rope, 1948 yapımı bir alfred hitchcock filmi. the man from earth adlı filme benzer filmler ararken bulduğum ve iyi ki izledim dediğim bir film. eski filmlere, oyunculuklara olan görüşümü değiştirmiş ve kısa, akıcı, heyecanlandıran, geren ve size insan psikolojisini başarılı bir şekilde gösteren bir film.

bunu tanımlarken hangi kelimeyi kullanmak istersiniz, kendiniz seçin: psikoloji, ruh hali, his, duygu, dışa vurum, mimik ve hareket, jest, ima, beyan... nasıl tanımlarsanız tanımlayın bu filmin içinde gördüğüm en başarılı yansımalarına tanık oldum. özellikle john dall ve james stewart'dan sonra farley granger'i altını çizerek belirtmek istiyorum. bu üç aktörün, yaklaşık bir buçuk saatlik bir filmde tek bir odada yaptıkları, hissettirdikleri gerçekten izlemeye değer.

mükemmel cinayet işlenebilir mi? sorusuna yanıt arayan film, konusu itibari ile düşündürücülüğünü bence filmden sonraya saklamış. çünkü izlerken, sahnelere odaklanmaktan alt yazıyı takip etmeyi bırakın okumadığım zamanlar oldu. bunu pek sık yaşamadığım için de abartarak ve uzatarak yazıyorum. sanırım, bunları da hak ediyor. hem konu, hem işleniş hem de oyunculuk olarak etkileyici bulduğum bu filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
devamını gör...

üzerindeki kıyafetin fiyatı. eğer bu konuyu kendi başlatmışsa kaçarak uzaklaşmanız önerilir.
devamını gör...

kişisel tarihimin oğlakbaşı.
biz, üç benzemezin, hem gerçek hem metaforik anlamda mutfak köşesi, simyacısı. anaçlığıyla açı toku, sevdiği herkesi toplasın bir masanın etrafına, katsın, çırpsın, yoğursun, pişirsin, beslesin, doyursun, kimse aç kalmasın, herkese afiyet olsun ister.
bunca yıldır iki aynamdan biri diye bakarım, sevdiği birinin afiyette olmaması kadar büyük hüzün ve korku görmedim yüzünde daha.
çiğlik karşısında saman alevi gibi parlaması bile karşısındaki pişip olgunlaşsın diyedir mutlaka. çünkü güzel bakar, sevilmeyi öğrenememiş olan bazılarının kendini haddinden fazla güzel sanmasına sebep olacak kadar güzel bakar miko.

sevdikleri için sadece balık tutmaz, aynı zamanda balık tutmayı öğretir de.
tam bir sözlük gurusudur mesela. yedi yirmi dört bitmeyen tüm sorularımı -saçmalayıp yanlış sorduğum abuk soruları bile sabuk bir şekilde doğru anlayarak- cevaplar. sabırla öğretir, cesaret verir.

çok güzel şarkı söyler. güzel şarkı söyleyenler ikiye ayrılır. şarkı söylerken herkesi susturup sesiyle diğer tüm sesleri dövenler, bir de aşkı içinden taşıp tuhaf bir telepatiyle herkesi eşliğe meşke davet edenler. hah miko hep ikincisi işte…

sarhoşluğu çok komik ve aşırı sevimlidir. sarhoş olup sızmışsa uyandırıldığında müzik kutusuna dönüşebilir. kafasını koyduğu kanepenin sol başından yavaşça doğrulup yastığına sarılıp sağ başına doğru yeniden devrilmek üzere bir yay çizerken, uykuyla uyanıklık arasında bir yerden size şarkılar söyleyerek sövebilir.

“yola çıkan kişinin tek yardımcısı, yolu, yanında, onunla birlikte yürüyendir–yoldaştır..yol üstünde tek yardım yolu, yürümektir.” der oruç aruoba. birlikte yola çıktığım, yol gittiğim, yol yürüdüğüm, birlikte düştüğüm, birlikte gülmekten kalkamadığım, düştük mü kalkamayışlarımız olacaksa bir tek gülmekten olacağını bildiğim, ‘biz varken bize bir şey olmaz üçgeni’min mutfak köşesi yoldaşım.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
çinlilerin türklere olan zulümlerini anlatan orhun abidelerinin genel merkezin önündeki kopyasının önünde olmasıyla fazlasıyla manidar ve ironik olan hadisedir. tabii, orhun abideleri aynı zamanda türk boylarının birbirlerine attıkları kelekleri de konu ediniyor. bu yönden bakınca da düşündürücü.

