atarsın ama sonunda patlaması olasıdır.bu da can neticede ne kadar dayanabilir ki.
devamını gör...

yarı zamanlı bahtsız tam zamanlı hemşiredir. boş vakitlerinde kafa sözlük yazarı ve kitap analizcisidir.

hemşire hanım koş koş serum akmıyor...*
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ismi: yok, önerilere açığım*
postmodernist, uzun ve şaşaalı cümleler duymayı bekledikleri bir anda yalnızca “hiçbir şey” dedim. postmodernist, uzun ve şaşalı cümleler laf salatasından ibarettir. postmodernist, uzun ve şaşalı cümleler tıpkı şu an aynı sözcükleri tekrarlamam gibi hiçbir anlam ifade etmeyen, altı üstü ortası, her yeri bomboş olan cümlelerdir. bir iş görüşmesinde kendinizden bahsedin dediklerinde, sizden bekledikleri bu tarz cümlelermiş meğerse. hatta “genel” hayatın içinde bile herkesin istediği buymuş. “kendinizden bahseder misiniz?” diye sorduklarında aslında hakikatliği önemli olmayan, gösterişli bir hikâye uydurmanız yeterliymiş, maalesef, bunu çok sonradan fark ettim.

peki, neye “hiçbir şey” dediğimi soracak olursanız, ki sormadığınızı biliyorum, “mevcut yapımıza ne gibi katkılar sağlamayı düşünüyorsunuz?” sorusunaydı. oysaki benden bu soruya “almış olduğum eğitimle ve daha önceki deneyimlemerimle(kilit sözcüklerden biridir), eğer işe alınmam dâhilinde, mevcut yapıyı daha da ileri götürecek(adeta kaf dağına) projeler tasarlamayı ve bunları en faydalı şekilde üretimlemeyi(kilit sözcük iki) düşünüyorum.” minvalinde cevaplar vermemi bekliyorlarmış. dediğim gibi; bunu çok sonradan fark ettim. yanlış hatırlamıyorsam, onuncu görüşmeden sonraydı.

tabii, bu görüşmeye az biraz sarhoş olarak gitmem de yadsınamaz bir küstahsızlıktı. az birazdan kastım, görüşme bittikten sonra yerimden kalkıp yüzüm onlara dönük bir şekilde geri geri yürüyerek tam kapıdan çıkarken gözlerinin içine bakarak kapı eşiğine tükürecek kadar. bu da ayrı bir küstahlıksızdı. “niye böyle bir etik dışı harekete sebep olan sarhoşluğun miktarını çok düşükmüş gibi bir de “az biraz” şeklinde tanımlıyorsunuz?” diye soracak olursanız da, ki sormadığınızı biliyorum, çünkü dokuzuncudan sonra danışma masasındaki her şeyi yere fırlattığımı hatırlıyorum, ki bence bu daha etik dışı, emin değilim. o zaman önümü bile göremiyordum. gördüğüm şeyler de belgesellerdeki gibi, kayda alınan gökyüzünün hızlandırılmış hali misali sürekli feveran içindeydi. gerçekten, gücünün yeteceğini anladığı anda bir insanın yapamayacağı hiçbir çirkinlik ve kötülük yoktur. gücüm yetiyor muydu, orası tartışmaya açık. sonrasında kovalandığımı hatırlıyorum.

benden, üstün girift cümle performansı bekleyen başka kişiler de vardı: yeni tanıştığım insanlar, bir olay üzerine yorum yapmamı bekleyen insanlar… hepsi palavralara, abartılara ve romantizme bağlı yaşıyorlardı. önceden bu gibi şeyler bir dünyadan kaçış evreninde sığınılacak limanlardı, şimdi ise hakikatler sığınılacak limanlar haline geldi. o kadar uçuk kaçık zihinler gördüm ki şaşmamak elde değildi. aynı eylemi farklı mekânlarda eşzamanlı bir şekilde yapabileceklerini sanıyorlardı, bence inanıyorlardı. yukarıdaki işver(meyen)enlerin benden beklediği buydu, diye düşünmüş olabilirim, bilmiyorum. belki de tükürüğümün altında yatan neden buydu. freud’a sormak lazım, üstat bilecektir.

her görüşme öncesinde kendimi, duran topun başında elli saat plan kurup gol atacağını sanan bir futbolcu gibi görüyordum. bu görüşmelerin sonunda ise aynı futbolcunun vurduğu topun baraja çarpması sonucunda hayal kırıklığına bürünen ruh hali gibi hissediyordum. on girişimden sonra insan bir daha duran top kullanmak istemiyor. on birinciden sonra barajdan dönen top kalemin içindeydi.

tabii, bu görüşmeler hayatıma hiçbir şey katmadı diyemem, haksızlık etmiş olurum: on ikinciden sonra insanların ne kadar salak olduğunu, on üçüncüden sonra parfümün kilit rol oynadığını, on dördüncüden sonra karşı tarafın salaklığını mimiklerimle aşağılamamam gerektiğini, on beşinciden sonra bir daha hiçbir görüşmeye geç kalmamam, mümkünse bir saat önce gitmem gerektiğini (gereksiz yere), on altıncıdan sonra giyimin önemli olduğunu, on yedinciden sonra hiçbir şekilde doğru söylememem gerektiğini, on sekizinciden sonra üst düzey bir yalan söyleme genine sahip olduğumu, on dokuzuncudan sonra da her şeye rağmen umutlu olmanın, umutsuzluğun en zavallı hali olduğunu anladım ve nihayet iş görüşmesi mefhumunu hayatımdan çıkardım. zihnimdeki kabullenmek ve inkâr etmek arasındaki cinsel gerilimin galibi kabullenmek olmuştu. belki de ilkinden sonra olması gereken buydu, belki de yaşamla aynı kabağa üflemeliydik, bilmiyorum. bunu da camus’ye danışmak lazım. en azından üstadın kesin bir düşüncesi olurdu, eminim.
devamını gör...

oylamayla 07.07.2007'de belirlenmiştir.

- chicken itza piramidi - meksika
- mechu picchu antik kenti - peru
- christo redentor heykeli (kurtarıcı isa) - brezilya
- colosseum amfi tiyatrosu - italya
- petra antik kenti - ürdün
- tac mahal - hindistan
- çin seddi - çin
devamını gör...

dün. küçük bir zafer kazandım. o kadar küçük ki bir kelebeğin kanat çırpışlarının yarattığı kadar dahi etkisi yok. benim için küçük insanlık için büyük bir adım değil de benim için büyük insanlık için küçük bir adım bile değil. bu küçük zaferleri, banka mevduatı gibi biriktirip büyük zaferler de elde edemiyorsun. rüzgar gibi işte gelip geçiyor.
olsun. hayat uzun bir yürüyüş, biz de düşe kalka yürüyoruz işte. düşe kalka . dostum, sen düşersen ben elimi uzatırım sana. sen ?
devamını gör...

hepimizi heyecanlandıran olaydır. avrupa birliği uyum yasaları hasebiyle revize edilmiş telif yasasına göre, bir eser; yazıldığı andan itibaren 70 yıl sonrası telifini kaybeder ve halka ait olur. ve yahut, eser sahibinin ölümünün üstünden 70 yıl geçtiğinde telif kaybolur.

2021, malumunuz george orwell'ın ölümünün 70. yıl dönümü... uzunca yıllardır ülkemizde can yayınları esareti altında kalan bu klasik eserleri artık tüm yayınevleri basabilecek.

bu durumun artıları ve eksileri nedir?

artıları: rekabet ortamı yaratacağı için inanılmaz ucuz fiyatlara kitaplarını temin edebileceğiz. istediğimiz gibi alıntı yapıp, istediğimiz amaçla bu metinleri kullanabileceğiz... çeviri konusunda işinin ehli olanların çeviri yapmasına olanak sağlayacak. kolay ulaşılabilir olacak.

tekrar can yayınları'nı tercih edecekler için; rekabete girecek can yayınları fahiş fiyat uygulamasından cayacaktır. win-win bir durum.

eksileri: öğrenci işi ucuz çevirileri ortaya çıkacak. tüm yayınevleri hızlıca bastırıp dağıtmak için yarış içine girdiği için en azından yılın ilk iki çeyreğinde çirkin çeviriler çıkacak. bazı yayınevleri eserleri tek kitapta birleştirme yoluyla ve yahut tek haldeyken isimleri değiştirip yeni ürün gibi pazarlayabilecekler. buna bir çözüm yok mu? elbette var: araştırmak.

şimdiden adını henüz gördüğüm bir yayınevinin animal farm (kitap)'ın 10 liraya listelendiğini gördüm.

haber kaynağı: bbc türkçe

edit: hayvan çiftliği kitabına "animal farm" olarak yönlendirme verdim.
devamını gör...

yunan mitolojisi'nde bir büyücü'dür.
devamını gör...

"aile mutluluğu" lev tolstoy'un yazıp 1959 yılında yayımladığı eseridir. eserde genç bir kız olan maşa'nin kendinden yaşça büyük olan aile dostu sergey mihayloviç ile olan aşkını konu alır. genç bir kızın hayalini kurduğu aşkı bulduktan sonra hayata bakışı ve yaşça büyük olan sergey mihayloviç'in yaşının getirdiği soru işaretleri ile aşkını tanımasını anlatıyor. ayrıca aşk ve evlilik kavramlarının sürdürebilirliğini bununla beraber aşkın sevgiye dönüşmesini irdeliyor.
tolstoy eserde sansasyonel olaylara ihtiyaç duymadan saf bir olay akışında bu kavramları muazzam bir şekilde anlatıyor ve birbirine aşık iki insanın sorunları ve gururları ile mücadelesine değiniyor.
bu eseri ilginç kılan bir başka nokta otobiyografik bir tarafının olması, tolstoy'un bu eseri 1856’da valeria arseneva adlı genç bir kızla yaşadığı aşktan esinlenip yazdığı söylenir ve tolstoy'un bu eserini sevmemesi de buna bağlanır.
kitapta benim ilgimi çeken bir diger nokta (bkz: zamanımızın bir kahramanı) kitabının yazarı lermantov*'un bir şiirinin yer almasıydı.
bir oturuşta okunabilecek bir roman, okumanızı tavsiye ederim.


"sanki koca dünyanın ortasında sadece ve sadece biz vardık ve ılık güneşin parlayarak, titreyerek oyun oynadığı bu mavi kubbenin altında yapayalnızdık."
devamını gör...

etimoloji dipsiz bir kuyu, in in bitmez.
daha önce "damsız girilmez" kalıbını duymuşsunuzdur. peki buradaki dam ne?
hint-avrupa dilinde "ev, ev halkı" anlamında "dem" diye bir kök vardır. bu kökten, fransızcada "kadın" anlamına gelen "dame" sözcüğü ve bununla birlikte "madam, matmazel" kelimeleri türemiştir. işte damsız girilmez'in dam'ı kadın anlamına gelen dame.
devamını gör...

hamiyet yüceses-geceler.
devamını gör...

günaydın sözlükçüm,
kıpır kıpır, fıkır fıkır, fokur fokur bir güne uyandım, umarım sizlerin de gününüz twerk yapan dansçı kız enerjisinde olur!
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bilge kağanın, kardeşi kül tigin'in ölümü üzerine söylediği sözdür. köktürk anıtlarında geçer.
zaman tanrısı buyurur, insanoğlu hep ölmek için türemiş şeklinde çevrilebilir.
devamını gör...

herkesin bildiği çok gizli örgüt
devamını gör...

