aslında çoklarının dile getirdiği kadar kötü bir film değildir. yok efendim neo-noir film olma beklentilerini karşılamıyor, yok efendim polanski 'ye yakışmıyor. bunlar işin aslı beni çok ilgilendiren şeyler değil * evet, eldeki konu çok daha güzel işlenebilirdi buna eyvallah. amma velâkin bir filmi izlerken tek tarafa odaklanır kalırsanız filmdeki başarılı unsurları göremezsiniz. misal bana göre bu filmde deep'in canlandırdığı dean corso karakteri ve onun yansıtılış tarzı gayet başarılı. adam tam bir koleksiyoncu. yani bir şeylerin peşinden koşuyorsanız ve bir şeyler toplamayı seviyorsanız, o karakterin verdiği hissi sonuna kadar alırsınız. bunun nasıl bir hastalık olduğu ve bu hastalığın getirdiği ayrıntıcı bakış açısı bana göre çok güzel yansıtılmış. zaten bu filmin lokomotifi de corso karakteri. geri kalan her şey onun etrafında şekilleniyor.

filmde çok fazla boşluk var mı? var. misal lena olin'in canlandırdığı abla ne ayak çözemiyorsunuz. tamam ablacım ruhani bir varlıksın, her yerde bitiyorsun, en nihayetinde altın vuruşu da yapıyorsun ama sen kimsin? nesin? kimlerdensin? belli değil. şeytan değilsin bir kere. olamazsın. zira o kadar ritüel var hepsinde şeytanın erilliğine vurgu yapılıyor. hadi form değiştirdin diyelim. niye ve neden sürekli corso 'ya yardım ediyorsun? seni takip edenlerle de mi sorunun var? neyin tavrı bu? yani özetle bu karakter muammalı çok hummalı bir karmaşa yaratıyor filmin içerisinde. artı boris denen manyak üstatlık mertebesinde bir abi, bu adam o yaş tahtaya nasıl basıyor o kısımda hayret verici. süzmesi lazımdı meseleyi. başka bir vesileyle ters köşe yapılmalıydı. işte böyle gariplikleri var filmin ama yine söylüyorum çoklarının dile getirdiği kadar gömülecek bir film değil. oturup corso karakteri için bile izlenebilir. tabi birde o yaşlı teyzenin kütüphanesi var, orası da güzel mekân. filmin sonu tahmin edilebilir olsa da finali güzel sayılır. söylediğim gibi ben severim bu filmi. corso gibi karakter her filme nasip olmaz. bana göre izlenesidir tabi baktığınız yere göre durum değişiklik arz eder.
devamını gör...

dünyadaki gelir dağılımındaki adaletsizliğin toplumumuzdaki yansımalarıdır. her şeyde eşitliği savunan insanların gelir dağılımındaki bu eşitsizliğe karşı tek bir ses çıkarmaması tuhaftır. çok üzüldüm.
devamını gör...

özellikle son zamanlarda dinlerken bir yandan içimden gelerek eşlik ettiğim bence yapılmış en güzel türkçe şarkılardan biri.

devamını gör...

video gerçekleri tokat gibi yüzünüze vurmuştur, dikkat ederseniz yüzünüze diyorum..
ülkenin sağlık sisteminin bomboş olduğunun farkında olan ufak bir kesim her daim vardı.
eski tanımlarımda mutlaka vardır, bir pandemi hikayesi yazıldı aman ülkemizde sağlık sistemi muazzam, aman fahrettin koca cumhurbaşkanı olsun cular burada mı?
yüreğim tükenmişti, özellikle en muhalifinden, en inançsızına, bu parti ile alakası olmayan arkadaşlarımdan ''yahu dansöz, avrupa kırılıyor, bizim sistem müthiş, şehir hastaneleri çok iyi,(b: dayımın eltisinin yeğeninin torunu amerika'da parası olmadığı için diş dolgusu bile yaptıramıyor) güzellemelerini söyleyenleri düşünüyorum....
hocamlar bu ülkede, temel zihniyet sıkıntısı var ve ne yazık ki ve en derinden ne yazık ki bizim ülkemizde hiç bir uygulamanın veya sistemin mükemmel olması olasılıksızdır.
neyse sizi oyalayacak yeni hikayeler yazacak ve umutsuzluğunuzu fırsat bilecek nice sırtlanlar çıkacaktır, yüce yaradan şahit olsun ki gelen gideni aratacaktır... ne diyorduk, zihniyet bozuk.
devamını gör...

"kim söylemiş son diye
olmaz diye, kanar diye
anlatma
anlamam
aşk varken sözlerinde, düşlerinde
yeniden doğmak gibi nefesinle
çoğalıp sevginle
isteme
durdurma
"

moğollar/yolum seninle

devamını gör...

göz kamaştıran bir beyazlık

bakmaya dayanamayacağım bir
sıcaklık

özgürlüğün sonsuz mavisi

bir meleğin düşüşü

sakin bir tarçın kokusu

yeşilin serin bir tonu gibi...
devamını gör...

içinde "hissettiğin" an.
devamını gör...

bahçemizin güzeli nazlı hanım.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

iyi pilavın sırrı kaliteli baldo pirinç ve tereyağında biter.
devamını gör...

kabataş iskelesinde bir abimiz vardı her sabah saat 10:00'a kadar megafonla günaydın diye bağırırdı hatta bazen sonuna eklerdi "insan olana günaydın" diye.
adamın amacı herkesin o meymenetsiz suratında gülümseme oluşması ve selam vermenin ücretli olmadığını göstermekti ama kimse günaydın demeden yanından geçer giderdi veya diyenler bir elin parmaklarını geçmezdi. şimdi bu başlıkta ona benzemesin diye görünce sevinç oluyorum ondan yönetimden habersiz bunu bold eyliyorum siz sabahları bu başlığı durmadan kullanın.

devamını gör...

karpuz
eskiden, dışı siyaha yakın koyu yeşil, toprağa değen yeri sarı, en fazla beş kilogram
gelen karpuzlar vardı. çiçek tarafı üzerine tepsiye oturtulur, sap tarafından bir kapak
kesilir ve karpuz meridyeni boyunca dilim çizgileri çizilirdi. sonra bütünlüğü henüz
bozulmamış karpuzun yerine oturtulan kapağı üstüne sert bir yumruk atılarak karpuz
dilimlere ayrılırdı. kapuzun en şeker yeri göbek ortada kalır ve yeme hakkı karpuzu
kesenin olurdu. iri çekirdekli, çekirdeği çerez olarak yenilebilen bu karpuzlar yok artık.
var diyen varsa alıp köşede beklesin beni, rakımı ve peynirimi alıp geliyorum.
günümüzün, en büyük tepsilere bile sığmayan, her biri en az on kilo gelen yeşil gri,
içi pembe, piç çekirdekli karpuzlarını bu şekilde kesmek mümkün değildir. bunlar
tepsiye çiçek sap ekseni yatayla paralel olacak şekilde konulur ve ekvator ekseni
üzerinden ikiye bölünür. sonra her iki yarı ayrı ayrı dilimlenir. bizim öykümüz de
böyle bir karpuz üstüne…
***
iş yerimizin en üst katının bir bölümü yemekhane. benim ofisim de bu katta,
yemekhanenin tam karşısında. yemeği dışarıdan, bir yemek şirketinden alıyoruz.
yemekleri büyük sefertasları içinde getirip yemekhane çalışanına teslim ediyorlar.
yemekhane çalışanımız bir elli boyunda, yusyuvarlak, çok konuşan, çok gülen orta
yaşın üstünde bir kadın. görevi, yemek tepsilerini hazırlamak, yemekten sonra
masaları temizleyip tepsileri yıkamak ve mesainin başlangıcından bitişine kadar her
saat başı çay dağıtmak… şirkette çalışan patron dahil herkesten daha zengin.
çalışma nedeniyse ileride ne olur ne olmaz diye emeklilik hakkını kazanmak.
kendisine adile hanım derim ve öyle çağırırım. adile naşit’ten mülhem… alışmıştı.
kocası da alışmıştı hatta. o da ona adile diye seslenmekteydi. kocası adile naşit’ten
biraz daha uzun boylu, o da tombalak, kırmızı yüzlü (ve tansiyon hastası) birisiydi.
adile hanım onu tosun diye çağırırdı. biz de öyle derdik. neyse…
bir gün, sıcak bir gün, yemeğimizi getiren şirket, menünün son kalemi olarak o
karpuzlardan getirdi. muhtemelen on beş kilo bir şey.
adile hanım, adeti olmadığı şekilde söylenmeye başladı: “nasıl kesilecek bu. nerede
kesilecek bu”
karpuz kesme işini çok sevdiğim ve daha da ötesi adile hanım’ın ciyak ciyak sesi
beni çok rahatsız ettiği için odamdan çıkıp mutfağa girdim. “ver bıçağı ben keserim”
dedim. sözümü ikiletmedi. mermer mutfak tezgahının üzerinde karpuzu ikiye böldüm.
sap tarafını mutfakta bıraktım. çiçek tarafını alıp yemek odasına geçtim ve karpuzu
masanın tekinin üstüne koydum. tekrar mutfağa geçip tepsi alacaktım ki karpuzun
tam ortasından çıkan, saç kılı kalınlığında, kırmızı bir ip dikkatimi çekti. yemeğin
içinden sık sık kıl çıkmasına alışmıştık ya, karpuzun içine ip, daha doğrusu kıl
düşürmekle kendilerini aşmıştı bizim yemek şirketi.
kılı çekip almaya çalıştım. dışarı geldi ama tahminimden uzundu kıl.
geldikçe geldi, uzadıkça uzadı. böyle bir şeyin nasıl olabildiğine şaşırarak kılı yumak
halinde sarmaya başladım. başlangıçta kırmızı renkteydi. arada küçük siyah
bölgeleri oluyordu. ben sardım, kıl uzadı geldi. en sonunda önce tamamen beyazlaştı
ardından yeşil oldu. yumak yarım karpuz ağırlığına ulaşınca anladım ki karpuzun
içine kıl düşmemiş, karpuzun bizzat kendisi kılmış.
yumağa baktım, karpuz halindeyken çevresini saran şekerli su masanın üzerinde
kalmıştı. bu yüzden yumak ıslak değil nemliydi. yumağı kucaklayıp çöpe atacağım
sırada kılın ucunun kopmadığını, yemek verme penceresinden geçip mutfağa
girdiğini gördüm. muhtemelen karpuzun diğer yarısı da kıldı. onu da sarmaya
başladım.
kıl gene kırmızı oldu. arada siyah oldu. tekrar kırmızı oldu. sonra beyazlaştı. en
sonunda yeşil oldu. şekerli su geride kaldığı için hafiflemişti ama yumağın kendisi
karpuz kadar olmuştu. hadi diyelim yüzde sekseni kadar.
tam bitti artık diye düşünerek yumağı sararken kılın bitmediğini, ne kadar sararsam o
kadar kıl geldiğini fark ettim. kendi kendime “sar yavrucuğum şunu, ne olursa olsun”
dedim. sar, sar, sar. yumak en sonunda taşınamayacak kadar ağırlaşınca da bıktım
ve “yeter ‘lan” diyerek bıçakla kestim kılı. yumak yemekhanede bulunan çöp
kovasına sığmayacak kadar büyüktü. bu yüzden kaldırıp terasa attım. sonra mutfağa
seslenip “adile hanım, yemeğe karpuz falan yok, birisini gönder de kola falan bir
şeyler alsın” dedim. adile hanım’dan ses çıkmadı. bir daha seslendim. gene ses
vermedi. biraz da kızarak mutfağa girdim. mutfakta yoktu. tuvalete gitmiş olduğunu
düşündüm ama gene de yemek hazırlama bölümüne baktım. adile hanım oradaydı.
daha doğrusu ondan geriye kalanlar.
ondan geriye kalanlar iki ayağının diz kapağının yarım karış altındaki bölümdü.
karpuzu sökme işine öyle dalmışım ki adile hanım’ı da sökmüş yumağa sarmışım.
geri kalan iki bacak parçası da yemek dağıtım odasında sanki yemek hazırlıyormuş
gibi oradan oraya koşturup duruyordu. ayaklarda da pazar işi lastik ayakkabılar.
atölyeye telefon açtım; “öğlene yemek yiyecekseniz biriniz yemek dağıtmak için
yukarı gelsin”
sonra adile hanım’dan geri kalan ve hala gezinen ayakları tutup kolumun altına,
ekmek tezgâhının yanına koyduğu telefonunu da elime alıp terasa çıktım.
terasa attığım yumak duvar dibine kadar gitmişti. ayakları onun yanına koydum ve
oynama, kımıldama diye tembih ettikten sonra adile hanım’ın telefonundan kocasını
arayıp şirkete gelmesini söyledim. kocası başına taş düşse umursamayan çok geniş
biriydi. çok eski, frenleri tutmayan bir arabası vardı. arabayı durdurmak için ya yokuş
bir yere boştaki viteste gelir, ya da uzunca bir tahta lama bağladığı sol ayağını
arabanın kapısından çıkartıp tahtayı asfalta sürterek fren yapardı.
“ne oldu” diye sordu.
”uzun hikaye, sen gel burada anlatırım tosun bey “dedim. “tamam, o zaman” dedi
yarım saat sonra geldi. park yerimizde duran arabalardan birisine çarparak durdu.
yukarı çıktı.
”ne oldu abi” diye sordu yanıma gelince. kendisinden on yaş küçüktüm ama
abisiydim.
yumağı gösterip “yaw senin hanımı söktüm bu öğlen. yanlışlıkla oldu. ama o da hiç
ses çıkarmadı” dedim. hayretle yüzüme baktı.
”işte şunlar ayakları, geri kalan kısmı da bu yumağın içinde” dedim.
”yumakta epece bir miktar da karpuz var” diye de ekledim.
”ne yapacağım ben bunu” diye sordu.
”ister çöpe atalım, istersen eve götür yeni baştan ör” dedim
”iyi ama ben örgü örmeyi bilmiyorum ki” dedi.
”ben de bilmiyorum ama bir ters bir düz işte, ne kadar zor olabilir ki” dedim.
yumağa baktı iki ayağa baktı. ayaktan çıkan kılı gösterdim.
“ben kesmiştim. yumağın ucunu oraya bağla, istersen japon yapıştırıcıyla yapıştır”
dedim. “hemen başla ki bir an önce bitiresin”
durdu. çöpe atıp gitmeyi düşünüyordu belli.
”kadının yenisini alsam daha masraflı” deyip yumağı aldı.
”bir gecede bitmez bu ha” dedi. “daha örgü örmeyi öğreneceğiz”
“tamam” dedim. “yarın cuma izinli olsun, sonra cumartesi, pazar tatil. pazartesi gelsin”
”haydi eyvallah o zaman” deyip gitti.
***
pazartesi oldu. işe geldik. çalışanlar benden yarım saat önce geliyorlar ya, adile
hanım da öyle yapmış.
”ne biçim örmüş ‘len seni” dedim görür görmez. ayaklardan geri kalan kısımlar vardı
ya, işte tam o noktalardan çıkan iki kol var. kol kol ama öyle böyle değil, iki metre
boyunda. yukarı çıkıyor sonra vücut. tabi tenasül ve boşaltım uzuvları hakkında bir
bilgi sahibi olmaya imkan yok. bir bluzun sakladığı eskisinin iki katı memeler ve
ensesi bize yüzü arkaya bakan bir kafa.
”kocan mı ördü” diye sordum. “evet” dedi.
”onun elinin ayarını sinkaf edeyim” dedim. “bu ne biçim iş ya, hiç mi göz izan yok
herifte”
“var ama rakı içiyordu” dedi.
sonra “ne yapacağız bu işi” dedi. “doğru dürüst tuvalete oturamıyorum, yüzüm
duvara değiyor”
”tuvaleti 180 derece çevirin” diyecektim ki kadının bizim iş yerinde de tuvalete gidiyor olduğu aklıma geldi. diğer kadınlar şiddetle itiraz ederdi.
”sen bugün yemek şirketine telefon aç da bir karpuz daha getirsinler” dedim
devamını gör...