(bkz: orhun abideleri)
devamını gör...

"turunç ağacıdır".

canını yediğim bu ağacın adana civarları dışında kıymeti bilinmez. bahar gelir mukemmel keskinlikle kokular yayar; meyvesi turunçlar salataya, kebap ve lahmacuna limon niyetine sıkılır. reçeli olur muazzamdır...

gelin bu ağacın meyvelerine de kendine de bi şans verin.

bir turunç ağacı gördüğünüzde de bir selam çakın lütfen:)
devamını gör...

ciddi bir yorum yazayim diyorum ama mumkun degil, tiplerine bakip kahkahayi basiyorum su an.
yani bence olmuslar bunlar ki yasin bir onemi yok boyu boyuna da denk, anlasiyorlarsa da neden olmasin oyle degil mi? ölenle de ölünmüyor neticede*.
devamını gör...

etkileşimsizliğiyle entrylerimin görünmez falan olduğunu düşündüğüm sözlüktür.
devamını gör...

evlilik toplumsal ve sosyolojik yapının etkisiyle şekillenen bir kurumdur.asıl sıkıntı her bireyin evliliklerinin eşit koşullarda olmamasıdır örneğin :eğer yüksek zümreden biriyse yediği ,içtiği ve giyimi vb .şeyler daha farklı alt sınıf olarak adlandırılan ve kapital sistemin emekçileri ise çoğu zaman yoksulluk ile yüzleşecektir ve huzurlu aile hayatı olmayacaktır..burada dikkat çekilen zengin kesime evlenip boşanmak hak görülmüşken diğer kesimlere görülmemiştir ve eşit kalite de standartları bulunmamaktadır.esasen huzurlu bir aile hayatının tüm kişilere sunulması ve seks işçiliği yapmak zorunda kalanların yine bu sistemin eseri olduğunu belirtmiş,güzel bir makale .benimde fikirlerim böyle ve sanayi devrimin ingilteredeki olumsuzluklarını güzel anlatmış.
edit:imla ve birkaç düşünce
devamını gör...

"14 yaşımdayken karnımı doyurmak için bir parça ekmek çaldığımda beni zindana attılar ve orada tam 6 ay bedava ekmek verdiler. hayatın adaleti budur.” (sefiller)
devamını gör...

bazı insanların hala anlamakta güçlük çektiği bir şey var: eşcinsellik birilerinin örnek göstermesiyle, yönlendirmesiyle ortaya çıkan bir şey değildir. eşcinsellik doğuştan gelen bir yönelimdir, tercih değildir.

keşke dendiği gibi erkek çocukları onu örnek alsaydı. onun naifliğini, kibarlığını, sanatçı kimliğini örnek alsaydı. o zaman belki çok daha başka bir noktada olurduk.

topluma örnek olan kişileri eleştirecekseniz gündüz kuşağı programlarını, içinde her türlü şiddet bulunan dizileri eleştirin. yıl olmuş 2021 hala homofobiye karşı savaşıyoruz. hala eşcinselliğin normal bir durum olduğunu vurgulamak zorunda kalıyoruz. yazık.
devamını gör...

cevabı, tartışmaya yer bırakmayacak şekilde "evet” olan soru.

gelelim nedenlerine. öncelikle “kadının beyanı esastır” ilkesinin ülkemizde çokça çarpıtıldığını, farklı yönlere çekildiğini ve toplumun büyük bir kesiminin bu ilkenin hukuktaki karşılığını bilmediğini düşünüyorum.

bir kere esas “temel” demektir, “doğru” demek değildir. ayırdına varmamız gereken en önemli nokta burası. bu ilke sanıldığı gibi kadının beyanı mutlak doğrudur anlamına gelmiyor. kadının beyanı mahkemenin gözünde esastır, doğruluğuna inanılır fakat araştırılır anlamına geliyor. yani öyle “kadın bunu söylüyor, beyanın muhatabı kişiyi derhal cezalandıralım” gibi bir durum söz konusu değil.

ayrıca bu konuda “bir kadın veya çocuk size bir suç isnad ettiğinde direkt suçlusunuz” ya da “ilk beyanda bile delil istenmesi şarttır” gibi düşünceden uzak çıkarımlar yapamayız. çünkü taciz, tecavüz, şiddet vb. şeyler içeren suçlarda olayın tek tanığı yine mağdurun kendisi olduğu için mahkeme davayı başlatmak için delile gerek duymaz. mağdurun beyanı esas alınarak olay incelenir ve bu doğrultuda varsa darp raporu, kamera görüntüsü gibi delillere ulaşılmaya çalışılır. özetle davayı açmak için mutlak delil sunulmasını beklemezler.
devamını gör...

twitter kullanmasanız da malum uygulama keşfetinize düşmesi kaçınılmaz twitler sarmalı.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...


jane austen'in sayısız defa beyaz perdeye ve televizyon ekranlarına uyarlanmış kült romanı. kitabın temel konusu aşk olsa da ön planda yer alan aşk hikayesinin arkasında ingiliz toplumunun yaşantısına dair yönelen ince dokundurmalar mevcut. austen'ın roman boyunca sahici bir dil kullanması ve olayların yalın bir üslupla aktarımı yıllar geçse de eserin etkinliğinden bir şey kaybetmemesine sebep olmuş. başroldeki elizabeth benneth oldukça etkileyici bir karakterdi benim için. zekası, hazırcevaplığı, zaman zaman kabaran eğlenceli ve muzip tavırları hoşuma gitti. bir diğer başrolümüz darcy ise elizabeth ile zıt bir kutupta yer alıyor. kibirli, egoist ve kendi sınıfından olmayanlara karşı hodbin bir insan görüntüsünde olan kahramanımızın kabuğunun altında şefkatli ve yardımsever bir adam olduğunu sonradan öğreniyoruz. genel anlamda sınıf farkı ve karakterlerin çatışması üzerinden işlenen bir aşk öyküsü denilebilir roman için. wickham, collins gibi başarılı ve renkli yan karakterler de mevcut romanda. benim için en etkileyici kısım mrs.gardiner'in elizabeth'e darcy hakkında her şeyi açıklayan ve onun özünde nasıl bir insan olduğunu açığa çıkaran mektubu olmuştu.
devamını gör...

hâlâ olayın nedenini anlamayanların olması sinirlerimi bozuyor. *

tanıyan tanıyor, bilen biliyor nasıl bir insan olduğumu. nasıl biri olmadığımı ise burada kanıtlamakla uğraşmayacağım. meja her zamanki meja. oyna, devam!
devamını gör...

kitap okuyorum bi süre sonra sıkılıyorum.
video izliyorum sıkılıyorum.
el işi, kanaviçe falan yapıyorum sıkılıyorum.
resim karalıyorum sıkılıyorum.
ders çalışıyorum sıkılıyorum.
dergi elime geçince okuyorum sıkılıyorum.
hayvanımla ilgileniyorum sıkılıyorum.
yazı yazıyorum sıkılıyorum.
salona gidiyorum sıkılıyorum, geri dönüyorum yine sıkılıyorum.
insanların arasında sıkılıyorum ama yokluklarında da sıkılıyorum.
kendimden sıkılıyorum.
manita yapalım cici cici konuşuruz diyorum lan ondan bile sıkılıyorum.

haz yok haz
yok
devamını gör...

bugünden kalan.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

24 gün önce girdiğim yaş. yirmi yedi yaşın muhasebesini yaptığım zaman, korkunç bir reçeteyle karşılaşıyorum. 20'lerin başlarındaki kayıtsızlığın olmadığı ama artık yaşlanıp da umutlarınızın bitmediği bir yaştır 27 yaş. biraz da yaşamdan bahsedelim.

içinde bulunduğumuz ülkenin ekonomik şartları bize uymuyor, çoğumuz bu konulardan rahatsızız ve bunu mızmız çocuklar gibi her yerde dile getiriyoruz. lakin yaşamı büsbütün bir sürgün haline getiren, içinde bulunduğumuz şartlar değil. hiçbir dönemde de olmadı. bir yaşamı mahveden şey, insanın var olan potansiyelini öyle ya da böyle harcamasıdır. zamanı yönetemedik, günceli yakalamakta çok zorlandık, riske girmekten korktuk. takım elbiselilere kaderimizi teslim etmekte müthiş bir arzu duyuyoruz ve bu birçoklarının yaşamını cehenneme çeviriyor. sözlerimizde bir devrimci havası varken, elitlere el açıp medet umacak kadar da yolumuzu kaybetmiş durumdayız.

ben, arturo bandini, yirmi yedi senede şunu öğrendim: yaşamak çok zor. ben bu hayatı beceremedim. hastalıklar yaşadım, en sevdiğim insanı, babamı kaybettim. aile düzenim bozuldu, abimle küstüm, evimi terk ettim ve evsiz kaldım. küsüratları da var bu işin ama işin çerçevesi bu. hayat bana zor geldi biraz. çok erken anladım yanık türkülerin hangi hislerle yazıldığını. şımarmanın ne olduğunu unuttum. çünkü bana göre gençlik demek kayıtsızlık demekti, vurdumduymazlık demekti, hata yapma lüksüydü; utanacak işler yapacağımız zamanlardı gençlik, birilerinin arkasını toplayacağımız değil, birilerinin arkamızı toplayacağı zamanlardı. ben böyle tahmin etmiştim çünkü çevremde böyle gördüm ve hala böyle görüyorum.

20'ler demek "ben bir şey yaptım arkadaşlar" deyip, saçma sapan bir şeyden övgü beklemekti. bu arzu, bu beklentiydi. kız arkadaşınla öpüşmekti, onunla gezip tozmaktı. kafaları çekip sabahlara kadar eğlenmekti. gençlik buydu. gençlik, bir elimizi pantolonumuzun cebine sokup sigara içerek kasvetli sokaklarda yürümek değildi. renkliydi be kardeşim. yaşam, bize hiçbir standartın olmadığını, işin içindeysen her türlü boku sana yedirebileceğini, her çeşit senaryoyu sana dayatabileceğini açıkça gösterdi. geri dönüşü olmayan izler bıraktı bizde. yirmi yedi yaşın defterini zorluklarla doldurdu.

artık zorlanıyorum. aşti otogarındayım ve istanbul'a kalkacak otobüsü bekliyorum. bir meçhule doğru yol alacağım. ne getirir, ne götürür bilinmez ama hayatın adamakıllı üstüne bindiği insanlar iyi bilirler ki: artık iyi bir şeyin olmasını istemekten, umut etmekten ziyade daha kötü şeylerin olmaması için temkinli olursunuz. temkinliyim artık, daha ne kadar üzerimize geleceğini bilmediğimiz bir yaşamın tehditi altındayım. 27 yaşındayım ve ben bu hayatı sevenlerden olamadım.
devamını gör...

ivedilikle icabet edilmesi gereken davet.
devamını gör...

şu sıralar en çok özlenen, mevsimlerin dili.

her bir mevsimde ayrıdır anlattığı. sonbaharın geldiğini hafif ıhlamurlu kuru yaprak kokusuyla karışan suyun kokusundan anlar bir yağmur sevdalısı. kış içinde sise ya da kara değerek kalın bulutlardan soğuk soğuk yağışıyla sıcaklığa ne kadar uzak kaldığını gösterir. ilkbaharda renklenen dallar ve çimenli rüzgarıyla ılık bir elin dokunuşunu, yazın da tülü andıran bulutların içinde şehre telaşlı telaşlı şöyle bir uğrayıp geçiverişini andırır. her seferinde anlattığı farklıdır hani, hızıyla çocukları, hüznü, bereketi, kızgınlığını anımsatır. şakacıdır bazen, ya da hiç şakası olmaz üzerinizde ıslanmadık bir parça kalmadığında. gelişiyle toprağın kaynaşması hiçbir şeye vakti olmayanları kızdıradursun, dünyanın kucağındakilerin kanması gereken ab-ı hayattır sicim zarafetindeki damlalar.

ah keşke hiç özletmese kendini bu kadar...
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim