gazi paşa'ya suikast
milliyet gazetesi’nde 12 ocak-26 ocak 1992 tarihleri arasında izmir suikastı teşebbüsü, uğur mumcu tarafından ilk kez açıklanan belgeleri ile “gazi paşaya suikast” yazı dizisi olarak yayınlanmıştır. bu yazı dizisi sonra kitap haline getirilmiştir.
aslında birçok noktadan ilgi çeken bir eserdir, çünkü yazar çalışmayı kaleme alırken 3 ayrı kaynaktan yararlandığını bizzat söylemektedir: (1) bu konuda çıkan yayınlar, (2) dava tutanakları ve (3) basında çıkan yazılar. bunun yanında suikast sonrası mustafa kemal paşa ile ismet inönü arasında geçen yazışmalar da oldukça önemlidir.
kitapta tutuklamalar, yöneltilen suçlamalar, itiraflar, savunmalar ve sanıkların karşılıklı suçlamaları yer almakta ve öncelikle terakkiperver fırkası'nın önde gelen üyelerinin, sonrasında da ittihat ve terakki ilk dönem bakanlarının gözaltına alınarak soruşturmanın genişletilmesi süreçleri açıklanmış ve soruşturmanın neden bu kadar genişletildiği incelenmiştir.
kurtuluş savaşı'nın kazım karabekir, ali fuat cebesoy gibi önde gelen paşaların verdikleri ifadeler ve yargılanmaları konusunda mustafa kemal paşa ve ismet inönü arasında çıkan ihtilaflar aralarındaki gizli yazışmalarla ortaya konulmuştur. bu yazışmalar ilk defa bu yazı dizisinde yayınlanmıştır. yazar, bu yazışmaları ve fikir ayrılığını şu şekilde özetliyor: "ismet paşa, iki ateş arasındadır. daha doğrusu, en yakın iki arkadaşı arasında. gazi paşa, suikastın arkasında kâzım karabekir’in ve kapatılan terakkiperver cumhuriyet partisi’nin olduğuna inanmıştır, ismet paşa da bu olasılığa hiç inanmamıştır."
istiklal mahkemeleri'nin yapısı, işleyiş şekli ve karar alma süreci hakkında bilgiler yer alıyor. sanıklara sorulan suikastla ilgili ve siyasi sorular ile izmir ve ankara'da yapılan duruşmalardaki tutanaklar aktarılıyor. yazar tarafından özellikle mahkeme başkanı kel ali'nin "istiklal mahkemesi şahsi kanaatine göre karar verir" sözü vurgulanıyor; avukat tutulmasının yasak olması ve sonuca itiraz olanağının bulunmamasına değiniliyor.
son bölümlerde ise sanıklar hakkında verilen kararlar ve bu kararlar karşısındaki tepkileri; idam edilen sanıklar ile ilgili idamın infazı, sanıkların son sözleri ve idam anındaki tavırları anlatılıyor.
uğur mumcu'nun izmir suikastı teşebbüsünü sistematik ve olabildiğince objektif bir şekilde kaynakları ile ortaya koyduğu ve incelediği rahatlıkla söylenebilecek bir çalışma yapmıştır. genel olarak kesin hükümler ortaya koymaktan olabildiğince kaçınmış ve her iki tarafın iddia ve savunmalarını ortaya koymaya çalışmıştır.
bununla birlikte sonuç bölümünde bir kısım idam mahkumu hakkında kararı okuyucuya bırakırken; suç üstü yakalanan ve suçlarını itiraf eden sanıkların suçlu olduklarının bariz olduğunu belirtmiştir. idam edilen iki sanık için ise: "cavit bey gibi, dr. nazım bey gibi ittihatçılar, suikast ile uzaktan yakından bir ilgileri olmamalarına karşın mahkemece ölüm cezasına çarptırılmışlardı." şeklinde bir yorumda bulunmuş ve bu iddiasını ismet inönü ve falih rıfkı atay'ın benzer sözlerine de yer vererek desteklemiştir.
sonuç olarak uğur mumcu'nun bu eserinde, araştırmacı gazeteciliğin hakkını sonuna kadar vermiş ve konu ile ilgili başucu kitabı olabilecek oldukça kaliteli bir eser ortaya koymuştur. izmir suikastını merak edenler için mutlaka okunması gereken bir kitaptır.
aslında birçok noktadan ilgi çeken bir eserdir, çünkü yazar çalışmayı kaleme alırken 3 ayrı kaynaktan yararlandığını bizzat söylemektedir: (1) bu konuda çıkan yayınlar, (2) dava tutanakları ve (3) basında çıkan yazılar. bunun yanında suikast sonrası mustafa kemal paşa ile ismet inönü arasında geçen yazışmalar da oldukça önemlidir.
kitapta tutuklamalar, yöneltilen suçlamalar, itiraflar, savunmalar ve sanıkların karşılıklı suçlamaları yer almakta ve öncelikle terakkiperver fırkası'nın önde gelen üyelerinin, sonrasında da ittihat ve terakki ilk dönem bakanlarının gözaltına alınarak soruşturmanın genişletilmesi süreçleri açıklanmış ve soruşturmanın neden bu kadar genişletildiği incelenmiştir.
kurtuluş savaşı'nın kazım karabekir, ali fuat cebesoy gibi önde gelen paşaların verdikleri ifadeler ve yargılanmaları konusunda mustafa kemal paşa ve ismet inönü arasında çıkan ihtilaflar aralarındaki gizli yazışmalarla ortaya konulmuştur. bu yazışmalar ilk defa bu yazı dizisinde yayınlanmıştır. yazar, bu yazışmaları ve fikir ayrılığını şu şekilde özetliyor: "ismet paşa, iki ateş arasındadır. daha doğrusu, en yakın iki arkadaşı arasında. gazi paşa, suikastın arkasında kâzım karabekir’in ve kapatılan terakkiperver cumhuriyet partisi’nin olduğuna inanmıştır, ismet paşa da bu olasılığa hiç inanmamıştır."
istiklal mahkemeleri'nin yapısı, işleyiş şekli ve karar alma süreci hakkında bilgiler yer alıyor. sanıklara sorulan suikastla ilgili ve siyasi sorular ile izmir ve ankara'da yapılan duruşmalardaki tutanaklar aktarılıyor. yazar tarafından özellikle mahkeme başkanı kel ali'nin "istiklal mahkemesi şahsi kanaatine göre karar verir" sözü vurgulanıyor; avukat tutulmasının yasak olması ve sonuca itiraz olanağının bulunmamasına değiniliyor.
son bölümlerde ise sanıklar hakkında verilen kararlar ve bu kararlar karşısındaki tepkileri; idam edilen sanıklar ile ilgili idamın infazı, sanıkların son sözleri ve idam anındaki tavırları anlatılıyor.
uğur mumcu'nun izmir suikastı teşebbüsünü sistematik ve olabildiğince objektif bir şekilde kaynakları ile ortaya koyduğu ve incelediği rahatlıkla söylenebilecek bir çalışma yapmıştır. genel olarak kesin hükümler ortaya koymaktan olabildiğince kaçınmış ve her iki tarafın iddia ve savunmalarını ortaya koymaya çalışmıştır.
bununla birlikte sonuç bölümünde bir kısım idam mahkumu hakkında kararı okuyucuya bırakırken; suç üstü yakalanan ve suçlarını itiraf eden sanıkların suçlu olduklarının bariz olduğunu belirtmiştir. idam edilen iki sanık için ise: "cavit bey gibi, dr. nazım bey gibi ittihatçılar, suikast ile uzaktan yakından bir ilgileri olmamalarına karşın mahkemece ölüm cezasına çarptırılmışlardı." şeklinde bir yorumda bulunmuş ve bu iddiasını ismet inönü ve falih rıfkı atay'ın benzer sözlerine de yer vererek desteklemiştir.
sonuç olarak uğur mumcu'nun bu eserinde, araştırmacı gazeteciliğin hakkını sonuna kadar vermiş ve konu ile ilgili başucu kitabı olabilecek oldukça kaliteli bir eser ortaya koymuştur. izmir suikastını merak edenler için mutlaka okunması gereken bir kitaptır.
devamını gör...
arkadaş olduğun kadınla sevişebileceğini sanmak
"arkadaş olduğun kadınla ilişkini sevişmeye doğru götürdüğünü zannederken aslında asla onunla sevişemeyeceğini anlamak" şeklinde açıklanabilir.
aslında başlık böyle açılacaktı ama karakter sınırına takıldı.
her sohbeti bir şekilde kendini övmeye ve cinselliğe getirirken karşıdaki kadının da gidişatı bozmadan flörtöz devam etmesi sonucunda arkadaşlık kısmını bırakıp tamamen onunla sevişmeye odaklanmayla sonuçlanan yanılsama. hiç gerçekleşmeyeceğini anlamak acı olsa gerek.
aslında başlık böyle açılacaktı ama karakter sınırına takıldı.
her sohbeti bir şekilde kendini övmeye ve cinselliğe getirirken karşıdaki kadının da gidişatı bozmadan flörtöz devam etmesi sonucunda arkadaşlık kısmını bırakıp tamamen onunla sevişmeye odaklanmayla sonuçlanan yanılsama. hiç gerçekleşmeyeceğini anlamak acı olsa gerek.
devamını gör...
sırdaş trompet
leonora carrington kitabıdır.
bu bir nevi alice harikalar diyarında kitabı. ama daha acımasız ve alice harikalar diyarındadan daha ahlaklı. ( (gbkz: lewis carol)’un pedofili düşkünlüğünden bahsediyorum ama bunu daha sonra konuşuruz.) kitabımızda küçük bir kız yok. onu yerine 92 yaşında bir kadın var. ağacın içinden düşülen bir harikalar diyarı yerine ise yaşlı kadının duyma trompetini yanına alıp sığındığı ya da sığınmak zorunda bırakıldığı, sadece yaşlı kadınların bulunduğu bir huzurevi var. sadece yaşlı kadınlar dediğime bakmayın, nedendir bilinmez yaşlı kadın kılığına girmiş bir adam da var bu yerde. huzurevi dediğime de bakmayın, burası garip görünüşlü evlerin olduğu, tuhaf bir kasaba. aslında alice harikalar diyarında’ya benzetmeme de bakmayın, bu bambaşka bir hikaye.
bir tablonun içinden göz kırparak bakan rahibenin hikayesi kanınızı dondurabilir. zira o hikayenin anlatıldığı mektuplar bana çok gerçekmiş gibi geldi. yaşlı kadınların sığındığı bu kasabayı yöneten dr. gambit ve eşinin yöntemleri ise sanki günümüzde bile uygulanabilecek saçmalıkta. yaşlı kadınların tuhaf takıntıları ise hepimizde var olan takıntılar, sadece daha çok hayal gücü gerektiren cinsten.
siz yukarıda anlattıklarıma bakmayın. alın okuyun bu kitabı. belki sizi benim anlattığımdan çok farklı bir hikaye bekliyor olabilir.
bu bir nevi alice harikalar diyarında kitabı. ama daha acımasız ve alice harikalar diyarındadan daha ahlaklı. ( (gbkz: lewis carol)’un pedofili düşkünlüğünden bahsediyorum ama bunu daha sonra konuşuruz.) kitabımızda küçük bir kız yok. onu yerine 92 yaşında bir kadın var. ağacın içinden düşülen bir harikalar diyarı yerine ise yaşlı kadının duyma trompetini yanına alıp sığındığı ya da sığınmak zorunda bırakıldığı, sadece yaşlı kadınların bulunduğu bir huzurevi var. sadece yaşlı kadınlar dediğime bakmayın, nedendir bilinmez yaşlı kadın kılığına girmiş bir adam da var bu yerde. huzurevi dediğime de bakmayın, burası garip görünüşlü evlerin olduğu, tuhaf bir kasaba. aslında alice harikalar diyarında’ya benzetmeme de bakmayın, bu bambaşka bir hikaye.
bir tablonun içinden göz kırparak bakan rahibenin hikayesi kanınızı dondurabilir. zira o hikayenin anlatıldığı mektuplar bana çok gerçekmiş gibi geldi. yaşlı kadınların sığındığı bu kasabayı yöneten dr. gambit ve eşinin yöntemleri ise sanki günümüzde bile uygulanabilecek saçmalıkta. yaşlı kadınların tuhaf takıntıları ise hepimizde var olan takıntılar, sadece daha çok hayal gücü gerektiren cinsten.
siz yukarıda anlattıklarıma bakmayın. alın okuyun bu kitabı. belki sizi benim anlattığımdan çok farklı bir hikaye bekliyor olabilir.
devamını gör...
höstsonaten
1978 yapımı bergman filmi.
bergman'ın alışık olduğumuz tarzında, sade ve yalın bir filmdir. gereksiz hiçbir diyalog, sahne, öylesine geçen bir dakika yoktur. filmin bütünü neredeyse diyaloglardan oluşur. benim bu filme dair en sevdiğim şey ise yüzeysel bir seyir halindeyken bile film değerlidir, gayet anlaşılırdır, derinlemesine incelendiğinde de sayfalar dolusu not çıkarabilmek mümkündür. yani her izleyen bu filmden bir şekilde etkilenir. sadece anne ve kızın piyano başında oldukları sahne bile kendi başına izlenebilir bir şaheserdir, kes al kısa film yap, göster insanlara. muazzam.
konusuna gelirsem, kısaca, 7 yıldır birbirini görmeyen anne ve kızın, annenin kızını ziyaret etmesiyle gerçekleşen hesaplaşmaları olarak özetlenebilir. ihmalkar anneden dolayı sevgiyi hissedememiş kızın anne karşısındaki tutumu, isyanı. ilk bakışta sanki kız tümüyle haklıymış gibi hissediliyor. konunun ve karakterin derinine indiğimizde aslında çok daha fazlası olduğunu görebiliyoruz. bana kalırsa bir haklı da yok gibi. film aynı zamanda yarı otobiyografik de olabilir. zira ingmar bergman protestan bir ailede sert bir disiplinle büyümüştür. bergman'ın birçok eşinden birçok çocuğu olmuştur. kendisi de sürekli sanatla ilgilenerek hayatına yön verdiği için filmdeki anne karakteriyle düşünüp filmi yorumlamamak elde değil. aynı zamanda ingrid bergman'ın da sıkıntılı özel hayatında buna benzer örnekler bulabilmek mümkün. ingrid, roberto rossellini filmlerinden birinde yer almak için italya'ya gitmiştir. ingrid o sıralar petter lindstrom ile evliydi. rosselini de ayrı yaşasalar da başka biriyle evliydi. ingrid ve rosselini, ingrid'in hamile kalmasından dolayı eşlerinden ayrılarak birbirleriyle evlenmiştir. evliliğin hemen öncesinde çocukları roberto'yu doğurmuştu. bu olaylar o dönemde bir skandal yaratmıştı ve ingrid amerika'daki hayranlarının ilgisini epey kaybetmişti. çocuklarıyla aralarındaki ilişkiler tümüyle bilinemese bile yaşantıları çocukları ile aralarına mesafe koymuş olabilir. bu bilgiler ışığında filmdeki anneye baktığımızda iki ustadan da yansımalar bulabilmek mümkün.
film hakkında birkaç detaydan bahsetmek isterim ki belki izlemiş olanlar için yeni bir farkındalık yaratabilir belki.
filmin başından sonuna dek izleyici olarak anneden çok kızı eva'ya yakınlık duyarız. sanki o biraz daha haklıymış gibi gelir bize. ihmalkar bir anne tarafından sevgisizce büyütülmüş bir kadın olarak tutumu daha doğru gelir. ama bergman'ın senaryoyu oluştururken ilk bakışta böyle algılanan o şeyi bozduğunu sanıyorum. bir defa bergman'ın hiçbir şeyi öylesine yapmadığını biliyoruz. bir tablo, bir diyalog oradaysa o mutlaka bir anlama, amaca hizmet ediyor, bir kapı aralıyor. eva'nın 4 yaşındaki oğlu gölde boğularak ölmüş. bergman 4 yaşındaki bir çocuk için neden böyle bir ölümü seçmiş olabilir diye düşünmeden edemedim filmi izledikten sonra. sonuçta onu ölümcül bir hastalıkla uykusunda da öldürebilirdi. burada eva'ya da belli bir mesafeden bakmamızı istedi belki. annesinde gördüğümüz ihmalkarlığı belki onda da bulmamızı istedi. sonuçta 4 yaşındaki bir çocuk gölde nasıl ölebilir? tek başına mıydı? annesi neden orada değildi, diye sormamıza sebep oluyor işte bu. eva'nın annesinden daha fazla sevmeye açık olduğu evet tartışılamaz bir gerçek. ama belki bu detay* kardeşine bakması, oğlunu sürekli hatırlamasını onun bu suçluluk duygusunun bir parçasının olduğunu ifade ediyordur. kim bilir.
filmin daha başlangıcında eva'nın gözlüklü olduğunu gördüğümde "aha tamam demek ki bu karakterin bir sığınağı olacak ve bir yerde dökülecek, patlayacak" demiştim. bergman tarzı yönetmenlerde hiçbir detay öylesine değil çünkü. karaktere hiç gözlük taktırmayabilirdi sonuçta. bu açıdan bakınca eva'nın gözlüğü çıkardığı sahnelerde "daha çok kendi" gibi olduğunu gözlemlediğimi söyleyebilirim. bu belki aşırı bir yorumdur bilemiyorum ama filmin açılış sekansındaki "eğer birisi beni olduğum gibi severse, sonunda kendime bakmaya cesaret edebilirim belki" repliğini düşününce bu düşünce bana çok da saçma gelmiyor.
ayrıca "annenin başarısızlıkları kızı tarafından ödenecek" tarzındaki replik de aynı magnolia filmindeki "babalarının günahlarını çocuklar öder" sözü gibi incile yapılmış bir atıf diye düşünüyorum. belki toplumsal değil, daha biricik, bireysel ama benzer bir düşünce.
filmde anlamlandıramadığım iki nokta var. birinicisi, filmin adının güz sonatı olmasına rağmen açılış sekansında bergman'ın özellikleri gülleri gözümüze sokması, masada, kahvaltıda güllerin olması. ikincisi ise anne charlotte'nin filmin ilk çeyreğindeki telefon konuşması. hikayenin bütününü hiçbir şekilde etkilemeyen bu sahne ne anlama geliyor hala anlayamadım. bu sahneyi filmden çıkarttığımda olaylar bütünü hiçbir şekilde değişmiyor benim için, öyleyse neden var diye sormadan edememiştim film bittiğinde. belki ben bir şeyleri kaçırıyorum.
daha da çok şey yazılır ama neyse.* müthiş film, müthiş!
bergman'ın alışık olduğumuz tarzında, sade ve yalın bir filmdir. gereksiz hiçbir diyalog, sahne, öylesine geçen bir dakika yoktur. filmin bütünü neredeyse diyaloglardan oluşur. benim bu filme dair en sevdiğim şey ise yüzeysel bir seyir halindeyken bile film değerlidir, gayet anlaşılırdır, derinlemesine incelendiğinde de sayfalar dolusu not çıkarabilmek mümkündür. yani her izleyen bu filmden bir şekilde etkilenir. sadece anne ve kızın piyano başında oldukları sahne bile kendi başına izlenebilir bir şaheserdir, kes al kısa film yap, göster insanlara. muazzam.
konusuna gelirsem, kısaca, 7 yıldır birbirini görmeyen anne ve kızın, annenin kızını ziyaret etmesiyle gerçekleşen hesaplaşmaları olarak özetlenebilir. ihmalkar anneden dolayı sevgiyi hissedememiş kızın anne karşısındaki tutumu, isyanı. ilk bakışta sanki kız tümüyle haklıymış gibi hissediliyor. konunun ve karakterin derinine indiğimizde aslında çok daha fazlası olduğunu görebiliyoruz. bana kalırsa bir haklı da yok gibi. film aynı zamanda yarı otobiyografik de olabilir. zira ingmar bergman protestan bir ailede sert bir disiplinle büyümüştür. bergman'ın birçok eşinden birçok çocuğu olmuştur. kendisi de sürekli sanatla ilgilenerek hayatına yön verdiği için filmdeki anne karakteriyle düşünüp filmi yorumlamamak elde değil. aynı zamanda ingrid bergman'ın da sıkıntılı özel hayatında buna benzer örnekler bulabilmek mümkün. ingrid, roberto rossellini filmlerinden birinde yer almak için italya'ya gitmiştir. ingrid o sıralar petter lindstrom ile evliydi. rosselini de ayrı yaşasalar da başka biriyle evliydi. ingrid ve rosselini, ingrid'in hamile kalmasından dolayı eşlerinden ayrılarak birbirleriyle evlenmiştir. evliliğin hemen öncesinde çocukları roberto'yu doğurmuştu. bu olaylar o dönemde bir skandal yaratmıştı ve ingrid amerika'daki hayranlarının ilgisini epey kaybetmişti. çocuklarıyla aralarındaki ilişkiler tümüyle bilinemese bile yaşantıları çocukları ile aralarına mesafe koymuş olabilir. bu bilgiler ışığında filmdeki anneye baktığımızda iki ustadan da yansımalar bulabilmek mümkün.
film hakkında birkaç detaydan bahsetmek isterim ki belki izlemiş olanlar için yeni bir farkındalık yaratabilir belki.
filmin başından sonuna dek izleyici olarak anneden çok kızı eva'ya yakınlık duyarız. sanki o biraz daha haklıymış gibi gelir bize. ihmalkar bir anne tarafından sevgisizce büyütülmüş bir kadın olarak tutumu daha doğru gelir. ama bergman'ın senaryoyu oluştururken ilk bakışta böyle algılanan o şeyi bozduğunu sanıyorum. bir defa bergman'ın hiçbir şeyi öylesine yapmadığını biliyoruz. bir tablo, bir diyalog oradaysa o mutlaka bir anlama, amaca hizmet ediyor, bir kapı aralıyor. eva'nın 4 yaşındaki oğlu gölde boğularak ölmüş. bergman 4 yaşındaki bir çocuk için neden böyle bir ölümü seçmiş olabilir diye düşünmeden edemedim filmi izledikten sonra. sonuçta onu ölümcül bir hastalıkla uykusunda da öldürebilirdi. burada eva'ya da belli bir mesafeden bakmamızı istedi belki. annesinde gördüğümüz ihmalkarlığı belki onda da bulmamızı istedi. sonuçta 4 yaşındaki bir çocuk gölde nasıl ölebilir? tek başına mıydı? annesi neden orada değildi, diye sormamıza sebep oluyor işte bu. eva'nın annesinden daha fazla sevmeye açık olduğu evet tartışılamaz bir gerçek. ama belki bu detay* kardeşine bakması, oğlunu sürekli hatırlamasını onun bu suçluluk duygusunun bir parçasının olduğunu ifade ediyordur. kim bilir.
filmin daha başlangıcında eva'nın gözlüklü olduğunu gördüğümde "aha tamam demek ki bu karakterin bir sığınağı olacak ve bir yerde dökülecek, patlayacak" demiştim. bergman tarzı yönetmenlerde hiçbir detay öylesine değil çünkü. karaktere hiç gözlük taktırmayabilirdi sonuçta. bu açıdan bakınca eva'nın gözlüğü çıkardığı sahnelerde "daha çok kendi" gibi olduğunu gözlemlediğimi söyleyebilirim. bu belki aşırı bir yorumdur bilemiyorum ama filmin açılış sekansındaki "eğer birisi beni olduğum gibi severse, sonunda kendime bakmaya cesaret edebilirim belki" repliğini düşününce bu düşünce bana çok da saçma gelmiyor.
ayrıca "annenin başarısızlıkları kızı tarafından ödenecek" tarzındaki replik de aynı magnolia filmindeki "babalarının günahlarını çocuklar öder" sözü gibi incile yapılmış bir atıf diye düşünüyorum. belki toplumsal değil, daha biricik, bireysel ama benzer bir düşünce.
filmde anlamlandıramadığım iki nokta var. birinicisi, filmin adının güz sonatı olmasına rağmen açılış sekansında bergman'ın özellikleri gülleri gözümüze sokması, masada, kahvaltıda güllerin olması. ikincisi ise anne charlotte'nin filmin ilk çeyreğindeki telefon konuşması. hikayenin bütününü hiçbir şekilde etkilemeyen bu sahne ne anlama geliyor hala anlayamadım. bu sahneyi filmden çıkarttığımda olaylar bütünü hiçbir şekilde değişmiyor benim için, öyleyse neden var diye sormadan edememiştim film bittiğinde. belki ben bir şeyleri kaçırıyorum.
daha da çok şey yazılır ama neyse.* müthiş film, müthiş!
devamını gör...
akrabasız bayram
hayaldi gerçek oldu. bu günleri de görmek varmış. evet.
devamını gör...
sözlük mağazası'ndaki takipçileri gör özelliği
'keşke almasaydım' diyecek olduğum ama beni takip ettiğini görünce hem çok şaşırdığım hemde çok sevindiğim birkaç yazar sebebiyle mutlu olduğum özellik*.
devamını gör...
yazarların şu an dinledikleri şarkı
mamacitta. buyrun:
devamını gör...
kulaklıkla son ses dinlenen şarkı
devamını gör...
her şeyden biraz bilmek vs bir konuda çok şey bilmek
her şeyden biraz bilip bazı konularda çok şey bilmek olarak cevap vereceğim versus.
uzmanlık alanınız olsun ama tek bildiğiniz o konu olursa sıkıcı bir insan olursunuz be. yapmayın.
uzmanlık alanınız olsun ama tek bildiğiniz o konu olursa sıkıcı bir insan olursunuz be. yapmayın.
devamını gör...
türkiye'de kadına şiddetin bilançosu
son iki ayda bile 67 kadın öldürülmüş. sosyal medyada yer alabilmesi için çarpıcı detaylar gerekiyor. hikayede çocuk varsa, öldürüldükten sonra yakildiysa, parçalara ayrıldiysa konuşuluyor. değilse sadece rakam.
devamını gör...
kadınların çantasının içindekiler
küçük not defteri, kalem, ıslak ve kuru mendil, ev anahtarı, otobüs kartı, kolonya, parfüm, okuma kitabı, gereksiz fişler, cüzdan, saç fırçası, ped, el kremi, dudak balmı, ruj.
devamını gör...
gözlerine
mabel matiz yakarısı ve ortak paydamız.
"yar bulamadım yerimi
yetiş ya nûr, yağdır mümkünleri
yalın ayak yürüdüm geldim
aşksa tabu, aştım müşkülleri
yarimin yelkeni olsa
yelleri alsa gelse
dut gibi sarhoş akşamda
mevlam muradım verse
ahlarımı da duysa
çünkü gözlerine ay anam, gözlerine
hastayım, aşığım köz dillerine
çöz beni saçılayım, eldir düğme
sevdim canını canım, el neyime
çünkü gözlerine ay anam, gözlerine
hastayım, aşığım köz dillerine
çöz beni saçılayım, eldir düğme
sevdim canını canım, el neyime
yarimin yelkeni olsa
yelleri alsa gelse
dut gibi sarhoş akşamda
mevlam muradım verse
ahlarımı da duysa
çünkü gözlerine ay anam, gözlerine
hastayım, aşığım köz dillerine
çöz beni saçılayım, eldir düğme
sevdim canını canım, el neyime
çünkü gözlerine ay anam, gözlerine
hastayım, aşığım köz dillerine
çöz beni saçılayım, eldir düğme
sevdim canını canım, el neyime"
spotify
"yar bulamadım yerimi
yetiş ya nûr, yağdır mümkünleri
yalın ayak yürüdüm geldim
aşksa tabu, aştım müşkülleri
yarimin yelkeni olsa
yelleri alsa gelse
dut gibi sarhoş akşamda
mevlam muradım verse
ahlarımı da duysa
çünkü gözlerine ay anam, gözlerine
hastayım, aşığım köz dillerine
çöz beni saçılayım, eldir düğme
sevdim canını canım, el neyime
çünkü gözlerine ay anam, gözlerine
hastayım, aşığım köz dillerine
çöz beni saçılayım, eldir düğme
sevdim canını canım, el neyime
yarimin yelkeni olsa
yelleri alsa gelse
dut gibi sarhoş akşamda
mevlam muradım verse
ahlarımı da duysa
çünkü gözlerine ay anam, gözlerine
hastayım, aşığım köz dillerine
çöz beni saçılayım, eldir düğme
sevdim canını canım, el neyime
çünkü gözlerine ay anam, gözlerine
hastayım, aşığım köz dillerine
çöz beni saçılayım, eldir düğme
sevdim canını canım, el neyime"
spotify
devamını gör...
bazı başlıkları görmezden gelen yazarlar
bazı başlıklar fikir beyan etmeye değmez duruyor.
devamını gör...
restoran çalışanlarının itirafları
bir aşçı olarak gireceğim entry sonucunda restoran sektörünü bitirebileceğimi düşünüyorum. ama bu işten para kazandığım için susacağım.
küçük bir tavsiye eğer bu konularda saplantılıysanız sadece mekan sahibini tanıdığınız yerlerde yiyin. ama tanıdığım mekan sahibi yok diyorsanız ateş görmüş ve iyi pişmiş bir yemekte virüs bakteri olmaz. yiyecek bozuk değilse tabi.
küçük bir tavsiye eğer bu konularda saplantılıysanız sadece mekan sahibini tanıdığınız yerlerde yiyin. ama tanıdığım mekan sahibi yok diyorsanız ateş görmüş ve iyi pişmiş bir yemekte virüs bakteri olmaz. yiyecek bozuk değilse tabi.
devamını gör...
babaların garip huyları
kumandanın kendine ait olduğunu sanıyor.
meyve yedirmek ata sporu.
meyve yedirmek ata sporu.
devamını gör...
okuduğun kitaptan bir alıntı bırak
"günah değil mi? böyle kara düşünmek masmavi aydınlığın karşısında."
odysseia sayfa: önsöz xlii
odysseia sayfa: önsöz xlii
devamını gör...
neden ünlü olduğu bilinmeyen ünlüler
"işte böyle, yavaş yavaş ve derinden, profil resmi yoluyla sözlüğün kime ait olduğunu bulacağız." diyen çiçeği burnunda yazar. *
devamını gör...
yörükler
mensup olduğum "ırk" dır! hiç bahsini açmam. şöyle iyiyiz, böyle süperiz demem, çünkü değiliz. aslında piyasada ben şuyum, ben buyum, acayipimdir, feciyizdir diyen "ırk" lara bin basarız ama demem böyle bir şey çünkü hepimiz bir değiliz... ama şunu söyleyeyim, sevin lan bizi, gerçekten bozulmamış, çok bozulmamış, doğaya tapan, bir canlı için canını verebilecek, bir geçi, bir koyun, bir çam ağacı için ölebilecek insanlarız biz, çok ağladık bu sene çokkkkkkkk, yandı her tarafımız, yandııııı, bir oğlağına türkü yazabilecek kalpleriz biz, karacaoğlanız biz... musayız, dedeyiz, tahtacıyız, kızılbaşız...kabayız ama çok zeveriz, çokkk...
devamını gör...

