bayram
dinle diyanetle işim yok benim. takribi 15 senedir falan deistim. belki biraz daha uzun süredir. iyi bir insan olmaya çalışmak dışında hiçbir kurala inanmıyorum. kendi değer yargılarıma göre iyi biri olmayıysa bazen beceriyor bazen beceremiyorum. herkes gibi, hepimiz gibi zaaflarıma yenik düşüyorum zaman zaman. çuvaldız iyi dostumdur ama. yakından tanırız birbirimizi. ramazanla ilgili görüş beyan etmeyeceğim. çekindiğimden değil ama kimseyi incitmenin alemi yok. aşağı yukarı tahmin ediyorsunuzdur zaten neler düşündüğümü. ne benim buraya yazacaklarımla biri ikna olacak ne ben bu ayın gerekleri yerine getirildiğinde eriştiği kutsal makamı kabul edeceğim. o halde ne gereği var? geçiyorum.
bayram. herhangi bir bayram. dini ya da milli. tatil günleri. ya da herhangi bir başka özel gün. doğum günü, sevgililer günü, anneler günü, işçi bayramı, 23 nisan, yerli malı haftası, kabotaj bayramı... toplumun genelinin sıradan olmayan diye tanımladığı, manalı ya da manasız herhangi bir günü hep coşkuyla, sıradan olmayan şekilde deneyimledim ben bizim evde çocukluğum boyunca. farklı bir gün yaşamak için bir fırsat, bir bahane gibi görürdü babam böyle günleri. eğlenmeyi seven bir adamdı. eğlendirmeyi de. genelde düşük olan enerjisiyle evimizin stres unsuru olan annemle ilişkilerinin dinamiği buydu sanırım. biri diğerini yükseltmeye, diğeri birinin yüksek haliyle eğlenmeye alışmıştı zannediyorum yıllar içinde. şimdi bir bizim ev yok gerçi. babam öldü. annem, ölümün kıyısına kadar gitmiş gelmiş ve artık açıkçası hem fiziksel hem de mental anlamda çok güven veren biri olmadığı için, evini kapatmadıysa da kah orada kah başka yerde. ama burada değil. neyse.
badem gözlüm,
hokka burunlum,
kalem kaşlım,
sırma saçlım,
elma yanaklım,
kiraz dudaklım,
bal yüzlüm,
canım kızım hadi kalk. bugün ........ ! *
bugün onsuz geçirdiğim ilk dini bayram. bu şiiri duymadan uyandığım ilk bayram değil evet ama bir daha kurulan büyük bayram sofrasında "yemek arasında su içmeyin kızım" diyemeyeceğinin hüznünü en çok hissettiğim gün bugün. dindar bir adamdı söylemiş miydim? o yüzden en çok, yıllardır çok istemesine rağmen sağlık sorunları hasebiyle* tutamadığı orucun bitimini müjdeleyen(!) bu bayramı severdi. ve bu bayramda tüm ailesinin bir arada olduğu, herkesin en sevdiği yemeğin yapıldığı büyük bayram sofrasını. onsuz bir arada olacağımız ilk bayram sofrasında bamya'dan o kadar keyif alamayacağımı bilmek, bugünkü tek derdim olsaydı keşke.
dün gece bir başlık görmüştüm. cüzdanda fotoğraf taşımak. cız etti içim. yazacaktım sonra elim gitmedi. yanlış yaptım. şimdi istemeye istemeye ama yazmam gerektiğini bildiğim için geldiğim bu başlıkta yine aklımda dün geceki kelimeler uçuşuyor. düştü mü bir şey aklıma onu içimden çıkarmadan rahat edemiyorum ben. bir türlü salamıyorum, bırakamıyorum, unutamıyorum. illa söylenmesi gerekenler söylenecek. illa yapılması gerekenler yapılacak. illa bütün çemberler tamamlanacak. bırak dağınık kalsın. kalamaz. neden? sence?