evliyken, evli olduğu kişiye yazıktır. böyle insanların, karakteri oturmamıştır.
devamını gör...

anadolu'nun işgal dönemlerinde "bu da geçer ya hu" sözü halk arasında çok söylenmiştir. elbet bu topraklar düşman işgalinden kurtulacaktır. her sevindirici olay gibi her üzüntü verici olayın da üzerinden zaman geçtikçe verdiği acı zamanla azalacaktır.

hikayesine gelince, sultan mahmut kendisine bir yüzük yaptırmak ister. öyle bir yüzük olsun ki “üzgün iken bakayım mutlu olayım. çok mutlu iken bakayım bu dünyanın geçici mutluluğuna aldanmayayım.
kimse böyle bir yüzük yapamayınca sultan'ın adamları bir dervişten yardım ister. yüzük yapılır, üzerinde “bu da geçer ya hû” yazmaktadır. sultan sözün anlamını sorunca derviş başından geçenleri anlatır...“çok uzun zaman önce yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaştım. oranın en zengini şakir’in evinde kaldım. yola koyulma zamanı gelip şakir’e teşekkür ederken, “böyle zengin olduğun için hep şükret” dedim. şakir ise “hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. bazen görünen gerçeğin ta kendisi değildir. bu da geçer…” dedi.
bir kaç sene sonra yolum yine aynı bölgeye düşünce şakir’e uğradım. o zengin şakir’in fakirleştiğini, eskiden oranın en fakiri haddad’ın yanında çalıştığını öğrendim. haddad’ın çiftliğine gidip, şakir’i buldum. eski ihtişamından eser kalmamıştı. bir sel felaketinde her şeyini kaybetmişti. şakir, kuru ekmeğini benimle paylaştı. ayrılırken haline üzüldüğümü söylediğimde şakir’den şu cevabı aldım: "üzülme…bu da geçer…”
aradan zaman geçti ve yolum yine o bölgeye düştü. haddad ölmüş, ailesi olmadığı için bütün varını yoğunu en sadık hizmetkarı ve dostu şakir’e bırakmıştı. şakir yine yörenin en zengin insanı olmuştu. bir zaman sonra şakir öldü ve mezar taşında: “bu da geçer…” yazıldı. “ölümün nesi geçecek?” diye düşündüm ama sonra büyük bir sel geldi ve şakir’in mezarını aldı götürdü.". sultan dervişe teşekkür eder.
her zaman bulunduğumuz durumun gelip geçici olabileceğini aklımızdan çıkarmamak gereklidir. bazen o kadar basit şeyler için üzülüyoruz ki. peki bu üzüldüğümüz şey bir hafta sonra önemli olacak mı ? birkaç ay sonra önemli olacak mı? peki birkaç yıl sonra?
küçükken yürümeyi öğrenirken kaç kere düştük, dizlerimiz kanamadı mı? şimdi koşmuyor muyuz? yavru kediler ile civcivden bile öğreneceğimiz çok şey var.
devamını gör...

yahu he he ...
devamını gör...

insanlığın günümüzdeki konumuna varmasında büyük etkisi olan şeylerden birisi, belki de en önemlisi.

bu acayip içeceğe gerekli saygıyı gösteriyor ve bir süredir kaliteli kahvenin peşinden koşuyorum. kıyıdan köşeden topladığım bilgilerle oluşturduğum notları ve tecrübelerimi yazma ihtiyacı hissettim.

burada yazacaklarım vikipedi'deki işbu maddenin düzeni esas alınarak oluşturulmuş bir yazıdır, ileri okuma yapmanızı şiddetle öneririm.
kaynak: en.wikipedia.org/wiki/Coffee

eklememi ya da düzeltmemi istediğiniz bir kısım olursa lütfen yazın. iyi okumalar.

(güncellemeye devam edeceğim, takipte kalınız)


**********

kahve çekirdeği

1- kahve çekirdeğinin tadını belirleyen faktörler

kahve çekirdeğinin içeriğini belirleyen beş temel durum vardır: meyvenin hasadı, işlenme şekli, kahve plantasyonunun yeri, rakımı ve kullanılan ağacın türü.

a- meyvenin hasadı

meyvenin hasadı makineli ve elle toplama şeklinde yapılır. makineli toplama işçilik bakımından daha ucuza gelse de elle toplama kararlılığında olmaz; olgun meyvelerin yanında olgunlaşmamış meyveler de araya karışabilir. fiyatını artırmakla birlikte elle toplanan meyveler daha kararlı bir tat verir. ayrıca doğal ortamında metrelerce uzayabilen kahve ağaçları elle toplama yapılan plantasyonlarda kısa tutulur, bu da doğal olarak maliyete yansır. ilk oluştuğunda yeşil olan ve gittikçe kızıllaşan meyve en son kırmızı halini aldığında olgunlaşmış demektir.

b- meyvenin işlenme şekli

kahve çekirdeği, farklı katmanlardan oluşan meyvenin içinde bulunur ve çekirdeği çıkarabilmek için işlenmesi gerekmektedir.

meyvenin işlenmesinde ise doğal işleme ve yıkayıp işleme gibi yöntemler vardır. plantasyonun konumuna göre yöntemler çeşitlenmekte, temel olarak bu ikisinden bahsetmek istiyorum:

b1- doğal işleme: toplanan meyve tıpkı fındık gibi güneşe serilip kurutulur ve elle çekirdeği çıkarılır. bu yolla kurutma esnasında çekirdek, içinde bulunduğu meyveden kaynaklı meyvemsi ve yabani tatlar kazanır.

b2- yıkanarak işleme: çekirdekler özel bir makineyle yıkanır ve meyve ile birliktelik olmaksızın ayrıştırılarak kurutulur. bu yolla yapılan işlemede çekirdeğin içindeki esas tat korunmuş olur, doğal işlemede kazanılan meyvemsi ve yabani tatlar geçmez. daha berrak, kararlı ve hafif olurlar.


c- plantasyonun yeri

plantasyonun yeri, iklim ve geleneksel yetiştirme yöntemleri bakımından incelenebilecek bir kavram. temel kahve yöreleri şöyle:

- papua yeni gine – çikolata ve böğürtlen tadı, orta gövdeli
- etiyopya – yabanmersini ve kakao tadı, orta gövdeli
- guatemala – mayhoş hafif meyve tadı, hafif gövdeli
- honduras – şeker kamışı tadı, gövdeli
- peru – meyve tadı, orta gövdeli
- kolombiya - karamel, fındık ve ceviz tadı; orta gövdeli
- brezilya – karamel, fındık ve ceviz tadı; gövdeli
- endonezya, sumatra - meyve tadı, gövdeli
- kenya – şarabımsı meyve tadı, gövdeli
- ruanda – çiçek ve meyve tadı, hafif gövdeli

ayrıca kahve çekirdeği paketi üzerinde yukarıda görüldüğü gibi çeşitli tadım notaları yazacaktır. uluslararası otoriteler tarafından belirlenen şu lezzet chartını paylaşmak istiyorum:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


(birazdan bahsedeceğim rakım ve ağacın türü etmenlerinden dolayı alacağınız çekirdekte yukarıdaki tadım notları değişkenlik gösterebilir. hatta yöre ve isim olarak aynı olan iki çekirdeğin tadı farklı olabilir.)

d- plantasyonun rakımı

plantasyonun rakımı kahve çekirdeğinin tadının yoğunluğunda etkilidir. rakım arttıkça oksijen miktarı azaldığından dolayı meyveler daha yavaş olgunlaşır, bu da çekirdeğin tat yoğunluğunun ve lezzetinin daha fazla olmasına neden olur. ancak rakım artıkça ağacın boyu ve verdiği ürün azalır, keza yüksek rakımlarda don gibi olumsuz etmenler de görülebildiği için genellikle daha pahalıdır. keza plantasyonun toprak yapısı, güneş gördüğü zaman gibi etmenler de etkilidir.

e- kahve ağacının türü

ağacın türü konusunda ise başlıca iki ayrım var: robusta ve arabika*. kısaca bahsetmek gerekirse arabika robusta’dan daha lezzetli ve tat olarak niteliklidir ancak robusta daha verimli, dayanıklı ve kafeinlidir. haliyle arabika, robusta’dan daha değerli oluyor. yöreden yöreye değişmekle birlikte aynı anda sadece robusta, sadece arabika ya da ikisi birden yetiştirilebilir.

paket olarak alacağınız kahve çekirdekleri genellikle sadece arabika ya da belli oranlarda (70-30 ya da 80-20 gibi) arabika-robusta karışımı olacaktır. arabika-robusta karışık olan kahveler gözlemlediğim kadarıyla daha çok espresso için kullanılıyor.

son olarak verebileceğim yegane tavsiye, nasıl bir tat aradığınızı bilmiyorsanız çevrenizdeki kahve tadımı etkinliklerini kovalayın derim. ya da en yakın kahveciye gidip her bir çekirdekten azar azar çektirip tadarak da deneyimleyebilirsiniz.

2- kahve çekirdeğinin kavrulması ve öğütülmesi

kahve, meyvesinden ayrılıp çekirdek haline getirildiğinde yeşil haldedir ve yeşil kahve yapmayacağınızı varsayarsak kavrulması gerekmektedir.

üç çeşit kavurma yöntemi vardır: açık, orta ve koyu kavurma.

a- açık kavurma: çekirdeğin yeşil halinden kavurma esnasında genleşerek ilk çıtırdamasını (bu çıtırdama tüm kavurma sürecinde 2-3 kere olur) yapıncaya kadar kavrulmasıdır. aroması için içilen kahveler bu şekilde kavrulabilir.

b- orta kavurma: genellikle kahveler bu şekilde kavrulur, ikinci çıtırdama esnasında (ya da öncesinde) bitirilen kavurma türüdür.

c- koyu kavurma: hazırlanacak kahvedeki köpük miktarının gözetildiği durumlarda kullanılabilen ve çekirdekteki yağın deneyimlenmesi istendiğinde kullanılabilecek kavurma yöntemidir.

bu işlemi kahveyi aldığınız dükkan endüstriyel olarak iki yöntemle yapar: tamburlu ya da hava ile çalışan makinelerde. teorik olarak hava ile çalışan makineler çekirdeklerin nemini daha hızlı alır ve pişirir ancak tat olarak bir farkı olmuyor(muş) sanırım.

bu arada yeşil çekirdek alıp fırında ya da tavada çekirdeği kendiniz de kavurabilirsiniz. internette çeşitli oran ve tarifler mevcut, burada değinmeyeceğim.

**********

devam edecek
devamını gör...

üşenmeyeceğim, tek tek yazacağım.

1-yakışıklı değilim. elim yüzüm düzgün ama değilim işte.
2-fiziğim kötü. dal gibiyim. evet. boyum da uzun. aklınıza getirin işte.
3-zeki değilim. yalnız bundan kastım akademik başarı değil. okey mal da değilim ama. işte. öyle.
4-herhangi bir becerim yok.
5-akademik olarak da çok iyi değilim. ortanın üstü.

düdüt: ajitasyon yapmış gibi oldum. kusura kalmayın.
devamını gör...

görebileceğiniz en vahşi ölümleri gördüğünüzü mü düşünüyorsunuz? acının, korkunun ve çaresizliğin sizi etkilemeyeceği sanrısında mısınız? o halde daha hiçbir şey görmediniz! huzurlarınızda idam cezalarının en büyüğü, kazığa oturtma.

