slow movement, küreselleşme ve modernleşmenin sebep olduğu ve giderek artan hızlı yaşam ve tüketim kalıplarının karşısına hıza başkaldıran alternatif bir yaşam biçimini ortaya koyar. italyan yazar carlo petrini' nin ortaya attığı slow food hareketinin yaygınlaşması ve benimsenmesi ile slow movement ortaya çıkmıştır. stres düzeyi yüksek, rekabete dayalı "modern" bir hayatın tersini savunur. sosyal ilişkilerde anı yaşamanın öneminden ve kültürel bir dönüşümün gerekliliğinden bahseder.
biraz yavaşlamamız gerek
devamını gör...

@2 korumaktan kasıt içeriği bozulmayacak manasında söyleniyor. yoksa her basılı kitaba biz kefiliz kimse ona fiziki anlamda zarar veremez demiyor.
devamını gör...

"çocuklarımız, bu heykelleri görüp korkabilir.'' sözünün özetlediği çalışma.

ne çocuğu yahu! ben bile korktum, bu ne! *

partisi falan önemli değil. beceremediği işi yapmamalı insanlar.
devamını gör...

20. yüzyılın başlarında waterbury saat fabrikası'nda çalışan ve karanlıkta parlayan boyalarla saatleri boyayan ama o parlayan şeyin ne olduğunu anladıklarında iş işten geçtiği için canlarından olan işçi kızlar.

1. dünya savaşı'nda askerler cephede düşman tarafından görülmeden saati öğrenmek için bu fosforlu saatleri kullanıyordu. bu güzel saatler savaştan sonra moda olmuştu. bu nedenle fabrika, birçok genç kızı bu saatleri bu parlak madde ile boyamaları için işe almıştı.

kızlar işten artan boyaları, gece karanlığında ışıl ışıl görünmek için her taraflarına sürüyor, dişlerini bununla parlatıyor, dudaklarına bu boyayı sürüyordu. zaten boya yaptıkları fırçayı da sivriltmek için zaman zaman dudaklarından yardım aldıkları oluyordu.

ancak bir süre sonra kızların dişlerinde dökülmeler, çene kemiklerinde erimeler, kapanmayan yaralar görülmeye başlandı. ölüm vakaları da manzaraya dahil oldu.

maalesef kızların neredeyse içinde yüzdüğü bu parlak boya, radyumdu. bu son derece radyoaktif bir maddeydi.

curie ailesi bu elementi keşfettikten sonra, ne yazık ki büyük bir yanılgı ile kansere iyi geleceğini düşünmüşlerdi ve ortalığı bir radyum çılgınlığı sarmıştı. radyum içeren ürünler eczanelerde bile satılmaya başlanmıştı.

kızlar hastalık ve ölümlerle boğuşmaya başlayıp vakalar da tavan yapınca bu işin peşine düşüldü. görüldü ki vücutlarında yoğun miktarda radyum var, hatta nefes verdiklerinde ağızlarından radon gazı çıkıyor. üstelik ölen kızların kemikleri bile radyasyon yaymaya devam ediyordu.

***

tabi gerçek ortaya çıkınca eski çalışanlar fabrikaya karşı dava açtılar.

--- alıntı ---

kısa bir süre sonra davaya hastalanmış başka eski çalışanlar da katıldı. davacılar, kişi başına 250.000 dolar tazminat talep ediyorlardı. ancak fabrikanın arkasındaki politik ve maddi destek çok güçlü idi ve dava uzadıkça uzuyordu. dava sürerken quinta’nın iki kalça kemiği de kırıldı, albina tamamen yatalak hale geldi. edna artık neredeyse yürüyemez hale gelmişti ve fabrikada çalışmayı bırakalı yıllar olmasına rağmen geceleri hala saçları parıldıyordu. çene kemiği kopmuş olan katherine, avukatına “eğer 250.000 doları kazanırsam cenazeme bir sürü gül alabilirim değil mi?” diye soruyordu.

dava, çekişmeli bir şekilde üç yıl sürdü, bu sırada davalı genç kızlardan 13 tanesi radyum zehirlemesine bağlı çeşitli nedenlerle hayatını kaybetti. 1928 sonbaharında, dava nihayet sonuca bağlandı ve jüri us radium firmasının her bir davalıya 10.000 dolar tazminat ödemesine, ölene kadar da 600 dolar aylık bağlamasına ve tüm tıbbi bakım ücretlerini de üstlenmesine karar verdi. ilaveten, radyum boyası kullanımına ilişkin ciddi düzenlemeler getirildi.

(acikbilim. com'dan alıntıdır.)

--- alıntı ---

ne yazık ki birçok kimyacının da genç yaşta ölme nedeni, o zamanlar ne olduğu iyi bilinmeyen radyoaktivitedir.

çenesinde tümör çıkan radyum kızlarından biri:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

çaylaklıktan çıkarak yazarlığa terfi etmiş arkadaşımız. aslında ben ona aslana kafa atan antilop rumuzunu uygun görmüştüm ama kendisi bu rumuzda karar kıldı. tanımları bol olsun.
devamını gör...

bu başlıklar yüzünden bir yazarın birden fazla entrysini oyladigimda kendimi art niyetli zannediyorum.
devamını gör...

ey eski günler artık bana yaklaşmayınız,
ey hayaller, vurmayın kalbimin sert taşına.
bütün bir hayat bile değmez bir göz yaşına,
ruhumun dalgaları, köpürüp taşmayınız.
devamını gör...

dilimize küfür, islamiyetle tanışmamızdan sonra arapçanın da dilimize karışmasıyla yer edinmiştir. öz türkçede küfür bulunmamaktadır.
devamını gör...

üniversite yıllarında okurken aşırı haz aldığım kitaptır. gerekli değeri görmemiştir aslında bu da net olarak kaliteli olduğunu gösterir.
devamını gör...

gerçekten anlamak istediklerini düşünmüyorum. isteyen anlıyor çünkü. atla deve değil. kuantum mekaniği de değil. anlamıyorsanız gariplik sizdedir bence.

hatta bana kalırsa zaten anlıyorlar da yukarıdaki yazar arkadaşın da dediği gibi işlerine gelmiyor.

örnek üzerinden anlatayım derdimi. mesela kadınlar genellikle ilgiyi seven bir cins. kendi ağzıyla diyor ki "beni her gün ara". adam bunu bildiği halde "ben böyleyim kızım, işine gelirse!" modunda takılıyor. kadın başlıyor ilişkide istediği ilgiyi almadığı için hırçınlaşmaya. bir bakıyorsunuz adam "yemini suyunu veriyorum, yine de mutsuz" havalarında. sanki karşısında kedisi köpeği var... kardeşim, sen ilişkide olduğun gibi kabullenilmek istiyorsun. kadın senin istediğin gibi davransın istiyorsun. o arkadaşlarıyla görüşmesin istiyorsun, sana her gün yemek yapsın istiyorsun. istiyorsun da istiyorsun... kadın bir şey isteyince "ben yapmam" demeyeceksin o zaman. ilişki karşılıklı yürütülür. bir telefon etsen eline yapışmaz, karşındakini bu kadar kolay mutlu etme şansını niye tepersin hem?

***

bu işi telefon etmeye indirgemeyin. örnek olsun diye yazdım onu. genellikle yaşanan şey bu. kadın çoğunlukla ilişkide ne istediğini açıkça konuşuyor, söylüyor. bu her gün aranmak olur, dürüstlük olur, başka bir şey olur. çoğu istek de yapamayacağınız şeyler değil. hatta normal bir insanın zaten yapıyor olması gereken şeyler. siz işi inada bindirip özgürlüğünüze müdahale diye düşünürseniz ve hiçbir şey yapmaya yanaşmazsanız kadın da yavaş yavaş fokurdamaya başlar. kaynayıp üzerinize dökülünce de "kadınları anlamıyom yeaa!"... bu kafayla -kadınları geçtim- herhangi başka bir şeyi anladığınıza emin misiniz peki?

bir de kıskançlık meselesi var. bunun kuralı basit: kendinize yapılmasını istemediğiniz hiçbir şeyi kadına yapmayın. bu kadar sadece.

hiç kızıp gücenmeyin arkadaşlar! karşınızdaki insanın sizden makul beklentileri olduğunda bunu yapmıyorsanız ilişkiniz karışık bir yün yumağına döner. bu aile ilişkilerinde de böyledir, normal arkadaşlıkta da... bunu olay haline siz getiriyorsunuz.

ilişki dediğinizde dürüstlük, sevgi, saygı, ilgi, samimiyet, merhamet gibi duyguların hepsi vardır, olmalıdır. siz bunlara uygun davrandığınızda bunun kıymetini bilmeyen insan zaten normal değildir, uzak durun ondan. fakat siz insanlara saygı duymaz, sevgi vermez, dürüst olmaz ve insan gibi davranmazsanız, her fırsatta onları aldatırsanız doğal ve haklı olarak tepki görürsünüz. bunun adı kadınları anlamamak değil işine geldiği gibi davranmaktan vazgeçmemek ve buna rağmen sürekli anlayış beklemektir.

belirli bir olgunluğa erişmiş normal insanlar için konuştum ve henüz reşit olmuş ama aslında ergenlik dönemi henüz bitmemiş olan kadınları ayrı tuttum burada. o dönemde hormonlar aklın ve mantığın önüne geçtiğinden ne kadından ne erkekten fazla beklentiniz olmasın.
devamını gör...

kişinin kasıtlı, sürekli ve yargısız "bilinçli farkındalık" deneyimine mindfulness diyebiliriz. mindfulness olumlama ya da tam tersi değildir, olayları olduğu gibi görebilme pratiğidir. meditasyonlarla ilgili çok kez duyduğunuz zihni boşaltma pratiği değildir, zihninizden geçenleri yargısızca gözlemleme pratiğidir. nefes, duyular ve duygular gibi farklı şekillerde mindfulness pratiği yapabilirsiniz.

mindfulness kelimesi budizm’de aydınlanmanın 7 faktöründen ilki olan sati kelimesinin çevrimidir. fakat pali (hint) dilinde kelimeler bizim dilimizde olduğu gibi tek ve net bir manaya gelmezler. sati kelimesi pali dilinde "hafıza" manasına gelir ancak sürekli, dikkatli ve düşünceli ifadeleri ile beraber kullanılır. bu kelimeyi ilk olarak thomas william rhys davids 1881 yılında çevirmiştir.

mindfulness doğuda hinduizm’den bu yana uygulanmaktadır. orada bir din, bir inanış ritüeli, uygulaması olarak uygulanmaktayken, batı’da dinden bağımsız bir uygulama ve hatta “tedavi” yöntemi olarak uygulanmaya başlanmıştır.
amerikalı bir profesör olan john kabat-zinn, zen budistleri philip kapleau, thich nhat hanh ve seung sahn’dan eğitimler almış ve bu eğitimler neticesinde 1979 yılında stres azaltma kliniğini kurmuştur. budist öğretilerini bu klinikte uygulamaya başlayıp, daha sonra bu uygulamalara mbsr (mindfulness-based stress reduction) ismini vermiştir. budizm ile mindfulness’ın bağını kopararak mbsr’yi bilimsel bir bağlama oturtmuştur. “anlık farkındalık” ile hastalara stres, ağrı ve hastalıkla başa çıkarken yardımcı olmayı amaçlar. bu şekilde mindfulness batıda tanıtılmış, ünlenmiş ve uygulanmaya başlanmıştır.

eğer merak ediyorsanız, öğrenmek istiyorsanız; yakın zamanda zeynep aksoy’un bağış usülü ile katılabileceğiniz online kursu başlayacak. kaçırmamanızı tavsiye ederim.
eğitim
devamını gör...

adam 1 dakika da 16 beğeni aldı. demek ki bu işten anlıyor.
devamını gör...

evladına bakamadığı için, çocuklarını saç kurutma makinesi ile ısıtmaya çalışırken yan odada kendini asan annenin ölüm şekli.
devamını gör...

gaye su akyol şarkısı. gain medya reklamımda kullanınca şeetmiş oldum güzel bir havası var sevdim.

of bu ne biçim hayat
bu nasıl bi’ kafa
yatırır adamı hop falakaya
dere gibi akar
dertte yüzeriz
uçuyoruz evet çünkü güzeliz

istikrarlı hayal hakikattir
ölüm var mı yoksa bi rüya mı
derdim derdine ortak olsun
aşk şarabın düşle dolsun

al sazım anlat, ben yoruldum
sığamadım, her yerden kovuldum
denize yakışan martı gibiyiz
nereye eserse oraya gideriz

istikrarlı hayal hakikattir
ölüm var ve bu bi rüyadır
derdim derdine ortak olsun
salla be hayat rakınroldur

devamını gör...

osmanlı belgelerinde mühürlenmiş toprak* olarak geçen, batı eserlerinde ise terra limnia ve terra sigillata olarak bilinen kilden tablet şeklinde basılmış ve mühürlenmiş, insanlık tarihinin en eski ve ilk markalı müstahzar ilaçlarıdır.

yunanistanın limni* adasına özgü kızıl renkli bir tür killi topraktan eski çağlardan beridir hazırlanan bu tabletler; sindirim bozuklukları, zehirlenme, cilt temizliği, dizanteri, bel soğukluğu, veba, yılan sokması, göz iltihabı ve diğer bir çok hastalığa karşı kullanılmaktaydı. limni adasına özgü olmasına rağmen ülkemizde bu kil'e sinop ve trabzonda da rastlanmıştır.

kil toprağının günümüzde alternatif tıpta kullanılmasından ziyade, kil tabletlerin tedavilerde kullanılması firavundan ibni sinaya kadar uzanmaktadır. osmanlı hekimleri bir çok kil çeşidinden tıpta faydalanmışlardır. beyaz kil, kefe kili, anadolu kili, asma kili, dağıstan kili, filozof kili, girit kili, halep kili, horasan kili, endülüs kili, kıbrıs kili, mısır kili, sakız adası kili, sarı kil, sayda toprağı, sinop kili bunlardan bazılarıdır.

bu killi toprağa yunanlılar tin-i kahini* de demişlerdir. ibni sina el kanun fi’t-tıb kitabında bu toprağı sadece kızıl saçlı artemis adında ki bir kahinenin toplayıp şehre getirdiğinden ve bu yüzden bu isimde anıldığından bahsetmiştir.

fatih sultan mehmet bu limni kilini, kendi döneminde istanbulda gerçekleşen iki veba salgınında kullandırmıştır. fatih'in yemeklerine de vebadan korunması için az miktarda katılmıştır. her yıl isa'nın dirildiği tarih olarak kabul edilen 6 ağustosta dini bir törenle çıkartılan bu kilden alanlar küçük toplar halinde saraya getirirlerdi ve cüzi bir ücret karşılığında üzerinde tin-i mahtum yazan mühürle subaşı tarafından mühürlenirdi. mühürsüz olarak bulunduran ve bu zaman dışında kaçak olarak bu kili çıkaranların kelleleri vurulurdu.

tin-i mahtum kullanımı jeofajinin eski çağlardan beridir insanlığın hayatında olduğunun en belirgin göstergesidir. şahsen bende, şimdilerde yediğimin kil olmadığını düşünsem de çocukluğumda toprak yemişliğim vardır, bir çoğumuzun yediği gibi. bunun bu günlerde ki bağışıklığıma pozitif etkisi olduğunu da düşünmekteyim.
evet evet kesinlikle etkisi var..
devamını gör...

yönetmenleri ve oyuncu kadrosuyla kesinlikle izlemenizi tavsiye edeceğim harika bir filmdir. yönetmenin çıkardığı iş mi diyebilirim oyuncuların profesyonelliği mi bilemiyorum. senaryonun aşırı gerçekçi yansıması seyirciye, kişilerin o zamanların şartlarına rağmen kalitesini yüksek seviyede tutması ve konu işleniş tarzına göre gayet başarılı bulduğum filmdir.
insanoğlunun doğaya, çevresine, hayatına ve yaşamına nasıl etki ettiğini, nasıl mahvettiğini gözler önüne sermektedir. kullanılan kaynakların tüketmek, üretmek yerine daha kötüye gitmesine aslında odak noktanın insan olduğuna kendimize vurgular yapmamızı sağlayacak noktalar gözlemleniyor. bozulan düzenin geri dönüşü olmadığı gibi daha kaotik bir halde bize geri dönüşü olacağını belirtmiş.



--- alıntı ---

every time one of our politicians is in trouble, a bomb explodes.

--- alıntı ---

-1984 kitabını okuyan yazarlar, filmde kitaba dair çok şey bulabileceğinizi düşünmekteyim.
beni etkileyen sahnelerden birkaç görsel ve yazı paylaşımı belirtiyorum;
--! spoiler !--

kee’nin doğum sahnesi
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


clare hope-ashitey’nin canlandırdığı kee’nin bebeğinin dünyaya geldiği sahnede vücudunun alt kısmı için ayrı bir düzenek tasarlanmış. kullanılan bebek figürü, clive owen’ın tutması için bu düzenekten itilmiş. sonrasında bu bebek silinip yerine cgı ile hareketlendirilmiş bir bebek eklenmiş. ayrıca nefes alıp verişi gibi efektler de dijital olarak dâhil edilmiş.
holden & souls
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


the fishes’ın theo’yu kaçırmak için kullandığı aracın üstünde holden & sons yazısı bulunuyor. bu yazı, j.d. salinger’in çavdar tarlasındaki çocuklar – the catcher in the rye adlı eserinde baskıcı bulduğu sisteme karşı isyanla mücadele eden ana kahraman holden caulfied’e bir göndermedir.

ve son olarak ise ; ölüm habercisi olarak portakal
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


portakal, yaklaşmakta olan bir felaketin habercisi olarak kullanılıyor. aracın saldırıya uğramasından hemen önce miriam çantasından bir portakal çıkarıp soymaya başlıyor. mülteci kampının kaosa dönmesinin öncesinde kee ve marichka bir portakalı paylaşıyor. portakal imgesinin bu şekilde kullanımı the godfather üçlemesi, american beauty gibi filmlerde de karşımıza çıkıyor.

--! spoiler !--
buradan
devamını gör...

atatürk'ü sevmek zorunda değilsiniz. ama onun kurduğu cumhuriyet çatısının altında, onun ilke ve inkılaplarıyla yaşıyorsanız saygı duymak zorundasınız.
devamını gör...

dino buzzati'nin yazdığı varoluşçu felsefe severlerin mutlaka okuması gereken efsanevi roman. buzzati 1940 yılında yazmıştır. benim için bu kitap yalnızlığın, umudun, yaşamın anlamı sorusunun kitabıdır. yaşamak için bir nedeni olan hemen hemen bütün nasıllara katlanır demiş ya nietzche işte buzzati'nin bu kitabındaki kahramanlarımıza aynen bunu yaşatmıştır. hayata dair her şey var bu kitapta: yanlış karar, direniş, umut, yalnızlık (dibine kadar), özlem, acı, ölüm, hayal kırıklığı, yaşam.. her şey dedim ya. kitabı alıp okumaya başladığınızda kendinizi o tatar çölü'nde sanki o bastiani kalesi'nde hissedeceksiniz. o askerlerle nöbet tutacak o subaylarla konuşacaksınız. hayatın anlamı üzerine sizi düşünmeye zorluyor yazar ve kahramanlar. neden yaşıyoruz, yaşama amacımız ney diye sordurtuyor. kitabı okurken bir şekilde özdeşlik kurup artık benim de kendi kalemden çıkmam lazım dedirtiyor, sizi o güvenli limandan, o konfor alanından çıkamamanın ne kadar tahribata uğratabileceğini, konfor alanından çıkabilmenin ise sizi nasıl geliştirip değiştirebileceğini hissediyorsunuz. okuyucuya kendi hayatını sorgulatıyor. ben ne yapmalıyım dedirtiyor. gerçekten benim için böyle oldu ve her istediğinde konfor alanından çıkan başına binbir olumsuzluk gelmesine rağmen iyi ki çıkmışım diyen benim için mükemmel bir içe dönüş ve kendime şükran duymamı sağlayan bir kitap oldu. varoluşu sorgulatan mutlaka size yeni kararlar aldıracak olan bir kitap.
devamını gör...

başımı sağa sola hiç oynatmadan, sopa yutmuş gibi hareketsiz, yastıksız öyle mal gibi gidip uzanıyorum. uyuyorum sonra.

20 yaşlarının başında bazen çok yorgun eve gelir makyajı silmeden uyurdum. çogu zaman makyajı yüzümden kazır gibi hoyrat çıkarırdım. yatağın içinde yuvarlana yuvarlana, yüzümü gözümü her yere sürerek, insanlıktan cıkmış şekilde uyurdum.

geçenlerde sarhoş olup sokakta bulduğum evsiz bir amcamızı eve getirmeye çalıştım. işin içine ambulans ve polis bile girdi, o kadar müthiş bir kafaya erişmiştim. ama aynı gece eve gittim, makyajı özenle silip kendimi nemlendirdim, yine yastıksız ve yüzümü hiçbir yere dokundurmadan öyle uzandım yatağa. çünkü insan böyle yaşlanıyor. kırışık kremleri, serumlar, maskeler her gece özenle uygulanıyor. belli bir sırayla. sonra yastıksız yatıyorsun ki kırışık çok oluşmasın. yüzünü hiç oynatmıyorsun çünkü 13 şey sürmüş oluyorsun, daha bakım ürünlerini cilt emmemiş oluyor.

inşallah bi vampir her yerimi ısırır da yaşlanmam hiç. yaşlılıkla başa nasıl çıkacağım hiç bilmiyorum. korkunç bir şey.
devamını gör...

insanın zihnini kemiren seslerdir, bitmediği sürece huzur vermez.
insanın aklına bin türlü şey gelir.*
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim