divan edebiyatından şahane beyitler
"beni bende demen bende değilim
bir ben vardır bende benden içerü"
yunus emre
bir ben vardır bende benden içerü"
yunus emre
devamını gör...
antidepresan etkisi gösteren şeyler
kitap okumak, yürümek, spor yapmak, yeni bişey öğrenmek, açık hava da vakit geçirmek, gırıl gırıl kedi sevmek, sevdiklerine sarılmak, ertelediğin bişey yapmak için harekete geçmek, fazla uykudan kaçınmak sağlıklı beslenmeye çalışmak ve ağlamak.
devamını gör...
diyetisyen
seneye mezun olarak içine gireceğim meslek grubu.
ingiltere’de diyetisyenlik unvanı yasa ile korunan tek meslek olmasına rağmen türkiye’de ayaklar altına alınmaya çalısan meslek grupları arasında. haklarımızı savunacağımız herhangi bir odamız yok. bütün diyetisyenlerin sesini duyurabildigi tek yer türkiye diyetisyenler dernegi. dernek adı üstünde. bunun sorumlusu da yine kendi meslektaşlarım ne yazık ki.
ingiltere’de diyetisyenlik unvanı yasa ile korunan tek meslek olmasına rağmen türkiye’de ayaklar altına alınmaya çalısan meslek grupları arasında. haklarımızı savunacağımız herhangi bir odamız yok. bütün diyetisyenlerin sesini duyurabildigi tek yer türkiye diyetisyenler dernegi. dernek adı üstünde. bunun sorumlusu da yine kendi meslektaşlarım ne yazık ki.
devamını gör...
yazarların yazdığı hikayeler
ismi: yok, önerilere açığım*
postmodernist, uzun ve şaşaalı cümleler duymayı bekledikleri bir anda yalnızca “hiçbir şey” dedim. postmodernist, uzun ve şaşalı cümleler laf salatasından ibarettir. postmodernist, uzun ve şaşalı cümleler tıpkı şu an aynı sözcükleri tekrarlamam gibi hiçbir anlam ifade etmeyen, altı üstü ortası, her yeri bomboş olan cümlelerdir. bir iş görüşmesinde kendinizden bahsedin dediklerinde, sizden bekledikleri bu tarz cümlelermiş meğerse. hatta “genel” hayatın içinde bile herkesin istediği buymuş. “kendinizden bahseder misiniz?” diye sorduklarında aslında hakikatliği önemli olmayan, gösterişli bir hikâye uydurmanız yeterliymiş, maalesef, bunu çok sonradan fark ettim.
peki, neye “hiçbir şey” dediğimi soracak olursanız, ki sormadığınızı biliyorum, “mevcut yapımıza ne gibi katkılar sağlamayı düşünüyorsunuz?” sorusunaydı. oysaki benden bu soruya “almış olduğum eğitimle ve daha önceki deneyimlemerimle(kilit sözcüklerden biridir), eğer işe alınmam dâhilinde, mevcut yapıyı daha da ileri götürecek(adeta kaf dağına) projeler tasarlamayı ve bunları en faydalı şekilde üretimlemeyi(kilit sözcük iki) düşünüyorum.” minvalinde cevaplar vermemi bekliyorlarmış. dediğim gibi; bunu çok sonradan fark ettim. yanlış hatırlamıyorsam, onuncu görüşmeden sonraydı.
tabii, bu görüşmeye az biraz sarhoş olarak gitmem de yadsınamaz bir küstahsızlıktı. az birazdan kastım, görüşme bittikten sonra yerimden kalkıp yüzüm onlara dönük bir şekilde geri geri yürüyerek tam kapıdan çıkarken gözlerinin içine bakarak kapı eşiğine tükürecek kadar. bu da ayrı bir küstahlıksızdı. “niye böyle bir etik dışı harekete sebep olan sarhoşluğun miktarını çok düşükmüş gibi bir de “az biraz” şeklinde tanımlıyorsunuz?” diye soracak olursanız da, ki sormadığınızı biliyorum, çünkü dokuzuncudan sonra danışma masasındaki her şeyi yere fırlattığımı hatırlıyorum, ki bence bu daha etik dışı, emin değilim. o zaman önümü bile göremiyordum. gördüğüm şeyler de belgesellerdeki gibi, kayda alınan gökyüzünün hızlandırılmış hali misali sürekli feveran içindeydi. gerçekten, gücünün yeteceğini anladığı anda bir insanın yapamayacağı hiçbir çirkinlik ve kötülük yoktur. gücüm yetiyor muydu, orası tartışmaya açık. sonrasında kovalandığımı hatırlıyorum.
benden, üstün girift cümle performansı bekleyen başka kişiler de vardı: yeni tanıştığım insanlar, bir olay üzerine yorum yapmamı bekleyen insanlar… hepsi palavralara, abartılara ve romantizme bağlı yaşıyorlardı. önceden bu gibi şeyler bir dünyadan kaçış evreninde sığınılacak limanlardı, şimdi ise hakikatler sığınılacak limanlar haline geldi. o kadar uçuk kaçık zihinler gördüm ki şaşmamak elde değildi. aynı eylemi farklı mekânlarda eşzamanlı bir şekilde yapabileceklerini sanıyorlardı, bence inanıyorlardı. yukarıdaki işver(meyen)enlerin benden beklediği buydu, diye düşünmüş olabilirim, bilmiyorum. belki de tükürüğümün altında yatan neden buydu. freud’a sormak lazım, üstat bilecektir.
her görüşme öncesinde kendimi, duran topun başında elli saat plan kurup gol atacağını sanan bir futbolcu gibi görüyordum. bu görüşmelerin sonunda ise aynı futbolcunun vurduğu topun baraja çarpması sonucunda hayal kırıklığına bürünen ruh hali gibi hissediyordum. on girişimden sonra insan bir daha duran top kullanmak istemiyor. on birinciden sonra barajdan dönen top kalemin içindeydi.
tabii, bu görüşmeler hayatıma hiçbir şey katmadı diyemem, haksızlık etmiş olurum: on ikinciden sonra insanların ne kadar salak olduğunu, on üçüncüden sonra parfümün kilit rol oynadığını, on dördüncüden sonra karşı tarafın salaklığını mimiklerimle aşağılamamam gerektiğini, on beşinciden sonra bir daha hiçbir görüşmeye geç kalmamam, mümkünse bir saat önce gitmem gerektiğini (gereksiz yere), on altıncıdan sonra giyimin önemli olduğunu, on yedinciden sonra hiçbir şekilde doğru söylememem gerektiğini, on sekizinciden sonra üst düzey bir yalan söyleme genine sahip olduğumu, on dokuzuncudan sonra da her şeye rağmen umutlu olmanın, umutsuzluğun en zavallı hali olduğunu anladım ve nihayet iş görüşmesi mefhumunu hayatımdan çıkardım. zihnimdeki kabullenmek ve inkâr etmek arasındaki cinsel gerilimin galibi kabullenmek olmuştu. belki de ilkinden sonra olması gereken buydu, belki de yaşamla aynı kabağa üflemeliydik, bilmiyorum. bunu da camus’ye danışmak lazım. en azından üstadın kesin bir düşüncesi olurdu, eminim.
postmodernist, uzun ve şaşaalı cümleler duymayı bekledikleri bir anda yalnızca “hiçbir şey” dedim. postmodernist, uzun ve şaşalı cümleler laf salatasından ibarettir. postmodernist, uzun ve şaşalı cümleler tıpkı şu an aynı sözcükleri tekrarlamam gibi hiçbir anlam ifade etmeyen, altı üstü ortası, her yeri bomboş olan cümlelerdir. bir iş görüşmesinde kendinizden bahsedin dediklerinde, sizden bekledikleri bu tarz cümlelermiş meğerse. hatta “genel” hayatın içinde bile herkesin istediği buymuş. “kendinizden bahseder misiniz?” diye sorduklarında aslında hakikatliği önemli olmayan, gösterişli bir hikâye uydurmanız yeterliymiş, maalesef, bunu çok sonradan fark ettim.
peki, neye “hiçbir şey” dediğimi soracak olursanız, ki sormadığınızı biliyorum, “mevcut yapımıza ne gibi katkılar sağlamayı düşünüyorsunuz?” sorusunaydı. oysaki benden bu soruya “almış olduğum eğitimle ve daha önceki deneyimlemerimle(kilit sözcüklerden biridir), eğer işe alınmam dâhilinde, mevcut yapıyı daha da ileri götürecek(adeta kaf dağına) projeler tasarlamayı ve bunları en faydalı şekilde üretimlemeyi(kilit sözcük iki) düşünüyorum.” minvalinde cevaplar vermemi bekliyorlarmış. dediğim gibi; bunu çok sonradan fark ettim. yanlış hatırlamıyorsam, onuncu görüşmeden sonraydı.
tabii, bu görüşmeye az biraz sarhoş olarak gitmem de yadsınamaz bir küstahsızlıktı. az birazdan kastım, görüşme bittikten sonra yerimden kalkıp yüzüm onlara dönük bir şekilde geri geri yürüyerek tam kapıdan çıkarken gözlerinin içine bakarak kapı eşiğine tükürecek kadar. bu da ayrı bir küstahlıksızdı. “niye böyle bir etik dışı harekete sebep olan sarhoşluğun miktarını çok düşükmüş gibi bir de “az biraz” şeklinde tanımlıyorsunuz?” diye soracak olursanız da, ki sormadığınızı biliyorum, çünkü dokuzuncudan sonra danışma masasındaki her şeyi yere fırlattığımı hatırlıyorum, ki bence bu daha etik dışı, emin değilim. o zaman önümü bile göremiyordum. gördüğüm şeyler de belgesellerdeki gibi, kayda alınan gökyüzünün hızlandırılmış hali misali sürekli feveran içindeydi. gerçekten, gücünün yeteceğini anladığı anda bir insanın yapamayacağı hiçbir çirkinlik ve kötülük yoktur. gücüm yetiyor muydu, orası tartışmaya açık. sonrasında kovalandığımı hatırlıyorum.
benden, üstün girift cümle performansı bekleyen başka kişiler de vardı: yeni tanıştığım insanlar, bir olay üzerine yorum yapmamı bekleyen insanlar… hepsi palavralara, abartılara ve romantizme bağlı yaşıyorlardı. önceden bu gibi şeyler bir dünyadan kaçış evreninde sığınılacak limanlardı, şimdi ise hakikatler sığınılacak limanlar haline geldi. o kadar uçuk kaçık zihinler gördüm ki şaşmamak elde değildi. aynı eylemi farklı mekânlarda eşzamanlı bir şekilde yapabileceklerini sanıyorlardı, bence inanıyorlardı. yukarıdaki işver(meyen)enlerin benden beklediği buydu, diye düşünmüş olabilirim, bilmiyorum. belki de tükürüğümün altında yatan neden buydu. freud’a sormak lazım, üstat bilecektir.
her görüşme öncesinde kendimi, duran topun başında elli saat plan kurup gol atacağını sanan bir futbolcu gibi görüyordum. bu görüşmelerin sonunda ise aynı futbolcunun vurduğu topun baraja çarpması sonucunda hayal kırıklığına bürünen ruh hali gibi hissediyordum. on girişimden sonra insan bir daha duran top kullanmak istemiyor. on birinciden sonra barajdan dönen top kalemin içindeydi.