hakkında farklı farklı çeşitler ve yöntemler geliştirilmiş olsa da ana fikir hep aynıdır. mesela osmanlı zamanında uygulananı şöyledir: yaklaşık bilek kalınlığında bir ahşap kazık önce ucu sivriltilerek, sonra da güzelce yağlanarak sağlamca bir yere çakılır. ardından infaz edilecek mahkum, kazığın makatından girmesi sağlanacak şekilde bir güzel oturtulur. burada asıl acılı kısım bu oturma süreci de değildir. kazık önce makatı, sonra bağırsakları ve üzerindeki iç organları delerek ilerler. en nihayetinde de sırt civarlarında bir yerden çıkar. gerektiğinde mahkumun pozisyonu değiştirilerek kazığın bahsedildiği şekilde bir yol izlemesi sağlanır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
işte bu da böyle bir temsili. fakat benim bahsettiğim şekildeki uygulanışında kazık ağızdan değil, sırtın yukarı bölgelerinden ya da direkt ense civarlarından çıkıyor.

bu işlem bir ritüel şeklinde yapılır. "ibretialem olsun deyü," çevredeki insanlara da izletilir. zaten bu denli acımasız bir yöntem seçilmiş olmasının sebebi de budur. zira en büyük sayılan (genellikle de devlete karşı olan) suçları işleyen mahkumların infazında uygulanır.

şanslı mahkumlar olabildiğince kısa sürede ölür. fakat saatler ve hatta günler geçmesine rağmen ölemeyen mahkumların olduğunu da biliyoruz. böyle durumlarda mahkuma çevredeki insanlar tarafından susuzluğunu gidermesi ya da serinlemesi için su verildiği dahi olurmuş. hatta mahkumun başında bekleyen görevlilerle ya da izleyicilerle laklak etmişliğine bile rastlanabilirmiş. uygulanmaya başlandığından itibaren geri alınabilecek bir işlem olmadığından, ne olursa olsun, ne kadar uzun sürerse sürsün, mahkum en kötü ihtimalle kan kaybından nihayetinde ölürmüş. genellikle işleme başlandıktan sonra dışarıdan müdahale edilmez, mahkumun bizzat kazık sebebiyle ölmesi beklenirmiş.

osmanlı'da uygulanmasına dair bir tahayyül na drini ćuprija'daki bir bölümde de görülebilir. ilgili bölüm kitabın oldukça çarpıcı bir bölümüdür. mahkumun dayanılmaz bir acı çekmesine rağmen bir türlü ölmemesi, hemen öldürmeleri için yalvaracak hale gelmesi çok çarpıcı bir sekanstır.

ve bir şey daha: unvanını bu teknikten alan bir tarihi kişilik bile var: (bkz: kazıklı voyvoda).
devamını gör...

ozan. şifa istemem balından adlı türküsünün sözlerini bırakacağım buraya. sitem etmek, ama nasıl sitem etmek. her şeye rağmen severek sitem etmek, iyiliğini isteyerek sitem etmek, onurunu koruduğunu bildirerek sitem etmek, travmatize olduğu halde yüreğinden naiflik aka aka sitem etmek. o kadar iyi anlıyorum ki bu sözleri, o kadar canım yanıyor ki...

şifa istemem balından
bırak beni bu halımdan
razıyım açan gülünden
yeter dikenin batmasın

gece gündüz o hizmetin
şefaatin kerametin
senin olsun hoş sohbetin
yeter huzurum gitmesin

taşa değmesin ayağın
lale sümbül açsın bağın
istemem metheylediğin
yeter arkamdan atmasın

kolay mı gerçeğe ermek
dost bağında güller dermek
orda kalsın değer vermek
yeter ucuza satmasın

sonu yoktur bu virdimin
dermanı yoktur derdimin
gerekmez ilaç yardımın
yeter yakamdan tutmasın

nesimi'yim vay başıma
kanlar karıştı yaşıma
yağın gerekmez aşıma
yeter zehirin katmasın.

devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim