.
ciddi olacağım, haz kadar ciddi. insanlar neden bahsettiklerini bilmiyorlar. yaşamak için hiçbir sebep yok, ama ölmek için de sebep yok. hayatı ne kadar hor gördüğümüzü gösterebilmemiz için bize bahşedilmiş yegâne yol, onu kabul etmek. hayat, ondan vazgeçme zahmetine değmez. insan, sırf merhametinden, bir başkası için bunu reddedebilir ama ya kendisi için? umutsuzluk, boşvermişlik, ihanet, sadakat, yalnızlık, aile, özgürlük, bıkkınlık, para, yoksulluk, aşk, aşksızlık, frengi, sağlık, uyku, uykusuzluk, arzu, yetersizlik, bayağılık, sanat, dürüstlük, vasatlık, zekâ – hiçbiri tırnağım etmez. onlara itibar etmeyecek kadar iyi biliyoruz hepsini; olsa olsa, kazara işlenen birkaç intihara mazeret olabilirler… (tabii fiziksel acı başka. şahsen çok sağlıklıyım. karaciğer ağrısı çekenlerin vay haline. acı çekenlere ayıracak vaktim olmadı hiç, ama kanserden ölmeye katlanamayacaklarını düşünenleri anlayabiliyorum.) hem zaten, niyetimiz olsa hemen bu gece kendimizi vurup kurtulmamızı ve her türlü acı ihtimalinden uzaklaşmamızı sağlayacak olan da şu tabanca değil mi… halbuki öfke ve umutsuzluk, hayata dört elle sarılmak için iyi birer sebepten ibaret olmuştur daima. hep el altındadır intihar, o kadar ki, onu düşünmekten kendimi alamam: hâlâ kendimi öldürmüş değilim. beni alıkoyan bir tereddüt var içimde hâlâ: insan kendini tehlikeye atmadan bu dünyadan ayrılmak istemiyor: giderken yanında bakire meryem’i, veya aşkı, veya cumhuriyet’i götürmek güzel olurdu.
intihar bir meslek olmalı. kan dolaşıyor ve bitimsiz yolculuğuna bir gerekçe istiyor. boş bir avucu sıkan parmaklarda sabırsızlık var. kendine hedef seçmeyi öğrenmemişse bir zavallı, gerisin geri tepip kendi üzerine dönecek bastırılamaz bir eylem arzusu var. soyut arzular. imkânsız arzular. bir adı ve bir amacı olan ıstırap ile, insanın kendi kendine çektirdiği meçhul ıstırap arasındaki sınır burada çiziliyor işte. ruhun ergenlik evresi gibi bir şey bu, tıpkı romanlarda betimlendiği gibi (tabii ben o kadar erken yaşta yoldan çıkmıştım ki, insanın ufak ufak göbek salmaya başladığı zamanda yaşadığı o krizi tecrübe etmedim); gerçi bunu aşmanın intihardan başka yolları da var.
hayatta ciddiye aldığım fazla bir şey olmadı; çocukken sokakta anneme yanaşıp sadaka isteyen yoksul kadınlara dilimi çıkarır, soğukta ağlaşan kopillerine çimdik atardım; ölüm döşeğindeki babam son arzusunu fısıldamak için beni başucuna çağırdığında hizmetçiyi tutup şarkı söyledim. ne zaman bir dostun güvenine ihanet etme fırsatı karşıma çıktıysa, herhalde hiç kaçırmadım. fakat nezaketi alaya almanın veya merhametle dalga geçmenin de pek değerli bir yanı yok; insanları güldürmenin en kesin yolu onları küçük hayatlarından mahrum bırakmak – hiçbir amaç olmaksızın, sadece eğlenmek için. çocuklar kendilerini kandırmaz ve bir karınca sürüsünü korkutmaktan veya çiftleşmekte olan iki sineği gafil avlayıp ezmekten nasıl zevk alınacağını bilirler. savaş sırasında iki dostumun çıkmaya hazırlandığı bir sığınağa bomba atmıştım. kendisi bir öpücük beklerken indirdiğim yumrukla iki metre yere serilen sevgilimin yüzündeki ifadeye ne gülmüştüm… hele gaumont palace’ı ateşe verdiğimde kaçışmaya çalışan insanların görüntüsü yok mu! ama bu gece korkmanıza gerek yok, ciddi bir ruh hali içindeyim. kuşkusuz bütün bu anlattıklarımın tek kelimesi bile doğru değil, paris’in en uslu çocuğu bendim, ama böyle gurur verici şeyler yaptığımı veya yapacağımı o kadar çok hayal ettim ki tam anlamıyla yalan oldukları da söylenemez. her neyse, epey eğlendiğim kesin! fakat bir türlü alay edemediğim bir konu var: haz. haz düşkünlüğümü yenmeyi başaramazsam, intiharın sarhoşluğuna çok çabuk teslim olacağımı biliyorum.
kendimi ilk öldürdüğümde, amacım sevgilimin canını sıkmaktı. o namus kumkuması mahluk benimle yatmaya yanaşmıyor, bir numaralı sevgilisini aldattığı için vicdan azabı duyduğunu söylüyordu. onu sevip sevmediğimden emin değilim, ondan uzak kalacağım bir-iki hafta ona olan ihtiyacımı tümden unuttururdu belki ama reddedilmek kanıma dokunmuştu. nasıl intikam alacaktım? bu kadının bana karşı derin ve sonsuz bir sevgi duyduğunu söylemiş miydim? sevgilimin canını sıkmak için kendimi öldürdüm. o zamanlar çok genç olduğum düşünülürse, intiharım mazur görülebilir.
ikinci kez kendimi öldürüşüm, tembelliktendi. beş parasız, çalışma fikrinden dehşetle uzak duran ben, nasıl yaşadıysam öyle öldürdüm kendimi: inanmadan. bugün nasıl serpilip geliştiğimi görenler bu intihar yüzünden beni suçlamıyorlar.
üçüncü seferinde –sizi diğer intiharlarımın ayrıntılarıyla sıkmayacağıma söz veriyorum yeter ki bunu dinleyin– can sıkıntımın diğer akşamlardan ne fazla ne eksik olduğu bir gece, daha yeni yatmıştım. aniden kararımı verdim ve intihar için geçerli olabilecek yegâne sebebi düşündüğümü net biçimde hatırlıyorum. sonra, hay canına yandığım! kalktım ve evde bulunan tek silahı aramaya başladım: vaktiyle dedemin aldığı ve içinde o zamandan kalma kurşunların olduğu tabanca (bu noktayı neden bilhassa belirttiğimi az sonra anlayacaksınız). çıplak vaziyette yattığım için, hâlâ çıplaktım. üşüdüm. hemen battaniyenin altına girdim. tabancanın horozunu kaldırdım, ağzımda çeliğin soğukluğunu hissediyordum. tetiği çektim, ama tabanca ateş almadı. sonra tabancayı küçük bir masanın üzerine koydum, muhtemelen gergin bir halde gülüyordum. on dakika sonra uykuya daldım. bence çok önemli bir noktaya parmak basmıştım. ne miydi? çok basit! tetiği ikinci kez çekmenin bir an bile aklımdan geçmediğini söylememe gerek yok. önemli olan ölüp ölmemem değil, ölmeye karar vermiş olmamdı.
devamını gör...
öğretmen mi öğretemez yoksa öğrenci mi öğrenemez sorunsalı
her öğretmen her teknikle öğretemez, her öğrenci her teknikle öğrenemez. önemli olan her öğretmenin her öğrenciye uygun tekniği tespit edip uygulayabilmesidir. tabi ki uygulayabilmesi için her öğretmene gerekli araç-gereç ve ortam sunulması gerekir. bu sorunsal tek bir tarafa göre değerlendirilemez. sistem bütün halinde bir çark gibi işler ve birbirini etkiler. öğretmen, öğrenci, veli, okul, müfredat, eğitim sistemi, çevre, toplum gibi birçok ana etken öğrenmeyi etkiler. sadece öğretmen ve öğrenciye bunu bağlamak yapıcı bir eleştiri sunmuyor maalesef.
devamını gör...
hay kafanıza kadın kadar taş düşsün
içimin yağlarını eriten başlıktır.
devamını gör...
seri artı oy veren yazarın amacı
bir başlık altında kaç girdi hoşunuza gidiyor? başlıktan başlığa değişiyor ama benim genelde 20 entryden 1-2 tanesi. hoşuma giden bir entry'ye denk gelme olasılığım 1/20, 1/10.
artıladığım yazarın profiline girip geçmişine bakmak, daha kaliteli girdilere ve başlıklara ulaşmanın olasılığını arttırıyor. bu sırada da hoşuma gidenleri artılayınca seri artı olmuş oluyor.
girdiği çoğu entry hoşuma giderse de takip'e basıyorum.
edit: aynı şey beni artılayan yazarlar için de geçerli
artıladığım yazarın profiline girip geçmişine bakmak, daha kaliteli girdilere ve başlıklara ulaşmanın olasılığını arttırıyor. bu sırada da hoşuma gidenleri artılayınca seri artı olmuş oluyor.
girdiği çoğu entry hoşuma giderse de takip'e basıyorum.
edit: aynı şey beni artılayan yazarlar için de geçerli
devamını gör...
bursa'da atatürk heykeline baltalı saldırı
kendine zarar vermiştir. taştan korkan adam mı olur? heykel onarılır ama bu zihniyet onarılmaz.
devamını gör...
orkid'in 34 tl olması
kesin kanatlarını.