böyle bir eski cüzdanını bulduk çekmecesinde öldükten sonra. vesikalıkları yan yana getirmiş bir de üzerinden bantlamış güzelce. yahu bari arkalarından yap. yapmamış. ben anlıyorum nedenini. merak edeniniz varsa size de anlatayım. hiç umursamazdı görselliği. bir şey olması gerektiği halini, nasıl görünerek gerçekleştirebiliyorsa en güzel halinin o olduğuna inanırdı. bu fotoğrafların büyükten küçüğe yan yana durması gerekiyor cüzdanında. ayrılmayacak, parçalanmayacak, dağılmayacak şekilde. ve hep. o halde ne yapmalı, bantlamalı üzerinden. başka bir şeye gerek var mı? yok. ablam doğum yaptı, fotoğrafçı çekim için hastane odasına gelmeden önce allık sürdü yanaklarına diye 40 saat trip attı babam. yahu sen aptalsın, ne kadar güzel göründüğünün farkında değil misin, bu boyalara ne ihtiyacın var senin diye. telefon rehberine üç kızını şöyle kaydetmişti: b. kızım, o. kızım, k. kızım. o. kızım olay çıkardı tabi;
-baba allahını seversen o. kızım ne?
-ne yavrum? ortanca kızım işte.
-baba!
-ne?
hayır hayır aptal değil. zehir gibi adamdı. eğitim hayatı da başarılarla dolu, iş hayatı da, sosyal yaşantısı da. şimdi sence sorusunun cevabı anlam kazanmıştır diye düşünüyorum. bence kazanıyor çünkü. geçelim.
en sevdiği bayramda, üstelik onsuz ilk dini bayramda mezarına gidemedim. "mezarlık ziyareti diye bir şeyin dinde yeri, anlamı yok kızım, ha mezar başında ha evde dua etmişsin aynı şey" görüşünü savunduğunu bilsem de babamın, en azından fotoğrafta beni sağlarına iliştirdiği insanlara sarılabilmeyi, inandığı dine göre bizi görebiliyorsa şayet, bir arada o allahın belası mezarlıkta olabilmeyi isterdim. ayrılmayacak, parçalanmayacak, dağılmayacak şekilde.
olmadı. olamadı bayram mayram.
bayram. herhangi bir bayram. dini ya da milli. tatil günleri. ya da herhangi bir başka özel gün. doğum günü, sevgililer günü, anneler günü, işçi bayramı, 23 nisan, yerli malı haftası, kabotaj bayramı... toplumun genelinin sıradan olmayan diye tanımladığı, manalı ya da manasız herhangi bir günü hep coşkuyla, sıradan olmayan şekilde deneyimledim ben bizim evde çocukluğum boyunca. farklı bir gün yaşamak için bir fırsat, bir bahane gibi görürdü babam böyle günleri. eğlenmeyi seven bir adamdı. eğlendirmeyi de. genelde düşük olan enerjisiyle evimizin stres unsuru olan annemle ilişkilerinin dinamiği buydu sanırım. biri diğerini yükseltmeye, diğeri birinin yüksek haliyle eğlenmeye alışmıştı zannediyorum yıllar içinde. şimdi bir bizim ev yok gerçi. babam öldü. annem, ölümün kıyısına kadar gitmiş gelmiş ve artık açıkçası hem fiziksel hem de mental anlamda çok güven veren biri olmadığı için, evini kapatmadıysa da kah orada kah başka yerde. ama burada değil. neyse.
badem gözlüm,
hokka burunlum,
kalem kaşlım,
sırma saçlım,
elma yanaklım,
kiraz dudaklım,
bal yüzlüm,
canım kızım hadi kalk. bugün ........ ! *
bugün onsuz geçirdiğim ilk dini bayram. bu şiiri duymadan uyandığım ilk bayram değil evet ama bir daha kurulan büyük bayram sofrasında "yemek arasında su içmeyin kızım" diyemeyeceğinin hüznünü en çok hissettiğim gün bugün. dindar bir adamdı söylemiş miydim? o yüzden en çok, yıllardır çok istemesine rağmen sağlık sorunları hasebiyle* tutamadığı orucun bitimini müjdeleyen(!) bu bayramı severdi. ve bu bayramda tüm ailesinin bir arada olduğu, herkesin en sevdiği yemeğin yapıldığı büyük bayram sofrasını. onsuz bir arada olacağımız ilk bayram sofrasında bamya'dan o kadar keyif alamayacağımı bilmek, bugünkü tek derdim olsaydı keşke.
dün gece bir başlık görmüştüm. cüzdanda fotoğraf taşımak. cız etti içim. yazacaktım sonra elim gitmedi. yanlış yaptım. şimdi istemeye istemeye ama yazmam gerektiğini bildiğim için geldiğim bu başlıkta yine aklımda dün geceki kelimeler uçuşuyor. düştü mü bir şey aklıma onu içimden çıkarmadan rahat edemiyorum ben. bir türlü salamıyorum, bırakamıyorum, unutamıyorum. illa söylenmesi gerekenler söylenecek. illa yapılması gerekenler yapılacak. illa bütün çemberler tamamlanacak. bırak dağınık kalsın. kalamaz. neden? sence?

böyle bir eski cüzdanını bulduk çekmecesinde öldükten sonra. vesikalıkları yan yana getirmiş bir de üzerinden bantlamış güzelce. yahu bari arkalarından yap. yapmamış. ben anlıyorum nedenini. merak edeniniz varsa size de anlatayım. hiç umursamazdı görselliği. bir şey olması gerektiği halini, nasıl görünerek gerçekleştirebiliyorsa en güzel halinin o olduğuna inanırdı. bu fotoğrafların büyükten küçüğe yan yana durması gerekiyor cüzdanında. ayrılmayacak, parçalanmayacak, dağılmayacak şekilde. ve hep. o halde ne yapmalı, bantlamalı üzerinden. başka bir şeye gerek var mı? yok. ablam doğum yaptı, fotoğrafçı çekim için hastane odasına gelmeden önce allık sürdü yanaklarına diye 40 saat trip attı babam. yahu sen aptalsın, ne kadar güzel göründüğünün farkında değil misin, bu boyalara ne ihtiyacın var senin diye. telefon rehberine üç kızını şöyle kaydetmişti: b. kızım, o. kızım, k. kızım. o. kızım olay çıkardı tabi;
-baba allahını seversen o. kızım ne?
-ne yavrum? ortanca kızım işte.
-baba!
-ne?
hayır hayır aptal değil. zehir gibi adamdı. eğitim hayatı da başarılarla dolu, iş hayatı da, sosyal yaşantısı da. şimdi sence sorusunun cevabı anlam kazanmıştır diye düşünüyorum. bence kazanıyor çünkü. geçelim.
en sevdiği bayramda, üstelik onsuz ilk dini bayramda mezarına gidemedim. "mezarlık ziyareti diye bir şeyin dinde yeri, anlamı yok kızım, ha mezar başında ha evde dua etmişsin aynı şey" görüşünü savunduğunu bilsem de babamın, en azından fotoğrafta beni sağlarına iliştirdiği insanlara sarılabilmeyi, inandığı dine göre bizi görebiliyorsa şayet, bir arada o allahın belası mezarlıkta olabilmeyi isterdim. ayrılmayacak, parçalanmayacak, dağılmayacak şekilde.
olmadı. olamadı bayram mayram.
devamını gör...
aktroll zannedilmek
ne kadar berbat bir şey olduğunu ölüm gibi bir şey oldu ama öldün şeklinde açıklayabiliriz.
devamını gör...
cruel estel
görsel zekası güçlü, engin bilgilere sahip değerli bir yazarımız. sessiz, kimseye takılmadan geçip giderken, epsilon çelmesine takıldı. * sözlüğe sanatsal tablolar ve resimlerle ayrı bir renk katıyor. sag olsun.var olsun yazarımız. sanat aşkı bitmesin efenim. saygılarımla.
not: kıymetini bilin. bir inci var burda.naif yazar.
not: kıymetini bilin. bir inci var burda.naif yazar.
devamını gör...
haklıyım ama mutlu değilim
mod olmadan önce de, olduktan sonra da civcivliği kimseye kaptırmayan en samimi modlardan biri, maalesef eski mod.
özleneceksin canımın içi. hep bekleriz, buralardayız. *
özleneceksin canımın içi. hep bekleriz, buralardayız. *
devamını gör...
moderatörlerin entry girmesi
burda yarış mı varmış? kazanana ne veriliyor?
devamını gör...
introvert
türkçe'de içe dönük olarak da tasvir ettiğimiz, enerjisini yalnız kalarak yeniden toplayan ve fazla sosyal etkileşimlerde bu enerjiyi kaybeden kişilerdir. dışa dönük ve içe dönük beyinler arasındaki fizyolojik farklılıklara işaret eden pek çok heyecan verici araştırma bulunmaktadır.
içe dönük -introvert- ve dışa dönük -extrovert- terimleri insanların kişiliklerini ve sosyal etkileşimin enerji düzeyleri üzerindeki etkilerini tanımlamak için kullanılır. bazı insanlar bu etiketleri önemsiz olarak görürken, birçok kişi bunları dünyadaki yerlerini, kendi beyinlerinin nasıl çalıştığını ve başkalarıyla en iyi nasıl etkileşimde bulunduklarını anlamanın bir yolu olarak kullanıyor.
hiç kimse tamamen içe ya da dışa dönük değildir.
eminim burada da birçok kişi duruma ve hatta etrafındaki insanlara göre kendini daha dışadönük ya da içedönük hissediyordur.
içe dönük kişilerin özelliklerinden bahsetmek gerekirse, ilk önce yalnız kalmayı severler demeliyiz. ancak bu, insanları sevmedikleri anlamına gelmemektedir. gerçek şu ki, içe dönük biri, kendisinin ayırdığı zamana çok değer verir. içine kapanık bir kişi için yalnız başına zaman geçirmek, enerji deposunu yeniden doldurma şansı demektir.
yüzeyselden çok derinliği olan gerçek etkileşimleri tercih ederler. özgünlük, özellikle içe dönük kişiliğe sahip birçok kişi için her türlü ilişkinin temel unsurudur. sığ olduğunu düşündükleri insanlarla arkadaşlık kurmakta zorlanabilirler. içedönükler, enerji israfı gibi hissettiklerinden, genellikle mümkün olduğunca sığ etkileşimlerden kaçınırlar.
empatiye değer verirler, karşısındaki insanı anlamak isterler. tamamen sosyal çevreden kopuk olduklarını söylemek yanlış olur, sadece gerçekten zaman geçirmek istedikleri insanlarla sosyalleşmek isterler. zorunlu sosyalleşme gibi durumlar enerjilerini ever.
ve son olarak, aslında bir yerlere davet edilmek isterler. bazen insanlar, içedönük arkadaşlarına sosyal bir olaydan uzak durarak bir iyilik yaptıklarını düşünürler. bu, rahatlamadan daha çok incinmeye ve yanlış anlamaya yol açar. bir sosyal etkinliğe katılmak isteyip istemediklerine karar vermeyi kişiye bırakmakta fayda var. bir davete dahil olmak zorunluluk ("davet edildim, bu yüzden gitmem gerekiyor") değil, bir fırsat ("bu yapmak istediğim ve enerjiye sahip olduğum bir şey mi?") ve bir onaylamadır ("insanlar beni etrafta istiyorum! ”). kimse dışlanmış hissetmek istemez.
kaynak
devamını gör...
30 yaş üstü yazarlar uçurulsun kampanyası
(bkz: besle kargayı oysun gözünü)
her yerde z kuşağı boklayanlara sövüp sizi sarıp sarmalıyorum köftehorlar, ne zararımı ne yaşlılığımı gördünüz? aaa sinirlendirmeyin beni bak geliyor üç kardeş!
her yerde z kuşağı boklayanlara sövüp sizi sarıp sarmalıyorum köftehorlar, ne zararımı ne yaşlılığımı gördünüz? aaa sinirlendirmeyin beni bak geliyor üç kardeş!
devamını gör...
truman doktrini
başkan harry truman'ın bazı ülkelerin komünizmden etkilenmesini ve komünizmin yayılmasını önlemek amacıyla yürürlüğüe koyduğu ekonomik destek paketi olarak özetlenebilir.1947'de alınmıştır efem bu karar.(bkz: marshall planı)
''
''
''
''
devamını gör...
normal sözlük yeni özellik istekleri
başucu eserleri olayına bir çare...
profile girince sağ frame'de olmaları ya da dikkat çekici bir butonla profile bakan kişinin oraya yönlendirilmesi falan daha mantıklı olurdu. bu şekilde, profili açar açmaz bunların görünmesi yanıltıcı oluyor. insanın dalgınlığına gelince eski tanımları, yazarın son tanımlarıymış gibi okuyoruz ve profilden çıkıyoruz. böylece yeni yazılanları takip etmek zorlaşıyor vesaire... bununla ilgili bir tasarım değişikliği iyi olurdu diye düşünüyorum.
profile girince sağ frame'de olmaları ya da dikkat çekici bir butonla profile bakan kişinin oraya yönlendirilmesi falan daha mantıklı olurdu. bu şekilde, profili açar açmaz bunların görünmesi yanıltıcı oluyor. insanın dalgınlığına gelince eski tanımları, yazarın son tanımlarıymış gibi okuyoruz ve profilden çıkıyoruz. böylece yeni yazılanları takip etmek zorlaşıyor vesaire... bununla ilgili bir tasarım değişikliği iyi olurdu diye düşünüyorum.
devamını gör...
anne bedduaları
ben bir şey demiyorum, çocuğun var ondan bul.
trabzonlu olup beddua etmeyen anne bulabilen var mıdır, hiç sanmam.
hem duası hem bedduası ile meşhurdurlar.
trabzonlu olup beddua etmeyen anne bulabilen var mıdır, hiç sanmam.
hem duası hem bedduası ile meşhurdurlar.
devamını gör...
gurbetçilere hesap bildirimi müjdesi
ben bu tiplere almancı diyorum.
gurbetçi: daha iyi şartlar için memleketinden başka diyara göçmüş, çalışıp ekmeğinde, eğitiminde olan kişi; alamancı ise, orada yeşiller partisine oy verip bize akp'yi reva gören, ayda kilolarca et yiyip biz burada 2-3 kilo alınca kendimizi milyoner sanarken "turkiye çok güzel rahat" diyen oradan aldığı işsizlik maaşı ile daireleri çifter çifter alan omurgasız varlık.
beter olsunlar.
gurbetçi: daha iyi şartlar için memleketinden başka diyara göçmüş, çalışıp ekmeğinde, eğitiminde olan kişi; alamancı ise, orada yeşiller partisine oy verip bize akp'yi reva gören, ayda kilolarca et yiyip biz burada 2-3 kilo alınca kendimizi milyoner sanarken "turkiye çok güzel rahat" diyen oradan aldığı işsizlik maaşı ile daireleri çifter çifter alan omurgasız varlık.
beter olsunlar.
devamını gör...
yerli biri tarafından 40 milyar dolar piyasaya sürüldü
parayı da geçtim, yerli biri ne ola ki? kim ola ki?
bizim 128 milyar doların yaklaşık 3'te 1'i tek kişiye kim bilir kaçtan satıldı ve şimdi bu kişi kim bilir kaç milyar liralar kâr yaptı? dolar düştü diye sevinmemek lazım. bu kişinin kârını yine biz ödeyeceğiz. yeyeyeye yaşasın ülke yönetmek.
bizim 128 milyar doların yaklaşık 3'te 1'i tek kişiye kim bilir kaçtan satıldı ve şimdi bu kişi kim bilir kaç milyar liralar kâr yaptı? dolar düştü diye sevinmemek lazım. bu kişinin kârını yine biz ödeyeceğiz. yeyeyeye yaşasın ülke yönetmek.
devamını gör...
normal sözlük'te çıkacak ilk tartışma
üsluba uygun olursa keyifli bile olabilir dediğim, merakla beklediğimiz hadise.
devamını gör...
ilk maaşla alınan şeyler
cüzdandır.

dedemin cami altı pasajındaki dükkanında küçük bir çocuk olarak jeton satarak ailemi geçindirmeye çalıştığım dönemlerdi. aslında değildi. para da kazanamadım zaten. ailemin de benim kazanacağım paraya ihtiyacı yoktu ama charles dickens ile kemalettin tuğcu’nun oturup karşılıklı çay içebilecekleri izbe bir mekan var içimde.
neyse efendim. dükkan terzihaneden bakkala, bakkaldan manava, manavdan otobüs yazıhanesine dönüşürken her daim köy muhtarlığı olarak da hizmet veriyordu. dedem de o arada isminin başına sürekli farklı unvanlar alsa da muhtar ferhat her zaman baki idi.
küçük ve büyük jetonları satarak para kazandığım dönemde maaş ödememi genelde yaz helvası olarak aldığım için çok da bir para kazandığım söylenemezdi ara ara elime geçen parayı saydığımda benim yaşımda bir çocuk için ciddi bir miktara ulaştığını anladım.
bu aydınlanma anından sonra dükkanın önünde el arabasıyla her şeyi satan adamın yanına gittim. işime yarayacak tek şey bir cüzdandı. ve mübarek sarı kırmızı ve siyah renkleri ve galatasaray arması ile o kadar güzel duruyordu ki. cebimde beş milyon liram vardı. o zamanlar altı sıfır da mevcuttu elbette.
fiyatını sorduğum cüzdan da allahı’ın hikmeti olsa gerek beş milyon liraydı. o an hayatımın en önemli kararlarından birinin eşiğinde olduğumu hissettiğim an oldu. eğer cüzdanı beş milyon lira versem cüzdana koyacak param kalmayacaktı. eğer vermesem galatasaray cüzdanım olmayacaktı. zor bir andı benim için.
sonunda cüzdanı almaya karar verdim. kazandığım bütün parayı cüzdanı aldığım adama verdikten sonra elimde cüzdanla kalakaldım. içine koyacak bir şeyim yoktu. dükkana girdim. gazetelerin spor sayfalarından bir tanju çolak bir de uğur tütüneker resmi kestim.
cüzdanın içindeki resim koyulan şeffaf kısma yerleştirdim. daha sonra yeniden bir kağıt para kazanana kadar cüzdanım bir neuchâtel xamax zaferi kadar havalıydı.

dedemin cami altı pasajındaki dükkanında küçük bir çocuk olarak jeton satarak ailemi geçindirmeye çalıştığım dönemlerdi. aslında değildi. para da kazanamadım zaten. ailemin de benim kazanacağım paraya ihtiyacı yoktu ama charles dickens ile kemalettin tuğcu’nun oturup karşılıklı çay içebilecekleri izbe bir mekan var içimde.
neyse efendim. dükkan terzihaneden bakkala, bakkaldan manava, manavdan otobüs yazıhanesine dönüşürken her daim köy muhtarlığı olarak da hizmet veriyordu. dedem de o arada isminin başına sürekli farklı unvanlar alsa da muhtar ferhat her zaman baki idi.
küçük ve büyük jetonları satarak para kazandığım dönemde maaş ödememi genelde yaz helvası olarak aldığım için çok da bir para kazandığım söylenemezdi ara ara elime geçen parayı saydığımda benim yaşımda bir çocuk için ciddi bir miktara ulaştığını anladım.
bu aydınlanma anından sonra dükkanın önünde el arabasıyla her şeyi satan adamın yanına gittim. işime yarayacak tek şey bir cüzdandı. ve mübarek sarı kırmızı ve siyah renkleri ve galatasaray arması ile o kadar güzel duruyordu ki. cebimde beş milyon liram vardı. o zamanlar altı sıfır da mevcuttu elbette.
fiyatını sorduğum cüzdan da allahı’ın hikmeti olsa gerek beş milyon liraydı. o an hayatımın en önemli kararlarından birinin eşiğinde olduğumu hissettiğim an oldu. eğer cüzdanı beş milyon lira versem cüzdana koyacak param kalmayacaktı. eğer vermesem galatasaray cüzdanım olmayacaktı. zor bir andı benim için.
sonunda cüzdanı almaya karar verdim. kazandığım bütün parayı cüzdanı aldığım adama verdikten sonra elimde cüzdanla kalakaldım. içine koyacak bir şeyim yoktu. dükkana girdim. gazetelerin spor sayfalarından bir tanju çolak bir de uğur tütüneker resmi kestim.
cüzdanın içindeki resim koyulan şeffaf kısma yerleştirdim. daha sonra yeniden bir kağıt para kazanana kadar cüzdanım bir neuchâtel xamax zaferi kadar havalıydı.
devamını gör...
carl gustav jung
"the meeting of two personalities is like the contact of two chemical substances: if there is any reaction, both are transformed." sözünün sahibi isviçreli psikiyatrist. aynı zamanda freud'un da öğrencisidir ve analitik psikolojinin kurucusudur.
devamını gör...
anın fotoğrafı
ne demişler;
“derdiniz varsa gidin denizlere anlatın, kedilere, bulutlara anlatın, pencere pervazındaki çiçeklere anlatın. insana dert anlatılır mı?” *
ben bu minnoşa anlattım biraz...
o da bana anlattı;
seçimler yaklaşıyormuş, koalisyon kurulamamış, enflasyon-hayat pahalılığı almış başını gitmiş, üstelik de ülkeye akın akın göç varmış...
“derdiniz varsa gidin denizlere anlatın, kedilere, bulutlara anlatın, pencere pervazındaki çiçeklere anlatın. insana dert anlatılır mı?” *
ben bu minnoşa anlattım biraz...
o da bana anlattı;
seçimler yaklaşıyormuş, koalisyon kurulamamış, enflasyon-hayat pahalılığı almış başını gitmiş, üstelik de ülkeye akın akın göç varmış...
devamını gör...
ismi michael olan efsane sporcular
(bkz: michael owen)
devamını gör...
sözlük radyosunun yayına başlaması
hayallerin gerçeğe dönüşmesi, beklenilenin olması.
her telden çalmasından ötürü kafa radyonun burcu ikizler, yükseleni ise terazi diye tahmin ediyorum.
sonuç olarak sıkmıyor, her ruha hitap ediyor, herkes kendinden bir parça bulabiliyorsa ne mutlu emeği geçen herkese ve biz kulağı pas tutmuş dinleyicilere. hep var olasınız*
her telden çalmasından ötürü kafa radyonun burcu ikizler, yükseleni ise terazi diye tahmin ediyorum.
sonuç olarak sıkmıyor, her ruha hitap ediyor, herkes kendinden bir parça bulabiliyorsa ne mutlu emeği geçen herkese ve biz kulağı pas tutmuş dinleyicilere. hep var olasınız*
devamını gör...
