maya angelou
hayat aldığımız nefeslerle değil, nefesimizi kesen anlarla ölçülür. sözünün sahibidir.
devamını gör...
yaptığın banaysa öğrendiğin kendine
biricik anneannemin bana her bi şey öğrettiğinde ya da kendi başıma bi şeyler başardığımda söylediği söz*.
devamını gör...
en sevdiğiniz hukuk terimi
ben daha çok cümlelerini seviyorum.
anlaşılmaz fransızca okur gibi okunan cümleler. hayran hayran bakıyorum onlara okurken.
bir şey diyor ama ne diyor anlamak için illa bir hukukçuya danışmak gerekiyor.
uzun, defalarca değili alınmış, içi osmanlıca dolu cümleler.
anlaşılmaz fransızca okur gibi okunan cümleler. hayran hayran bakıyorum onlara okurken.
bir şey diyor ama ne diyor anlamak için illa bir hukukçuya danışmak gerekiyor.
uzun, defalarca değili alınmış, içi osmanlıca dolu cümleler.
devamını gör...
normal sözlük evlenilecek adamlar listesi
uzun bir süredir üstünde kurmaylarımla çalışmalar yaptığım tamamen 'bilimsel' gözlemlere dayalı derin analizlerle elde edilen bu altın niteliğindeki listeyi, sitemizin evlenme hayalleri kuran genç kızlarımız adına bir kamu vazifesi olarak sunarım. foling lav hadiseleri var hocam.
bu siteden hiçbir genç kızımızın tercihlerden ötürü kafa karışıklığı ile, boynu bükük ayrılmasını istemiyorum. her şey onlara feda, mutlu gülümseyen bir sözlük kadını gibisi yok. kız mühim.
biz kataloğu oluşturduk hocam. liste halinde gözler önüne seriyoruz. karakter özelliği analizi isteyen katalogtan favori adayını belirtirse özel hizmet bedeline tabi tutularak dm yolu ile şahsınıza iletilecektir.
1-ivanmilinski
2-bir bilen
3-mellisho
4- domestic hıyar-spawn ikisi tek paket. sısısısıs
5-balkoninsanı
6- 4-3-3 oynatan aykut
7- cinci hoca
8-lennykereviz
9-başımıza icat çıkarma denilen çocuk
10-zippodan çıkan çınn sesi
evet. şimdilik ilk liste hazır, olmazsa halı sahaya gideriz hocam. kadro çakı gibi. bence olur.
bu siteden hiçbir genç kızımızın tercihlerden ötürü kafa karışıklığı ile, boynu bükük ayrılmasını istemiyorum. her şey onlara feda, mutlu gülümseyen bir sözlük kadını gibisi yok. kız mühim.
biz kataloğu oluşturduk hocam. liste halinde gözler önüne seriyoruz. karakter özelliği analizi isteyen katalogtan favori adayını belirtirse özel hizmet bedeline tabi tutularak dm yolu ile şahsınıza iletilecektir.
1-ivanmilinski
2-bir bilen
3-mellisho
4- domestic hıyar-spawn ikisi tek paket. sısısısıs
5-balkoninsanı
6- 4-3-3 oynatan aykut
7- cinci hoca
8-lennykereviz
9-başımıza icat çıkarma denilen çocuk
10-zippodan çıkan çınn sesi
evet. şimdilik ilk liste hazır, olmazsa halı sahaya gideriz hocam. kadro çakı gibi. bence olur.
devamını gör...
aşık olmak
doğru kişiye rastlarsan dünyanın en güzel duygusudur. yanında olduğunda kendini hayalde gibi hissediyorsan, bir romanda dünyanın en güzel kadını-erkeği gibi hissediyorsan, güvenebiliyorsan en güzel duygudur. fakat iki kişi ile yaşanır. karşı tarafında bu duyguları beslemesi gerekir mutlu olmak için. eğer hissetmiyorsa en boktan duygudur. en acımasız duygudur.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının çocukluk fotoğrafları
bir rivayete göre beni çöpten buldukları için, diğer bir rivayete göre dedemler taşınırken kaybolduğu için neredeyse hiç fotoğrafım yok.*z kuşağı olup küçüklük fotoğrafı olmayan tek insan benim herhalde
devamını gör...
hakaret olmayan ama hakaret olan cümleler
bu tür cümleler düşünen insanda işe yarar. tartışmada, kavgada değil normal sohbette laf sokarken kullanılır. yoksa hararetli bir tartışmada karşındaki sana hakaret ederken sen akıl oyunları içeren cümleleri tonla kursan noolur. şöyle ağzını doldura doldura yüreğinden kopup gelen bir "gerizekalı" kadar etkisi olmaz.
devamını gör...
tropaion
antik yunan'da teke tek yapılan dövüşlerde yenilen tarafın tanrılar için sunduğu silahları ve eşyaları.
sözcük yunanca trepein, yani bozguna uğratmak kelimesinden türmiş. latin hail ise trophaeum. daha sonraları romalılar ise bozguna uğrattıkları düşmanların silahlarını ve kalkanlarını ağaçlara veyahut kazıklara asmışlar ve bunu arma olarak kullanmışlar, bu armaları betimleyen mermerler veyahut taşların da ismi trophaeum'dur.
sözcük yunanca trepein, yani bozguna uğratmak kelimesinden türmiş. latin hail ise trophaeum. daha sonraları romalılar ise bozguna uğrattıkları düşmanların silahlarını ve kalkanlarını ağaçlara veyahut kazıklara asmışlar ve bunu arma olarak kullanmışlar, bu armaları betimleyen mermerler veyahut taşların da ismi trophaeum'dur.
devamını gör...
at hırsızı (yazar)
uzaklardayım. çok uzaklarda, elimde harita dahi yok. gerçi buraların bir haritası var mı ondan da şüpheliyim. nerede olduğumu inanın hiç bilmiyorum. kimsecikler de yok burada. nereye, nasıl gidilir kestiremiyorum. bazen kendi etrafımda dönüyorum, bazen de ağaçların etrafında. bazen koşuyor, bazen yürüyorum.
çok güçlü rüzgarlar esiyor burada. ayakta durmakta çok zorlanıyorum da bir köşeye geçip oturmuyorum. deliler gibi oradan oraya koşturup duruyorum.
şu an, yanı başımdaki ağaçları bir görseniz, göğü deliyor sanırsınız. sarı yabani orkideler var bir de. çok güzeller. havası bir garip gri.
bir şekilde ormandan çıkıyorum. azıcık sakinleşip, nefes kesen manzarayı hissetmeye çalışıyorum.
ama ne mümkün. kaç gündür buradayım bilmiyorum. suyum bitmek üzere. su bulabirdim ama yiyecek bir şey bulabilir miydim bilmiyorum. açlıktan ölmek üzereyim.
bir süre daha yürüdükten sonra kendimi kaybetmiş olacağım ki, bir ses beni kendime getirdi.
bu ses patagonyalının sesiydi. kibar ve naif bir sesti.
ondan patagonya topraklarında olduğumu öğreniyorum.
oracıkta yemem için bir şeyler verip, kendime gelmemi sağlıyor.
doğruca yaşadığı yere götürüyor beni.
ben böyle dost canlısı bir insan görmemiştim. yaptığımız sohbetlerden onun görmüş geçirmiş, hoşgörülü ve cömert bir insan olduğunu öğreniyorum.
çok iyi bir dinleyen, seninle kederlenen, seninle mutlu olabilen bir kardeş olabileceğini hissedebiliyordum.
ha birde adını tam hatırlayamadığım bir sözlükte yazarlık yapıyormuş.
ama sahibi koldaş yazarlara bayadır maaşlarını veremiyormuş. bundan çok dert yanıyor patagonyalı.
yürürken anlatıyor patagonyalı yaşadığı toprakları.
patagonya, şili ve arjantin'in güneyindeki bölgedir. çok az yerleşim alanı vardır.
darwin’in patagonya ve çevresindeki adalarda beş yıl süren bir inceleme gezisi yaptığından, burada çok sayıda değişik canlı türüne rastladığını, “evrim” teorisinin temellerini burada atıldığından bahsediyor.
unesco doğal ve tarihi miras listesi’ndeki buzullar parkı nın bulunduğunu,
kutuplardan sonraki yeryüzünün en büyük buzul alanları burada olduğunu,
çok sayıda gölleri, yeşil vadileri ve şelalariyle cennetten bir köşe olduğunu,
güneyinde yarı antarktika ikliminin hüküm sürdüğü dünyanın sonu olarak adlandırılan ateş topraklarının bulunduğunu söylüyor.
sonra maradona’dan bahsediyor patagonyalı. onu çok sevdiğini anlatıyor.
ama asla patagonyalı, tanrı nın bir eli olamazdı.
seni tanıdığım için mutluyum dostum.
çok güçlü rüzgarlar esiyor burada. ayakta durmakta çok zorlanıyorum da bir köşeye geçip oturmuyorum. deliler gibi oradan oraya koşturup duruyorum.
şu an, yanı başımdaki ağaçları bir görseniz, göğü deliyor sanırsınız. sarı yabani orkideler var bir de. çok güzeller. havası bir garip gri.
bir şekilde ormandan çıkıyorum. azıcık sakinleşip, nefes kesen manzarayı hissetmeye çalışıyorum.
ama ne mümkün. kaç gündür buradayım bilmiyorum. suyum bitmek üzere. su bulabirdim ama yiyecek bir şey bulabilir miydim bilmiyorum. açlıktan ölmek üzereyim.
bir süre daha yürüdükten sonra kendimi kaybetmiş olacağım ki, bir ses beni kendime getirdi.
bu ses patagonyalının sesiydi. kibar ve naif bir sesti.
ondan patagonya topraklarında olduğumu öğreniyorum.
oracıkta yemem için bir şeyler verip, kendime gelmemi sağlıyor.
doğruca yaşadığı yere götürüyor beni.
ben böyle dost canlısı bir insan görmemiştim. yaptığımız sohbetlerden onun görmüş geçirmiş, hoşgörülü ve cömert bir insan olduğunu öğreniyorum.
çok iyi bir dinleyen, seninle kederlenen, seninle mutlu olabilen bir kardeş olabileceğini hissedebiliyordum.
ha birde adını tam hatırlayamadığım bir sözlükte yazarlık yapıyormuş.
ama sahibi koldaş yazarlara bayadır maaşlarını veremiyormuş. bundan çok dert yanıyor patagonyalı.
yürürken anlatıyor patagonyalı yaşadığı toprakları.
patagonya, şili ve arjantin'in güneyindeki bölgedir. çok az yerleşim alanı vardır.
darwin’in patagonya ve çevresindeki adalarda beş yıl süren bir inceleme gezisi yaptığından, burada çok sayıda değişik canlı türüne rastladığını, “evrim” teorisinin temellerini burada atıldığından bahsediyor.
unesco doğal ve tarihi miras listesi’ndeki buzullar parkı nın bulunduğunu,
kutuplardan sonraki yeryüzünün en büyük buzul alanları burada olduğunu,
çok sayıda gölleri, yeşil vadileri ve şelalariyle cennetten bir köşe olduğunu,
güneyinde yarı antarktika ikliminin hüküm sürdüğü dünyanın sonu olarak adlandırılan ateş topraklarının bulunduğunu söylüyor.
sonra maradona’dan bahsediyor patagonyalı. onu çok sevdiğini anlatıyor.
ama asla patagonyalı, tanrı nın bir eli olamazdı.
seni tanıdığım için mutluyum dostum.
devamını gör...
çocukken sahip olunan yanlış bakış açıları
arap halklarını siyahi sanırdım.
ırk olarak arap deyince aklıma koyu siyah renk gelirdi.
suudiler'i rengi bitter çikolata gibi kahverengi insanlar, mısırlılar'ı kıvırcık saçlı, kocaman dudaklı, zenci insanlar, libyalılar 'ı düpedüz simsiyah insanlar olarak düşünürdüm.
ırk olarak arap deyince aklıma koyu siyah renk gelirdi.
suudiler'i rengi bitter çikolata gibi kahverengi insanlar, mısırlılar'ı kıvırcık saçlı, kocaman dudaklı, zenci insanlar, libyalılar 'ı düpedüz simsiyah insanlar olarak düşünürdüm.
devamını gör...
metalci gençliğin tarihe karışması
ee, ben de buradayım. hani nerede tarihe karışmış?
bu arada yukarıda bir yazar kardeşimiz metalci gençliğin giyimi hakkında konuşmuş, size nasıl grup logolu siyah tişört ve mavi kot absürt geliyorsa bize de dize kadar inen bol tişörtler ve kısacık şortun altına çekilen uzun çoraplar absürt geliyor.*
bu arada yukarıda bir yazar kardeşimiz metalci gençliğin giyimi hakkında konuşmuş, size nasıl grup logolu siyah tişört ve mavi kot absürt geliyorsa bize de dize kadar inen bol tişörtler ve kısacık şortun altına çekilen uzun çoraplar absürt geliyor.*
devamını gör...
orgasmatron
devamını gör...
bir evi daha yaşanılır kılan detaylar
evcil hayvan beslemek,
şömine,
doğa manzarası,
hamak,
odanın bir bölümünün kütüphane gibi olması vs.
şömine,
doğa manzarası,
hamak,
odanın bir bölümünün kütüphane gibi olması vs.
devamını gör...
septem sermones ad mortuos
lat. ölülere yedi vaaz. carl gustav jung'un 1916 tarihinde yazdığı, mistik, gnostik metin. ölümünden sonra yayınlanan metin, jung'a ruhani rehberi philemon tarafından yazdırılmıştır.
jung'un metni yazması şöyle başlamıştır:
"jung, kariyerinin ilk bölümünde yaşadığı gizemli bir ilham altında yazdığı büyük miktarda arşetipik materyalden yalnızca tek bir parçanın yayımlanmasına izin vermiştir. bu parça 15 aralık 1916 ile 16 şubat 1917 arasındaki bir tarihte, kısa bir sürece yazılmıştır. bu küçük kitabın yazılmasına tamamıyla parapsikolojik doğası olan esrarengiz olaylar öncülük etmiştir. ilk olarak, jung'un çocuklarından bir birkaçı evde hayalete benzer varlıklar görmüş ve hissetmiş, o sırada jung da kendi çevresinde tamamen tekinsiz bir atmosfer hissetmiş. çocuklardan biri hem bir melek hem de bir şeytanın olduğu dinsel içerikli ve biraz tehditkar bir rüya görmüş. daha sonra bir pazar günü öğleden sonra ön kapının zili şiddetle çalmış. zilin hızlı bir şekilde hareket ettiği görülebiliyormuş, ama görünürde hareket ettiren kimse yokmuş. bir "ruhlar" ordusu alayı, aslında evi, doldurmuş gibiymiş ve hayaletlerin istila ettiği koridorda hiç kimse normal bir şekilde nefes bile alamamış. dr. jung titrek ve rahatsız bir sesle bağırmış: "tanrı aşkına, bu da ne oluyor?" yanıt hayalet seslerinin oluşturduğu bir koro şeklinde gelmiş: "bizler aradığımızı bulamadığımız kudüs'ten geri geldik." bu sözlerle birlikte, latince başlılığı septem sermones ad mortuos olan bilimsel inceleme başlamış ve almanca olarak şu alt başlıkta devam etmiş: "ölülere yedi vaaz, doğu ile batı'nın buluştuğu şehir iskenderiye'de basilides tarafından yazılmıştır."
(bkz: stephan a. hoeller)(bkz: bilinmeyen jung)
"bu dönemdeki fantezilerin doruğa ulaşmış hali olan ölülere yedi vaaz (septem sermones ad mortuos), gnostik bir yaradılış söyleni biçimindeki psikolojik kozmolojidir. jung'un fantezilerinde ruhunda yeni bir tanrı, abraxas, yani kurbağaların oğlu olan tanrı doğar. jung'un bu konudaki anlayışı simgeseldir." sonu shamdasani (liber novus)'un sunuşunda)
jung, metni kendisi yerine gnostik olan basilides'e atfetmiştir.
[kara kitaplar'da vaazlar'ı yazdıktan sonra düzende ufak değişiklikler yaparak kaligrafi ile yazılmış bir kopyasını çıkarır.
başlığın altına şu ibareyi ekler: "ölülerin yedi öğretisi. yazan basilides, yer iskenderiye, doğu'nun batı ile buluştuğu şehir." (...) arkadaşlarına ve sırdaşlarına da birer kopya vermiş ve alphonse maeder'e verdiği kopyada şunları yazmıştı:
"ona kendi adımı veremezdim, bunun yerine hıristiyanlığın erken döneminde yaşamış ve adları hıristiyanlık tarafından silinmiş büyük zihinlerin adını verdim."] sonu shamdasani (liber novus'un sunuşunda)
vaazlardan birkaç örnek;
*her yıldız bir tanrıdır, bir yıldızın doldurduğu her alan da bir şeytan.
*bütünün boşluğu pleroma, faaliyeti abraxas'tır.
*pleroma bir varlık halini alma yeteneğine sahip olsaydı, abraxas onun tezahürü olurdu.
*güneş tanrı tarafından konuşulan hayattır; şeytan tarafından konuşulansa ölüm. ama abraxas, aynı anda yaşam ve ölüm olan, hem saygıdeğer hem de lanetlenmiş olan sözü söyler. abraxas aynı sözle ve aynı eylemle hakikati ve yalanı, iyiyi ve kötüyü, aydınlığı ve karanlığı meydana getirir.
*tanrı güneşin ardında yaşar; şeytan ise gecenin ardında. tanrının aydınlıktan meydana getirdiği, şeytanın geceye sürüklediğidir. ama abraxas kozmostur; onun başlangıcı ve sonu. güneş tanrı'nın her hediyesine şeytan kendi bedduasını iliştirir. güneş tanrı'dan dilediğiniz her şey, şeytanın eylemini meydana getirir. güneş tanrı sayesinde elde ettiğiniz her şey şeytanın fiili kudretine eklenir. işte korkunç abraxas da böyledir.
*göksel ve dünyevi tanrıların gücü arasında hiçbir fark yoktur. göksel olanlar genişler, dünyevi olanlar küçülür. her iki yön de sınırsızlığa uzanır.
*eyvah ki size de, çünkü siz tanrı'nın birliğinin yerine, bir haline gelmeyecek çeşitliliği geçirdiniz.
*bu dünyada insan abraxas'tır, kendi dünyasını yaratan ve mahveden. bu yıldız insanın tanrı'sı ve amacıdır.
*o, kendini boşlukla birleştiren tamlıktır.
o, kutsal düğündür;
o, aşktır ve aşkın katlidir;
mukaddes olandır ve ona ihanet edendir.
günün en parlak ışığı, deliliğin en derin gecesidir.
o'nu görmek körlük demektir;
o'nu bilmek hastalık;
o'na tapınmak ölümdür;
o'ndan korkmak bilgelik;
o'na karşı durmamak özgürlük demektir.
*insan onun yüzü karşısında felce uğrar. onun karşısında ne soru ne de yanıt vardır.