devamını gör...
inançla alay etmek
çoğu duygusunun gelişmemiş olduğuna inandığım, karakteri oturmamış insan davranışı.
sanane a canım bırak isterse krem peynire tapsın.
sanane a canım bırak isterse krem peynire tapsın.
devamını gör...
imamoğlu’nun ellerini bağlaması bana göre suçtur
fethullah gülen'e övgüler düzmek de bana göre suçtur trabzonlu. sen onun hesabını verdin mi? nullum crimens nulla puena sine lege. kanunsuz suç ve ceza olmaz. öğren de gel.
devamını gör...
kız yurdunda yaşanan tuhaf olaylar
kız yurdunda görevli bir temizlik görevlisi ablamız anlatmıştı. inanılmaz pisler diyordu. pedlerini tuvalet giderine atıp gideri mi tıkamalar. odanın içine mi tuvaletini yapmalar ne ararsınız var diyordu kadın.
devamını gör...
nefret ile yaşayan insan
herkesin majör duygusu aşk, sevgi gibi olmak zorunda değildir. kişi nefret ederek de yaşayabilir. senelerdir tecrübesiyle yaşıyorum&yaşatıyorum ve en azından bazı şeyleri daha az dert ettiğimi düşünüyorum.
devamını gör...
duş alırken duş başlığından birisinin araması
sıcak soğuk ayarı yaparken komşu ülke radyosunun sabah yayınına bağlanmışlığım var.
devamını gör...
eş cinsellerden nefret etme hakkı
nedense kendini tatlı su hümanisti olarak görenler tarafından insanların elinden alınmaya çalışılan hak.
birader ben eşcinselleri sevmek zorunda mıyım? sokakta böyle dejenere, ahlaktan nasibini almamış, toplumun inançlarına saygısız insanları görmek istememek bir hak değil mi?
illa gözümüze sokmaya çalışıyorlar..
bir toplum mühendisliği söz konusu. yeni gelen jenerasyon ne yazık ki bu tarz manipülasyonlara çok açık. ailelere çok büyük görevler düşüyor.
birader ben eşcinselleri sevmek zorunda mıyım? sokakta böyle dejenere, ahlaktan nasibini almamış, toplumun inançlarına saygısız insanları görmek istememek bir hak değil mi?
illa gözümüze sokmaya çalışıyorlar..
bir toplum mühendisliği söz konusu. yeni gelen jenerasyon ne yazık ki bu tarz manipülasyonlara çok açık. ailelere çok büyük görevler düşüyor.
devamını gör...
taylan antalyalı'nın tişörtü

puma ile olan sponsorluk anlaşmasından dolayı mı yoksa gerçekten gay pride desteği için mi giymiş bilmiyorum öncelikle.
dün akşam turgay demir ve emre bol isimli skor yorumcuları aaa yanlış yazmışım, spor olacaktı, bir daha milli takıma çağırılmamasını arzu etmişler. şaka değil.
bir futbolcu,
eşcinsel olamaz mı?
olabilir.
eşcinsellere destek veremez mi?
verebilir.
milli takıma seçilmenin kriteri heteroseksüel olmak mıdır?
değildir.
spor yorumcusunun işi kişisel tercihlere laf etmek midir?
hayır.
eeeee o zaman?
devamını gör...
normal sözlük’ün büyümesi için yapılması gerekenler
1. reklam ve bilinirlik: bu önemi yadsınamayacak bir noktadır. çevredekilere, tanıdıklara özellikle de bir vasfı, eğitimi olan bildiklere bahsetmek de bunun içinde ele alınabilir.
2. konu (başlık) çeşitliliği: buradan kastım ise şu. bazen sırf merak ettiğim bir konu hakkında, -ki bu konu bin sene önce olmuş bir olay da olabilir, herhangi bir alandaki bir terim de olabilir- kaynak, entry, farklı yorumlar okumak için arama yaparım. ve şimdiye kadar öyle veya böyle bir şeyler karaladığım ilk sözlük deneyimim ekşi olduğu için haliyle orada yapıyordum. hakkını verelim bu açıdan o mecra oldukça zengin. tabi bu bahsettiğim, zamanla oluşacak bir birikim kabul ama gerekli.
3. dil: bir imla delisi olmasak da yazılan entrylerde noktalama, anlatım bozukluğu vb. konulara dikkat edilmeli.
4. yazar kalitesi: belirli bir aşamaya gelene kadar mevcut yazar alım politikası sürmeli ama bir aşamadan sonra yazarlık bazı kriterlere bağlanmalı. elekte en uygunlar kalsın. ama bunu yaparken öyle bir sistem getirilmeli ki, insanlar ekşi de olduğu gibi, "sgk emekliliği bekler gibi" sittin sene yazar olmak için beklememeli. o bekleyiş bir süre sonra sıkıyor. amaaan boşver dedirtiyor. bir yığın gereksiz başlık ve bunları açan boş beleş yazar varken hala yazarlık için bekletilmenin izahı olamaz!