tabii, bu görüşmeler hayatıma hiçbir şey katmadı diyemem, haksızlık etmiş olurum: on ikinciden sonra insanların ne kadar salak olduğunu, on üçüncüden sonra parfümün kilit rol oynadığını, on dördüncüden sonra karşı tarafın salaklığını mimiklerimle aşağılamamam gerektiğini, on beşinciden sonra bir daha hiçbir görüşmeye geç kalmamam, mümkünse bir saat önce gitmem gerektiğini (gereksiz yere), on altıncıdan sonra giyimin önemli olduğunu, on yedinciden sonra hiçbir şekilde doğru söylememem gerektiğini, on sekizinciden sonra üst düzey bir yalan söyleme genine sahip olduğumu, on dokuzuncudan sonra da her şeye rağmen umutlu olmanın, umutsuzluğun en zavallı hali olduğunu anladım ve nihayet iş görüşmesi mefhumunu hayatımdan çıkardım. zihnimdeki kabullenmek ve inkâr etmek arasındaki cinsel gerilimin galibi kabullenmek olmuştu. belki de ilkinden sonra olması gereken buydu, belki de yaşamla aynı kabağa üflemeliydik, bilmiyorum. bunu da camus’ye danışmak lazım. en azından üstadın kesin bir düşüncesi olurdu, eminim.
devamını gör...
kestane
yıllar önce eminönü'nde hafif yağışlı, sakin ve denizin dalgalarının kıyıya vurduğu bir sonbahar günü yediğimde tadı çok başka gelmiş olan yiyecektir. üstünden çok uzun zaman geçti, ama o minik sahne aklıma kazınmış. ne zaman kestane yesem ya da adını duysam aklıma gelir bu sahne ve anlamsızca içimi ısıtır. *
devamını gör...
başlık açayım derken çığır açmak
herkesin başına gelmesi gereken durum.
ekşi'de eskiden mesela öyleydi, herhangi bir başlık pat diye patlardı, aynı gün google'da 1. sırada gündem olurdu. önemli bir özelliktir. gücü bir yüzüğün içinde sihirli şekilde taşımak gibidir.
ekşi'de eskiden mesela öyleydi, herhangi bir başlık pat diye patlardı, aynı gün google'da 1. sırada gündem olurdu. önemli bir özelliktir. gücü bir yüzüğün içinde sihirli şekilde taşımak gibidir.
devamını gör...
uğursuzluklar
(bkz: batıl inançlar).
devamını gör...
uzun ilişkinin bitmesi
giden sadece sevgili değil aynı zamanda alışkanlıklar ve rutin de kayboluyor.
her sabah günaydın mesajları ya da gün içinde arayıp sesini duymak veya sevimli bi kedi videosu görüp göndermek de gidiyor. basit ya da komik gelebilir, bu mu lan ilişkiden anladığınız kedi videosu mu yoksa kıytırık bir mesaj mı diye sorabilir bunu okuyan kimse. evet bu.
basit, komik, sıradan şeyler. al bunları hayatından boşluğa düşersin. *
bir sene doğru düzgün flörtün bile olmaz. cinsellik yaşanır belki ama duyguyu asla yakalayamaz insan. onu ararsın,onu düşünürsün. zamanla unutulur. unutana kadar beynin yas tutmasına izin vermek, duyguları bastırmamak gerek..
gelecekten not: seni seviyorum.
her sabah günaydın mesajları ya da gün içinde arayıp sesini duymak veya sevimli bi kedi videosu görüp göndermek de gidiyor. basit ya da komik gelebilir, bu mu lan ilişkiden anladığınız kedi videosu mu yoksa kıytırık bir mesaj mı diye sorabilir bunu okuyan kimse. evet bu.
basit, komik, sıradan şeyler. al bunları hayatından boşluğa düşersin. *
bir sene doğru düzgün flörtün bile olmaz. cinsellik yaşanır belki ama duyguyu asla yakalayamaz insan. onu ararsın,onu düşünürsün. zamanla unutulur. unutana kadar beynin yas tutmasına izin vermek, duyguları bastırmamak gerek..
gelecekten not: seni seviyorum.
devamını gör...
eşin anne babasına ne denmeli sorunsalı
ben ismi+anne diyorum, içimden böyle geliyor ve hiç de alınganlık göstermedi sağolsun kayınvalidem. severim de kendisini.
hiç kaynana da dememişimdir dışarıda arkasından. eşim de benim anneme aynı şekilde hitap ediyor. içinizden gelerek söylediğiniz sürece ne dediğinizin bir önemi yok bence. herkesin annesi kendine çünkü, diyemiyorsa bir insan zorlamak ya da onu suçlamak kadar saçma bir şey yok.
hiç kaynana da dememişimdir dışarıda arkasından. eşim de benim anneme aynı şekilde hitap ediyor. içinizden gelerek söylediğiniz sürece ne dediğinizin bir önemi yok bence. herkesin annesi kendine çünkü, diyemiyorsa bir insan zorlamak ya da onu suçlamak kadar saçma bir şey yok.
devamını gör...
daddy (yazar)
gittiğini öğrendiğim ve nedenini merak ettiğim yazardır.
güzel muhabbet ediyorduk, nereye gittiniz efendim? hesabı açıp nedenini mesaj olarak atıp sonra tekrar kapatmasanız mı acaba?
güzel muhabbet ediyorduk, nereye gittiniz efendim? hesabı açıp nedenini mesaj olarak atıp sonra tekrar kapatmasanız mı acaba?
devamını gör...
kadın yazarlardan erkek yazarlara tavsiyeler
saygı duymayı öğrenin. sizin yaptığınız, yapacağınız her şeyi bizimde yapabildiğimizi unutmayın.. kadın araba kullanmaz demeyin diyenin ağzına kürekle vurasım geliyor.
son bir tavsiye vereyim ayrıca,sizin o cool görünme çabalarınız, bi ilgilenmem ben böyleyim kızım tavırlarınız, badboy halleriniz inanılmaz komik görünüyor. çok gülüyoruz arkanızdan yapmayın
son bir tavsiye vereyim ayrıca,sizin o cool görünme çabalarınız, bi ilgilenmem ben böyleyim kızım tavırlarınız, badboy halleriniz inanılmaz komik görünüyor. çok gülüyoruz arkanızdan yapmayın
devamını gör...
taylan antalyalı'nın tişörtü

puma ile olan sponsorluk anlaşmasından dolayı mı yoksa gerçekten gay pride desteği için mi giymiş bilmiyorum öncelikle.
dün akşam turgay demir ve emre bol isimli skor yorumcuları aaa yanlış yazmışım, spor olacaktı, bir daha milli takıma çağırılmamasını arzu etmişler. şaka değil.
bir futbolcu,
eşcinsel olamaz mı?
olabilir.
eşcinsellere destek veremez mi?
verebilir.
milli takıma seçilmenin kriteri heteroseksüel olmak mıdır?
değildir.
spor yorumcusunun işi kişisel tercihlere laf etmek midir?
hayır.
eeeee o zaman?
devamını gör...
kanser hastası çocuklara yardım etkinliği
maalesef kafa sözlük renk modu güncellemesi kadar "ilgi" çekmeyen etkinlik.
devamını gör...
kuzukulağı
çocukken bayılıp da bulamadığım, şimdi ise ekşi gelmesinden yiyemediğim ot. seviyorsanız ve köklü bulursanız, saksıya bir yere sokuşturuverin, büyüsün, çoğalsın, sizin de bundanınız olsun.
devamını gör...
türkiye'de kimsenin işini düzgün yapmaması
düzgün yapmaya çalışırsanız da enayi yerine koyuluyorsunuz. herkes haksız kazanç peşinde. patronu ayrı işçisi ayrı.
devamını gör...
karantina sürecinde yapılan en verimli aktivite
sanırım %100 verim aldığım tek aktivite nefes almak.
devamını gör...
meyve suyu
hazır olarak içilmemesi gereken gazsız ve alkolsüz içeceklerdir.
mümkünse evde kendiniz sıkıp içiniz.
mümkünse evde kendiniz sıkıp içiniz.
devamını gör...

