yedi numara dizisi replikleri
en sevdiğim sahnelerden...
haydar: sana son defa soruyorum, bir daha da sormayacağım. 'benim bir parçamsın' ne demek armağan?
(armağan gitmek ister, haydar tutar ve soruyu tekrarlar.)
haydar: ne demek armağan?
armağan: kabul etmekten deliler gibi korktuğum, kırk kilide vurup sakladığım her şey demek. yitirdiğim çocukluğumdan saklı kalan masumiyet demek. bir türlü yol bulup da yüreğimden dilime gelmeyen o cümle demek. ben de seni seviyorum haydar demek, ben de seni seviyorum demek.'
haydar: sana son defa soruyorum, bir daha da sormayacağım. 'benim bir parçamsın' ne demek armağan?
(armağan gitmek ister, haydar tutar ve soruyu tekrarlar.)
haydar: ne demek armağan?
armağan: kabul etmekten deliler gibi korktuğum, kırk kilide vurup sakladığım her şey demek. yitirdiğim çocukluğumdan saklı kalan masumiyet demek. bir türlü yol bulup da yüreğimden dilime gelmeyen o cümle demek. ben de seni seviyorum haydar demek, ben de seni seviyorum demek.'
devamını gör...
ali lidar
"ben seni severim sevmesine de toplum buna hazır değil
nükleer denemeler kyoto sözleşmesi küresel ısınma falan.
belki sen çok küçüksün belki benim ruhum ölü
biraz nietzsche biraz kant kafan karışmış belki
parlıamanet'i de bozdular tutunacak dalımız mı kaldı?
pavyonda tanıdığım bilge bir pezevenk vardı!
kötü kitaplar okumak kötü yaşamak gibidir derdi.
iyi kitaplar okudum bir boka yaramadı..
ben seni severim aslında da düzenim bozulur diye korkuyorum
durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar
sinemaya gitmeye ele ele tutuşmaya falan kalkarız
işin yoksa çiçek al,saç tara, parfüm sık.
küsmesi,barışması,ayılması,bayılması
hatta eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması
meyhanede tanıdığım gerzek bir filozof vardı!
güzel kadınlar insanın ömrünü uzatır derdi.
bir sürü güzel kadın girdi hayatıma
hepsi ağzıma sıçtı..
ben seni severim belki de rabbim buna hazır değil.
her şeyin güzelini sever o ideal birliktelikler ister
seninle benim yan yana oturacağımız çekyata
ne ilahi adalet sığar ne de diyalektik..
içime çöreklenmiş sığ bir sığır var benim.
ben seni severim sevmesine de
iş çıkarmasana şimdi ne gerek var güzelim"
şeklinde alengirli şiirin sahibidir kendileri. severek takipteyiz.
nükleer denemeler kyoto sözleşmesi küresel ısınma falan.
belki sen çok küçüksün belki benim ruhum ölü
biraz nietzsche biraz kant kafan karışmış belki
parlıamanet'i de bozdular tutunacak dalımız mı kaldı?
pavyonda tanıdığım bilge bir pezevenk vardı!
kötü kitaplar okumak kötü yaşamak gibidir derdi.
iyi kitaplar okudum bir boka yaramadı..
ben seni severim aslında da düzenim bozulur diye korkuyorum
durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar
sinemaya gitmeye ele ele tutuşmaya falan kalkarız
işin yoksa çiçek al,saç tara, parfüm sık.
küsmesi,barışması,ayılması,bayılması
hatta eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması
meyhanede tanıdığım gerzek bir filozof vardı!
güzel kadınlar insanın ömrünü uzatır derdi.
bir sürü güzel kadın girdi hayatıma
hepsi ağzıma sıçtı..
ben seni severim belki de rabbim buna hazır değil.
her şeyin güzelini sever o ideal birliktelikler ister
seninle benim yan yana oturacağımız çekyata
ne ilahi adalet sığar ne de diyalektik..
içime çöreklenmiş sığ bir sığır var benim.
ben seni severim sevmesine de
iş çıkarmasana şimdi ne gerek var güzelim"
şeklinde alengirli şiirin sahibidir kendileri. severek takipteyiz.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
artık acı çekmiyorsun, ölüm tüm ağrını aldı ve götürdü. artık senin için daha fazla acı yok biliyorum ama ben bütün direncimi kaybettim. artık acı çekmiyor olduğunu bilmek huzurlu hissettiriyor olsa bile tamamen gittiğini bilmek koca bir boşluğun içinde nefes almaya çalışmak gibi ama yine de yokluğunu hissetmenin bana ne yaptığını görmediğine seviniyorum. o barınağa ilk girdiğimde aklı beş karış havada küçük bir çocuktum sadece ama seninle büyüdüm ben. artık lisenin bahçesinde beklediğin, gömleğinin her yanına çamurlu pati izlerini bıraktığın ve paçalarını dişlerinle çekiştirdiğin o küçük çocuk değilim ama eğer geri dönebilseydim eğer dönebilsem yemin ederim zamanı o anlardan birinde durdurmak için her şeyimi verirdim.
koca dört gün , bana milyonlarca yıl gibi hissettiren koca dört gün. seni tamamen kaybettiğimi anlamam günlerimi aldı. tüm dünya bana sırtını dönmüş gibi hissettiğimde benim için orada olduğunu biliyordum. karanlık ödümü kopardığında, sınavı kazandığımda, o kupayı kaldırdığımda, o kazaları yaptığımda, kendimi en mutlu hissettiğim zamanlarda, o berbat günü geçiremediğimde, kendimi kimsesiz hissettiğimde ve insanlar sevilmeye değer olmadığımı söylediklerinde senin beni sevdiğini biliyordum. sadece dizlerimin üzerine çöküp tüm zaman boyunca beni ayakta tuttuğun için teşekkür etmek istiyorum ama yazmaktan daha iyi bildiğim bir şey yok. ben acıyı geçirecek başka bir yol bilmiyorum, hiç öğrenemedim. kağıtlara yazdığım her şey tamamen küle bulanıyor ve artık hatırlamak konusunda aklıma güvenemiyorum. zaman kavramım nerede bilmiyorum. bütün bu korkular, uykusuzluk ve kırgınlıklar benden tüm dayanma gücümü almıştı yine de idare ediyordum çünkü günün sonunda nefes aldığını biliyordum ama artık eskisi gibi yoluma devam edemiyorum. kendi ölümümü beklemek sorun değildi ama seni ölüme götüren yolu tüm zaman boyunca izledim. bunun bana ne hissettirmesi gerektiğini bilmiyorum.
eğer tüm acını alabilseydim yemin ederim yapardım ama oturup haftalar boyunca ölmek üzere olduğunu izlemekten başka bir halta yaramadım. neden her şeye geç kaldım ben böyle. ben zaten her şeye ve herkese geç kaldım. koca bir dört gün geçti ama kimseye hakkında tek kelime edemiyorum. tamamen yenilmiş hissediyorum. acıyı umursamamayı denedim ama düşünmeyi durduramıyorum. sadece seni biraz daha burada tutabilmek için neyi feda etmem gerekirdi bunu düşünüyorum ama hiçbir şey yoktu ve eğer yapabilsem bunu bilmeyi hiç istemezdim. eğer yapabilsem gitmene izin vermezdim ama izin vermek zorundayım. içimdeki bu hisle ne yapmam gerektiği hakkında tek bir fikrim bile yok. her zaman uyuduğun köşeye gözümü çevirip bakamıyorum bile. yemin ederim hiç gücüm kalmadı. kaybolduğun gün aklımı kaçırdığımı sanmıştım, bu acı beni darmadağın eder sanmıştım ama şimdi geri dönemeyeceğin bir yere gittin ve ben bu düşünceyle ne yapacağımı bilmiyorum. her şey yolunda davranmaya çalışıyorum, eski hayatıma bakmaya çalışıyorum ama kafamın içinde bir yerde tıkılı kaldım ve delirmemek için ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. sadece seni seviyorum. her zaman sevdim, sen benim ailemsin nasıl sevmezdim ki zaten. sevdiğim herkesin hainler listesine bir şekilde adımı yazdırmayı başardım ama bunun bir önemi yoktu çünkü günün sonunda eve girdiğim zaman senin kapıyı açtığım gibi üzerime atlayacağını biliyordum. dünya kalbimi kırdığında sana sarılıp uyumanın tüm acımı alacağını biliyordum keşke ben de senin için aynısını yapabilseydim. herkes bana sırtını dönebilirdi ben bir şekilde idare ederdim ama sensizliğin bana ne yaptığını bilmiyorum. sadece artık daha fazla bu acıyı benimle tutamam çünkü beni delirteceğini biliyorum. geç farkına vardım ama sana artık veda etmek zorundayım. bunun düşüncesinden bile nefret ediyorum ama geçmişin hayaletlerinden birine dönüşmene izin vermek zorundayım yoksa aklımı kaçıracağım. keşke gitmeden önce sana söyleme şansım olsaydı, burada olduğun her anın beni nasıl ayakta tuttuğunu. yine de artık veda etmek zorundayım çünkü burada daha fazla izlenecek yıldız kalmadı. gittiğinden beri burada hiçbir şey yok ama devam etmek zorundayım. burada olsan beni anlardın biliyorum, lütfen beni anlamış ol. sen sahip olduğum en iyi aileydin, artık acı çekmediğini bilmek güzel.
koca dört gün , bana milyonlarca yıl gibi hissettiren koca dört gün. seni tamamen kaybettiğimi anlamam günlerimi aldı. tüm dünya bana sırtını dönmüş gibi hissettiğimde benim için orada olduğunu biliyordum. karanlık ödümü kopardığında, sınavı kazandığımda, o kupayı kaldırdığımda, o kazaları yaptığımda, kendimi en mutlu hissettiğim zamanlarda, o berbat günü geçiremediğimde, kendimi kimsesiz hissettiğimde ve insanlar sevilmeye değer olmadığımı söylediklerinde senin beni sevdiğini biliyordum. sadece dizlerimin üzerine çöküp tüm zaman boyunca beni ayakta tuttuğun için teşekkür etmek istiyorum ama yazmaktan daha iyi bildiğim bir şey yok. ben acıyı geçirecek başka bir yol bilmiyorum, hiç öğrenemedim. kağıtlara yazdığım her şey tamamen küle bulanıyor ve artık hatırlamak konusunda aklıma güvenemiyorum. zaman kavramım nerede bilmiyorum. bütün bu korkular, uykusuzluk ve kırgınlıklar benden tüm dayanma gücümü almıştı yine de idare ediyordum çünkü günün sonunda nefes aldığını biliyordum ama artık eskisi gibi yoluma devam edemiyorum. kendi ölümümü beklemek sorun değildi ama seni ölüme götüren yolu tüm zaman boyunca izledim. bunun bana ne hissettirmesi gerektiğini bilmiyorum.
eğer tüm acını alabilseydim yemin ederim yapardım ama oturup haftalar boyunca ölmek üzere olduğunu izlemekten başka bir halta yaramadım. neden her şeye geç kaldım ben böyle. ben zaten her şeye ve herkese geç kaldım. koca bir dört gün geçti ama kimseye hakkında tek kelime edemiyorum. tamamen yenilmiş hissediyorum. acıyı umursamamayı denedim ama düşünmeyi durduramıyorum. sadece seni biraz daha burada tutabilmek için neyi feda etmem gerekirdi bunu düşünüyorum ama hiçbir şey yoktu ve eğer yapabilsem bunu bilmeyi hiç istemezdim. eğer yapabilsem gitmene izin vermezdim ama izin vermek zorundayım. içimdeki bu hisle ne yapmam gerektiği hakkında tek bir fikrim bile yok. her zaman uyuduğun köşeye gözümü çevirip bakamıyorum bile. yemin ederim hiç gücüm kalmadı. kaybolduğun gün aklımı kaçırdığımı sanmıştım, bu acı beni darmadağın eder sanmıştım ama şimdi geri dönemeyeceğin bir yere gittin ve ben bu düşünceyle ne yapacağımı bilmiyorum. her şey yolunda davranmaya çalışıyorum, eski hayatıma bakmaya çalışıyorum ama kafamın içinde bir yerde tıkılı kaldım ve delirmemek için ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. sadece seni seviyorum. her zaman sevdim, sen benim ailemsin nasıl sevmezdim ki zaten. sevdiğim herkesin hainler listesine bir şekilde adımı yazdırmayı başardım ama bunun bir önemi yoktu çünkü günün sonunda eve girdiğim zaman senin kapıyı açtığım gibi üzerime atlayacağını biliyordum. dünya kalbimi kırdığında sana sarılıp uyumanın tüm acımı alacağını biliyordum keşke ben de senin için aynısını yapabilseydim. herkes bana sırtını dönebilirdi ben bir şekilde idare ederdim ama sensizliğin bana ne yaptığını bilmiyorum. sadece artık daha fazla bu acıyı benimle tutamam çünkü beni delirteceğini biliyorum. geç farkına vardım ama sana artık veda etmek zorundayım. bunun düşüncesinden bile nefret ediyorum ama geçmişin hayaletlerinden birine dönüşmene izin vermek zorundayım yoksa aklımı kaçıracağım. keşke gitmeden önce sana söyleme şansım olsaydı, burada olduğun her anın beni nasıl ayakta tuttuğunu. yine de artık veda etmek zorundayım çünkü burada daha fazla izlenecek yıldız kalmadı. gittiğinden beri burada hiçbir şey yok ama devam etmek zorundayım. burada olsan beni anlardın biliyorum, lütfen beni anlamış ol. sen sahip olduğum en iyi aileydin, artık acı çekmediğini bilmek güzel.
devamını gör...
vitray
birbirine bağlı kurşun bölmelere yerleştirilmiş cam parçalarından oluşan saydam pencere süslemesi ve resim.
günümüzde yaygın şekilde kullanılan bir resim tekniğidir. bu teknik cam resmi diye de tanımlanır. cami ve kilise gibi ibadethanelerin camlarında görülen vitrayın, diğer sanatlardan farklılaşan yönü, ışık dokunuşlar ile değişik özellikler kazanmasıdır.
bunun dışında, kullanım alanları olarak mücevher kutuları, pencere süslemeleri, sehpa, abajur, kapı, ayna, tavan süslemeciliğinde de vitray kullanılıyor. en bilinen yöntem olan kurşunlu türü dışında yapıştırma ve tiffany vitray gibi çeşitleri de vardır.
vitrayın güzel, önemli ve estetik kılan, sanatçı ve ışıktır. gün ışığında vitrayın seyri harikulade bir seyir zevki veriyor. ışığın geliş açılarına göre değişiklik kazanan bir süsleme sanatıdır. güneşin bulutların arkasına gizlenmesi, vitrayın arkasında ağaç varsa, dalların ve yaprakların hareketi vitrayda farklı yansımalara sebep olur.
önceden doğal ışıktan ışığını alan vitray sanatı teknoloji ile birlikte ikinci ışık kaynağı olarak elektrik ışığından da faydalanıyor. hatta hiç gün ışığı almayan yerlerde dahi vitray kullanılabiliyor. vitrayı görmeyi sağlayan ışık, vitraya arkadan vurmasıyla optik bir derinlik oluşturur.
günümüzde yaygın şekilde kullanılan bir resim tekniğidir. bu teknik cam resmi diye de tanımlanır. cami ve kilise gibi ibadethanelerin camlarında görülen vitrayın, diğer sanatlardan farklılaşan yönü, ışık dokunuşlar ile değişik özellikler kazanmasıdır.
bunun dışında, kullanım alanları olarak mücevher kutuları, pencere süslemeleri, sehpa, abajur, kapı, ayna, tavan süslemeciliğinde de vitray kullanılıyor. en bilinen yöntem olan kurşunlu türü dışında yapıştırma ve tiffany vitray gibi çeşitleri de vardır.
vitrayın güzel, önemli ve estetik kılan, sanatçı ve ışıktır. gün ışığında vitrayın seyri harikulade bir seyir zevki veriyor. ışığın geliş açılarına göre değişiklik kazanan bir süsleme sanatıdır. güneşin bulutların arkasına gizlenmesi, vitrayın arkasında ağaç varsa, dalların ve yaprakların hareketi vitrayda farklı yansımalara sebep olur.
önceden doğal ışıktan ışığını alan vitray sanatı teknoloji ile birlikte ikinci ışık kaynağı olarak elektrik ışığından da faydalanıyor. hatta hiç gün ışığı almayan yerlerde dahi vitray kullanılabiliyor. vitrayı görmeyi sağlayan ışık, vitraya arkadan vurmasıyla optik bir derinlik oluşturur.
devamını gör...
türkiye'de tartışma kültürü
bugün "hey sen bokboğaz, sen kimseye bunu dikte edemezsin tmm?" şeklinde özetlenecek bir tür cevap entrysi okudum. bu, bizim ülkemizde çoğu meselede tartışma kültürünün ve üslubun oturmadığının en güzel örneğidir. aslında bu entry de o başlığa yazılmıştı ama özünde meselemiz tartışma kültürüdür. iyice saçmalamış ve acilen kurtarılması gereken kültürdür.
şimdi koca koca adamlar sözlüğe geliyor, bir konuda çok kızıyor ve "şu namussuzlara verip veriştirmenin zamanı geldi artık" diyor. kime ve ne hakkında olursa olsun , bu olay genellikle cennet mahallesindeli ferhat ile şirin arasındaki kavganın, az buçuk eğitim almış insanlardaki yansıması olarak gerçekleşiyor. bunun diğer eğitimli, az çok oturaklı insanlarda yarattığı hisse de ben boktanlık diyorum çünkü bu hissin tam olarak bir kelime karşılığını bulamadım.
bizim gibi, öyle ya da böyle bu lanet olası sözlüklere tanım girecek kadar görmüş geçirmiş ve okumuş insanların tartışma kültürüne en dipten başlaması hoş bir şey değil. "ey marilyn monroe, sen nesin ya ? kasımpaşalılığı senden öğrenecek değiliz biz ya, çok afedersiniz, eğer bilgi içerikli tanım girmeyeceksek de bundan şahsım adına ben gurur duyarım, anladın mı marilyn" bunun bir yolu yordamı vardır.
bir konuda birinin argümanını eleştireceğimiz zaman, ki bu aynı başlık altındaki direkt bir entryi de hedef alabilir, şahsın kendisini doğrudan muhatap almayız. bu şahsın söylediği şeylerin neresiyle sorunumuz varsa, orayı eleştiririz ve bu eleştiri, eğer hedefiniz gerçekten bir tartışmaya bakış açısı kazandırmak veya karşınızdakinin düşüncelerinin zararlarını ortadan kaldırmak gibi faydalı işlerse, mutlaka genel örnekler içermelidir. söz gelimi bize bilgi içerikli entry girmemizi dikte etmeye çalışan bir gavur oğlu gavura vereceğimiz tepki, bilgi içerikli entry-sözlük-literatür taramasının önemi ve bu konuda sözlüğün yeri-genel anlamda sözlüğün kullanım amaçları vs. ekseninde olmalıdır. bu eksende "ya işte falanca bir konuda entry okudum, t.aşak abidesi, öyle hoşuma gitti ki sevdiklerimizi kaybetmenin ne demek olduğunu anladım." gibi bir örnekle de argümanlarınızı güçlendirirsiniz.
benim meselem tartışma kültürü. bu varya bu, o kadar önemli bir şey ki; bizi, birbirimizi anlamamızı, ilişkilerimizi, entelektüel seviyemizi bir üst seviyeye çıkarmamızı vs. sağlayacak; sosyal yaşamın her türlü kılcal damarına sirayet edecek bir olgudur. tartışma kültüründen yoksun bir kültürde insanların birbirini anlaması imkansızdır; bugün sosyal medyadan arkadaş ortamlarına kadar tartışma kültürü ad hominem, whataboutism gibi araçlara kurban edildi. sadece bunlar değil; herkes kendi gerçekliğini ortada bir gerçek bırakmayana kadar ısrarla savunurken, aslında ne konuştuğumuzdan bile haberimiz yokken bir de şahsileştiriyoruz. savunduğumuz şeyin akla mantığa kalır yanı yokken, aksini savunanın şahsına hakaret edecek kadar kendimize güveniyoruz. işte bunların çatışması tüm platformları esir aldı ve interneti bir işkence malzemesi yaptı. insanlar stres atmak için yapılan platformlarda sinir küpü olmakla meşguller.
işte bu lanetten kurtulmak için elimizden geleni yapmalıyız. artık seviyesizliğin bir sınırı olmalı ve bu sınır cennet mahallesinden yukarıda bir yerlerde olmalıdır. tartışmalara bilgimizi ya da hiçbir tecrübemizi ortaya koymadan bir argüman atıp fanatik gibi savunmamalıyız; böyle durumlarda insan kendini seviyesizleştiremeden duramaz çünkü ortada temeli olmayan bir argümanı savunan biri olmuşsunuzdur. bilmiyorum demenin basit bir şey olduğunu, bilmediğimiz konularda kesin yargılara varabilecek yorumlar yapmanın temelli çöpe atılması gereken pis bir iş olduğunu bilmek ve en önemlisi, bir konuda ne kadar donanımlı olursak olalım; karşımızdakine söz hakkı verecek şekilde tartışmayı yönlendirmek gerekir.
tüm yazdıklarımın özeti: sosyal yaşamın, yani senin benim ile benim de falanca ile olası ilişkilerimi zehirleyen bu hastalığa karşı mücadele etmemiz gerektiğidir. benim yollarım, yöntemlerim bu şekildeyken, başkaları da başka yollarla bu işi halledebilir.
şimdi koca koca adamlar sözlüğe geliyor, bir konuda çok kızıyor ve "şu namussuzlara verip veriştirmenin zamanı geldi artık" diyor. kime ve ne hakkında olursa olsun , bu olay genellikle cennet mahallesindeli ferhat ile şirin arasındaki kavganın, az buçuk eğitim almış insanlardaki yansıması olarak gerçekleşiyor. bunun diğer eğitimli, az çok oturaklı insanlarda yarattığı hisse de ben boktanlık diyorum çünkü bu hissin tam olarak bir kelime karşılığını bulamadım.
bizim gibi, öyle ya da böyle bu lanet olası sözlüklere tanım girecek kadar görmüş geçirmiş ve okumuş insanların tartışma kültürüne en dipten başlaması hoş bir şey değil. "ey marilyn monroe, sen nesin ya ? kasımpaşalılığı senden öğrenecek değiliz biz ya, çok afedersiniz, eğer bilgi içerikli tanım girmeyeceksek de bundan şahsım adına ben gurur duyarım, anladın mı marilyn" bunun bir yolu yordamı vardır.
bir konuda birinin argümanını eleştireceğimiz zaman, ki bu aynı başlık altındaki direkt bir entryi de hedef alabilir, şahsın kendisini doğrudan muhatap almayız. bu şahsın söylediği şeylerin neresiyle sorunumuz varsa, orayı eleştiririz ve bu eleştiri, eğer hedefiniz gerçekten bir tartışmaya bakış açısı kazandırmak veya karşınızdakinin düşüncelerinin zararlarını ortadan kaldırmak gibi faydalı işlerse, mutlaka genel örnekler içermelidir. söz gelimi bize bilgi içerikli entry girmemizi dikte etmeye çalışan bir gavur oğlu gavura vereceğimiz tepki, bilgi içerikli entry-sözlük-literatür taramasının önemi ve bu konuda sözlüğün yeri-genel anlamda sözlüğün kullanım amaçları vs. ekseninde olmalıdır. bu eksende "ya işte falanca bir konuda entry okudum, t.aşak abidesi, öyle hoşuma gitti ki sevdiklerimizi kaybetmenin ne demek olduğunu anladım." gibi bir örnekle de argümanlarınızı güçlendirirsiniz.
benim meselem tartışma kültürü. bu varya bu, o kadar önemli bir şey ki; bizi, birbirimizi anlamamızı, ilişkilerimizi, entelektüel seviyemizi bir üst seviyeye çıkarmamızı vs. sağlayacak; sosyal yaşamın her türlü kılcal damarına sirayet edecek bir olgudur. tartışma kültüründen yoksun bir kültürde insanların birbirini anlaması imkansızdır; bugün sosyal medyadan arkadaş ortamlarına kadar tartışma kültürü ad hominem, whataboutism gibi araçlara kurban edildi. sadece bunlar değil; herkes kendi gerçekliğini ortada bir gerçek bırakmayana kadar ısrarla savunurken, aslında ne konuştuğumuzdan bile haberimiz yokken bir de şahsileştiriyoruz. savunduğumuz şeyin akla mantığa kalır yanı yokken, aksini savunanın şahsına hakaret edecek kadar kendimize güveniyoruz. işte bunların çatışması tüm platformları esir aldı ve interneti bir işkence malzemesi yaptı. insanlar stres atmak için yapılan platformlarda sinir küpü olmakla meşguller.
işte bu lanetten kurtulmak için elimizden geleni yapmalıyız. artık seviyesizliğin bir sınırı olmalı ve bu sınır cennet mahallesinden yukarıda bir yerlerde olmalıdır. tartışmalara bilgimizi ya da hiçbir tecrübemizi ortaya koymadan bir argüman atıp fanatik gibi savunmamalıyız; böyle durumlarda insan kendini seviyesizleştiremeden duramaz çünkü ortada temeli olmayan bir argümanı savunan biri olmuşsunuzdur. bilmiyorum demenin basit bir şey olduğunu, bilmediğimiz konularda kesin yargılara varabilecek yorumlar yapmanın temelli çöpe atılması gereken pis bir iş olduğunu bilmek ve en önemlisi, bir konuda ne kadar donanımlı olursak olalım; karşımızdakine söz hakkı verecek şekilde tartışmayı yönlendirmek gerekir.
tüm yazdıklarımın özeti: sosyal yaşamın, yani senin benim ile benim de falanca ile olası ilişkilerimi zehirleyen bu hastalığa karşı mücadele etmemiz gerektiğidir. benim yollarım, yöntemlerim bu şekildeyken, başkaları da başka yollarla bu işi halledebilir.
devamını gör...
peker’in işaret ettiği sezgin baran korkmaz
ülkemizin gündemi malum, süslü , pamuk, düşkün, gazcı , sanki yeni bir yedi cüceler ekibi gibi lakaplar takılan tipler, videolar , telefon görüşme kayıtları ve ortada uçuşan bir takım yeni isimler.
işte bu gün ortaya çıkan yeni bir isim hakkında z kuşağını bilgilendirme gereği oluştu: sezgin baran korkmaz.
bakınız kimdir:
sezgin baran korkmaz, sbk holding’in kurucu ceo’sudur. sbk holding, türkiye ve komşu bölgelerdeki sıkıntılı varlıklara odaklanan bir risk sermayesi şirketidir.
sıkıntılı varlıklar alanında yaptığı bir çalışma nedeniyle (abd maliyesini 511 milyon dolar dolandıran ve türkiye’ye kaçarken yakalanan jacob ve ısaiah kingston, avukatları aracılığıyla tutuklu yargılandıkları salt lake city’deki federal mahkemeye verdikleri dilekçede, daha düşük bir ceza almak için suçlarını itiraf ettiler.
hâkim jill b. parrish’e sundukları 22 sayfalık dilekçede abd maliyesini sahte evrak düzenleyerek nasıl dolandırdıklarını anlatan kingston kardeşler, türk bankalarına yatırdıkları milyonlarca doların ve bazı şirket satın almaları, gayrimenkul yatırımları ve sbk holdingin mega varlık fonuna yatırdıkları milyonlarca doların dökümünü de sundular.
türkiye’deki ilişkilerini davanın bir diğer tutuklu sanığı olan abd’li iş adamı lev dermen aracılığıyla kurduklarını belirten kingston kardeşler, 2011 yılında tanıştıkları dermen’in yasa dışı işlemleri planladığını ve her şeyi onun yöntemleri ile gerçekleştirdiklerini iddia etti.
sahte evrakla para aklama
sbk holding usa adıyla abd’de kurdukları şirket aracılığıyla kara para aklama işine başladıklarını ve her şeyi dermen’in direktifiyle gerçekleştirdiklerini itiraf eden kingston kardeşler, mahkemeye sundukları dilekçede kendilerine ya da ortak oldukları 200’e yakın, şirket, hesap, araç, gayrimenkul ve mal varlıklarının listesini ceza olarak teslim etmeye razı olduklarını kaydettiler.)
türkiye de mal varlıklarına tedbir konulan sezgin beyin işte küçük bir bölümü bilinen hikayesinin devamı:
akp’li cumhurbaşkanı erdoğan ile fotoğrafları ( cumhurbaşkanı recep tayyip erdoğan, yargı kararıyla kaldırttığı fotoğrafta jacob kingston, türkiye'de kurduğu mega varlık şirketinin başkanı çağlar şendil ve sezgin baran korkmaz, birlikte görülüyordu.)erişim engellemesine konu olan korkmaz, hakkında başlatılan soruşturma kapsamında gözaltına alınmak istendi. ancak korkmaz, operasyonda evinde bulunamadı ve şömine içinde yakılmış cep telefonu ele geçirildi. operasyondan kısa süre önce yurt dışına çıkış yasağı kaldırılan ve yurt dışına giden korkmaz’ın, istanbul başsavcılığı’nın aldığı karar ve başvurularla bu imkanı elde ettiği ortaya çıktı. 6 kasım’da, yargıtay’a 27 kasım’da üye seçilen istanbul başsavcısı irfan fidan henüz görevindeyken, korkmaz’ın malvarlıklarına el koyma kararı, istanbul başsavcılığı tarafından resen kaldırıldı. istanbul 7. sulh ceza hakimliği de başsavcılığın başvurusu üzerine, 17 kasım’da, korkmaz hakkındaki yurt dışına çıkış yasağını kaldırdı. korkmaz, bu şekilde yurt dışına kaçmıştır.
uçun kuşlar uçun isimli şarkı eşliğinde okuyunuz.
buradan
bir okusan bir anlasan
işte bu gün ortaya çıkan yeni bir isim hakkında z kuşağını bilgilendirme gereği oluştu: sezgin baran korkmaz.
bakınız kimdir:
sezgin baran korkmaz, sbk holding’in kurucu ceo’sudur. sbk holding, türkiye ve komşu bölgelerdeki sıkıntılı varlıklara odaklanan bir risk sermayesi şirketidir.
sıkıntılı varlıklar alanında yaptığı bir çalışma nedeniyle (abd maliyesini 511 milyon dolar dolandıran ve türkiye’ye kaçarken yakalanan jacob ve ısaiah kingston, avukatları aracılığıyla tutuklu yargılandıkları salt lake city’deki federal mahkemeye verdikleri dilekçede, daha düşük bir ceza almak için suçlarını itiraf ettiler.
hâkim jill b. parrish’e sundukları 22 sayfalık dilekçede abd maliyesini sahte evrak düzenleyerek nasıl dolandırdıklarını anlatan kingston kardeşler, türk bankalarına yatırdıkları milyonlarca doların ve bazı şirket satın almaları, gayrimenkul yatırımları ve sbk holdingin mega varlık fonuna yatırdıkları milyonlarca doların dökümünü de sundular.
türkiye’deki ilişkilerini davanın bir diğer tutuklu sanığı olan abd’li iş adamı lev dermen aracılığıyla kurduklarını belirten kingston kardeşler, 2011 yılında tanıştıkları dermen’in yasa dışı işlemleri planladığını ve her şeyi onun yöntemleri ile gerçekleştirdiklerini iddia etti.
sahte evrakla para aklama
sbk holding usa adıyla abd’de kurdukları şirket aracılığıyla kara para aklama işine başladıklarını ve her şeyi dermen’in direktifiyle gerçekleştirdiklerini itiraf eden kingston kardeşler, mahkemeye sundukları dilekçede kendilerine ya da ortak oldukları 200’e yakın, şirket, hesap, araç, gayrimenkul ve mal varlıklarının listesini ceza olarak teslim etmeye razı olduklarını kaydettiler.)
türkiye de mal varlıklarına tedbir konulan sezgin beyin işte küçük bir bölümü bilinen hikayesinin devamı:
akp’li cumhurbaşkanı erdoğan ile fotoğrafları ( cumhurbaşkanı recep tayyip erdoğan, yargı kararıyla kaldırttığı fotoğrafta jacob kingston, türkiye'de kurduğu mega varlık şirketinin başkanı çağlar şendil ve sezgin baran korkmaz, birlikte görülüyordu.)erişim engellemesine konu olan korkmaz, hakkında başlatılan soruşturma kapsamında gözaltına alınmak istendi. ancak korkmaz, operasyonda evinde bulunamadı ve şömine içinde yakılmış cep telefonu ele geçirildi. operasyondan kısa süre önce yurt dışına çıkış yasağı kaldırılan ve yurt dışına giden korkmaz’ın, istanbul başsavcılığı’nın aldığı karar ve başvurularla bu imkanı elde ettiği ortaya çıktı. 6 kasım’da, yargıtay’a 27 kasım’da üye seçilen istanbul başsavcısı irfan fidan henüz görevindeyken, korkmaz’ın malvarlıklarına el koyma kararı, istanbul başsavcılığı tarafından resen kaldırıldı. istanbul 7. sulh ceza hakimliği de başsavcılığın başvurusu üzerine, 17 kasım’da, korkmaz hakkındaki yurt dışına çıkış yasağını kaldırdı. korkmaz, bu şekilde yurt dışına kaçmıştır.
uçun kuşlar uçun isimli şarkı eşliğinde okuyunuz.
buradan
bir okusan bir anlasan
devamını gör...
frederic chopin
mezarı paris'te ama kalbi varşova'da bir kilisede bulunan ünlü besteci. varşova'ya hep dönmek istediği için vasiyeti, kalbinin memleketi polonya'ya gönderilmesiymiş.
varşova'daki chopin müzesi gördüğüm en ilginç müzelerden biri olabilir. kişisel eşyalarını, yolladığı ve aldığı mektuplarını, piyanosunu, ölüm döşeğinde yanı başında bulunan çiçeği bile sergilemişler. minik kulübelere girip parçalarını dinleyebiliyorsunuz, notalarını incelebiliyorsunuz. bütün müzeyi zaten onun eserlerini dinleyerek geziyorsunuz.
en sevdiğim parçası.
varşova'daki chopin müzesi gördüğüm en ilginç müzelerden biri olabilir. kişisel eşyalarını, yolladığı ve aldığı mektuplarını, piyanosunu, ölüm döşeğinde yanı başında bulunan çiçeği bile sergilemişler. minik kulübelere girip parçalarını dinleyebiliyorsunuz, notalarını incelebiliyorsunuz. bütün müzeyi zaten onun eserlerini dinleyerek geziyorsunuz.
en sevdiğim parçası.
devamını gör...
şaban oğlu şaban
1977 yapımı ertem eğilmez filmi.
filmde kemal sunal, halit akçatepe, şener şen, adile naşit gibi birçok ünlü isim var.
(bkz: içerisi şampiyonlar ligi gibi)
konusu kısaca, 2 sakar asker arkadaşın, sivil hayatta nazır paşa tarafından görevlendirilerek kayıp bir elması ve onun hırsızını araması şeklinde özetlenebilir.
filmde kemal sunal, halit akçatepe, şener şen, adile naşit gibi birçok ünlü isim var.
(bkz: içerisi şampiyonlar ligi gibi)
konusu kısaca, 2 sakar asker arkadaşın, sivil hayatta nazır paşa tarafından görevlendirilerek kayıp bir elması ve onun hırsızını araması şeklinde özetlenebilir.
devamını gör...
anadolu ajansı'nın japonya'da esnaf zor durumda haberi
halk onigiri bile yiyemiyormuş öyle diyorlar yakında ayaklanma başlar.
devamını gör...
arı sütü
işçi arıların salgı bezlerinden salgılanan, kovanda yavru arıların ve kraliçe arıların beslenmesinde kullanılan ve çok zahmetli elde edilen doğal bir arı sütüdür. içeriğinde su, karbonhidrat, lipid ve amino asit bulunan bir ürün. arı sütü, bünyesinde doğal yönden b grubu vitaminleri, çinko, magnezyum, demir gibi önemli mineral ve biyoaktif bileşenleri barındırır. sadece ana arı larvalarından elde edilebiliyor. hele ki, son zamanlarda koronavirüs salgını nedeniyle gözde bir besin haline geldi. saf hali ile tüketmek zor gelebilir. böyle zorluk yaşandığında saf balla karıştırılıp tüketilebilir. özellikle arı ve arı ürünlerine alerjisi olanların tüketmemesi gerekir. arı sütü, ilkbahar aylarında üretilen bir üründür. genel olarak nisan ve mayıs aylarında fazla miktar üretilir.
bağırsak florasında bin çeşit bakteri bulunmaktadır. bu bakteri çeşitlerinin vücutta farklı görevleri vardır. bunlardan sağlık için önemli olanlarının (yararlı bakteriler) yanında, hastalığa neden olanları da ( zararlı bakteriler) vardır. arı sütü, güçlü antioksidan kapasitesi ile bağırsak florasındaki bakterilerin yoğunluğunu etkiler. bu yüzden, arı sütünün serum bağışıklığı konusuna dair çalışmalar yürütülüyor.
bağırsak florasında bin çeşit bakteri bulunmaktadır. bu bakteri çeşitlerinin vücutta farklı görevleri vardır. bunlardan sağlık için önemli olanlarının (yararlı bakteriler) yanında, hastalığa neden olanları da ( zararlı bakteriler) vardır. arı sütü, güçlü antioksidan kapasitesi ile bağırsak florasındaki bakterilerin yoğunluğunu etkiler. bu yüzden, arı sütünün serum bağışıklığı konusuna dair çalışmalar yürütülüyor.
devamını gör...
bengaripsengüzeldünyaumutlu ile dünyadan uzak
içinde olmasam da böyle tatlı jestlere bayılıyorum ya. bi kaç tanıdık sima var, bazıları ne yazık ki artık aramızda değil. biraz buruk bi detay. kalanlar ışıl, ışıl ne güzel.
begasu’nun -ses kaydı at ısrarlarına- inatla karşı çıktım, biraz sesimden çekindiğimden, biraz delisi dışına biri olduğumdan, * biraz da ya gerçek hayattan tanıdığım biri şans eseri yayını dinlerse diye. şans eseri diyorum çünkü araştırmaya inanmayan, keşif sevmeyen akbabalarım var. yine de eserikli hallerimden birine denk gelirsem ilerde bende ses kaydı atabilirim.
uzunca yazıyorum çünkü biraz da karma ihtiyacım var. * malum beklediğim o uzak yollardaki kafa store indirimi günlerine dürbünle bakıyorum. *
evet, konuya döneyim; bir aydır beklenen yayın sonunda bugün gerçekleşicek. heeeyt be! sonundaaaaa. kelimenin tam anlamıyla dört gözle bekliyorum. umarım heyecanını yenmende az da olsa payım olmuştur yeni arkadaşım. başarıların bol, heyecanın az, dinleyenin çok olsun. *
begasu’nun -ses kaydı at ısrarlarına- inatla karşı çıktım, biraz sesimden çekindiğimden, biraz delisi dışına biri olduğumdan, * biraz da ya gerçek hayattan tanıdığım biri şans eseri yayını dinlerse diye. şans eseri diyorum çünkü araştırmaya inanmayan, keşif sevmeyen akbabalarım var. yine de eserikli hallerimden birine denk gelirsem ilerde bende ses kaydı atabilirim.
uzunca yazıyorum çünkü biraz da karma ihtiyacım var. * malum beklediğim o uzak yollardaki kafa store indirimi günlerine dürbünle bakıyorum. *
evet, konuya döneyim; bir aydır beklenen yayın sonunda bugün gerçekleşicek. heeeyt be! sonundaaaaa. kelimenin tam anlamıyla dört gözle bekliyorum. umarım heyecanını yenmende az da olsa payım olmuştur yeni arkadaşım. başarıların bol, heyecanın az, dinleyenin çok olsun. *
devamını gör...
eski sevgiliyle vedalaşmak
hiç okunmayacak bir mektupla dahi yapıldığında inanılmaz hafiflemiş hissettiren durum.
"bazen sana baktığımda,çok uzak bir yıldıza bakıyormuşum gibi hissediyorum.göz kamaştırıcı fakat on milyonlarca yıl öncesinden gelen bir ışık.hatta belki de yıldız artık yok.yine de bazen o ışık bana her şeyden gerçek görünüyor."
(bkz: haruki murakami)
(bkz: sınırın güneyinde güneşin batısında)
uzun uzun,bitmek bilmeyen zamanlar boyunca böyle olduğunu düşündüğüm bir adam tanıdım.yanımdaki her güzelliği,en neşeli anları bile gölgede bırakan,tesirinden çıkamadığım,gözlerim acı içinde kıvransa dahi bakmaya devam ettiğim biri.
geçmişten gelen ve belki artık var olmayan sönük bir ışığı,yani seni,gecenin yıldızı yapmak,o muazzam ay ışığına tercih etmek koca bir yanılgıymış,anladım.
böyle duyguların bir ömrü var mı? diye merak ederdim.o an farketmesem bile,tam da olması gereken şeylerin birer birer olduğu;içine düştüğüm bu yanılsamadan en utandığım,kendimden delice nefret ettiğim zamanların birinde gelebiliyormuş sonu.
içinde durman gereken çekmecelerin kilitleriyle oynarken,karşımda bu kadar büyüyeceğini tahmin etmemiştim.hayatın sıkıcı anlarından,kaçmaya çalıştığım,düşünmek istemediğim ne varsa onlardan ve hatta her ruhsuz insan suratından sana geldim kafamın içinde.biliyor musun?aslında seni kullandım..zararım sana olmadığından özür dilemeyeceğim.
senden sonra bulduğum o ay ışığı gölgende kalmayı haketmiyor,bunu anlamanın bile varmış bir vakti.
kafamda tekrar tekrar yaşadığım anılardan ve şarkılarımızdan oluşan bu nostalji çöplüğünü tebessümle sonlandırıyorum.
kendine iyi bak "çocukluğumun sonu",hep orada kal çünkü artık seni gerçekten görmek istemiyorum.işin güzel tarafı bunca sancının sonunda,kilitlere ihtiyacım kalmadı,özgürsün.
"bazen sana baktığımda,çok uzak bir yıldıza bakıyormuşum gibi hissediyorum.göz kamaştırıcı fakat on milyonlarca yıl öncesinden gelen bir ışık.hatta belki de yıldız artık yok.yine de bazen o ışık bana her şeyden gerçek görünüyor."
(bkz: haruki murakami)
(bkz: sınırın güneyinde güneşin batısında)
uzun uzun,bitmek bilmeyen zamanlar boyunca böyle olduğunu düşündüğüm bir adam tanıdım.yanımdaki her güzelliği,en neşeli anları bile gölgede bırakan,tesirinden çıkamadığım,gözlerim acı içinde kıvransa dahi bakmaya devam ettiğim biri.
geçmişten gelen ve belki artık var olmayan sönük bir ışığı,yani seni,gecenin yıldızı yapmak,o muazzam ay ışığına tercih etmek koca bir yanılgıymış,anladım.
böyle duyguların bir ömrü var mı? diye merak ederdim.o an farketmesem bile,tam da olması gereken şeylerin birer birer olduğu;içine düştüğüm bu yanılsamadan en utandığım,kendimden delice nefret ettiğim zamanların birinde gelebiliyormuş sonu.
içinde durman gereken çekmecelerin kilitleriyle oynarken,karşımda bu kadar büyüyeceğini tahmin etmemiştim.hayatın sıkıcı anlarından,kaçmaya çalıştığım,düşünmek istemediğim ne varsa onlardan ve hatta her ruhsuz insan suratından sana geldim kafamın içinde.biliyor musun?aslında seni kullandım..zararım sana olmadığından özür dilemeyeceğim.
senden sonra bulduğum o ay ışığı gölgende kalmayı haketmiyor,bunu anlamanın bile varmış bir vakti.
kafamda tekrar tekrar yaşadığım anılardan ve şarkılarımızdan oluşan bu nostalji çöplüğünü tebessümle sonlandırıyorum.
kendine iyi bak "çocukluğumun sonu",hep orada kal çünkü artık seni gerçekten görmek istemiyorum.işin güzel tarafı bunca sancının sonunda,kilitlere ihtiyacım kalmadı,özgürsün.
devamını gör...
sezenler olmuş
güzeller güzeli bir yeni türkü şarkısı. deniz tekin'in söylediği versiyonu her zaman kalbime dokunmuştur.
sözlerini de bırakayım.
seni yerlerde göklerde bulamazlarken
bende gizli olduğunu sezenler olmuş
dumlu dumluymuşsun yüreğimde
kımıl kımılmışsın bileklerimde
dumlu dumluymuşsun yüreğimde
kımıl kımılmışsın bileklerimde
türkü olmuşsun, umudummuşsun
ellerimde gözbebeğimde
türkü olmuşsun, umudummuşsun
ellerimde gözbebeğimde
aramızda dağlar yollar yıllar var iken
beni sana sımsıkı sarılı görenler olmuş
sargın yaprakmışım dallarına
yangın toprakmışım yağmurlarına
sargın yaprakmışım dallarına
yangın toprakmışım yağmurlarına
türkü olmuşsun, umudummuşsun
sevdama yarınlarıma
türkü olmuşsun, umudummuşsun
sevdama yarınlarıma
sözlerini de bırakayım.
seni yerlerde göklerde bulamazlarken
bende gizli olduğunu sezenler olmuş
dumlu dumluymuşsun yüreğimde
kımıl kımılmışsın bileklerimde
dumlu dumluymuşsun yüreğimde
kımıl kımılmışsın bileklerimde
türkü olmuşsun, umudummuşsun
ellerimde gözbebeğimde
türkü olmuşsun, umudummuşsun
ellerimde gözbebeğimde
aramızda dağlar yollar yıllar var iken
beni sana sımsıkı sarılı görenler olmuş
sargın yaprakmışım dallarına
yangın toprakmışım yağmurlarına
sargın yaprakmışım dallarına
yangın toprakmışım yağmurlarına
türkü olmuşsun, umudummuşsun
sevdama yarınlarıma
türkü olmuşsun, umudummuşsun
sevdama yarınlarıma
devamını gör...
çocukların işine gelmeyeni anlamaması
çocukken bunu o kadar çok yapıyordum ki alışkanlık oldu hala yapıyorum. müthiş bi huy yalnız.
devamını gör...
edebiyat ve hukuk
hüseyin cahit yalçın'ın 1901 yılında servet-i fünun dergisinde yazmış olduğu makale. yayın sonrası ise makalede hiç yer almayan düşünceler padişah ıı. abdülhamit'in kulağına gitti, o da dergiyi kapattırıp sorumluları sürdü. söylenenlerinin asılsızlığı sonradan anlaşılsa da bu hiçbir işe yaramamıştır.
makalenin günümüz türkçesine çevrilmiş hali:
edebiyat ve hukuk aynı zamanda aynı gelişim aşamalarından geçer. söz gelimi edebiyatta gerçekçilik (realizm) akımının hüküm sürdüğü bir dönemde hukuk kuramlarında da aynı eğilim görülür. bu uygunluk ve ilişkiyi destekleyen bir örnek olarak fransa’da 1850-1885 seneleri arasında geçen süre gösterilebilir. bu otuz beş yıllık zaman boyunca fransız edebiyatında realizm, naturalizm isimleriyle anılan akımlar, güzeli hakikate, sanatı bilime tâbi kılmaya çalışıyorlardı. romanlardan kişilik kalkarak bunlar bir belgeler toplamı hâline geliyor, tiyatrolardaki kurgusal ve kuramsal birtakım kurallar bırakılarak bir eser sahneye konulacağı zaman mümkün olduğu kadar hakikate yaklaşılıyor; tarih, çok titiz araştırmalar içinde uzmanlaşmaya dalıyor; eleştiri mümkün olduğu derecede analitik, bilimsel olmaya çalışarak imkânı ölçüsünde tarafsızlığını koruyor; şiir bile bilimden, günlük hayattan ilham alıyordu.
işte bu zaman zarfında hukuk maddelerinde hâkim olan görüşlere bakılacak olursa orada da hayalî amaca hiç önem verilmeyip bunun küçümsendiği ve hor görüldüğü anlaşılır. gerçekten de bu esnada başka hukuk görüşleri de vardı. zaten her vakit, her yerde düşünceler çeşitlidir. bir kısım halk geçmişe bağlı kaldıkları hâlde bir kısmı geleceğe doğru koşarlar. fakat her zaman bu diğeriyle çarpışan kişisel düşünceler sonucunda bir akım oluşur ki ters akımlara, anaforlara rağmen düşünürlerin çoğunu ve düşünmek zahmetine katlanmadan başkalarının düşünmelerinin sonuçlarını hazırca kabul edenleri belli bir yöne doğru sürükler. işte fransa’da 1850-1885 seneleri arasında hukuk kuramlarının akımı da herkesi hayalî amacı küçümsemeye yöneltiyordu. uluslararası “kuvvet hakkı” esasına riayet ediliyordu. hayat mücadelesi kuramını bu şekilde yanlış yorumlayanlara karşı voltaire’in önceden cevap vermiş olduğu söylenerek “felsefe sözlüğü”nde “savaş” maddesinde yazdığı şu satırlar tekrar edildi: “bütün hayvanlar sürekli bir savaş hâli içindedirler. her cins hayvan diğer cinsi mahvetmek için doğmuştur. hatta koyunlar, güvercinler bile birçok küçük hayvanı öldürürler, aynı bir türün erkekleri dişileri için erkek insanlar gibi aralarında kavga ederler. hava, toprak, su birer savaş meydanıdır. allah insanları akıl ile ayrıcalıklı hâle getirdiği bu akıl onları hayvanları taklitten çekinmeye yöneltmelidir. özellikle tabiat insanlara hemcinslerini telef edecek bir silah vermediği gibi kan içmekten zevk alacak bir içgüdü de vermemiştir.”
insanlığın hareket tarzını kurtların, yabani, vahşi hayvanların hareket tarzına benzetmeye çalışanlara karşı itiraz eden bu hayalî amaç meftunları ne alaylara maruz kalmadılar! onlara hayalperest diyerek eğlendiler.
hatta avrupa’da değil yalnız hükûmetler arasında, bir hükûmetin fertleri arasında da hak ve adalet endişesi, tarihî olaya karşı riayet ve sükût etmek gerekliliğine feda edildi. bir toplum bir organizmaya benzetiliyordu. bu organizma büyük bir ağaç gibi kendi kendiliğinden yetişir deniliyordu. dolayısıyla yenilik yapılması fikriyle bu yetişmeye müdahale etmek, doğal gelişmeyi bozar diye faydasız hatta zararlı sayıldığından, insani ilişkilerde sahte bir hakkaniyet aramaktan, genel konularda birtakım yüce ve soyut kurallara uygun hareket etmeye çalışmaktan ise millet menfaatini günü gününe yoluna koymak yeterli sanılırdı.
hippolyte taine bir kavmin kazanabileceği toplumsal şeklin kendisinin seçim ve arzusunun üstünde olduğunu, o kavmin tabiatı ile geçmişi neyi gerektirirse eninde sonunda o şekle gireceğini iddia ederdi. kısmen ingiltere’den, almanya’dan ödünç alınan bu tarz realist anlayış neticesi olarak, insanlar hakikaten eşit değil iken bunlar arasında eşitlik esasını koymak isteyen jean-jacques rousseau ile az mı alay edildi?
doğal hukuk tarihin açıklanmasında ve analiz edilmesinde böyle küçümsendiği gibi bir toplumu şu durumda düzeltmek için sarf edilmek istenilen mesai de kınanıyordu. renan, muhtelif ırklar, aynı ırka mensup muhtelif sınıflar, insanlar arasında eşitsizliği getirmenin akıllıca bir hareket olduğunu söyleyerek şu sözleri tereddütsüz yazıyordu: “bütün bir sınıf halk diğerlerinin şan ve şerefi, kuvvet ve iktidarı ile yaşamalıdır.”
sefalet her vakit var olduğu için hastalık ve ölüm gibi ebedî bir hâl diye düşünülürdü. dolayısıyla avrupa toplumunun o vakitki hâlleri karşısında istenen bir hayalî amaç düşünmek bir çılgınlık idi. en ciddi kitaplarda yer bulan bu kuram fiiliyatta da etkisini gösteriyordu.
işte böyle edebiyat ile hukuk yalnız aynı etki altında aynı rengi kazanmakla kalmaz, birbirileri üzerinde de etkileşimde bulunur. bazen hukuk, edebiyata konu hazırlar, edebiyat da buna karşılık bazı kanun maddelerini düzeltmeye çalışır.
son zamanlarda idam cezası hakkında yazılan şeyler kadar bu etkiyi gösterecek güzel bir örnek yoktur. joseph de maistre idam cezasını bir toplum için elzem sayar. bundan sonra idam cezasının gerekli olup olmadığı edebiyatçılar arasında bitip tükenmek bilmez şiddetli bir kalem kavgasına meydan açar. suçlunun vücudunun ortadan kaldırılmasının faydalı ve meşru olup olmadığı sorulması gerekli görülerek merhamet ve adalet daha geniş bir şekilde anlaşılacak olursa idam cezasından vazgeçileceği ve darağacından dökülen kan damlalarının birer kötü niyet ve haksızlık tohumu olacağı iddia edilir. bunun üzerine romanlarda, tiyatrolarda vahşi zamanlardan kalma bir âdet olan bu idam cezası aleyhinde türlü hücumlar görülür. victor hugo “bir mahkûmun son günü” adındaki eserinde ismi, hâli, hatta cinayeti bile meçhul bir mahkûm için okuyucuların kalbinde şefkat ve merhamet oluşturmak gibi bir başarıya erişmiştir. bu mahkûm, yaşayan insanlar arasından çıkarılmış olması, yalnız giyotin ile idam edilmeye değil, kesilinceye kadar süren o yavaş can çekişmeye mahkûm edilmiş bulunması itibarıyla merhametimize layıktır. victor hugo ölünceye kadar bütün şiirlerinde, mektuplarında, her vakit bu fikri savunmakta devam etmiştir. victor hugo idam cezası aleyhindeki itirazlarında yalnız da kalmamıştır. birçok yazar kendisinin tarafını tutarlardı. aleyhinde bulunanlar da eksik değildi. işte böylelikle yalnız idam cezası etrafında birçok edebî eser çiçeklendi.
ceza kanunu gibi askerî kanun da yazarların yaratıcılıklarını harekete geçirmiştir. fransa’da gayet önemsiz bir şey için bir neferi kurşuna dizerler. önceki yüzyıl sonunda mercier’den başlayarak alfred de vigny’ye varıncaya kadar birçok yazar fransa askerî kanunlarının bazı maddeleri hakkında dikkati çektikleri gibi zamanımızda lüsyen de kav, abel hermant, jean grave, jean ajalbert gibi edebiyatçılar da askerî disiplin adı altında avrupa ordularında reva görülen zulümden şikâyet etmişlerdir.
medeni kanun de edebiyatın oldukça mühim alış verişi vardır. işte on dokuzuncu yüzyılda boşanma meselesi. fransa’da boşanma meselesi kanun koyucu tarafından arka arkaya birbirine zıt yollarla halledildiğinden edebiyat da bu kanun değişikliklerini üzüntüyle karşılamıştır.
evlilik bağı parçalanamaz olursa eşler arasında uyuşmazlık görüldüğü zaman ortaya çıkan hâl de içinden çıkılmaz, üzücü, feci bir şey olur. keza aynı olay birçok durumda birtakım komik olaylara da meydan açabilir. fransız komedyalarında şanssız kocalar, açık hanımlar hakkında türlü türlü şakalar vardır. dramlarda, romanlarda ise kadının sadakatten ayrılması, aile hayatına âşık şeklinde bir üçüncü kişinin dâhil olması üzerine meydana gelen feci olaylar ayrıntılarıyla anlatılmıştır. “princesse de cléves” romanında koca, kederinden vefat ederek eşiyle âşığını hayatında birbirlerinden ayırdığı gibi ölümünden sonra, ölümüyle de onları ayırır. “nouvelle héloïse”de kadın âşığının kolları arasına düşmek üzere iken vefat ederek kurtulur. george sand’ın “jacques” romanında koca, dünyada pek fazla olduğunu hissederek sessizce bir intihar ile ortadan kalkar. bunlara birtakım düellolar, cinayetler, âşığını hançerleyerek namusunu kurtaran âşıklar, eşi ile âşığını öldüren kocalar, kocasını zehirleyerek kurtulan kadınlar da ilave olunacak olursa boşanmanın olmamasından dolayı ne kadar göz yaşı, ne kadar kan döküldüğü anlaşılır.
dikkate değerdir ki ahlak ve âdetler daima kanunlardan ileride yürür ve çoğunlukla edebiyat da ahlak ve âdetlerden ileride gider. evlilik, fransa’da koparılamaz bir bağ olduğu sıralarda tiyatro yazarlarından, romancılardan birçoğu, birbirleriyle uyuşmadıkları hâlde boşanmanın yokluğundan dolayı birbirine ilelebet bağlı kalan biçarelere acırlar, onları isyana sevk ederlerdi. zina bu edebiyatçıların kalemleri altında şairane bir şey, kınanmayacak bir hâl oldu. çünkü bazı hâllerde âdeta mazur oluyordu. göze alınan tehlikelerden dolayı buna bir azamet geliyor, eninde sonunda bir felakete neden olduğu için kalpleri merhamete getiriyordu. hâsılı, o vakitler evlilik buhranının doğurduğu eserlerin birçoğu boşanma lehinde ya doğrudan doğruya ya dolaylı birer savunmadan ibarettir.
fakat bir gün geldi ki 1789 yönetimiyle fransa’da boşanma geldi, birinci napolyon tarafından bizzat uygulandı, restorasyon dönemi’yle kaldırıldı ve nihayet yine uygulanmaya başladı. medeni kanunda meydana gelen bu değişiklik edebiyatçıların edindikleri dil ve yolda da birtakım değişikliklere meydan açtı. eşlerden her birinin, evlilik dayanılmaz bir hâle geldiği zaman nikâh akdini feshetme hakkı olmaları gereğinde en çok ısrar etmiş edebiyatçılardan biri olan alexandre dumas oğlu53 şu satırları yazıyordu: “meclis boşanmayı kabul edecek olursa tiyatromuz birdenbire ve tamamıyla değişiverecektir. moliére’in aldanmış kocaları, dramlarımızın şanssız hanımları sahneden kalkacaktır. çünkü bu eserler nikâhın bozulamaz olması esası üzerine kurulur. dolayısıyla boşanma kanunu ile edebiyatta yeni bir akım ortaya çıkacak ve bu da kanunun en iyi sonuçlarından birini oluşturacaktır. artık bize zinayı dikkat çekici ve önemli bir hâl olmak üzere gösteriyor diye kınanamayacak. çünkü boşanma var iken zinaya başvurmak ahlaksızlıktır. o hâlde bu konu dramlara değil, komedyalara ait olacaktır.”
alexandre dumas oğlu’nun bu sözleri gerçekleştiği zaman birtakım yazarlar da fransa’nın yeni boşanma kanunundaki bazı garipliklerden, mantıksızlıklardan rahatsız oldular. söz gelimi fransa’da kanuna göre, zina edenler birbiriyle evlenemezler, karı ile koca iki tarafın rızası ile nikâhı bozamazlar. işte bu kısım yazarlarda boşanma kanununun bu gibi eksiklerini, garipliklerini konu edinerek fikirleri daha makul, daha serbest bir sonuca ulaştıracak yolda eserler yazmıştır. buna örnek olarak paul hervieux’nun “kıskaç”, madame marya chéliga’nın “görenek” tiyatrolarını zikredelim.
işte medeni kanuna ait tek bir nokta etrafında birçok edebî eser yazılmış olduğu görülüyor. diğer maddelerden dolayı yazılan eserler sayılacak olursa toplam pek yüksek bir miktara çıkar. alexandre dumas oğlu gibi bazı yazarlar yalnız ahlak ve çağdaş âdetleri değil kanunları bile değiştirmeyi ve düzeltmeyi kendilerine bir görev bilmişlerdi. kadınların, gayrimeşru çocukların hâli, mirasa, mülk edinme hakkına ait esaslar romanlarda, tiyatrolarda defalarca tartışmaya açılmıştır. sanat için sanat taraftarı olanlar güzelliğin faydaya, pratik bir sonuç getirmesi düşüncesine bağlı bulundurulmasını eleştirirler, bununla birlikte, yine birtakım yazarlar topluma ait olan meselelerde düşüncelerine, mizaçlarına göre fikir beyan etmekten kaçınmayarak bu şekilde edebiyat tarihi ile hukuk tarihi arasında sıkı bir ilişki kuruyorlar.
makalenin günümüz türkçesine çevrilmiş hali:
edebiyat ve hukuk aynı zamanda aynı gelişim aşamalarından geçer. söz gelimi edebiyatta gerçekçilik (realizm) akımının hüküm sürdüğü bir dönemde hukuk kuramlarında da aynı eğilim görülür. bu uygunluk ve ilişkiyi destekleyen bir örnek olarak fransa’da 1850-1885 seneleri arasında geçen süre gösterilebilir. bu otuz beş yıllık zaman boyunca fransız edebiyatında realizm, naturalizm isimleriyle anılan akımlar, güzeli hakikate, sanatı bilime tâbi kılmaya çalışıyorlardı. romanlardan kişilik kalkarak bunlar bir belgeler toplamı hâline geliyor, tiyatrolardaki kurgusal ve kuramsal birtakım kurallar bırakılarak bir eser sahneye konulacağı zaman mümkün olduğu kadar hakikate yaklaşılıyor; tarih, çok titiz araştırmalar içinde uzmanlaşmaya dalıyor; eleştiri mümkün olduğu derecede analitik, bilimsel olmaya çalışarak imkânı ölçüsünde tarafsızlığını koruyor; şiir bile bilimden, günlük hayattan ilham alıyordu.
işte bu zaman zarfında hukuk maddelerinde hâkim olan görüşlere bakılacak olursa orada da hayalî amaca hiç önem verilmeyip bunun küçümsendiği ve hor görüldüğü anlaşılır. gerçekten de bu esnada başka hukuk görüşleri de vardı. zaten her vakit, her yerde düşünceler çeşitlidir. bir kısım halk geçmişe bağlı kaldıkları hâlde bir kısmı geleceğe doğru koşarlar. fakat her zaman bu diğeriyle çarpışan kişisel düşünceler sonucunda bir akım oluşur ki ters akımlara, anaforlara rağmen düşünürlerin çoğunu ve düşünmek zahmetine katlanmadan başkalarının düşünmelerinin sonuçlarını hazırca kabul edenleri belli bir yöne doğru sürükler. işte fransa’da 1850-1885 seneleri arasında hukuk kuramlarının akımı da herkesi hayalî amacı küçümsemeye yöneltiyordu. uluslararası “kuvvet hakkı” esasına riayet ediliyordu. hayat mücadelesi kuramını bu şekilde yanlış yorumlayanlara karşı voltaire’in önceden cevap vermiş olduğu söylenerek “felsefe sözlüğü”nde “savaş” maddesinde yazdığı şu satırlar tekrar edildi: “bütün hayvanlar sürekli bir savaş hâli içindedirler. her cins hayvan diğer cinsi mahvetmek için doğmuştur. hatta koyunlar, güvercinler bile birçok küçük hayvanı öldürürler, aynı bir türün erkekleri dişileri için erkek insanlar gibi aralarında kavga ederler. hava, toprak, su birer savaş meydanıdır. allah insanları akıl ile ayrıcalıklı hâle getirdiği bu akıl onları hayvanları taklitten çekinmeye yöneltmelidir. özellikle tabiat insanlara hemcinslerini telef edecek bir silah vermediği gibi kan içmekten zevk alacak bir içgüdü de vermemiştir.”
insanlığın hareket tarzını kurtların, yabani, vahşi hayvanların hareket tarzına benzetmeye çalışanlara karşı itiraz eden bu hayalî amaç meftunları ne alaylara maruz kalmadılar! onlara hayalperest diyerek eğlendiler.
hatta avrupa’da değil yalnız hükûmetler arasında, bir hükûmetin fertleri arasında da hak ve adalet endişesi, tarihî olaya karşı riayet ve sükût etmek gerekliliğine feda edildi. bir toplum bir organizmaya benzetiliyordu. bu organizma büyük bir ağaç gibi kendi kendiliğinden yetişir deniliyordu. dolayısıyla yenilik yapılması fikriyle bu yetişmeye müdahale etmek, doğal gelişmeyi bozar diye faydasız hatta zararlı sayıldığından, insani ilişkilerde sahte bir hakkaniyet aramaktan, genel konularda birtakım yüce ve soyut kurallara uygun hareket etmeye çalışmaktan ise millet menfaatini günü gününe yoluna koymak yeterli sanılırdı.
hippolyte taine bir kavmin kazanabileceği toplumsal şeklin kendisinin seçim ve arzusunun üstünde olduğunu, o kavmin tabiatı ile geçmişi neyi gerektirirse eninde sonunda o şekle gireceğini iddia ederdi. kısmen ingiltere’den, almanya’dan ödünç alınan bu tarz realist anlayış neticesi olarak, insanlar hakikaten eşit değil iken bunlar arasında eşitlik esasını koymak isteyen jean-jacques rousseau ile az mı alay edildi?
doğal hukuk tarihin açıklanmasında ve analiz edilmesinde böyle küçümsendiği gibi bir toplumu şu durumda düzeltmek için sarf edilmek istenilen mesai de kınanıyordu. renan, muhtelif ırklar, aynı ırka mensup muhtelif sınıflar, insanlar arasında eşitsizliği getirmenin akıllıca bir hareket olduğunu söyleyerek şu sözleri tereddütsüz yazıyordu: “bütün bir sınıf halk diğerlerinin şan ve şerefi, kuvvet ve iktidarı ile yaşamalıdır.”
sefalet her vakit var olduğu için hastalık ve ölüm gibi ebedî bir hâl diye düşünülürdü. dolayısıyla avrupa toplumunun o vakitki hâlleri karşısında istenen bir hayalî amaç düşünmek bir çılgınlık idi. en ciddi kitaplarda yer bulan bu kuram fiiliyatta da etkisini gösteriyordu.
işte böyle edebiyat ile hukuk yalnız aynı etki altında aynı rengi kazanmakla kalmaz, birbirileri üzerinde de etkileşimde bulunur. bazen hukuk, edebiyata konu hazırlar, edebiyat da buna karşılık bazı kanun maddelerini düzeltmeye çalışır.
son zamanlarda idam cezası hakkında yazılan şeyler kadar bu etkiyi gösterecek güzel bir örnek yoktur. joseph de maistre idam cezasını bir toplum için elzem sayar. bundan sonra idam cezasının gerekli olup olmadığı edebiyatçılar arasında bitip tükenmek bilmez şiddetli bir kalem kavgasına meydan açar. suçlunun vücudunun ortadan kaldırılmasının faydalı ve meşru olup olmadığı sorulması gerekli görülerek merhamet ve adalet daha geniş bir şekilde anlaşılacak olursa idam cezasından vazgeçileceği ve darağacından dökülen kan damlalarının birer kötü niyet ve haksızlık tohumu olacağı iddia edilir. bunun üzerine romanlarda, tiyatrolarda vahşi zamanlardan kalma bir âdet olan bu idam cezası aleyhinde türlü hücumlar görülür. victor hugo “bir mahkûmun son günü” adındaki eserinde ismi, hâli, hatta cinayeti bile meçhul bir mahkûm için okuyucuların kalbinde şefkat ve merhamet oluşturmak gibi bir başarıya erişmiştir. bu mahkûm, yaşayan insanlar arasından çıkarılmış olması, yalnız giyotin ile idam edilmeye değil, kesilinceye kadar süren o yavaş can çekişmeye mahkûm edilmiş bulunması itibarıyla merhametimize layıktır. victor hugo ölünceye kadar bütün şiirlerinde, mektuplarında, her vakit bu fikri savunmakta devam etmiştir. victor hugo idam cezası aleyhindeki itirazlarında yalnız da kalmamıştır. birçok yazar kendisinin tarafını tutarlardı. aleyhinde bulunanlar da eksik değildi. işte böylelikle yalnız idam cezası etrafında birçok edebî eser çiçeklendi.
ceza kanunu gibi askerî kanun da yazarların yaratıcılıklarını harekete geçirmiştir. fransa’da gayet önemsiz bir şey için bir neferi kurşuna dizerler. önceki yüzyıl sonunda mercier’den başlayarak alfred de vigny’ye varıncaya kadar birçok yazar fransa askerî kanunlarının bazı maddeleri hakkında dikkati çektikleri gibi zamanımızda lüsyen de kav, abel hermant, jean grave, jean ajalbert gibi edebiyatçılar da askerî disiplin adı altında avrupa ordularında reva görülen zulümden şikâyet etmişlerdir.
medeni kanun de edebiyatın oldukça mühim alış verişi vardır. işte on dokuzuncu yüzyılda boşanma meselesi. fransa’da boşanma meselesi kanun koyucu tarafından arka arkaya birbirine zıt yollarla halledildiğinden edebiyat da bu kanun değişikliklerini üzüntüyle karşılamıştır.
evlilik bağı parçalanamaz olursa eşler arasında uyuşmazlık görüldüğü zaman ortaya çıkan hâl de içinden çıkılmaz, üzücü, feci bir şey olur. keza aynı olay birçok durumda birtakım komik olaylara da meydan açabilir. fransız komedyalarında şanssız kocalar, açık hanımlar hakkında türlü türlü şakalar vardır. dramlarda, romanlarda ise kadının sadakatten ayrılması, aile hayatına âşık şeklinde bir üçüncü kişinin dâhil olması üzerine meydana gelen feci olaylar ayrıntılarıyla anlatılmıştır. “princesse de cléves” romanında koca, kederinden vefat ederek eşiyle âşığını hayatında birbirlerinden ayırdığı gibi ölümünden sonra, ölümüyle de onları ayırır. “nouvelle héloïse”de kadın âşığının kolları arasına düşmek üzere iken vefat ederek kurtulur. george sand’ın “jacques” romanında koca, dünyada pek fazla olduğunu hissederek sessizce bir intihar ile ortadan kalkar. bunlara birtakım düellolar, cinayetler, âşığını hançerleyerek namusunu kurtaran âşıklar, eşi ile âşığını öldüren kocalar, kocasını zehirleyerek kurtulan kadınlar da ilave olunacak olursa boşanmanın olmamasından dolayı ne kadar göz yaşı, ne kadar kan döküldüğü anlaşılır.
dikkate değerdir ki ahlak ve âdetler daima kanunlardan ileride yürür ve çoğunlukla edebiyat da ahlak ve âdetlerden ileride gider. evlilik, fransa’da koparılamaz bir bağ olduğu sıralarda tiyatro yazarlarından, romancılardan birçoğu, birbirleriyle uyuşmadıkları hâlde boşanmanın yokluğundan dolayı birbirine ilelebet bağlı kalan biçarelere acırlar, onları isyana sevk ederlerdi. zina bu edebiyatçıların kalemleri altında şairane bir şey, kınanmayacak bir hâl oldu. çünkü bazı hâllerde âdeta mazur oluyordu. göze alınan tehlikelerden dolayı buna bir azamet geliyor, eninde sonunda bir felakete neden olduğu için kalpleri merhamete getiriyordu. hâsılı, o vakitler evlilik buhranının doğurduğu eserlerin birçoğu boşanma lehinde ya doğrudan doğruya ya dolaylı birer savunmadan ibarettir.
fakat bir gün geldi ki 1789 yönetimiyle fransa’da boşanma geldi, birinci napolyon tarafından bizzat uygulandı, restorasyon dönemi’yle kaldırıldı ve nihayet yine uygulanmaya başladı. medeni kanunda meydana gelen bu değişiklik edebiyatçıların edindikleri dil ve yolda da birtakım değişikliklere meydan açtı. eşlerden her birinin, evlilik dayanılmaz bir hâle geldiği zaman nikâh akdini feshetme hakkı olmaları gereğinde en çok ısrar etmiş edebiyatçılardan biri olan alexandre dumas oğlu53 şu satırları yazıyordu: “meclis boşanmayı kabul edecek olursa tiyatromuz birdenbire ve tamamıyla değişiverecektir. moliére’in aldanmış kocaları, dramlarımızın şanssız hanımları sahneden kalkacaktır. çünkü bu eserler nikâhın bozulamaz olması esası üzerine kurulur. dolayısıyla boşanma kanunu ile edebiyatta yeni bir akım ortaya çıkacak ve bu da kanunun en iyi sonuçlarından birini oluşturacaktır. artık bize zinayı dikkat çekici ve önemli bir hâl olmak üzere gösteriyor diye kınanamayacak. çünkü boşanma var iken zinaya başvurmak ahlaksızlıktır. o hâlde bu konu dramlara değil, komedyalara ait olacaktır.”
alexandre dumas oğlu’nun bu sözleri gerçekleştiği zaman birtakım yazarlar da fransa’nın yeni boşanma kanunundaki bazı garipliklerden, mantıksızlıklardan rahatsız oldular. söz gelimi fransa’da kanuna göre, zina edenler birbiriyle evlenemezler, karı ile koca iki tarafın rızası ile nikâhı bozamazlar. işte bu kısım yazarlarda boşanma kanununun bu gibi eksiklerini, garipliklerini konu edinerek fikirleri daha makul, daha serbest bir sonuca ulaştıracak yolda eserler yazmıştır. buna örnek olarak paul hervieux’nun “kıskaç”, madame marya chéliga’nın “görenek” tiyatrolarını zikredelim.
işte medeni kanuna ait tek bir nokta etrafında birçok edebî eser yazılmış olduğu görülüyor. diğer maddelerden dolayı yazılan eserler sayılacak olursa toplam pek yüksek bir miktara çıkar. alexandre dumas oğlu gibi bazı yazarlar yalnız ahlak ve çağdaş âdetleri değil kanunları bile değiştirmeyi ve düzeltmeyi kendilerine bir görev bilmişlerdi. kadınların, gayrimeşru çocukların hâli, mirasa, mülk edinme hakkına ait esaslar romanlarda, tiyatrolarda defalarca tartışmaya açılmıştır. sanat için sanat taraftarı olanlar güzelliğin faydaya, pratik bir sonuç getirmesi düşüncesine bağlı bulundurulmasını eleştirirler, bununla birlikte, yine birtakım yazarlar topluma ait olan meselelerde düşüncelerine, mizaçlarına göre fikir beyan etmekten kaçınmayarak bu şekilde edebiyat tarihi ile hukuk tarihi arasında sıkı bir ilişki kuruyorlar.
devamını gör...
ligamentum coronarium
karaciğeri diyafragmaya bağlayan ligamenttir.
aynı zamanda area nuda'yı sınırlar.
aynı zamanda area nuda'yı sınırlar.
devamını gör...
6 mart 2021 denizli'de sokak ortasında bir kadının katledilmesi
ve yine bir kadin cinayeti daha, yine bosanmak istenilen es tarafindan ustelik. denizli'nin çal ilçesinde boşanma aşamasında olduğu eşini evinin önünde av tüfeğiyle vurduktan sonra otomobille kaçan şüpheli, jandarma ve polis ekipleri tarafından arama çalışması başlatıldı.

haberin devami

haberin devami
devamını gör...
iz bırakan kitap cümleleri
herkes hayattan bir şey almak ister. ancak ona bir şey vermek istemez. çoğu kimse hayata menfaatçi, zorba, asalak bir halde atılır. hayatın anlamını bu asalaklıkta arar.
| beyaz zambaklar ülkesinde
| beyaz zambaklar ülkesinde
devamını gör...
ekşi sözlük
sözlük kültürünü hayatımıza sokan, alternatif tanımlar oluşturma konusunda ilklere imza atan, eski durumu çok iyi, şuan ki durumu içler acısı, tarihi geçmiş sözlük.
eskiden ekşi sözlükten çok şey öğrenirdik. normal şartlarda birçok araştırma konusunda sayfalarca okumanız, araşturmanız gereken bir konu hakkında, çok basit şekilde pratize edilmiş tanımlar bulabilirdik.
hatta; birçok internet haber portalı, kültür sanat sitesi, youtube kanalının kurulması, sözlükten esinlenerek* oluşturulmuştur.
her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi, ekşi sözlüğün sonu da; amacından sapmasıyla geldi. şuan sözlüğün geldiği durum, para kazanma hırsından ötürüdür.
üye sayısı çoğaldıkça, içerik kalitesi düştü. içerik kalitesi düştükçe, daha ulaşılabilir oldu.*
torpilin* döndüğü, reklamın* her türlüsünü görebileceğiniz, siyasi partilerin halka ulaşmak için kullandığı bir platform haline geldi.
bu duruma gelmesini istemeyen biri olduğumu belirtmek isterim. *
eskiden ekşi sözlükten çok şey öğrenirdik. normal şartlarda birçok araştırma konusunda sayfalarca okumanız, araşturmanız gereken bir konu hakkında, çok basit şekilde pratize edilmiş tanımlar bulabilirdik.
hatta; birçok internet haber portalı, kültür sanat sitesi, youtube kanalının kurulması, sözlükten esinlenerek* oluşturulmuştur.
her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi, ekşi sözlüğün sonu da; amacından sapmasıyla geldi. şuan sözlüğün geldiği durum, para kazanma hırsından ötürüdür.
üye sayısı çoğaldıkça, içerik kalitesi düştü. içerik kalitesi düştükçe, daha ulaşılabilir oldu.*
torpilin* döndüğü, reklamın* her türlüsünü görebileceğiniz, siyasi partilerin halka ulaşmak için kullandığı bir platform haline geldi.
bu duruma gelmesini istemeyen biri olduğumu belirtmek isterim. *
devamını gör...
kaşar peynirinin yakıştığı yemekler
domates çorbası,
tost,
makarna,
omlet.
tost,
makarna,
omlet.
devamını gör...