5. gündemin takibi: örnegin hayatlarımızı ilgilendirsin ilgilendirmesin dünyada veya ülke içinde olan olaylar hakkında öncelikle ekşi 'ye bakardım. çünkü binlerce yazar içinde olaya lokasyon olarak yakın olanından, mesleği veya görevi gereği net bilgiler verebilecek bir çok insan bulunması yüksek olasılık idi. aynı şey burada da geçerli. gündem de yer alan konular hakkında başlık görebilmeli, muhakkak konusu açılmıştır düşüncemizde emin olarak buraya bakabilmeliyiz. ayrıca bu maddenin uygulanabilirliği yukarıda bahsettiğim yazar sayısının artması ile de yakından ilgili.
6. zaman: olmazsa olmazlardan.
7. mobil uygulama: var mı diye henüz bakmadım. ama güzel ve düzgün çalışan bir mobil uygulama zaten bu çağın gerekliliklerinden.
şimdilik aklıma gelenler bunlar yazar kardeşler.
2. konu (başlık) çeşitliliği: buradan kastım ise şu. bazen sırf merak ettiğim bir konu hakkında, -ki bu konu bin sene önce olmuş bir olay da olabilir, herhangi bir alandaki bir terim de olabilir- kaynak, entry, farklı yorumlar okumak için arama yaparım. ve şimdiye kadar öyle veya böyle bir şeyler karaladığım ilk sözlük deneyimim ekşi olduğu için haliyle orada yapıyordum. hakkını verelim bu açıdan o mecra oldukça zengin. tabi bu bahsettiğim, zamanla oluşacak bir birikim kabul ama gerekli.
3. dil: bir imla delisi olmasak da yazılan entrylerde noktalama, anlatım bozukluğu vb. konulara dikkat edilmeli.
4. yazar kalitesi: belirli bir aşamaya gelene kadar mevcut yazar alım politikası sürmeli ama bir aşamadan sonra yazarlık bazı kriterlere bağlanmalı. elekte en uygunlar kalsın. ama bunu yaparken öyle bir sistem getirilmeli ki, insanlar ekşi de olduğu gibi, "sgk emekliliği bekler gibi" sittin sene yazar olmak için beklememeli. o bekleyiş bir süre sonra sıkıyor. amaaan boşver dedirtiyor. bir yığın gereksiz başlık ve bunları açan boş beleş yazar varken hala yazarlık için bekletilmenin izahı olamaz!
5. gündemin takibi: örnegin hayatlarımızı ilgilendirsin ilgilendirmesin dünyada veya ülke içinde olan olaylar hakkında öncelikle ekşi 'ye bakardım. çünkü binlerce yazar içinde olaya lokasyon olarak yakın olanından, mesleği veya görevi gereği net bilgiler verebilecek bir çok insan bulunması yüksek olasılık idi. aynı şey burada da geçerli. gündem de yer alan konular hakkında başlık görebilmeli, muhakkak konusu açılmıştır düşüncemizde emin olarak buraya bakabilmeliyiz. ayrıca bu maddenin uygulanabilirliği yukarıda bahsettiğim yazar sayısının artması ile de yakından ilgili.
6. zaman: olmazsa olmazlardan.
7. mobil uygulama: var mı diye henüz bakmadım. ama güzel ve düzgün çalışan bir mobil uygulama zaten bu çağın gerekliliklerinden.
şimdilik aklıma gelenler bunlar yazar kardeşler.
devamını gör...
suç bende
bir kavga sonucu kavga çıktığı için pişman olan insanlardan birinin kullandığı cümledir.
kavganın uzlaştırılması için önemli bir adımdır.
kavganın uzlaştırılması için önemli bir adımdır.
devamını gör...
yavrum diyen erkek
-timothy sevdiğin kekten yaptım getireyim mi?.
+getir yavrum beraber yeriz.
-senin için yaptım.
+yavrum sen bir başkasın.
-yaaaaa öyle deme hihihi.
+eşin benzerin yok yavru.
-şapşolozsun şapşoloz.
seven bir alfadır, alfa oğlu alfadır.
+getir yavrum beraber yeriz.
-senin için yaptım.
+yavrum sen bir başkasın.
-yaaaaa öyle deme hihihi.
+eşin benzerin yok yavru.
-şapşolozsun şapşoloz.
seven bir alfadır, alfa oğlu alfadır.
devamını gör...
yansıma
dilbilgisinde tabiat taklidi seslerdir. "çıtırtı, küt, pat, şırıltı, cız" gibi sözcükler, anlamsız gözükse de zihinde oluşan bazı çağrışımlar ve duygularla bir anlama kavuşur.
devamını gör...
