hızlı giden atın boku seyrek düşer.
devamını gör...

milliyetçilik kendi milli kimliğini özümsemek, savunmak ve benimsemektir. milliyetçilikte üstünlükten ziyade kendi milletine sahip çıkmak vardır. fakat ırkçılık kendi ırkını diğer ırklardan üstün tutmak, öne almaktır, milliyetçilikle pek bir alakası yoktur. mesela atatürk de milliyetçiydi ama ırkçı değildi. bütün insanlığa ve ırkların yaşama hakkına saygılıydı. zira yurtta sulh cihanda sulh sözünü de bu minvalde söylemiş olduğunu düşünüyorum.
devamını gör...

espirisine gülünmeyen adamla çok yakın açıdan empati kurma şansı bulmuş yazardır.
devamını gör...

diyecek fazla bir şeyim yok maalesef.

insanlık suçu, katliam, soykırım, cinayet, tecavüz, ne dersem diyeyim bir şeyler eksik kalacak.
inanç olarak eksi değerlerde biriyim, pek dilim dönmez kafam basmaz bu tür cümleler kurmaya, kusura bakmayın.

geride kalanlara güzel bir yaşam, hayatını kaybedenlere ise rahmet diliyorum..

iyi yayınlar, acılar ortaktır.
devamını gör...

insanların sonsuzluk kavramını tahayyül bile edemeyişlerini göstermek için alman matematikçi david hilbert'in ortaya attığı bir paradokstur.

buna göre, sonsuz sayıda odası olan ve tüm odaları dolu olan bir otel hayal etmemiz isteniyor. daha sonra, otele gelen yeni bir müşteri bir oda istiyor ama tüm odalar dolu, buna rağmen de sonsuz sayıda oda var. resepsiyonist, her bir odadaki müşteriye kendi oda numarasının bir fazlası numaralı odaya geçmelerini rica ederek bir numaralı odaya yeni gelen müşteriyi yerleştirerek sorunu çözüyor. çünkü n sonsuz sayıda oda olduğu için n'inci odadaki müşteri de (n+1)'inci odaya geçerek problem çözülmüş oluyor.

peki, otelin önüne, içinde sonsuz sayıda yolcusu olan otobüsler peşpeşe park etse ve bu sonsuz sayıda yolcunun her biri için sonsuz sayıda odası olan otelden odalar istense ne olurdu? önce her odadaki müşterileri, en küçük asal sayı olan 2'nin üssüne oda numaralarını koyarak çıkan sonuç numaralı odaya yerleştiriyor. her yeni gelen otobüsün içindeki yolcuları 2'den sonraki asal sayıdan başlayarak bir büyük asal sayıya doğru, her asal sayının üslerine yolcuların koltuk numaralarını alıp çıkan sonuç hangisiyse o numaralı odaya yerleştirmekle bulmuş. örneğin; ilk gelen otobüsün üçüncü koltuğunda oturan bir yolcusunuz diyelim. ilk gelen otobüs olduğu için en küçük asal sayımız 2'nin bir fazlası olan asal sayımız 3'ün üssüne koltuk numaramız olan 3'ü koyarak, çıkan sonuç olan 27 no'lu odaya yerleşmemiz gerekiyor. her bir otobüs için, bu asal sayıları 5, 7, 11 , 13, 17 diye bir arttırarak, yolcuların otobüsteki koltuk numaralarını da üslerine yerleştirerek, çıkan sonuç no'lu odaya yerleştirerek bu döngü sonsuza kadar devam ettiriliyor ve böylece herkese oda vererek bu problem çözülüyor.

ekleme: cözülemeyen sudoku tüm sırrı bozdu ya. cidden her yeni geleni (n+1), (n+2), (n+...) diye yapıştır geç ne uğraşıyorsun asal sayılar, üsler, müşterileri yerinden etmeler filan.

devamını gör...

bazı kitaplar o kadar güzel yazılmış ki, "bu insanlar bu cümleleri nasıl nereden buluyor ya" diyerek hayranlıkla okuyorum ve tekrar tekrar okumak için altlarını çiziyorum, ya da bazı durumlar vardır siz 1000 kelimeyle falan belki açıklarsınız ama kitaplarda tüm durumu bir iki cümleyle öyle özetliyor ki hayat gayesi haline getiresin gelir. şuan ki dünyamızda ise bunlar bol bol tweet atılıyor.
devamını gör...

çiçekler gibi şizofreni hastası olduğunuzun göstergesidir.
ama yaş aralığınız 2 ile 6 arasındaysa bu tanıyı kaldırıyoruz.
devamını gör...

evet cuma görünümlü perşembeden günaydınlar sözlük. ee hal böyle olunca da ilk hissiyatımız gol sevinci yaşarken gelen ofsayt kararı gibi. * motor hafiften su kaynatsan da yola devam yapacak bişey yok akımı sağ olsun! ummadığınız yerden para gelen bir gün sizin olsun dostlar! *
devamını gör...

bu ülkede emeğimizle sadece belirli bir noktaya geleceğimiz gerçeği.
devamını gör...

ey reis-i cumhur fanları, hadi bunu açıklayından öte tanım giremeyeceğim türkiye cumhuriyeti, cumhurbaşkanı beyanı.
devamını gör...

bir bakıma insanın benliğine konduramayacağı davranışlardır.
yapılan cinsiyetçi davranışlara ve haksızlığa (kendisine yapılmasa bile) göz yummak.
devamını gör...

yıkanan ton balığına ne denir?
-washington.*
devamını gör...

o ilk geceyi hatırlıyorum. danslar ettiğimiz, şiirler yazıp okuduğumuz, birbirimize hayran hayran baktığımız o geceyi. hatırlıyor musun hem deliler gibi heyecanlı hem de bir bebeğin annesinin kucağındaki hali gibi huzurluyduk. hem deliler gibi mutlu hem de en aklı başımızda halimizle seviyorduk birbirimizi. eski iki roman karakteri gibiydik. anlamalıydım zaten. böyle mutluluklar ya masallarda olurdu ya da sonu mutsuz biterdi. deriz ya kader oynadı yine oyununu diye. heh işte aynen o şekilde oynadı bizimle. ve biz... kaybettik

çok hatam oldu biliyorum hep giden taraf da bendim. farkındayım ama hep korkumdandı olan bitenler. korktum, hiçbir şeyden korkmayan ben olacaklardan korktum, bizim sebep olacağımız şeylerden, bir buket açelyadan korktum. az buz şeyler değildi bunlar anlattım da sana, defalarca. korktum...

sonra s*****r ettim her şeyi. bütün korkularım senin yokluğunda, seninle birlikte gittiler sanki. yokluğunun soğukluğu yaktı tenimi, ah! ne çok yandı canım bir bilsen. geceler boyu kıvrandım bu acıyla. gözünden tek damla akmayan ben, aklıma her geldiğinde ağlar oldum. sonra geldim sana. bak dedim, buradayım, eskisinden de iyi bir şekilde yanındayım. yokluğuna bir dakika daha katlanmak istemedim o an.

ama çok şey değişmişti, sonradan anladım. artık aşık olduğum adam yoktu karşımda. sesin, nefesin, bakışın, hatta varlığın bile yabancılaşmıştı bana. o telefonu canımmm diye açtığın, hayran olduğum sesin kaybetmişti güzelliğini.* nefesin bir yabancının nefesi kadar soğuk ve yabancıydı sanki. o nahif ve kırılmamdan dahi korkacak şekilde bana bakan gözler tamamen boş bir şekilde bakıyordu bana. sokaktan geçen bir yabancıdan bile daha yabancı geldin bana o an. saatlerce bir şeyler anlattın bana. "böyle olması lazımdı, senin iyiliğin için" falan filan ve daha niceleri. klasikleşmiş şeylerden uzak olan sevgimizi o kalıplaşmış cümlelerle boğdun sanki. nefessiz kaldım çünkü, hissettim.

bana güvenmeni istemiştim senden. bir kez, sadece tek bir kez güvenecektin bana ama olmadı. boşver bu saatten sonra çok da önemli değil zaten. bana hala bir masal sözün var. tutar mısın bilmem. eski sen olsan "o verdiği her sözü tutar " derdim. şimdi varlığından bile emin değilken tek kelime edemiyorum, ah ne acı ama sevgilim. tahmin eder miydik böyle olacağını? bilseydik eğer o gece yazar mıydın bana o şiirleri? yine "hayranım size" der miydin bana? sanırım ben derdim. çünkü *eski bizi hala seviyorum.


ama seni artık sevmiyorum. yaptığımız o son konuşmada anladım bunu. sesini duyduğumda heyecanlanmadım mesela. söylediğin her cümle içimde büyük bir boşlukta yankılandı. sonrası ise kocaman bir sessizlik. her bir yankıda daha çok acıdı içim. ruhlarımız izledi bizi uzaktan, sonra gittiler. nereye? ben de bilmiyorum. o ilk gece ne kadar tanıyorsak, son gece de o kadar yabancıydık birbirimize. senin yokluğundan daha da soğuktu bu yabancılık hissi. titredim. çok fazla...

şimdi ise geçti hepsi. eski etkin yok üzerimde. adın geçtiği zaman masum ve acı bir gülümseme peydah oluyor yüzümde. 1 saniye kadar, belki o kadar bile değil. sonra ise yine yok olmaya devam ediyorsun. tamamen uzaklaştım senden, artık yoksun benim için. zamanında gördüğüm bir hülya gibi kalacaksın aklımda. en güzel halinle. bu adını andığım, sana yazdığım son yazı. bir veda mektubu da diyebilirim sanırım. sen zaten her şeyi biliyorsun, hoşça kal.
devamını gör...

canı ne zaman istese sıra dayağına çeken ve hatta dersten çok 'bir öğrenciye nasıl dayak atılır' bize en çok bunları öğretmeye çalışan biriyle görüşmek mi imkansız .
devamını gör...

şeyhleri tarikatları görüyoruz dedirten başlık..hem bizene kardeşim öyle yada böyle bu ülkenin kurucusunu yaftalamaktan bi bıkmadınız gitti ayıptır..
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

zeus’un oğlu ışık tanrısı apollon, ırmak kenarında genç ve güzel bir kız görür. bu eşsiz güzelin adı daphne (defne)’dir. apollon onunla konuşmak ister. fakat defne, ışık tanrısı'ndan kaçmaya başlar. o kaçar, apollon kovalar bir taraftan da “kaçma seni seviyorum” diye bağırır. defne ise korkuya kapılır ve kaçmaya devam eder. apollon’a gelince, bu güzel periyi mutlaka yakalamak istemektedir. aralarındaki mesafe gittikçe kısalır ve bir an gelir ki defne, apollon’un nefesini saçlarının arasında duyar. artık kurtuluş imkanı kalmadığını anlayan defne, birden durur ve ayağı ile toprağı kazıyarak şöyle bağırır: “ey toprak ana, beni ört, beni sakla, beni koru.” bu içten yalvarış üzerine defne organlarının ağırlaştığını, odunlaştığını hisseder. göğsünü gri bir kabuk kaplar, kokulu saçları yapraklara dönüşür, kolları dallar halinde uzar, körpe ayakları kök olup toprağın derinliklerine dalar, bir defne ağacı oluverir.

bu manzara karşısında şaşıran apollon, defne’nin ağaç oluşunu hayret ve üzüntü ile seyreder. sonra da sarılır ve sert kabukları altında hala çarpmakta olan kalbinin sesini duyar ve şöyle seslenir: “defne, bundan sonra sen, apollon’un kutsal ağacı olacaksın. o solmayan ve dökülmeyen yaprakların, başımın çelengi olacak. değerli kahramanlar, savaşlarda zafere ulaşanlar, hep senin yapraklarınla alınlarını süsleyecekler. şarkılarda, şiirlerde adımız yanyana geçecek." bu tatlı sözler üzerine defne, dallarını eğerek apollon’u saygı ile selamlar.

bu öykünün geçtiği yer bugünkü harbiye’dir. apallon teessür ve heyecan içinde o ağacı amblem olarak alır ve parlak yapraklarından başına bir taç yapar. işte o zamandan beri şiir ve silah zaferi defne dalı ile ödüllendirilir ve inanışa göre defne’nin gözyaşları bugün hala harbiye’de şelaleler meydana getirmektedir.

kaynak
devamını gör...

erhan bener'in bazı kitapları da bu kategoriye dahildir. kedi ve ölüm romanında ölümcül bir hastalığı olduğunu öğrenen bir resim öğretmeninin kalan son üç ayında yaşamını sorgulaması ustaca anlatılır. böcek romanında ise insanları birer böcekmiş gibi gören ve onlardan iğrenen polis bir başkarakter aracılığıyla ve bol bol ruhsal çözümlemeyle birey - toplum çatışması aktarılır. böcek kitabının konusu ilgi çekici olduğu için elimdeki adam yayıncılık baskısının arka kapağından bir kısım paylaşmak istiyorum:

"1980 öncesinde, ankara'da, kendisini birdenbire toplumsal çalkantıların tam orta yerinde bulan, ruhsal dengesizliğinin bunalımlarıyla kıvranan, mesleği gereği insanların hep pis yönleriyle uğraşmak zorunda olan ve ister istemez onlarla benzeştiğini fark eden bir insanın, hamamböceklerine karşı duyduğu insafsız tiksinti...

içine bir türlü kendisini yerleştiremediği bir toplum yapısına ve yaşayış biçimine karşı duyduğu nefret ve öfke..."
devamını gör...

haybeye muhabbet.

laf: söz
güzaf: boş konuşma
devamını gör...

son iki sezonunu sırf nasıl biteceğini görmek için izlemiştim. dizinin ilk sezonu, hannah baker adındaki liseli bir kızın intihar etmeden önce ölümüne neden olan olayları kasetlere kaydedip, bu kasetleri de ölümünden sonra ölümünden sorumlu tuttuğu kişilere bir arkadaşı vasıtasıyla ulaştırmasını; ikinci sezonu ise hannah' ın ölümünün ardından ailesinin ve arkadaşlarının onun hakkını arama çabasını konu edinmiş. hannah baker' ın başına gelenler üzerine kurulu olan dizide, üçüncü ve dördüncü sezonlarda hannah' ın esamesi okunmadı dersek yanlış olmaz. dizinin devamı çoğu kişiyi bu yüzden sarmadı muhtemelen.

izlerken şuna dikkat ettim: bir sezonda bir karakter izleyiciye nasıl aktarılmışsa, diğer sezonlarda onunla ilgili izlenimleri değiştirmeye yönelik bir çaba sarf edilmiş. bu durum üzerinde durmayacağım şeyler üzerinde durmama, beni arada bırakan birtakım ahlaki muhakemeler yapmama neden oldu. ilk sezonu izlerken hannah' a üzüldükten ve başta bryce olmak üzere ölümüne neden olan herkese sinirlendikten sonra, ilerleyen zamanlarda bazı şeylerin tam olarak hannah' ın anlattığı gibi olmadığını görüyorsunuz. üçüncü sezonu izlerken, ilk iki sezonda nefret ettiğiniz bryce' ın ölümü içinizde ufak bir burukluk oluşmasına neden olabiliyor. çünkü tam da değişmek ve yaptıklarını telafi etmek için çaba göstermeye başlamışken öldürülüyor. herkesin nefretle hatırlayacağı biri olarak kalıyor. tyler' a yaptığı korkunç şeylere rağmen işlemediği bir suç yüzünden hapse giren ve orada öldürülen montgomery hakkında "hak ettiği tam olarak bu muydu?" diye düşünebiliyorsunuz. sadece gerçeği öğrenmek isteyen ve kötü bir niyeti olmayan winston' ın ve ani' nin olanı biteni tam anlamıyla bilmeden, doğru düzgün tanımadıkları kişiler için başka insanların üzerine gitmesini sinir bozucu bulabiliyorsunuz. bu süreçte karakterlerin ve karakterler arasındaki ilişkilerin değişimine de tanıklık ediyorsunuz. kendi halinde bir çocuk olan clay' in herkes için endişe etmekten ve her şeyi kendi içinde çözmeye çalışmaktan dolayı sakinliğini yitirip kontrolünü kaybetme noktasına gelmesine, alex' in jessica' yı sevdiğini düşünürken biseksüel olduğunun farkına varmasına, jessica' nın yaşadığı şeyin farkına varıp kabullenmesine ve sesini çıkarmak konusunda daha cesur davranmasına, bryce' ın yarıda kalan değişme çabasına, ilk sezonda birbirlerinden nefret eden justin ve clay' in dostluklarının gelişmesine, tyler' ı ve alex' i başlarının derde girmemesi için hep birlikte kollamalarına...
ilginçti diyebilirim, ama izlemeseydim de bir şey kaybetmezdim.
devamını gör...

bazı yazarlarımız kitap alıntılarıyla kendilerini ifade ediyor,
okudukları kitapların can alıcı yerlerini tanımlarda paylaşıyor,
hislerine daha önce tercüman olmuş yazarlarla bizleri tanıştırıyorlar.
elbette bu tarz tanımlar yazabilmeniz için öncelikle iyi bir okur olmalısınız.
şahsen kitap alıntılarıyla tanım yazan yazarlarımıza imreniyorum.
ne kadar da okumuşlar diyorum içimden.
kafa sözlük yazarı da çok iyi ve müstesna bir okur yazar.
kafa iznindeymiş. umarım kafasını dinledikten sonra aramıza döner.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim