hey on beşli
oyun havası olarak kullanılsa da aslı ağıt olan türkü. bu açıdan domdom kurşununa benzer.
gerçek niteliği yakın zamanda dile getirilen bu ağıt kısa zamanda yanlış anlaşılmalara da sebep oldu. meşhur "çanakkale savaşında şehit olan 15 yaşındaki çocuklar" için yakıldığı söylentisine (hikâyeye iyice ajitasyon katmayı sevdiğimiz için çok tutuldu) şu fotoğraf da eklendi:
hâlbuki 15'liler denenler 1315 doğumlu olan erkekler. rumi 1315, miladi 1899 yılına tekabül ediyor, yani 1915'te 15-16 yaşlarındalar; ama askere çağırılmaları hemen 1. dünya savaşı'nın başına rastlamıyor. ismail sabah'ın "çanakkale'nin şehit kalemleri" kitabında, doğum tarihlerine göre askere çağırılanların bir cetveli yapılmış. son askerin 9 ocak 1916'da çekildiği çanakkale cephesi boyunca son askere çağırılan tertip, 23 eylül 1915'de kısmen 25 kasım'daysa tamamen silah altına alınan 1313* doğumlular. 1899 doğumluların askere alınma tarihiyse alıntıda görülüyor: 23 eylül 1916. bu tarihte artık çanakkale cephesi zaferle kapanmış durumda; dolayısıyla 15'liler diğer cephelerde şehit olmuş oluyor...
peki çanakkale'de çocuk asker var mıydı? gönüllülerden iri yarı, güçlü ve sağlam bünyeli olanlar vardır, 17 yaş altı isimler görülüyor şehitler listesinde; keza 13 yaşındayken üniformayla poz veren ali reşat'ın hikayesi de sıkça anlatılır; ama bunlar (italik yazalım) istisna... gönüllü askere gidenler oluyor, eğer bünyesi zayıfsa ya kabul edilmiyorlar ya da geri hizmette tutuluyorlar. askere alma yaşının iyice düşürülmesi, 45 okka üstüne gelen herkesin cepheye alınması, savaşın iyice çıkmaza girdiği ve büyük kayıplar verilen 1916 sonrasına ait. çanakkale cephesi'ndeki çatışmalar savaşın görece başlarında devam ettiği için böyle şeylere gerek duyulmamıştı. son olarak, resmi geçit yapan çocuklar da 1923 yılına ait bir kare, yürüyüş yapanlar da kazım karabekir'in okuttuğu yetimler. işte küpürü...
gerçek niteliği yakın zamanda dile getirilen bu ağıt kısa zamanda yanlış anlaşılmalara da sebep oldu. meşhur "çanakkale savaşında şehit olan 15 yaşındaki çocuklar" için yakıldığı söylentisine (hikâyeye iyice ajitasyon katmayı sevdiğimiz için çok tutuldu) şu fotoğraf da eklendi:

hâlbuki 15'liler denenler 1315 doğumlu olan erkekler. rumi 1315, miladi 1899 yılına tekabül ediyor, yani 1915'te 15-16 yaşlarındalar; ama askere çağırılmaları hemen 1. dünya savaşı'nın başına rastlamıyor. ismail sabah'ın "çanakkale'nin şehit kalemleri" kitabında, doğum tarihlerine göre askere çağırılanların bir cetveli yapılmış. son askerin 9 ocak 1916'da çekildiği çanakkale cephesi boyunca son askere çağırılan tertip, 23 eylül 1915'de kısmen 25 kasım'daysa tamamen silah altına alınan 1313* doğumlular. 1899 doğumluların askere alınma tarihiyse alıntıda görülüyor: 23 eylül 1916. bu tarihte artık çanakkale cephesi zaferle kapanmış durumda; dolayısıyla 15'liler diğer cephelerde şehit olmuş oluyor...
peki çanakkale'de çocuk asker var mıydı? gönüllülerden iri yarı, güçlü ve sağlam bünyeli olanlar vardır, 17 yaş altı isimler görülüyor şehitler listesinde; keza 13 yaşındayken üniformayla poz veren ali reşat'ın hikayesi de sıkça anlatılır; ama bunlar (italik yazalım) istisna... gönüllü askere gidenler oluyor, eğer bünyesi zayıfsa ya kabul edilmiyorlar ya da geri hizmette tutuluyorlar. askere alma yaşının iyice düşürülmesi, 45 okka üstüne gelen herkesin cepheye alınması, savaşın iyice çıkmaza girdiği ve büyük kayıplar verilen 1916 sonrasına ait. çanakkale cephesi'ndeki çatışmalar savaşın görece başlarında devam ettiği için böyle şeylere gerek duyulmamıştı. son olarak, resmi geçit yapan çocuklar da 1923 yılına ait bir kare, yürüyüş yapanlar da kazım karabekir'in okuttuğu yetimler. işte küpürü...
devamını gör...
dinlerken kendinizi bulduğunuz şarkı sözleri
elbette ki feminist bir kız
metafiziğe de inanmakta
bir kusuru var yalnız kızın
biraz entel takılmakta
optimist hem de pesimist biraz
idealizmi de savunmakta.
metafiziğe de inanmakta
bir kusuru var yalnız kızın
biraz entel takılmakta
optimist hem de pesimist biraz
idealizmi de savunmakta.
devamını gör...
medium kazları
bugün kimsenin bilmediği, büyük ihtimalle nesli tükenmiş bir kaz türünün ana figür olduğu, 1800'lerde atet'in mezar şapelinde bulunmuş ve daha sonra mısır müzesi'ne taşınmış 4600 yıllık bir duvar resmi.
meidum kazları üçü sola ve üçü sağa dönük olarak yerleştirilmiş parlak renkli altı kazı tasvir eder. üçer kazın yer aldığı iki grupta başı öne eğik olarak yemek yerken gösterilen bir kaz ve başları havada iki kaz bulunuyor. kompozisyon simetri esasına göre düzenlenmiş ancak kazların tüylerindeki farklılıklar gibi simetriyi bozan unsurlar da var.
duvar resmi, sıva üzerine derin oyuklar açılarak ve sonra oyuklar içine renklendirilmiş macun doldurularak yapılmış. bu, sonradan macunların çatlama ve dökülme riskini taşıyan, uygulaması son derece zor bir teknik. resmin bulunduğu mezar, bu tip bir boyama/resim tekniğinin uygulandığı tek örnek dünyada çünkü; macunun çatlama ve dökülme riski zanaatkarları bu tekniği uygulamaktan alıkoymuş.
meidum kazları duvar resmi bir sanat eseri. dolayısıyla tasvir ettiği kuşun bugün bildiğimiz kazlardan farklı olmasını böyle açıklayabiliriz ancak biliyoruz ki mısır'da kazı alanlarından çıkartılan diğer sanat eserlerinde kuşlar, köpekler, kediler vs. son derece gerçekçi bir biçimde tasvir edilirdi.



kaynak 1
kaynak 2
meidum kazları üçü sola ve üçü sağa dönük olarak yerleştirilmiş parlak renkli altı kazı tasvir eder. üçer kazın yer aldığı iki grupta başı öne eğik olarak yemek yerken gösterilen bir kaz ve başları havada iki kaz bulunuyor. kompozisyon simetri esasına göre düzenlenmiş ancak kazların tüylerindeki farklılıklar gibi simetriyi bozan unsurlar da var.
duvar resmi, sıva üzerine derin oyuklar açılarak ve sonra oyuklar içine renklendirilmiş macun doldurularak yapılmış. bu, sonradan macunların çatlama ve dökülme riskini taşıyan, uygulaması son derece zor bir teknik. resmin bulunduğu mezar, bu tip bir boyama/resim tekniğinin uygulandığı tek örnek dünyada çünkü; macunun çatlama ve dökülme riski zanaatkarları bu tekniği uygulamaktan alıkoymuş.
meidum kazları duvar resmi bir sanat eseri. dolayısıyla tasvir ettiği kuşun bugün bildiğimiz kazlardan farklı olmasını böyle açıklayabiliriz ancak biliyoruz ki mısır'da kazı alanlarından çıkartılan diğer sanat eserlerinde kuşlar, köpekler, kediler vs. son derece gerçekçi bir biçimde tasvir edilirdi.



kaynak 1
kaynak 2
devamını gör...
yazarların ehliyet alma tarihleri
1999. deprem nedeniyle direksiyon sınavları ertelenmişti.
devamını gör...
deve sidiği
üstteki yazar arkadaşın da dediği gibi sözde bilim insanı ebubekir sifil tarafından faydalı olarak nitelendirilen sidiktir.
daha sonra caner taslaman hoca canlı yayında deve sidiği getirmiş ve deve sidiğinin faydalı olduğunu iddia eden bu kişiden içmesini istemiştir. tabii ki bu kişi sözlerinin arkasında durmamış ve içmemiştir.
daha sonra caner taslaman hoca canlı yayında deve sidiği getirmiş ve deve sidiğinin faydalı olduğunu iddia eden bu kişiden içmesini istemiştir. tabii ki bu kişi sözlerinin arkasında durmamış ve içmemiştir.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının sevmediği özellikleri
insanları baştan sevip
zamanla hiç sevememek yada daha çok sevmek.
ölçüm kendime has.
zamanla hiç sevememek yada daha çok sevmek.
ölçüm kendime has.
devamını gör...
vegan olmak için mantıklı sebepler
(bkz: hayvancılık sektörü)
devamını gör...
türkiye'nin gençleri harcaması
masum zihinler olarak gördükleri için harcaması kolay geldiği için gerçekleştirilen boktan eylemdir. sadece türkiyede değil dünyanın hemen hemen her yerinde gençleri harcamak üzerine kurulu bir düzen vardır.
devamını gör...
kekremsi bir tat denince akla gelen ilk şey
sanki şu pasta yapmak için satılan hazır keklerin arasına labne peynir sürülmüş gibi. değişik.
ayrıca herkesin kafasında başka bir şey oluşmuş ya* işbu daha çok değişik.
ayrıca herkesin kafasında başka bir şey oluşmuş ya* işbu daha çok değişik.
devamını gör...
bir öz eleştiri yap
bazen bir katil gibi duygusuzsun, bazen bir şarkıya iki saat ağlıyorsun.
gömülmekten korkuyorsun ama ölümü de merak ediyorsun.
bırak artık bunu !
gömülmekten korkuyorsun ama ölümü de merak ediyorsun.
bırak artık bunu !
devamını gör...
şimdi sana kaybolan yıllarını verseler
"bu kafayla yine kaybederim" diyeceklerin bol olduğu teklif.
devamını gör...
buz devri replikleri
benim sorunum neeee? herkesin manitası var. benimse bebek gibi bir suratım...
devamını gör...
seboreik dermatit
yağlı ve şekerli gıdalar tetikler. tedavisi yoktur.
devamını gör...
kitap önerileri
devamını gör...
atatürk'ü sevmemek
küçükken herkes atatürk'ü sever zannediyordum...
devamını gör...
canlı derste isim isim sayıp öğrencilere hakaret eden dekan
tek tek isim saymak gerçekten çok çirkin bir hareket. akademideki bazı insanların öğrencileriyle sorununu anlamıyorum. öğrencilerle uğraşmak yerine, daha önemli işleri olduklarını düşünüyorum.
devamını gör...
ahmet hamdi tanpınar
saatleri ayarlama enstitüsü en çok sevilen eserlerindendir.ayrıca gülhane parkının batı girişinde adını taşıyan edebiyat müze kütüphanesi var.
devamını gör...
sami kanı
sameblod (sami blood), amanda kernell’in yazıp yönettiği, 2016 yapımı bir film. filmde sami halkının isveç’te yaşadıkları ve maruz kaldıkları ayrımcı davranışlar genç bir kız özelinde anlatılıyor. film, kendisine “christina” olarak seslenilen yaşlı bir kadının, kızkardeşinin cenaze töreni dolayısıyla, çocukluğunun geçtiği yere oğlu ve torunu ile birlikte dönmesiyle başlıyor. buradan sonrasını biraz spoiler'lı anlatacağım.
--! spoiler !--
christina orada olmayı pek istemiyor, yolculuk esnasında oğluna samileri sevmediğini, onların hırsız ve yalancı olduklarını söylüyor. dillerini konuşmayı reddediyor ve anlamadığını söylüyor, kızkardeşinin ailesinin olduğu yerde kalmak yerine otelde kalmayı tercih ediyor. sonrasında geriye dönüşlerle kadının gençlik yıllarına tanık oluyoruz.
elle marja, 14 yaşında bir sami kızı ve 1930’lu yıllarda küçük kızkardeşi njenna’yla yatılı bir okulda okumaya yollanıyor. burası, katı sınırları olan ve kurallara uymadıklarında dövülerek cezalandırıldıkları bir yer. isveççe öğrenmek zorundalar ve onların kültürüne uyum sağlamalılar, ancak yine de bir “lapon” olduklarını da unutmamalılar. hatta biyoloji araştırmaları için kafataslarının ölçülerinin alınmasına ve çırılçıplak fotoğraflarının çekilmesine de ses çıkarmamaları bekleniyor. ayrıca mahalledeki erkek çocukların ırkçı hakaretlerle onlara laf atmaları da katlanmaları gereken başka bir konu. ama bir gün elle marja daha fazla dayanamayıp babasından kalan bıçağını çekerek sözlerini geri almalarını istediğinde, gruptakiler onun elinden bıçağını alarak onu kulağından yaralıyorlar (samiler geyikleri damgalamak için onların kulağına kesik atıyorlar, erkek çocuklar da bu törenin bir taklidini yapıyor).
elle marja yoldan geçen genç isveçli askerlerin onu dansa davet etmesinden sonra, öğretmenin kıyafetlerini çalarak gizlice dansa gidiyor ve orada onu oraya çağıran niklas’la tanışıyor, ama çok geçmeden yakalanıp okula geri götürülüyor ve dövülerek cezalandırılıyor. danstayken onu aramaya gelen kardeşi njenna’yı tanımamazlıktan gelmesi ve aşağılaması, kardeşinin ve okuldaki diğer çocukların ona soğuk davranmasına neden oluyor. elle marja, yaşadığı tüm olumsuzlukların sebebinin “lapon” olması olduğunu düşünerek, ailesi ve geçmişiyle bağlarını koparmak ve öğretmen olmak için uppsala şehrine kaçıyor. orada kendini “christina” olarak tanıttığı niklas’ın evinde bir gece kaldıktan sonra niklas’ın ailesi nedeniyle oradan ayrılıyor ve geceyi parkta geçirip oradaki okula kaydoluyor. biraz zor da olsa okula kabul edilmesi ve kendine yeni bir arkadaş çevresi edinmesinin ardından ise, eline 200 kronluk okul faturası tutuşturuluyor.
yeni adıyla “christina”, faturayı ödeyebilmek için niklas’tan yardım istemek üzere onun evine gidiyor. ancak niklas’ın doğum günü partisi için orada bulunan arkadaşları onun sami olduğundan haberdarlar ve onu türlü aşağılamalara maruz bırakıyorlar. christina, niklas’tan da istediği yardımı alamayınca, parayı bulabilmek için ailesinin yanına dönmek zorunda kalıyor. annesine durumu anlatıp babasından kalan gümüş kuşağı satmak istediğini söylüyor, annesi izin vermediğinde de onlarla yaşamak istemediğini anlatıyor ve annesi de bunun üzerine onu kovuyor. ancak ertesi sabah yine de istediği gümüş kuşağı ona verip tek kelime etmeden yanından ayrılıyor.
tüm bu yaşadıklarını düşünen yaşlı kadın, otelde eğlenen kalabalığın yanından ayrılarak kız kardeşinin tabutunun yanına gidiyor ve ondan kendisini affetmesini istiyor, ardından bir tepeye çıkarak samilerin yaşadığı yere gittiğinde film sona eriyor.
filmde beni en çok etkileyen sahnelerden ilki, araştırma için okula gelen biyologların olduğu sahneydi. elle maria, isveççe okumada başarılı olduğu için gelen ekibi okulun önünde karşılama sözlerini söyleme ve hediyelerini takdim etme görevine seçilmişti. biraz utangaçtı, ama biraz da mutluluk duyuyordu; fakat daha sonra neler olacağından habersizdi. içeriye geçmeleri söylendikten sonra kafasının çeşitli yerleri ölçüldü, ancak onun tüm bunların ne için olduğu sorusuna kimse cevap vermeye bile tenezzül etmedi. daha sonra kıyafetlerini çıkarmalarını istediklerinde de ondan örnek bir öğrenci olmasını bekliyorlardı, o da istemeye istemeye sustu ve dediklerini yapmak zorunda kaldı. sıra diğer öğrencilere ve kardeşine geldiğinde, artık her flaş patlayışında irkiliyordu.
benim için bir diğer etkileyici sahne, isveçli öğretmenin elle maria’yla olan konuşmasıydı. genç kız, uppsala’daki okula geçmek istediğini söyleyip ne yapması gerektiğini sormuştu. öğretmeni de orada okumasının zor olduğunu, sertifika ve evrak gerektiğini, ona referans olamayacağını söyleyip başından savmak için cevaplar sıralarken elle maria’nın ısrar etmesiyle şu cevabı vermişti: “zekan sadece buraya yeterli. bilimsel raporlara göre şehre uygun insanlar değilsiniz. beyniniz… gerekli donanıma sahip değilsiniz. ya burada kalırsın ya da ölürsün.”
son olarak, elle maria’nın gördüğü rüya sahnesinden etkilendim. annesine onlarla yaşamak istemediğini söyledikten sonra çadırdan kovulmuş, dışarıda uyuyordu. rüyasında ise sisler içerisinde, etrafında bir ren geyiği sürüsüyle birlikteydi. elindeki ipi öfkeyle sağa sola savurduktan sonra ren geyiklerinden birini boynuzundan yakalamış, ardından büyük bir çaba sarf ederek onu yanına çekip öldürmüştü. öldürdükten sonra nefes nefese yerdeki kan birikintisine bakıyordu. sabah, annesi yanına gelip gümüş kemeri ona verdiğinde o da tek kelime etmemişti, artık onun da damarlarında sami kanı yoktu.
--! spoiler !--
--! spoiler !--
christina orada olmayı pek istemiyor, yolculuk esnasında oğluna samileri sevmediğini, onların hırsız ve yalancı olduklarını söylüyor. dillerini konuşmayı reddediyor ve anlamadığını söylüyor, kızkardeşinin ailesinin olduğu yerde kalmak yerine otelde kalmayı tercih ediyor. sonrasında geriye dönüşlerle kadının gençlik yıllarına tanık oluyoruz.
elle marja, 14 yaşında bir sami kızı ve 1930’lu yıllarda küçük kızkardeşi njenna’yla yatılı bir okulda okumaya yollanıyor. burası, katı sınırları olan ve kurallara uymadıklarında dövülerek cezalandırıldıkları bir yer. isveççe öğrenmek zorundalar ve onların kültürüne uyum sağlamalılar, ancak yine de bir “lapon” olduklarını da unutmamalılar. hatta biyoloji araştırmaları için kafataslarının ölçülerinin alınmasına ve çırılçıplak fotoğraflarının çekilmesine de ses çıkarmamaları bekleniyor. ayrıca mahalledeki erkek çocukların ırkçı hakaretlerle onlara laf atmaları da katlanmaları gereken başka bir konu. ama bir gün elle marja daha fazla dayanamayıp babasından kalan bıçağını çekerek sözlerini geri almalarını istediğinde, gruptakiler onun elinden bıçağını alarak onu kulağından yaralıyorlar (samiler geyikleri damgalamak için onların kulağına kesik atıyorlar, erkek çocuklar da bu törenin bir taklidini yapıyor).
elle marja yoldan geçen genç isveçli askerlerin onu dansa davet etmesinden sonra, öğretmenin kıyafetlerini çalarak gizlice dansa gidiyor ve orada onu oraya çağıran niklas’la tanışıyor, ama çok geçmeden yakalanıp okula geri götürülüyor ve dövülerek cezalandırılıyor. danstayken onu aramaya gelen kardeşi njenna’yı tanımamazlıktan gelmesi ve aşağılaması, kardeşinin ve okuldaki diğer çocukların ona soğuk davranmasına neden oluyor. elle marja, yaşadığı tüm olumsuzlukların sebebinin “lapon” olması olduğunu düşünerek, ailesi ve geçmişiyle bağlarını koparmak ve öğretmen olmak için uppsala şehrine kaçıyor. orada kendini “christina” olarak tanıttığı niklas’ın evinde bir gece kaldıktan sonra niklas’ın ailesi nedeniyle oradan ayrılıyor ve geceyi parkta geçirip oradaki okula kaydoluyor. biraz zor da olsa okula kabul edilmesi ve kendine yeni bir arkadaş çevresi edinmesinin ardından ise, eline 200 kronluk okul faturası tutuşturuluyor.
yeni adıyla “christina”, faturayı ödeyebilmek için niklas’tan yardım istemek üzere onun evine gidiyor. ancak niklas’ın doğum günü partisi için orada bulunan arkadaşları onun sami olduğundan haberdarlar ve onu türlü aşağılamalara maruz bırakıyorlar. christina, niklas’tan da istediği yardımı alamayınca, parayı bulabilmek için ailesinin yanına dönmek zorunda kalıyor. annesine durumu anlatıp babasından kalan gümüş kuşağı satmak istediğini söylüyor, annesi izin vermediğinde de onlarla yaşamak istemediğini anlatıyor ve annesi de bunun üzerine onu kovuyor. ancak ertesi sabah yine de istediği gümüş kuşağı ona verip tek kelime etmeden yanından ayrılıyor.
tüm bu yaşadıklarını düşünen yaşlı kadın, otelde eğlenen kalabalığın yanından ayrılarak kız kardeşinin tabutunun yanına gidiyor ve ondan kendisini affetmesini istiyor, ardından bir tepeye çıkarak samilerin yaşadığı yere gittiğinde film sona eriyor.
filmde beni en çok etkileyen sahnelerden ilki, araştırma için okula gelen biyologların olduğu sahneydi. elle maria, isveççe okumada başarılı olduğu için gelen ekibi okulun önünde karşılama sözlerini söyleme ve hediyelerini takdim etme görevine seçilmişti. biraz utangaçtı, ama biraz da mutluluk duyuyordu; fakat daha sonra neler olacağından habersizdi. içeriye geçmeleri söylendikten sonra kafasının çeşitli yerleri ölçüldü, ancak onun tüm bunların ne için olduğu sorusuna kimse cevap vermeye bile tenezzül etmedi. daha sonra kıyafetlerini çıkarmalarını istediklerinde de ondan örnek bir öğrenci olmasını bekliyorlardı, o da istemeye istemeye sustu ve dediklerini yapmak zorunda kaldı. sıra diğer öğrencilere ve kardeşine geldiğinde, artık her flaş patlayışında irkiliyordu.
benim için bir diğer etkileyici sahne, isveçli öğretmenin elle maria’yla olan konuşmasıydı. genç kız, uppsala’daki okula geçmek istediğini söyleyip ne yapması gerektiğini sormuştu. öğretmeni de orada okumasının zor olduğunu, sertifika ve evrak gerektiğini, ona referans olamayacağını söyleyip başından savmak için cevaplar sıralarken elle maria’nın ısrar etmesiyle şu cevabı vermişti: “zekan sadece buraya yeterli. bilimsel raporlara göre şehre uygun insanlar değilsiniz. beyniniz… gerekli donanıma sahip değilsiniz. ya burada kalırsın ya da ölürsün.”
son olarak, elle maria’nın gördüğü rüya sahnesinden etkilendim. annesine onlarla yaşamak istemediğini söyledikten sonra çadırdan kovulmuş, dışarıda uyuyordu. rüyasında ise sisler içerisinde, etrafında bir ren geyiği sürüsüyle birlikteydi. elindeki ipi öfkeyle sağa sola savurduktan sonra ren geyiklerinden birini boynuzundan yakalamış, ardından büyük bir çaba sarf ederek onu yanına çekip öldürmüştü. öldürdükten sonra nefes nefese yerdeki kan birikintisine bakıyordu. sabah, annesi yanına gelip gümüş kemeri ona verdiğinde o da tek kelime etmemişti, artık onun da damarlarında sami kanı yoktu.
--! spoiler !--
devamını gör...
kara orman
devamını gör...
eyluling ile youtube röportajı
kaostan beslenen eyluling'in tatlı ve minnoş bir hanımefendi çıkmasıyla dumura uğrayanlar şu an ne yapıyorlar acaba? ben kahvemi yaptım hayatı sorguluyorum mesela.
devamını gör...