georg simon ohm
kendisi alman bir fizikçidir. 1789 yılında bavaira'da bir çilingirin oğlu olarak dünyaya geldi. çeşitli lise ve üniversitelerde profesörlük yaptı.
lise öğretmenliği sırasında elektrokimyasal hücreleri incelemeye başladı. çalışması sırasında bir telden geçen akım şiddetinin geçtiği telin alanıyla doğru, uzunluğuyla ters orantılı olduğunu fark etti. bu dikkatiyle ohm; gerilim ,akım ve direnç arasındaki temel bağlantıyı ortaya koymuş oldu.
yaşamı süresince bilime yaptığı katkılar pek takdir görmemiş olsa da ölümünden ancak 30 yıl sonra direnç birimine ohm adı verilerek onurlandırılmıştır.
lise öğretmenliği sırasında elektrokimyasal hücreleri incelemeye başladı. çalışması sırasında bir telden geçen akım şiddetinin geçtiği telin alanıyla doğru, uzunluğuyla ters orantılı olduğunu fark etti. bu dikkatiyle ohm; gerilim ,akım ve direnç arasındaki temel bağlantıyı ortaya koymuş oldu.
yaşamı süresince bilime yaptığı katkılar pek takdir görmemiş olsa da ölümünden ancak 30 yıl sonra direnç birimine ohm adı verilerek onurlandırılmıştır.
devamını gör...
trabzonlu
sevgili köylü yazardan ironiler'in memleketi trabzon olunca kendisi de trabzonlu oluyor haliyle..
devamını gör...
eyedea
t: 2010'da 29 yaşındayken vefat eden, üst düzey freestyle yeteneğiyle piyasada parlamış olan ve yine üst düzey lirikaliteye ve flow'a sahip rapçi.
özellikle yakın arkadaşı dj abitilies ile harika işlere imza atmışlardı* ki asıl tanınması bundan sonra olmuştur: çıkış albümleri first born (2001). şahsi kanaatim en kötü albümü budur. en iyisi de açık ara by the throat'tır. yine bu albümden belki sağda solda görmüş olabileceğiniz en meşhur parçalarından biri smile. depresif fakat fazla zırlatmayan "aman boş ver" havalarında parçalara sahiptir. ikilemde bırakır.
bunların dışında yukarıdaki albümde bir parça vardır, ki albümün adını taşıyan parça, adeta bir flow dersi ve ağır jilettir. bir insan hiç mi sekmez, evet sekmiyor eleman. çevirisiyle birlikte by the throat
son olarak naçizane iki tavsiye:
"emphaty is the poor man's cocaine" şaak burn fetish
time flies when you have a gun şarkı adı yeterince açıklayıcı.*
özellikle yakın arkadaşı dj abitilies ile harika işlere imza atmışlardı* ki asıl tanınması bundan sonra olmuştur: çıkış albümleri first born (2001). şahsi kanaatim en kötü albümü budur. en iyisi de açık ara by the throat'tır. yine bu albümden belki sağda solda görmüş olabileceğiniz en meşhur parçalarından biri smile. depresif fakat fazla zırlatmayan "aman boş ver" havalarında parçalara sahiptir. ikilemde bırakır.
bunların dışında yukarıdaki albümde bir parça vardır, ki albümün adını taşıyan parça, adeta bir flow dersi ve ağır jilettir. bir insan hiç mi sekmez, evet sekmiyor eleman. çevirisiyle birlikte by the throat
son olarak naçizane iki tavsiye:
"emphaty is the poor man's cocaine" şaak burn fetish
time flies when you have a gun şarkı adı yeterince açıklayıcı.*
devamını gör...
konuşmayı sonlandırırken ne diyeceğini bilemeyen insan
bu meseleyi hiç anlamıyorum. şu filmlerde konunun bittiğini şıp diye anlayan tipler gibi hiç olamadık.10 kere hadi görüşürüz haadi öptüm haadi bay bay demeden telefonu kapatamıyoruz.
devamını gör...
panik atak
üç yıl tedavisini gördüğüm rahatsızlık. ben atlattım, bu hastalığı yaşayanların da bir an önce atlatmasını diliyorum.
çeşitleri çoktur. bende ki durum tamamen kalp krizi geçirdiğimi sanmamla başladı. ataklar günde iki üç kez geliyor, bir saat sürüyordu. titreme ve ağlama ile son buluyor, sonrasında vücut yorgunluğuna dayanamayıp uyuyordum.
müthiş yorgunluk veren bu ataklar oldukça yıpratıcı ve ailem için de aşılması çok zor bir durumdu.
16 yaşındayken bu hastalığı yaşadığımı öğrendiğimde, çevrede çok bilinen bir hastalık değildi. ailem en büyük destekçim oldu. ilaç tedavisi ve terapilerle ataklarım azaldı. o dönem hayatımın en çok hastaneye gittiğim dönemi olabilir. eve defalarca ambulans çağırmış, gece acillerde sabahlamıştık.
hastalığımı tanıdıkça, kabullendikçe farkettim ki daha kolay baş edebiliyorum. tabii ilaçlara ve terapilere devam.. ataklar haftada bir sonra daha seyrek gelmeye başlamıştı. mutluydum ama bir yandan da orada bir yerde olduğunu ve apansız çıkacağını bilmek beni geriyordu.
sanırım bir yıl kadar sonra hastalığın seyri değişti ve ataklar çok nadiren olmaya, ama bu sefer de ailemi kaybetme korkusu, dışarı çıkma korkusu yaşamaya başladım. bu yüzden liseyi bırakıp kendimi eve kapattım diyebilirim. parlak okul hayatım bitmişti.
şimdi depresyonla da mücadele ediyor, bitik bir halde günlerimi evde geçiriyordum. kalabalığı sevmiyor, insanların eve gelip gitmesini çok istemiyordum. babamın sürekli yanımda olmasını hatta ise bile gitmemesini istiyordum.
bu dönemde bana iyi gelen çok az ama aslında çok fazla olan bir şey vardı. ailem ve kitaplar...
bunları buraya yazıyorum çünkü belki bu hastalığı yaşayan kisiler vardır. bir ışık olur. geçmeyecek hiç bir şey yok inanın.
doktorlar hep '' kafanda bitirmelisin'' der durur. o kadar sinir oluyordum ki bu cümleye. ya ben hasta olmak ister miyim? dalga mı geciyor bu adam benimle diye düşünürdüm. bir günde bitmedi elbet herşey. bir günde başlamamıştı ki bir günde bitsin. bir seylerin birikimi bir yerde patlak vermişti belki de. yavaş yavaş kendimi ve bu hastalığı tanıyarak, ilaç ve terapilerle, kesinlikle ailem sayesinde atlattım.
umarım en yakın zamanda bu hastalığı yaşayan kim varsa atlatır. sadece şunu bilmeni isterim: yalnız değilsin, hayır ölmeyeceksin ve iyileşeceksin.
çeşitleri çoktur. bende ki durum tamamen kalp krizi geçirdiğimi sanmamla başladı. ataklar günde iki üç kez geliyor, bir saat sürüyordu. titreme ve ağlama ile son buluyor, sonrasında vücut yorgunluğuna dayanamayıp uyuyordum.
müthiş yorgunluk veren bu ataklar oldukça yıpratıcı ve ailem için de aşılması çok zor bir durumdu.
16 yaşındayken bu hastalığı yaşadığımı öğrendiğimde, çevrede çok bilinen bir hastalık değildi. ailem en büyük destekçim oldu. ilaç tedavisi ve terapilerle ataklarım azaldı. o dönem hayatımın en çok hastaneye gittiğim dönemi olabilir. eve defalarca ambulans çağırmış, gece acillerde sabahlamıştık.
hastalığımı tanıdıkça, kabullendikçe farkettim ki daha kolay baş edebiliyorum. tabii ilaçlara ve terapilere devam.. ataklar haftada bir sonra daha seyrek gelmeye başlamıştı. mutluydum ama bir yandan da orada bir yerde olduğunu ve apansız çıkacağını bilmek beni geriyordu.
sanırım bir yıl kadar sonra hastalığın seyri değişti ve ataklar çok nadiren olmaya, ama bu sefer de ailemi kaybetme korkusu, dışarı çıkma korkusu yaşamaya başladım. bu yüzden liseyi bırakıp kendimi eve kapattım diyebilirim. parlak okul hayatım bitmişti.
şimdi depresyonla da mücadele ediyor, bitik bir halde günlerimi evde geçiriyordum. kalabalığı sevmiyor, insanların eve gelip gitmesini çok istemiyordum. babamın sürekli yanımda olmasını hatta ise bile gitmemesini istiyordum.
bu dönemde bana iyi gelen çok az ama aslında çok fazla olan bir şey vardı. ailem ve kitaplar...
bunları buraya yazıyorum çünkü belki bu hastalığı yaşayan kisiler vardır. bir ışık olur. geçmeyecek hiç bir şey yok inanın.
doktorlar hep '' kafanda bitirmelisin'' der durur. o kadar sinir oluyordum ki bu cümleye. ya ben hasta olmak ister miyim? dalga mı geciyor bu adam benimle diye düşünürdüm. bir günde bitmedi elbet herşey. bir günde başlamamıştı ki bir günde bitsin. bir seylerin birikimi bir yerde patlak vermişti belki de. yavaş yavaş kendimi ve bu hastalığı tanıyarak, ilaç ve terapilerle, kesinlikle ailem sayesinde atlattım.
umarım en yakın zamanda bu hastalığı yaşayan kim varsa atlatır. sadece şunu bilmeni isterim: yalnız değilsin, hayır ölmeyeceksin ve iyileşeceksin.
devamını gör...
ciddi ciddi youtube premium'a para ödeyen insan
benimdir, gram da pişmanlığım yoktur. aile paketiyle 26 lira ödüyoruz ve 6 kişi kullanıyoruz. sizin adblock televizyonda ya da telefonda pek iş görmüyor. istediğim videoyu indirip internet paketimden harcama yapmadan izleyebiliyor, potcastleri açıp telefon ekranı kapalıyken de dinleyebiliyor, telefonda başka bir şeyle uğraştığımda da arkaplanda oynatma özelliğinden fazlasıyla yararlanıyorum. üzerine youtube music de cabası. çok fazla rastgele müzik dileyen biri değilimdir, spotfy üyeliğim bir senedir kapalı ve bence youtube music spotfydan daha zengin ve kullanışlıdır. verdiğim her kuruşu hakediyor premium.
devamını gör...
tüm yazarların profilinde kurucu yazması
kimse soğuk espri yapmamış bari ben yapayım.
hacı ben nohutçuyum*.*
havalar ısındı, üşümezsiniz sayın yazarlar.
hacı ben nohutçuyum*.*
havalar ısındı, üşümezsiniz sayın yazarlar.
devamını gör...
küçük şeylerle mutlu olmak
sanıldığının aksine çok da faydalı olmayan bir insan özelliği.
küçük şeylerle mutlu olabilen insan hayata diğer insanlardan daha büyük bir mercekle bakar. kıyıda köşede kalmış, kimsenin önemsemediği, alelade şeyleri fark edebilir. peki bu yalnızca mutluluk mu getirir? elbette hayır.
farkındalık her zaman hüsrana daha yakındır. önemsiz kabul edilen ama sizin apaçık ortada olduğunu düşündüğünüz her şey belirli bir zaman sonra sizi diğer insanlardan ayrıştırır. örneğin; hakkında saatlerce konuşabileceğiniz bir konunun "hmm doğru, aynen" gibi susturucu özelliği taşıyan tepkilerle geçiştirilmesi. çok yorucu. çünkü insan her şeyi eşit önemde gördüğünde nelerin anlatmaya değer olduğunu ayırt etmekte zorlanıyor.
benim bununla baş etmek için uyguladığım bir yöntem var. hiç istemesem de insanları beynimde filtreliyorum. kimin neleri konuşmayı sevdiğini/sevmediğini az çok anlayıp onlarla konuşmalarımı belirli bir çerçevenin içinde tutmaya çalışıyorum. "peki senin ne anlatmak istediğinin bir önemi yok mu?" diye soracak olursanız; bunu en çok ben önemsiyorum. kendimle geçirdiğim zamanın kıymetini biliyorum. yazarak, resim yaparak, düşünerek bir şekilde kendimi dinliyor aynı zamanda kendime anlatıyorum. insan ne olursa olsun, hangi şartlarda yaşarsa yaşasın daima yalnızdır ve kendisiyle iyi bir dost olmaktan başka şansı yoktur. bu daha çok küçükken farkına vardığım bir şey.
küçük şeylerle mutlu olabilen insan hayata diğer insanlardan daha büyük bir mercekle bakar. kıyıda köşede kalmış, kimsenin önemsemediği, alelade şeyleri fark edebilir. peki bu yalnızca mutluluk mu getirir? elbette hayır.
farkındalık her zaman hüsrana daha yakındır. önemsiz kabul edilen ama sizin apaçık ortada olduğunu düşündüğünüz her şey belirli bir zaman sonra sizi diğer insanlardan ayrıştırır. örneğin; hakkında saatlerce konuşabileceğiniz bir konunun "hmm doğru, aynen" gibi susturucu özelliği taşıyan tepkilerle geçiştirilmesi. çok yorucu. çünkü insan her şeyi eşit önemde gördüğünde nelerin anlatmaya değer olduğunu ayırt etmekte zorlanıyor.
benim bununla baş etmek için uyguladığım bir yöntem var. hiç istemesem de insanları beynimde filtreliyorum. kimin neleri konuşmayı sevdiğini/sevmediğini az çok anlayıp onlarla konuşmalarımı belirli bir çerçevenin içinde tutmaya çalışıyorum. "peki senin ne anlatmak istediğinin bir önemi yok mu?" diye soracak olursanız; bunu en çok ben önemsiyorum. kendimle geçirdiğim zamanın kıymetini biliyorum. yazarak, resim yaparak, düşünerek bir şekilde kendimi dinliyor aynı zamanda kendime anlatıyorum. insan ne olursa olsun, hangi şartlarda yaşarsa yaşasın daima yalnızdır ve kendisiyle iyi bir dost olmaktan başka şansı yoktur. bu daha çok küçükken farkına vardığım bir şey.
devamını gör...
the boys
süper kahramanların melek olarak doğmadıklarını gösteren, gücün yozlaşmaya ne kadar müsait olduğunu çok güzel bir şekilde işleyen, severek izlediğim dizi.
devamını gör...
hediye olarak alınmaması gereken şeyler
annelere ev eşyası.
tencere tava gibi.
ev eşyası hediye olmaz olamaz.
tencere tava gibi.
ev eşyası hediye olmaz olamaz.
devamını gör...
green book
2018 yılında vizyona giren benim yeni izlediğim ve yeni izlediğim için üzüldüğüm filmdir.
bu film hakkında yorum yaparken şu kelimeyi kullanmak istiyorum “sıcacık” tamamen sıcacık bir filmdi 2 saat boyunca tebessüm ve keyif arasında dolaşıp durdum.
bence bu film dostluğun filmi insanın kendini tanımasının öğrenmesinin ne kadar önemli olduğunu bize öğreten dostça sıcacık bir film.
amerika da ki çifte standart davranışları eşitsizliği çok acı bir şekilde gözler önüne seriyor.
filmde iki karakter bir yolculuğa çıkıyorlar ve o yolculuktan döndüklerinde bambaşka iki insan oluyorlar.
yolculuğun onlara öğrettiği şeyler çok ama çok önemli.
--! spoiler !--
filmin başında iki siyahi işçinin su içtiği bardakları çöpe atan karakterimiz filmin sonunda siyahi arkadaşına “sıcacık” bir sarılma gösteriyor hem seyirci hem evin içindeki insanlar gözyaşlarını tutamıyor (ben tutamadım).
hayatın ona öğretildiği gibi yaşayan doktor tony bu yolculukta kafasında kodlanmış insan kimliğinden biraz olsun uzaklaşıyor ve rahatlıyor.
tavuk yerken mutlu oluyor o tavuğu arabanın camından dışarı atarken mutlu oluyor yolculuğunda çok şey öğreniyor hem de arka koltukta oturmasına rağmen.
filmin sonunda ön koltuğa oturuyor bence çok güzel bir detaydı.
toplumun ona kazandırdığı kimliğin arasında sıkışıp kalmış bir insan yetersizliğinden avazı çıktığı kadar bağırarak kurtuluyor.
bence filmin en önemli ve en can alıcı sahnesi filmin alt metni.
yetersizliğin üzerine kurulmuş bir hayat yaşayan tony kendi kimliğini yağmur altında arınarak buluyor.
bulurken arkadaşına da çok önemli şeyler öğretiyor.
“beyaz değilim, yeterince siyah değilim, yeterince erkek değilim, o zaman ben neyim?”
--! spoiler !--
izlenip ders çıkarılması gereken bir film kesinlikle izlenmeli.
bu film hakkında yorum yaparken şu kelimeyi kullanmak istiyorum “sıcacık” tamamen sıcacık bir filmdi 2 saat boyunca tebessüm ve keyif arasında dolaşıp durdum.
bence bu film dostluğun filmi insanın kendini tanımasının öğrenmesinin ne kadar önemli olduğunu bize öğreten dostça sıcacık bir film.
amerika da ki çifte standart davranışları eşitsizliği çok acı bir şekilde gözler önüne seriyor.
filmde iki karakter bir yolculuğa çıkıyorlar ve o yolculuktan döndüklerinde bambaşka iki insan oluyorlar.
yolculuğun onlara öğrettiği şeyler çok ama çok önemli.
--! spoiler !--
filmin başında iki siyahi işçinin su içtiği bardakları çöpe atan karakterimiz filmin sonunda siyahi arkadaşına “sıcacık” bir sarılma gösteriyor hem seyirci hem evin içindeki insanlar gözyaşlarını tutamıyor (ben tutamadım).
hayatın ona öğretildiği gibi yaşayan doktor tony bu yolculukta kafasında kodlanmış insan kimliğinden biraz olsun uzaklaşıyor ve rahatlıyor.
tavuk yerken mutlu oluyor o tavuğu arabanın camından dışarı atarken mutlu oluyor yolculuğunda çok şey öğreniyor hem de arka koltukta oturmasına rağmen.
filmin sonunda ön koltuğa oturuyor bence çok güzel bir detaydı.
toplumun ona kazandırdığı kimliğin arasında sıkışıp kalmış bir insan yetersizliğinden avazı çıktığı kadar bağırarak kurtuluyor.
bence filmin en önemli ve en can alıcı sahnesi filmin alt metni.
yetersizliğin üzerine kurulmuş bir hayat yaşayan tony kendi kimliğini yağmur altında arınarak buluyor.
bulurken arkadaşına da çok önemli şeyler öğretiyor.
“beyaz değilim, yeterince siyah değilim, yeterince erkek değilim, o zaman ben neyim?”
--! spoiler !--
izlenip ders çıkarılması gereken bir film kesinlikle izlenmeli.
devamını gör...
diyelim ki o bunu okuyor
gel bi'dakka gel, valla bişi yapmıcam?
otur bakiym, 2 dakka bi beni dinle yemeğini yaparken.
ben sana yetişemiyorum kadın, o beyninin kıvrımları o kadar güzel, o kadar ürkünç, o kadar değişik ki, çoğu zaman anlayamıyorum da aslında?
soruyorum sana anlamayınca, beni öyle güzel bir şekilde atlatıp kendini yine kenara atıp beni çıkarıyorsun ya ortaya, bazen çok sonra anlayabiliyorum bunu. nasıl yapıyorsun bilmiyorum, ama böyle işte?
kalbini biraz daha yakından tanıyorum sayılır, benimkini andırıyor, aynı yerlerde aynı kıvrımlar, bükümler, yanıklar, yıllar ve yollar..
burada seviyorum, yaşıma başıma bakmadan seviyorum diye laf ediyorlar ya bana, inan derdim değil, sevmek dünyanın en güzel şeyi ve en yüce yaradan benim için.
gitgellerimiz ( gelgit sevmiyorum, böyle daha güzel) arasında, o kavgalar, o cilveler, o mıç mıç'lar arasında fark ettim ki beni yeniden insan yapıyor seni sevmek ve senin tarafından sevilmek, bunu ömür boyu söylerim, hiç utanmadan!
seniseviyorum, biz gibi!
/ hadi inşallah? /
edit : yalanmış maaşallah!
otur bakiym, 2 dakka bi beni dinle yemeğini yaparken.
ben sana yetişemiyorum kadın, o beyninin kıvrımları o kadar güzel, o kadar ürkünç, o kadar değişik ki, çoğu zaman anlayamıyorum da aslında?
soruyorum sana anlamayınca, beni öyle güzel bir şekilde atlatıp kendini yine kenara atıp beni çıkarıyorsun ya ortaya, bazen çok sonra anlayabiliyorum bunu. nasıl yapıyorsun bilmiyorum, ama böyle işte?
kalbini biraz daha yakından tanıyorum sayılır, benimkini andırıyor, aynı yerlerde aynı kıvrımlar, bükümler, yanıklar, yıllar ve yollar..
burada seviyorum, yaşıma başıma bakmadan seviyorum diye laf ediyorlar ya bana, inan derdim değil, sevmek dünyanın en güzel şeyi ve en yüce yaradan benim için.
gitgellerimiz ( gelgit sevmiyorum, böyle daha güzel) arasında, o kavgalar, o cilveler, o mıç mıç'lar arasında fark ettim ki beni yeniden insan yapıyor seni sevmek ve senin tarafından sevilmek, bunu ömür boyu söylerim, hiç utanmadan!
seniseviyorum, biz gibi!
/ hadi inşallah? /
edit : yalanmış maaşallah!
devamını gör...
ders çalışabilmek için yapılması gereken şeyler
şu an yazdığım şeyi okuyacağına git ders çalışma evrenine giriş taktik biri uygula kitabın defterin kapağını arala gerisi gelir diyebilirim bu şeylere örnek olarak.
devamını gör...
türkiye'nin eurovision tarihindeki en iyi şarkısı
buradanmanga - we could be the same tabi ki nasıl 1. olmaz aklım almıyor.
devamını gör...
santrifüj
bilimsel bir bakış açısı değil ama bu aleti şöyle kullanmak istiyorum;
insanları tek tek o bölümlere oturtup iyiliklerini ve kötülükleri ayrıştırmak istiyorum. en azından yüzde kaç iyi ya da kötü ona göre güvenirim. haksız mıyım?
insanları tek tek o bölümlere oturtup iyiliklerini ve kötülükleri ayrıştırmak istiyorum. en azından yüzde kaç iyi ya da kötü ona göre güvenirim. haksız mıyım?
devamını gör...
1 ağustos 2021 ateşin çocukları'nın yangınları üstlenmesi
ateşin çocukları değil orrrr çocuklarının olayı üstlenmesi dediğim başlıktır.
devamını gör...
tarafsız bölge
ingilizcesi no man's land olup, iki taraf arasında oluşturulan askerden arınmış bölge manasında kullanılır. günümüzde iki kore arasında 1953 yılında belirlenen askerden arındırılmış bölge ve kıbrısta türk ve rum tarafı arasındaki yeşil hat tarafsız bölgelerdendir.
devamını gör...