korkularının üzerine git klişesi
an itibariyle önünde saygıla eğildiğim klişedir.
dünyanın en mal yarasası olarak az evvel yıllardır süren motosiklet korkumu mecburen üzerine giderek yenmiş ve yanında bir adet daha korku edinerek kendimi alkışlıyorum izninizle.
az evvel wattpad hikayesi gibi absürd bir zıkkım geldi başıma.
hayatımda yapmadığım bir mallık yaparak sırf araçla gideceğim diyen yanıma ne para aldım ne de telefon. elimde iş çantası, dımdızlak beni almaya gelen adamın külüstürüne atladım ve tıngır mıngır yolumuza koyulduk.
neyseki adam akıllı düzgün bir adamdı, yol boyu konuşmadı, rahatsızlık vermedi. tam otobana çıkacağımız bir yola girdik ki, altımızdaki külüstür durdu ve birdaha çalışmadı.
napacağız ne edeceğiz derken, adam dedi ki otobana çıkalım zaten 10 adım sonrası otoban. niye beyefendi diyorum otostop çekeriz diyor. wtf?
adam bana bakıyor ben adama bakıyorum. indik arabadan, hayır adam tenezzül edip yalandan bile olsa arabanın nesi var diye bakayım da demiyor. telefonum yokki birini çağırayım gelsin alsın beni otobandan.
yok arkadaş adam da rehberini karıştıyor diyor ki "benim emmoğlunun motoru var gelsin bizi alsın." ne? 3 kişi motora binicez öyle mi?
"olmaz ben korkuyorum.." diyorum. ulan travmam bu motor çarpmıştı bana, nasıl bineyim lan motora? el insaf. zaten otobanda tanımadığım adamla bakışıyorum. lan ev mev bir bok da yokki gidip yardım isteyelim.
adam emmoğlunu arıyor. 10 dakika sonra bir genç geliyor; salına salına.
binmem diye diretiyorum biraz ama hasta bekliyor, gitmemiz lazım.
benim adam arabasıyla kalıyor ve emmoğlunun arkasına el mahkum atlıyorum.
motor dediğime bakmayın gürültülü bisiklet tasviri daha doğru olurdu.
yol 10 dakika sürüyor, ilk 5 dakikası korkudan gözümü açamasam da sonunda gözümü açıyorum ve yarabbi.. zaten burası yeşiilik mis gibi, gözlerim yaşarıyor rüzgardan, beynime 10 yıldır gitmeyen bir oksijen gidiyor.
güzelmiş yahu aslında.
yeni oluşan otoban fobimi cebime atıyorum ve dönüşte de motorun keyfini çıkarıyorum, ehe...
gönül isterdi ki sevgilimis olsun onun motoruna binelim, bira içib öbüşelim ama olsundu.
emmoğluyla fobimi yendik.
dünyanın en mal yarasası olarak az evvel yıllardır süren motosiklet korkumu mecburen üzerine giderek yenmiş ve yanında bir adet daha korku edinerek kendimi alkışlıyorum izninizle.
az evvel wattpad hikayesi gibi absürd bir zıkkım geldi başıma.
hayatımda yapmadığım bir mallık yaparak sırf araçla gideceğim diyen yanıma ne para aldım ne de telefon. elimde iş çantası, dımdızlak beni almaya gelen adamın külüstürüne atladım ve tıngır mıngır yolumuza koyulduk.
neyseki adam akıllı düzgün bir adamdı, yol boyu konuşmadı, rahatsızlık vermedi. tam otobana çıkacağımız bir yola girdik ki, altımızdaki külüstür durdu ve birdaha çalışmadı.
napacağız ne edeceğiz derken, adam dedi ki otobana çıkalım zaten 10 adım sonrası otoban. niye beyefendi diyorum otostop çekeriz diyor. wtf?
adam bana bakıyor ben adama bakıyorum. indik arabadan, hayır adam tenezzül edip yalandan bile olsa arabanın nesi var diye bakayım da demiyor. telefonum yokki birini çağırayım gelsin alsın beni otobandan.
yok arkadaş adam da rehberini karıştıyor diyor ki "benim emmoğlunun motoru var gelsin bizi alsın." ne? 3 kişi motora binicez öyle mi?
"olmaz ben korkuyorum.." diyorum. ulan travmam bu motor çarpmıştı bana, nasıl bineyim lan motora? el insaf. zaten otobanda tanımadığım adamla bakışıyorum. lan ev mev bir bok da yokki gidip yardım isteyelim.
adam emmoğlunu arıyor. 10 dakika sonra bir genç geliyor; salına salına.
binmem diye diretiyorum biraz ama hasta bekliyor, gitmemiz lazım.
benim adam arabasıyla kalıyor ve emmoğlunun arkasına el mahkum atlıyorum.
motor dediğime bakmayın gürültülü bisiklet tasviri daha doğru olurdu.
yol 10 dakika sürüyor, ilk 5 dakikası korkudan gözümü açamasam da sonunda gözümü açıyorum ve yarabbi.. zaten burası yeşiilik mis gibi, gözlerim yaşarıyor rüzgardan, beynime 10 yıldır gitmeyen bir oksijen gidiyor.
güzelmiş yahu aslında.
yeni oluşan otoban fobimi cebime atıyorum ve dönüşte de motorun keyfini çıkarıyorum, ehe...
gönül isterdi ki sevgilimis olsun onun motoruna binelim, bira içib öbüşelim ama olsundu.
emmoğluyla fobimi yendik.
devamını gör...
hırvatı ben yalamadım
(bkz: kalbimiz seninle übermensch)
devamını gör...
höstsonaten
1978 yapımı bergman filmi.
bergman'ın alışık olduğumuz tarzında, sade ve yalın bir filmdir. gereksiz hiçbir diyalog, sahne, öylesine geçen bir dakika yoktur. filmin bütünü neredeyse diyaloglardan oluşur. benim bu filme dair en sevdiğim şey ise yüzeysel bir seyir halindeyken bile film değerlidir, gayet anlaşılırdır, derinlemesine incelendiğinde de sayfalar dolusu not çıkarabilmek mümkündür. yani her izleyen bu filmden bir şekilde etkilenir. sadece anne ve kızın piyano başında oldukları sahne bile kendi başına izlenebilir bir şaheserdir, kes al kısa film yap, göster insanlara. muazzam.
konusuna gelirsem, kısaca, 7 yıldır birbirini görmeyen anne ve kızın, annenin kızını ziyaret etmesiyle gerçekleşen hesaplaşmaları olarak özetlenebilir. ihmalkar anneden dolayı sevgiyi hissedememiş kızın anne karşısındaki tutumu, isyanı. ilk bakışta sanki kız tümüyle haklıymış gibi hissediliyor. konunun ve karakterin derinine indiğimizde aslında çok daha fazlası olduğunu görebiliyoruz. bana kalırsa bir haklı da yok gibi. film aynı zamanda yarı otobiyografik de olabilir. zira ingmar bergman protestan bir ailede sert bir disiplinle büyümüştür. bergman'ın birçok eşinden birçok çocuğu olmuştur. kendisi de sürekli sanatla ilgilenerek hayatına yön verdiği için filmdeki anne karakteriyle düşünüp filmi yorumlamamak elde değil. aynı zamanda ingrid bergman'ın da sıkıntılı özel hayatında buna benzer örnekler bulabilmek mümkün. ingrid, roberto rossellini filmlerinden birinde yer almak için italya'ya gitmiştir. ingrid o sıralar petter lindstrom ile evliydi. rosselini de ayrı yaşasalar da başka biriyle evliydi. ingrid ve rosselini, ingrid'in hamile kalmasından dolayı eşlerinden ayrılarak birbirleriyle evlenmiştir. evliliğin hemen öncesinde çocukları roberto'yu doğurmuştu. bu olaylar o dönemde bir skandal yaratmıştı ve ingrid amerika'daki hayranlarının ilgisini epey kaybetmişti. çocuklarıyla aralarındaki ilişkiler tümüyle bilinemese bile yaşantıları çocukları ile aralarına mesafe koymuş olabilir. bu bilgiler ışığında filmdeki anneye baktığımızda iki ustadan da yansımalar bulabilmek mümkün.
film hakkında birkaç detaydan bahsetmek isterim ki belki izlemiş olanlar için yeni bir farkındalık yaratabilir belki.
filmin başından sonuna dek izleyici olarak anneden çok kızı eva'ya yakınlık duyarız. sanki o biraz daha haklıymış gibi gelir bize. ihmalkar bir anne tarafından sevgisizce büyütülmüş bir kadın olarak tutumu daha doğru gelir. ama bergman'ın senaryoyu oluştururken ilk bakışta böyle algılanan o şeyi bozduğunu sanıyorum. bir defa bergman'ın hiçbir şeyi öylesine yapmadığını biliyoruz. bir tablo, bir diyalog oradaysa o mutlaka bir anlama, amaca hizmet ediyor, bir kapı aralıyor. eva'nın 4 yaşındaki oğlu gölde boğularak ölmüş. bergman 4 yaşındaki bir çocuk için neden böyle bir ölümü seçmiş olabilir diye düşünmeden edemedim filmi izledikten sonra. sonuçta onu ölümcül bir hastalıkla uykusunda da öldürebilirdi. burada eva'ya da belli bir mesafeden bakmamızı istedi belki. annesinde gördüğümüz ihmalkarlığı belki onda da bulmamızı istedi. sonuçta 4 yaşındaki bir çocuk gölde nasıl ölebilir? tek başına mıydı? annesi neden orada değildi, diye sormamıza sebep oluyor işte bu. eva'nın annesinden daha fazla sevmeye açık olduğu evet tartışılamaz bir gerçek. ama belki bu detay* kardeşine bakması, oğlunu sürekli hatırlamasını onun bu suçluluk duygusunun bir parçasının olduğunu ifade ediyordur. kim bilir.
filmin daha başlangıcında eva'nın gözlüklü olduğunu gördüğümde "aha tamam demek ki bu karakterin bir sığınağı olacak ve bir yerde dökülecek, patlayacak" demiştim. bergman tarzı yönetmenlerde hiçbir detay öylesine değil çünkü. karaktere hiç gözlük taktırmayabilirdi sonuçta. bu açıdan bakınca eva'nın gözlüğü çıkardığı sahnelerde "daha çok kendi" gibi olduğunu gözlemlediğimi söyleyebilirim. bu belki aşırı bir yorumdur bilemiyorum ama filmin açılış sekansındaki "eğer birisi beni olduğum gibi severse, sonunda kendime bakmaya cesaret edebilirim belki" repliğini düşününce bu düşünce bana çok da saçma gelmiyor.
ayrıca "annenin başarısızlıkları kızı tarafından ödenecek" tarzındaki replik de aynı magnolia filmindeki "babalarının günahlarını çocuklar öder" sözü gibi incile yapılmış bir atıf diye düşünüyorum. belki toplumsal değil, daha biricik, bireysel ama benzer bir düşünce.
filmde anlamlandıramadığım iki nokta var. birinicisi, filmin adının güz sonatı olmasına rağmen açılış sekansında bergman'ın özellikleri gülleri gözümüze sokması, masada, kahvaltıda güllerin olması. ikincisi ise anne charlotte'nin filmin ilk çeyreğindeki telefon konuşması. hikayenin bütününü hiçbir şekilde etkilemeyen bu sahne ne anlama geliyor hala anlayamadım. bu sahneyi filmden çıkarttığımda olaylar bütünü hiçbir şekilde değişmiyor benim için, öyleyse neden var diye sormadan edememiştim film bittiğinde. belki ben bir şeyleri kaçırıyorum.
daha da çok şey yazılır ama neyse.* müthiş film, müthiş!
bergman'ın alışık olduğumuz tarzında, sade ve yalın bir filmdir. gereksiz hiçbir diyalog, sahne, öylesine geçen bir dakika yoktur. filmin bütünü neredeyse diyaloglardan oluşur. benim bu filme dair en sevdiğim şey ise yüzeysel bir seyir halindeyken bile film değerlidir, gayet anlaşılırdır, derinlemesine incelendiğinde de sayfalar dolusu not çıkarabilmek mümkündür. yani her izleyen bu filmden bir şekilde etkilenir. sadece anne ve kızın piyano başında oldukları sahne bile kendi başına izlenebilir bir şaheserdir, kes al kısa film yap, göster insanlara. muazzam.
konusuna gelirsem, kısaca, 7 yıldır birbirini görmeyen anne ve kızın, annenin kızını ziyaret etmesiyle gerçekleşen hesaplaşmaları olarak özetlenebilir. ihmalkar anneden dolayı sevgiyi hissedememiş kızın anne karşısındaki tutumu, isyanı. ilk bakışta sanki kız tümüyle haklıymış gibi hissediliyor. konunun ve karakterin derinine indiğimizde aslında çok daha fazlası olduğunu görebiliyoruz. bana kalırsa bir haklı da yok gibi. film aynı zamanda yarı otobiyografik de olabilir. zira ingmar bergman protestan bir ailede sert bir disiplinle büyümüştür. bergman'ın birçok eşinden birçok çocuğu olmuştur. kendisi de sürekli sanatla ilgilenerek hayatına yön verdiği için filmdeki anne karakteriyle düşünüp filmi yorumlamamak elde değil. aynı zamanda ingrid bergman'ın da sıkıntılı özel hayatında buna benzer örnekler bulabilmek mümkün. ingrid, roberto rossellini filmlerinden birinde yer almak için italya'ya gitmiştir. ingrid o sıralar petter lindstrom ile evliydi. rosselini de ayrı yaşasalar da başka biriyle evliydi. ingrid ve rosselini, ingrid'in hamile kalmasından dolayı eşlerinden ayrılarak birbirleriyle evlenmiştir. evliliğin hemen öncesinde çocukları roberto'yu doğurmuştu. bu olaylar o dönemde bir skandal yaratmıştı ve ingrid amerika'daki hayranlarının ilgisini epey kaybetmişti. çocuklarıyla aralarındaki ilişkiler tümüyle bilinemese bile yaşantıları çocukları ile aralarına mesafe koymuş olabilir. bu bilgiler ışığında filmdeki anneye baktığımızda iki ustadan da yansımalar bulabilmek mümkün.
film hakkında birkaç detaydan bahsetmek isterim ki belki izlemiş olanlar için yeni bir farkındalık yaratabilir belki.
filmin başından sonuna dek izleyici olarak anneden çok kızı eva'ya yakınlık duyarız. sanki o biraz daha haklıymış gibi gelir bize. ihmalkar bir anne tarafından sevgisizce büyütülmüş bir kadın olarak tutumu daha doğru gelir. ama bergman'ın senaryoyu oluştururken ilk bakışta böyle algılanan o şeyi bozduğunu sanıyorum. bir defa bergman'ın hiçbir şeyi öylesine yapmadığını biliyoruz. bir tablo, bir diyalog oradaysa o mutlaka bir anlama, amaca hizmet ediyor, bir kapı aralıyor. eva'nın 4 yaşındaki oğlu gölde boğularak ölmüş. bergman 4 yaşındaki bir çocuk için neden böyle bir ölümü seçmiş olabilir diye düşünmeden edemedim filmi izledikten sonra. sonuçta onu ölümcül bir hastalıkla uykusunda da öldürebilirdi. burada eva'ya da belli bir mesafeden bakmamızı istedi belki. annesinde gördüğümüz ihmalkarlığı belki onda da bulmamızı istedi. sonuçta 4 yaşındaki bir çocuk gölde nasıl ölebilir? tek başına mıydı? annesi neden orada değildi, diye sormamıza sebep oluyor işte bu. eva'nın annesinden daha fazla sevmeye açık olduğu evet tartışılamaz bir gerçek. ama belki bu detay* kardeşine bakması, oğlunu sürekli hatırlamasını onun bu suçluluk duygusunun bir parçasının olduğunu ifade ediyordur. kim bilir.
filmin daha başlangıcında eva'nın gözlüklü olduğunu gördüğümde "aha tamam demek ki bu karakterin bir sığınağı olacak ve bir yerde dökülecek, patlayacak" demiştim. bergman tarzı yönetmenlerde hiçbir detay öylesine değil çünkü. karaktere hiç gözlük taktırmayabilirdi sonuçta. bu açıdan bakınca eva'nın gözlüğü çıkardığı sahnelerde "daha çok kendi" gibi olduğunu gözlemlediğimi söyleyebilirim. bu belki aşırı bir yorumdur bilemiyorum ama filmin açılış sekansındaki "eğer birisi beni olduğum gibi severse, sonunda kendime bakmaya cesaret edebilirim belki" repliğini düşününce bu düşünce bana çok da saçma gelmiyor.
ayrıca "annenin başarısızlıkları kızı tarafından ödenecek" tarzındaki replik de aynı magnolia filmindeki "babalarının günahlarını çocuklar öder" sözü gibi incile yapılmış bir atıf diye düşünüyorum. belki toplumsal değil, daha biricik, bireysel ama benzer bir düşünce.
filmde anlamlandıramadığım iki nokta var. birinicisi, filmin adının güz sonatı olmasına rağmen açılış sekansında bergman'ın özellikleri gülleri gözümüze sokması, masada, kahvaltıda güllerin olması. ikincisi ise anne charlotte'nin filmin ilk çeyreğindeki telefon konuşması. hikayenin bütününü hiçbir şekilde etkilemeyen bu sahne ne anlama geliyor hala anlayamadım. bu sahneyi filmden çıkarttığımda olaylar bütünü hiçbir şekilde değişmiyor benim için, öyleyse neden var diye sormadan edememiştim film bittiğinde. belki ben bir şeyleri kaçırıyorum.
daha da çok şey yazılır ama neyse.* müthiş film, müthiş!
devamını gör...
geceye bir söz bırak
isterseniz dünyanın en iyisi olun, ulaşılabilir olduğunuzu hissettirdiğiniz vakit, insanlar sizin için daha az çaba harcamaya başlayacaktır. *
devamını gör...
mecalin kalmaması
ne güzel bi tabir ya bu. kulağa bile bi estetik geliyor.estetiği birak anlatılmak istenileni öyle iyi ifade ediyor ki. iki kelime: mecalim kalmadı. nokta. yorulmuşluğu ve artık çabaların bi yere varamadığını anlatan en iyi söz belkide.
devamını gör...
assos antik kenti
aristoteles'in bir süre yaşadığı, felsefe okulu kurduğu ve dünyanın ilk özel derslerini verdiği rivayet edilen yer.
çanakkale'nin ayvacık ilçesinde behramkale köyünde.
zeus'un kızlarından athena'nın tapınağı burdadır.
antik kentte kazı çalışmaları devam ediyor.
2020 yazında tarihi limana inen yoldaki giriş kapalıydı.
köy içinden arnavut kaldırımlı yokuştan ulaşılan ana giriş açık.
her daim rüzgarlı olan bir tepede yer alan antik kentin bence en vurucu özelliği kesinlikle manzarası.
mükemmel kuzey ege ve midilli adası.
papercut ukdesiydi doldu.
çanakkale'nin ayvacık ilçesinde behramkale köyünde.
zeus'un kızlarından athena'nın tapınağı burdadır.
antik kentte kazı çalışmaları devam ediyor.
2020 yazında tarihi limana inen yoldaki giriş kapalıydı.
köy içinden arnavut kaldırımlı yokuştan ulaşılan ana giriş açık.
her daim rüzgarlı olan bir tepede yer alan antik kentin bence en vurucu özelliği kesinlikle manzarası.
mükemmel kuzey ege ve midilli adası.
papercut ukdesiydi doldu.
devamını gör...
zengin gösteren şeyler
lüks karışık çerez.
devamını gör...
kitaptan alıntı yaparak cevap veren insan
(bkz: kuş beyinli olmak)
devamını gör...
normal sözlük'te tanımlarından nefret ettiğiniz yazarlar
sırasıyla @ıvanmılınskı, @ucemak, @örnek vatandaş, @kaynamış sütün üzerindeki ince kaymak tabakası, @tolgame ve @daddy'dir
(@kalender mansiyon kazandı.)
hep birisi 3000 tanım üzerine sahip yazarlar olup kesinlikle kıskanmakla alakası yok. hatta ne alakası var? (listeye almadığım birkaç 3k tanım üzeri yazar var. gayet iyi yazarlar olup kendileri. her gün tüm tanımlarını 2 tur okumazsam uyku tutmuyor.)
(@kalender mansiyon kazandı.)
hep birisi 3000 tanım üzerine sahip yazarlar olup kesinlikle kıskanmakla alakası yok. hatta ne alakası var? (listeye almadığım birkaç 3k tanım üzeri yazar var. gayet iyi yazarlar olup kendileri. her gün tüm tanımlarını 2 tur okumazsam uyku tutmuyor.)
devamını gör...
yazılımcımızdan ne istiyoruz
diyorlar ki bu başlığa yazarsanız iko belediyesi yetkilileri ilgilenir.
deneyelim bakalım şansımızı.
öncelikle isteğim marjinal bir istek. ben ve benim gibi birkaç değişik yazarın ancak işine yarar. *
isteğim takip sekmesi ile ilgili. takip sekmesi, bilmeyenler için söyleyeyim takip ettiğiniz yazarların girdiği tanımları gösteren akış sekmesidir. kendi akışınızı gösterir. böylelikle okumaya değer bulduğunuz yazarlara kolay ulaşırsınız.
işbu takip sekmesi önceden akış sekmesinin yakınındaydı. ana ekranda görülüyordu ve şimdiki gibi iki tık değil bir tık uzağınızdaydı. evet ben takip sekmesinin tekrar görünür hâle gelmesini istiyorum.
açıkçası takip olayının bu kadar anlamsız ve amacından uzaklaşmış bir hâle bürünmesini de anlamlandıramıyorum.
bir de daha önce şurada #796599 belirttiğim gibi takip sekmesine bir yenile butonu getirilebilir.
esasında gelinen noktada biri çıkıp dese ki 'sen takip sekmesinin varlığına şükret!' hak veririm galiba. desem ki takipçi olayını hepten kaldırın, çünkü bir esprisi yok hakikaten, ona da yanaşmazsınız. bu tabii ki sözlük ahalisinin niteliğiyle ilgili bir durum, takipçi sayısının bir cazibesi var öyle ya da böyle. sonuçta yönetim de biraz niteliğe göre şekil alıyor.
şimdiden teşekkürler...
deneyelim bakalım şansımızı.
öncelikle isteğim marjinal bir istek. ben ve benim gibi birkaç değişik yazarın ancak işine yarar. *
isteğim takip sekmesi ile ilgili. takip sekmesi, bilmeyenler için söyleyeyim takip ettiğiniz yazarların girdiği tanımları gösteren akış sekmesidir. kendi akışınızı gösterir. böylelikle okumaya değer bulduğunuz yazarlara kolay ulaşırsınız.
işbu takip sekmesi önceden akış sekmesinin yakınındaydı. ana ekranda görülüyordu ve şimdiki gibi iki tık değil bir tık uzağınızdaydı. evet ben takip sekmesinin tekrar görünür hâle gelmesini istiyorum.
açıkçası takip olayının bu kadar anlamsız ve amacından uzaklaşmış bir hâle bürünmesini de anlamlandıramıyorum.
bir de daha önce şurada #796599 belirttiğim gibi takip sekmesine bir yenile butonu getirilebilir.
esasında gelinen noktada biri çıkıp dese ki 'sen takip sekmesinin varlığına şükret!' hak veririm galiba. desem ki takipçi olayını hepten kaldırın, çünkü bir esprisi yok hakikaten, ona da yanaşmazsınız. bu tabii ki sözlük ahalisinin niteliğiyle ilgili bir durum, takipçi sayısının bir cazibesi var öyle ya da böyle. sonuçta yönetim de biraz niteliğe göre şekil alıyor.
şimdiden teşekkürler...
devamını gör...
soru kitapçığı
bir alejandro zambra kitabıdır.
hepimizin önüne konmuştur soru kitapçığı. yıllarca mücadele verdik bu kitapçıklarla. türlü çeşitli sorularla uğraşırken bir yandan da karalamamız gereken yuvarlakların dışına taşmamak için kendimizi kontrol etmeye çalıştık durduk. ben bir de üşenmeden böyle kitaplar yazdım. ne kadar zor olduğunu biliyorum soru kitapçığı hazırlamanın. alejandro zambra ise bu zorluğa aldırmadan böyle bir roman yazmış ve bence gayet başarılı bir roman olmuş soru kitapçığı.
bir hayatı çoktan seçmeli sorular şeklinde anlatmış okurlara alejandro zambra. anlamı bozan cümleden, boşluk doldurmaya, metin üzerinde çalışmalardan farklı olan şıkkı seçmeye kadar bir sürü soru var kitabın içinde. elbette şıkları ile birlikte.
sorular çok zor değil. bu konuların hepsi size daha önce anlatıldı. dersi dikkatli dinlemişseniz hiç zorlanmadan çözersiniz. bilmediğiniz soruyu boş bırakmayın bence çünkü geri dönme şansınız olmayacak. dikkatli okuyun soruları ve sınava başlamadan önce mutlaka soru kitapçığının sayfalarına bir bakın. eksik ya da yırtık bir sayfa kalmasın.
süreniz yetmiş seksen yıl. hepinize başarılar dilerim.
hepimizin önüne konmuştur soru kitapçığı. yıllarca mücadele verdik bu kitapçıklarla. türlü çeşitli sorularla uğraşırken bir yandan da karalamamız gereken yuvarlakların dışına taşmamak için kendimizi kontrol etmeye çalıştık durduk. ben bir de üşenmeden böyle kitaplar yazdım. ne kadar zor olduğunu biliyorum soru kitapçığı hazırlamanın. alejandro zambra ise bu zorluğa aldırmadan böyle bir roman yazmış ve bence gayet başarılı bir roman olmuş soru kitapçığı.
bir hayatı çoktan seçmeli sorular şeklinde anlatmış okurlara alejandro zambra. anlamı bozan cümleden, boşluk doldurmaya, metin üzerinde çalışmalardan farklı olan şıkkı seçmeye kadar bir sürü soru var kitabın içinde. elbette şıkları ile birlikte.
sorular çok zor değil. bu konuların hepsi size daha önce anlatıldı. dersi dikkatli dinlemişseniz hiç zorlanmadan çözersiniz. bilmediğiniz soruyu boş bırakmayın bence çünkü geri dönme şansınız olmayacak. dikkatli okuyun soruları ve sınava başlamadan önce mutlaka soru kitapçığının sayfalarına bir bakın. eksik ya da yırtık bir sayfa kalmasın.
süreniz yetmiş seksen yıl. hepinize başarılar dilerim.
devamını gör...
yazarların uğraştığı sanat dalları
(bkz: yazmak) kendimce bir şeyler karalıyorum. sanat eseri olacak kadar iyi değil ama kafamı boşaltacak kadar yeterli..
devamını gör...
büyük ayaklı olmak
46 numara ayağı olan ben tarafından oldukça dezavantajlı olarak değerlendirilen durumdur.
ayakkabı bulmak bir çiledir. anca deichmann, decathlon gibi yerlerde ayağınıza uygun ayakkabı bulursunuz ya da nike, adidas gibi mağazalara yüzlerce lira bayılmak zorunda kalırsınız.
ayrıca bazı arkadaşlarınız tarafından 'ayağı büyük olanın..' diye başlayan espriye maruz kalırsınız.
ayakkabı bulmak bir çiledir. anca deichmann, decathlon gibi yerlerde ayağınıza uygun ayakkabı bulursunuz ya da nike, adidas gibi mağazalara yüzlerce lira bayılmak zorunda kalırsınız.
ayrıca bazı arkadaşlarınız tarafından 'ayağı büyük olanın..' diye başlayan espriye maruz kalırsınız.
devamını gör...
her sınıfta mutlaka bulunan tipler
her zaman birbirine karşı pusuda olan, devamlı birbirinin dedikodusunu yapan bir erkeğin çıra gibi ortalığı karıştırabileceği özerk kız beylikleri.
devamını gör...
aslan burcu
burcum aslan, yükselenim akrep, 10. evde başşşşak stelyumum var. uzak durumlası gereken bi tipim. egoistim. şerefsizim. kendimi beğenmişim. ben seçilmem seçerim kafasında yaşıyorum. her zaman brn haklıyım. beni övün. birazcık da burada övün. hadi bakam yapış butona her ">* bir övgü demektir *
devamını gör...
mona lisa
kimilerinin da vinci'nin annesi olduğunu öne sürdüğü tablo.
devamını gör...