jung'un metni yazması şöyle başlamıştır:
"jung, kariyerinin ilk bölümünde yaşadığı gizemli bir ilham altında yazdığı büyük miktarda arşetipik materyalden yalnızca tek bir parçanın yayımlanmasına izin vermiştir. bu parça 15 aralık 1916 ile 16 şubat 1917 arasındaki bir tarihte, kısa bir sürece yazılmıştır. bu küçük kitabın yazılmasına tamamıyla parapsikolojik doğası olan esrarengiz olaylar öncülük etmiştir. ilk olarak, jung'un çocuklarından bir birkaçı evde hayalete benzer varlıklar görmüş ve hissetmiş, o sırada jung da kendi çevresinde tamamen tekinsiz bir atmosfer hissetmiş. çocuklardan biri hem bir melek hem de bir şeytanın olduğu dinsel içerikli ve biraz tehditkar bir rüya görmüş. daha sonra bir pazar günü öğleden sonra ön kapının zili şiddetle çalmış. zilin hızlı bir şekilde hareket ettiği görülebiliyormuş, ama görünürde hareket ettiren kimse yokmuş. bir "ruhlar" ordusu alayı, aslında evi, doldurmuş gibiymiş ve hayaletlerin istila ettiği koridorda hiç kimse normal bir şekilde nefes bile alamamış. dr. jung titrek ve rahatsız bir sesle bağırmış: "tanrı aşkına, bu da ne oluyor?" yanıt hayalet seslerinin oluşturduğu bir koro şeklinde gelmiş: "bizler aradığımızı bulamadığımız kudüs'ten geri geldik." bu sözlerle birlikte, latince başlılığı septem sermones ad mortuos olan bilimsel inceleme başlamış ve almanca olarak şu alt başlıkta devam etmiş: "ölülere yedi vaaz, doğu ile batı'nın buluştuğu şehir iskenderiye'de basilides tarafından yazılmıştır."
"bu dönemdeki fantezilerin doruğa ulaşmış hali olan ölülere yedi vaaz (septem sermones ad mortuos), gnostik bir yaradılış söyleni biçimindeki psikolojik kozmolojidir. jung'un fantezilerinde ruhunda yeni bir tanrı, abraxas, yani kurbağaların oğlu olan tanrı doğar. jung'un bu konudaki anlayışı simgeseldir." sonu shamdasani (liber novus)'un sunuşunda)
jung, metni kendisi yerine gnostik olan basilides'e atfetmiştir.
[kara kitaplar'da vaazlar'ı yazdıktan sonra düzende ufak değişiklikler yaparak kaligrafi ile yazılmış bir kopyasını çıkarır.
başlığın altına şu ibareyi ekler: "ölülerin yedi öğretisi. yazan basilides, yer iskenderiye, doğu'nun batı ile buluştuğu şehir." (...) arkadaşlarına ve sırdaşlarına da birer kopya vermiş ve alphonse maeder'e verdiği kopyada şunları yazmıştı:
"ona kendi adımı veremezdim, bunun yerine hıristiyanlığın erken döneminde yaşamış ve adları hıristiyanlık tarafından silinmiş büyük zihinlerin adını verdim."] sonu shamdasani (liber novus'un sunuşunda)
vaazlardan birkaç örnek;
*her yıldız bir tanrıdır, bir yıldızın doldurduğu her alan da bir şeytan.
*bütünün boşluğu pleroma, faaliyeti abraxas'tır.
*pleroma bir varlık halini alma yeteneğine sahip olsaydı, abraxas onun tezahürü olurdu.
*güneş tanrı tarafından konuşulan hayattır; şeytan tarafından konuşulansa ölüm. ama abraxas, aynı anda yaşam ve ölüm olan, hem saygıdeğer hem de lanetlenmiş olan sözü söyler. abraxas aynı sözle ve aynı eylemle hakikati ve yalanı, iyiyi ve kötüyü, aydınlığı ve karanlığı meydana getirir.
*tanrı güneşin ardında yaşar; şeytan ise gecenin ardında. tanrının aydınlıktan meydana getirdiği, şeytanın geceye sürüklediğidir. ama abraxas kozmostur; onun başlangıcı ve sonu. güneş tanrı'nın her hediyesine şeytan kendi bedduasını iliştirir. güneş tanrı'dan dilediğiniz her şey, şeytanın eylemini meydana getirir. güneş tanrı sayesinde elde ettiğiniz her şey şeytanın fiili kudretine eklenir. işte korkunç abraxas da böyledir.
*göksel ve dünyevi tanrıların gücü arasında hiçbir fark yoktur. göksel olanlar genişler, dünyevi olanlar küçülür. her iki yön de sınırsızlığa uzanır.
*eyvah ki size de, çünkü siz tanrı'nın birliğinin yerine, bir haline gelmeyecek çeşitliliği geçirdiniz.
*bu dünyada insan abraxas'tır, kendi dünyasını yaratan ve mahveden. bu yıldız insanın tanrı'sı ve amacıdır.
*o, kendini boşlukla birleştiren tamlıktır.
o, kutsal düğündür;
o, aşktır ve aşkın katlidir;
mukaddes olandır ve ona ihanet edendir.
günün en parlak ışığı, deliliğin en derin gecesidir.
o'nu görmek körlük demektir;
o'nu bilmek hastalık;
o'na tapınmak ölümdür;
o'ndan korkmak bilgelik;
o'na karşı durmamak özgürlük demektir.
*insan onun yüzü karşısında felce uğrar. onun karşısında ne soru ne de yanıt vardır.
devamını gör...
varoluş sancısı çektiği halde insanın bu dünyadan gitmek istememesinin sebebi
çünkü yaşamak çok güzel,çünkü hayat kısa , kuşlar uçuyor.
çünkü buraya bir daha hiç gelmeyeceğiz.
çünkü toprak olacağız. ne kadar zor da olsa , yaşamak çok güzel şey be, bir pulp fiction izlerken , bol şekerli kahveni yudumlarken, bir şiiri farklı ses tonlarıyla okumaya çalışırken, bir kitap kargosunu açarken, duş aldıktan sonra , yeni yıkanmış masmavi yatakta uzanıp sevdiğin radyoyu dinlerken , hiç kimse dinlemese de orada 1 kişinin bile olduğunu varsayıp radyosunun başına geçen radyocunun umudunu düşünürken, en sevdiğin yazarların yerine kendini koyarken, bir pazar günü patates kızartması ve en sevdiğin yeşil zeytin ve çay ve peynir ve ailenle gülümserken, eskiden yazdıklarını okurken, kedinin senin yüzüne ellerini koyup gözlerinin içine bakarken, arka sokaklar izlerken, hayat çok güzel be... rıza baba' nın gõzleri kadar güzel...
çünkü buraya bir daha hiç gelmeyeceğiz.
çünkü toprak olacağız. ne kadar zor da olsa , yaşamak çok güzel şey be, bir pulp fiction izlerken , bol şekerli kahveni yudumlarken, bir şiiri farklı ses tonlarıyla okumaya çalışırken, bir kitap kargosunu açarken, duş aldıktan sonra , yeni yıkanmış masmavi yatakta uzanıp sevdiğin radyoyu dinlerken , hiç kimse dinlemese de orada 1 kişinin bile olduğunu varsayıp radyosunun başına geçen radyocunun umudunu düşünürken, en sevdiğin yazarların yerine kendini koyarken, bir pazar günü patates kızartması ve en sevdiğin yeşil zeytin ve çay ve peynir ve ailenle gülümserken, eskiden yazdıklarını okurken, kedinin senin yüzüne ellerini koyup gözlerinin içine bakarken, arka sokaklar izlerken, hayat çok güzel be... rıza baba' nın gõzleri kadar güzel...
devamını gör...
2002 doğumlu birini ciddiye almak
2002 doğumlu, canımdan çok sevdiğim beş yeğenimden en büyüğünü ciddiye alarak sıkça yaptığım eylem.
devamını gör...
vaka sayısının tekrar yükselmesi
gün geçmiyor ki vaka sayıları yükselmesin.
devamını gör...
anadolu tat 1071
2018 yılında vizyona giren ölümlü dünya filminde ailenin işlettiği lokantanın adıdır. radyoda yayınlanan ve akıllardan çıkmayan jingleları vardır. film ve filmdeki replikler unutulmadığı gibi (ilhami abi sen söyle ben başka bir ilde miyim?) bu güzide lokantanın da adı unutulamaz.
devamını gör...