yeni sözlükler aramak için bir fırsattır. kimse zorla tutulmuyor en nihayetinde. allah’a emanetsin.
devamını gör...

sözlük yazarları arasında en zor mahlasa sahip yazar ödülü kendisine takdim edilmeli. önceki zordu, bu daha da zor olmuş.
devamını gör...

ah keşke 60larda yaşasaydım da malum grupların, insanları başka galaksilere gönderdiği kişiler arasında olsaydım dedikten sonra bu arzumu , gençliğimin doruğuna denk gelip müziğini icra ederek tatmin eden çoklu enstrümantalist kevin parker isimli uzaylının sahne ismi.

edit: her bir parçası için ayrı başlıkları hak eden müzisyen.
devamını gör...

pkk ile arasındaki organik bağı bildiği halde oyunu gönül rahatlığı ile böyle bir partiye veren vatandaştır...

tercihini bu yönde kullanması ona saygı duyacağımız anlamına gelmez.
hdp'nin ne olduğunu hdp'ye oy veren herkes çok da iyi biliyor. maval okumasın bana kimse!

hdp bölücü terör örgütünün siyasi koludur.
bütün dertleri de ülkenin bölünmez bütünlüğü ile alakalıdır.
cumhuriyetimizle, en temel değerlerimizle kavgalı bir partiye oy veren insanlara saygı duymuyorum.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

akşama kadar salonda yatıcam sanırım.
devamını gör...

hemen hemen her şey.
sigara mesela, "en dipte olduğum zaman da en mutlu olduğum anda da yanımda sigaram var." diyenler var. sanırsın ki sigara bir hışım gelip kendi kendini yakıyor.
devamını gör...

yasamayin. ruh sagliginizi kaybedebilirsiniz varsa tabi...
devamını gör...

darwin’in türlerin kökeni adli kitabinda yer alan kavramdir. bu kavrami da iki ayri yola ayırmıştır. birincisi yola gore, eseylerin bu secim biciminin dis koşullarda bir iliskisi yoktur. hatta tam tersi durum söz konusudur. bu kurama göre özellikle erkekler arasinda, disi icin yapilan savasla baglantilidir. bu savaşın sonu ölüm degil, birlikte olacağı eşeyin sinirlandirilmasi dolayisiyla daha az genlerini dagitmasidir. bu yuzden darwin cinsel secimi dogal secimden daha sert bulmaktadir. dogal yasamda en dinc erkekler, en çok döl bırakan erkekler olarak savunur tezinde. bunu destekleyen turlerden bazi ornekler verir. örneğin timsahlar, disi savasinda kızılderililerin savas dansindaki gibi donup bagrisarak savaştıklarını dile getirir. erkek alabaliklarin butun gun kavga etmesi yine buna ornektir. ve bazi bocek turlerinde bu durumun goruldugu gozlemlenmistir. bu seçilim alfa erkekleri kendi partnerlerine ve savaştıkları hemcinslerine baskin olmayi saglar.

ikinci yol ise, bir cinsiyetin (genellikle disilerdir) karsi cinsten bir bireyin secmesi yontemidir. yontem, basta bilim insanlarinin tarafinda cok kabul görmemiş, hatta bir donem elestirilip alaya alındığı söylenebilir ama zaman geçtikçe bilimsel gözlemlerle ispati mumkun olunca, kabul görmüş bir kuram haline gelmiştir. hatta cinsel seçilim kavraminin hala gunumuzde halihazirda devam ettigi gorusu bir hayli de yaygindir.
devamını gör...

aslıhan gürbüz.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim