#ödüllü filmler
danimarkalı ünlü sinemacı lars von trier'ın yazıp yönettiği bol ödüllü suç ve drama filmidir. bu avangart yapımın konusunda; grace ismindeki gizemli bir kadın, peşindeki suçlulardan kaçıp saklanmak için küçük bir dağ kasabasına sığınır. kasaba halkı, emeğiyle karşılık verebildiği sürece onun burada kalmasına izin verecekleri hususunda nettir. grace de bunun neticesinde çeşitli kasabalılar için zor işler yapmaya başlar. fakat kadının çaresiz bir yabancı olması, onun dogville halkı tarafından aşağılanmasına ve istismara uğramasına yol verir.
*cannes film festivali (2003) - palm dog "moses"
*avrupa film festivali (2003) - avrupalı yönetmen [lars von trier]
*rus film eleştirmenleri ödülleri (2003) - en iyi yabancı film
*alman sanat filmleri loncası ödülleri (2004) - yabancı film [lars von trier]
*danimarka film ödülleri (2004) - en iyi senaryo [lars von trier]
film toplam 21 ödüle sahiptir.
*avrupa film festivali (2003) - avrupalı yönetmen [lars von trier]
*rus film eleştirmenleri ödülleri (2003) - en iyi yabancı film
*alman sanat filmleri loncası ödülleri (2004) - yabancı film [lars von trier]
*danimarka film ödülleri (2004) - en iyi senaryo [lars von trier]
film toplam 21 ödüle sahiptir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "luminescence0" tarafından 24.11.2020 10:39 tarihinde açılmıştır.
1.
izledikten sonra mutlaka açıklamasının okunması gereken film.
sanat eseri gibi gerçekten muazzam. fikri çok ilginç olmasına rağmen bir süre sonra alışıyorsunuz. yaptığı aforizmaları bir kenara bırakırsak ilk izleyişte filmden çıkarılan anlamlar bile aklınızı günlerce meşgul edebilir.
sanat eseri gibi gerçekten muazzam. fikri çok ilginç olmasına rağmen bir süre sonra alışıyorsunuz. yaptığı aforizmaları bir kenara bırakırsak ilk izleyişte filmden çıkarılan anlamlar bile aklınızı günlerce meşgul edebilir.
devamını gör...
2.
intikam, kibir, ahlak ve güç zehirlenmesi gibi kavramları hem açıklık hem de üstü kapalılıkla çok etkileyici şekilde anlatan bir lars von trier filmi.
karamazov kardeşler eserinde ne demiş fyodor mihayloviç dostoyevski: "satanas sum et nihil humanum a me alienum puto." yani, "ben şeytanım ve insana ait hiçbir şeyi kendime yabancı bulmuyorum." bu filmde de bunu çok güzel gösteriyor bize von trier. filmde oyunculuklar o kadar harika ki, filmin 3 saat boyunca sadece kapalı küçük bir alanda çekilmesini hiç umursamıyorsunuz. hatta, mekan kavramına önem verilmemesi, oyunculukları daha da ön plana taşımış sanki. ne diyebiliriz, tüm dünya bir sahnedir aslında...
sevgili okuyucular! insana yalnızca insan eziyet ediyor. insanın şeytanı yine bir insandır.
hele hele, filmde şöyle bir cümle geçiyor ki beni alnımdan vurulmuşa döndürdü. buyrunuz;
"kimsenin, hiç kimsenin senin yüksek ahlaki değerlerine erişemeyeceginden o kadar eminsin ki herkesi bağışlıyorsun. bundan daha kibir dolu bir davranış olamaz. sevgili kızım başkalarını affetmek için bulduğun bahaneleri kendin için asla kullanamazsın."
karamazov kardeşler eserinde ne demiş fyodor mihayloviç dostoyevski: "satanas sum et nihil humanum a me alienum puto." yani, "ben şeytanım ve insana ait hiçbir şeyi kendime yabancı bulmuyorum." bu filmde de bunu çok güzel gösteriyor bize von trier. filmde oyunculuklar o kadar harika ki, filmin 3 saat boyunca sadece kapalı küçük bir alanda çekilmesini hiç umursamıyorsunuz. hatta, mekan kavramına önem verilmemesi, oyunculukları daha da ön plana taşımış sanki. ne diyebiliriz, tüm dünya bir sahnedir aslında...
sevgili okuyucular! insana yalnızca insan eziyet ediyor. insanın şeytanı yine bir insandır.
hele hele, filmde şöyle bir cümle geçiyor ki beni alnımdan vurulmuşa döndürdü. buyrunuz;
"kimsenin, hiç kimsenin senin yüksek ahlaki değerlerine erişemeyeceginden o kadar eminsin ki herkesi bağışlıyorsun. bundan daha kibir dolu bir davranış olamaz. sevgili kızım başkalarını affetmek için bulduğun bahaneleri kendin için asla kullanamazsın."
devamını gör...
3.
lars von trier'in usa- land of opportunities üçlemesinin ilkidir. ağır eleştirel bir filmdir. nicole kidman filmde oynadığı için gelen tepkileri kaldıramayarak ikinci film manderlay'da oynamamıştır. üçüncü film washington ise bu güne kadar çekilememiştir.
devamını gör...
4.
en çok sevdiğiniz film nedir diye sorulduğunda düşünmeden söylediğim filmdir. belki de çekim tekniği açısından biraz tiyatroya benzediği için bu kadar çok etkilendim. hayata bakış açımı değiştiren, insanlara daha gerçekçi bakmamı sağlayan (bkz: kült) bir filmdir.
devamını gör...
5.
lars von trier'nin yazıp yönettiği 2003 tarihli avangard dram filmi. film hakkındaki fikirlerimi okuduğum yorumları ve spoiler kullanarak yazacağım, izlemeyenler okumaya devam etmeyebilir.
20. yüzyıl alman şiirinin ve tiyatrosunun en önemli isimleri arasında kabul edilen bertolt brecht'ten etkilenerek sahnelendiği söylenebilir. film adeta bir tiyatro sahnesinde, oldukça minimal bir dekorla çekilmiştir. hikayenin geçtiği dogville kasabasındaki evlerin duvarları, hatta kapıları bile yoktur. olmayan bir kapı açılıp kapanırken gıcırtı sesi gelir arkadan. bu seyircinin dikkatini diri tutar ve hikayenin kendisi daha da önem kazanır. bir yandan da sanki insan doğasını çiğ bir şekilde gösterdiğini söyler yönetmen.
dogville amerika'da sıradan, küçük bir kasabadır. bir gün gangsterlerden kaçan grace adında bir kadın kasabaya gelir ve orada saklanmaya başlar. grace adından da yola çıkarak aslında ilahi bir figür olan isa gibi de görülebilir. kasabalılar sıradan ve sefil hayatlarına katılan grace'e kendini kabul ettirmesi şartıyla yardım etmeyi kabul eder. yabancı olana karşı bir önyargı ve karşılıksız olmayan bir iyilik var. zamanla bu iyiliğin karşılığı büyük bir suistimale dönüşür ve grace her seferinde koşullarının onları bu kötülüklere itmiş olabileceğini öne sürerek onları affeder. aslında kendisi de o koşulların bir parçası olmuştur. sonunda grace'e edilen kötülükler korkunç bir seviyeye ulaşır ve peşinden sürüklediği bir kayaya zincirlenir. isa'nın çarmıha gerilmesini anımsatır. filmin sonunda gangsterler kasabalıların haber vermesi üzerine gelir ve liderlerinin grace'in babası olduğu ortaya çıkar. grace babası'nın yöntemlerini etik bulmadığı için kaçmış ve sıradan insanlara sığınmıştır. babası ona kendisinin işlemesi durumunda affetmeyeceği suçları o insanlar işleyince affettiği için kibirli olduğunu ve bu şekilde insanlığın daha da yozlaşacağını söyler. bu dine ve isa'ya yönelik bir eleştiridir aynı zamanda. grace kendini diğer insanlardan ahlaken üstün görür ve onları sürekli affeder ama bu onun kibrinden kaynaklanır ve insanlar hak ettikleri cezayı çekmez. adalet sağlanamaz.
grace kasabaya gelmeden önce basit ama düzenli bir hayatı olan bu insanlar grace'in sonu gelmeyen affediciliğinin de içinde bulunduğu koşullar yüzünden suç işler. kasabanın girişindeki köpek moses eski düzene bir atıftır. grace sonunda babasını haklı bulur. babasından gelen ve doğuştan sahip olduğu gücü sahiplenerek adaleti sağlar. kibirinden kurtulur ve kasabalılar artık kurtarılamayacak olduğu için infaz edilir. bir tek moses kurtulur çünkü o sadece kemiği çalındığı için pençelerini ve dişlerini göstermiştir. adildir yani.
kişisel olarak bazen kendi hoşgörümü de grace gibi rasyonalize ederek hem kendimi kandırdığımı hem de haksızlığa yol açtığımı düşündüm. epey bir düşündürdü ve bazı düşüncelerim de değişti. kesinlikle güzel bir film.
20. yüzyıl alman şiirinin ve tiyatrosunun en önemli isimleri arasında kabul edilen bertolt brecht'ten etkilenerek sahnelendiği söylenebilir. film adeta bir tiyatro sahnesinde, oldukça minimal bir dekorla çekilmiştir. hikayenin geçtiği dogville kasabasındaki evlerin duvarları, hatta kapıları bile yoktur. olmayan bir kapı açılıp kapanırken gıcırtı sesi gelir arkadan. bu seyircinin dikkatini diri tutar ve hikayenin kendisi daha da önem kazanır. bir yandan da sanki insan doğasını çiğ bir şekilde gösterdiğini söyler yönetmen.
dogville amerika'da sıradan, küçük bir kasabadır. bir gün gangsterlerden kaçan grace adında bir kadın kasabaya gelir ve orada saklanmaya başlar. grace adından da yola çıkarak aslında ilahi bir figür olan isa gibi de görülebilir. kasabalılar sıradan ve sefil hayatlarına katılan grace'e kendini kabul ettirmesi şartıyla yardım etmeyi kabul eder. yabancı olana karşı bir önyargı ve karşılıksız olmayan bir iyilik var. zamanla bu iyiliğin karşılığı büyük bir suistimale dönüşür ve grace her seferinde koşullarının onları bu kötülüklere itmiş olabileceğini öne sürerek onları affeder. aslında kendisi de o koşulların bir parçası olmuştur. sonunda grace'e edilen kötülükler korkunç bir seviyeye ulaşır ve peşinden sürüklediği bir kayaya zincirlenir. isa'nın çarmıha gerilmesini anımsatır. filmin sonunda gangsterler kasabalıların haber vermesi üzerine gelir ve liderlerinin grace'in babası olduğu ortaya çıkar. grace babası'nın yöntemlerini etik bulmadığı için kaçmış ve sıradan insanlara sığınmıştır. babası ona kendisinin işlemesi durumunda affetmeyeceği suçları o insanlar işleyince affettiği için kibirli olduğunu ve bu şekilde insanlığın daha da yozlaşacağını söyler. bu dine ve isa'ya yönelik bir eleştiridir aynı zamanda. grace kendini diğer insanlardan ahlaken üstün görür ve onları sürekli affeder ama bu onun kibrinden kaynaklanır ve insanlar hak ettikleri cezayı çekmez. adalet sağlanamaz.
grace kasabaya gelmeden önce basit ama düzenli bir hayatı olan bu insanlar grace'in sonu gelmeyen affediciliğinin de içinde bulunduğu koşullar yüzünden suç işler. kasabanın girişindeki köpek moses eski düzene bir atıftır. grace sonunda babasını haklı bulur. babasından gelen ve doğuştan sahip olduğu gücü sahiplenerek adaleti sağlar. kibirinden kurtulur ve kasabalılar artık kurtarılamayacak olduğu için infaz edilir. bir tek moses kurtulur çünkü o sadece kemiği çalındığı için pençelerini ve dişlerini göstermiştir. adildir yani.
kişisel olarak bazen kendi hoşgörümü de grace gibi rasyonalize ederek hem kendimi kandırdığımı hem de haksızlığa yol açtığımı düşündüm. epey bir düşündürdü ve bazı düşüncelerim de değişti. kesinlikle güzel bir film.
devamını gör...
6.
yere tebeşirle seksek tahtası gibi birşeyler çizmişler. işte biri diyor "şu çizgiden burası benim evim geçemezsiniz" hepsi uyuyor.
kidman bir şekilde bunların arasına düşünce anlıyoruz ki öyle zararsız deliler değiller. taciz, tecavüz alıkoyma...
yani o kadar yetişkin evcilik oynamaya başlarsa dikkat edin, manyaktırlar.
kidman bir şekilde bunların arasına düşünce anlıyoruz ki öyle zararsız deliler değiller. taciz, tecavüz alıkoyma...
yani o kadar yetişkin evcilik oynamaya başlarsa dikkat edin, manyaktırlar.
devamını gör...
7.
konu işlenişi olarak bakılacak olursa merhamet ve güç kavramları çok iyi aktarılmış. filmi diğer rakiplerinden ayıran özellik ise tıpkı bir tiyatro oyunu gibi olması. tam bir sanat filmi. bütün evlerde yaşananları aynı anda görebiliyoruz. filmin sonunda ise dünyanın en iyi idealizm vs realizm kapışması yaşanıyor ve realizm kazanan oluyor. bazı dini göndermeler de mevcut. köpeğin adının mouses olması (yunan mitolojisindeki musaya gönderme.) tesadüf değil, grace'in başta köpeğin kemiğini çalması (musa'nın asasına gönderme.) veya grace'i boynundan demire çivilemeleri (çarmıha germe). harcanan 3 saate değen bir film oldu.
insan ruhu ışığın olduğu yere gider.
insan ruhu ışığın olduğu yere gider.
devamını gör...
8.
lars von trier başyapıtı filmdir.
öncelikle insanları ve onların bir araya gelerek oluşturduğu toplumsal düzenleri sevmiyorum. burayı ve sizleri de sevmiyorum ama etkileşim gerektiren bir doğamız var ve onun tutsağıyız. film de bu açılardan biraz benim kafada ya da ben onun kafasındayım. çok da fark etmiyor.
buna rağmen, filmin duygu ve etkilerini bir metne dökmek gerçekten zor ve pekala eksik olacaktır.
lars von trier'in bu filmde, her şeyden önce brecht tiyatrosunu andıran dekor kullanımı, izleyicide farklı bir odak, farklı bir algı penceresi açıyor. küçücük yaşamlarımızda evlerimizin duvarlarından, düzenlediğimiz bahçelere, yaptığımız yollara, insan işi her şeyin doğa ve yaşam adına anlamsızlığını somutlaştıran cinsten adeta.
filmle ilgili hristiyanlık eleştirisi, toplumsal ahlak eleştirisi, iktisadi düzen eleştirisi, aile eleştirisi vs. hepsini geçelim. adam, 3 saatlik bir filmle koskoca insanlık tarihi eleştirisi vermiş. üstelik bir filmde, sinema, tiyatro ve edebiyat gibi üç disiplini en asli yönleriyle bir araya getirmiş.
brecht tiyatrosu demiştik, çünkü hareketli kamera çekimleri sayesinde oyunun izleyicisi değil parçası gibi oluyorsunuz. edebiyat demiştik, thomas edison jr.ın elinde kitap olmadan kitap okuduğu sahne efektleri ve film boyunca akıp giden şiirsel senaryo, filmin en güçlü ayaklarından bir diğeri.
benlik algımız, sosyal rollerimiz, sevgilerimiz, duygularımız... bunlar gerçekten bize ait olan şeyler mi? yoksa en içten, en kişisel sandıklarımıza kadar hepsi öğrenilmiş/öğretilmiş şeyler mi?
insana ve insana dair şeylere sürekli anlamlar yükleyip abartılı bir yüceltmeye tabii tutan öğretilerin hepsini çıkardığınızda, bilimin bizleri kabul ettiği gibi eşeyli üreyen bir memeli türü olduğumuzdan başka gerçek olan hiçbir şey kalmıyor geriye.
"merhamet her zaman en doğrusu değildir, en güzeli ve en ahlaklısı da degildir. size kötülük edenleri mazur görmek, onlara anlayış göstermek, onların içindeki şeytanı ancak besler, büyütür. affetmek belki de o insana yapabileceğiniz en büyük kötülüktür."
merhameti seviyorsunuz çünkü merhamet, bulunduğunuz üst hiyerarşik konumun size, onu lütfetme hakkını verdiği bir duygu. yaralı bir hayvan ya da bir dilenci size acıyıp merhamet gösteremez, ancak siz ona gösterebilirsiniz.
bilmediğiniz, size yabancı şeylere olan nefret veya sempatiniz arasında incecik bir çizgi var, o çizginin kaybolduğu yerden bir tanrısallık da çıkabilir şeytanlık da.
filmdeki grace karakteri; kadın, göçmen ya da olmayan ihtiyaçlar icad edip dilediğinizce sömürebileceğiniz bir işçi ya da tüm bu "öteki"lerin hepsi.
aynı zamanda sosyal, ekonomik ve bedensel tüm saldırganlık ve yalıtılmışlıkların adresi.
film de zaten bu yüzden, insanların yaşadığı bir kasabaya dogville, hikayede geçen köpek karaktere de musa adını vererek ironinin kralıyla, izleyicisiyle haklı dalgasını da geçiyor.
insanların biçimlendirip tanımladığı dünya, aslında yaşamın içinde barındırmadığı tamamen bir içsel yansıma.
dogville, izleyiciye goygoy dayamayan, gişe kaygısı olmayan, filmden çok bir gerçeklik anlatısı.
öncelikle insanları ve onların bir araya gelerek oluşturduğu toplumsal düzenleri sevmiyorum. burayı ve sizleri de sevmiyorum ama etkileşim gerektiren bir doğamız var ve onun tutsağıyız. film de bu açılardan biraz benim kafada ya da ben onun kafasındayım. çok da fark etmiyor.
buna rağmen, filmin duygu ve etkilerini bir metne dökmek gerçekten zor ve pekala eksik olacaktır.
lars von trier'in bu filmde, her şeyden önce brecht tiyatrosunu andıran dekor kullanımı, izleyicide farklı bir odak, farklı bir algı penceresi açıyor. küçücük yaşamlarımızda evlerimizin duvarlarından, düzenlediğimiz bahçelere, yaptığımız yollara, insan işi her şeyin doğa ve yaşam adına anlamsızlığını somutlaştıran cinsten adeta.
filmle ilgili hristiyanlık eleştirisi, toplumsal ahlak eleştirisi, iktisadi düzen eleştirisi, aile eleştirisi vs. hepsini geçelim. adam, 3 saatlik bir filmle koskoca insanlık tarihi eleştirisi vermiş. üstelik bir filmde, sinema, tiyatro ve edebiyat gibi üç disiplini en asli yönleriyle bir araya getirmiş.
brecht tiyatrosu demiştik, çünkü hareketli kamera çekimleri sayesinde oyunun izleyicisi değil parçası gibi oluyorsunuz. edebiyat demiştik, thomas edison jr.ın elinde kitap olmadan kitap okuduğu sahne efektleri ve film boyunca akıp giden şiirsel senaryo, filmin en güçlü ayaklarından bir diğeri.
benlik algımız, sosyal rollerimiz, sevgilerimiz, duygularımız... bunlar gerçekten bize ait olan şeyler mi? yoksa en içten, en kişisel sandıklarımıza kadar hepsi öğrenilmiş/öğretilmiş şeyler mi?
insana ve insana dair şeylere sürekli anlamlar yükleyip abartılı bir yüceltmeye tabii tutan öğretilerin hepsini çıkardığınızda, bilimin bizleri kabul ettiği gibi eşeyli üreyen bir memeli türü olduğumuzdan başka gerçek olan hiçbir şey kalmıyor geriye.
"merhamet her zaman en doğrusu değildir, en güzeli ve en ahlaklısı da degildir. size kötülük edenleri mazur görmek, onlara anlayış göstermek, onların içindeki şeytanı ancak besler, büyütür. affetmek belki de o insana yapabileceğiniz en büyük kötülüktür."
merhameti seviyorsunuz çünkü merhamet, bulunduğunuz üst hiyerarşik konumun size, onu lütfetme hakkını verdiği bir duygu. yaralı bir hayvan ya da bir dilenci size acıyıp merhamet gösteremez, ancak siz ona gösterebilirsiniz.
bilmediğiniz, size yabancı şeylere olan nefret veya sempatiniz arasında incecik bir çizgi var, o çizginin kaybolduğu yerden bir tanrısallık da çıkabilir şeytanlık da.
filmdeki grace karakteri; kadın, göçmen ya da olmayan ihtiyaçlar icad edip dilediğinizce sömürebileceğiniz bir işçi ya da tüm bu "öteki"lerin hepsi.
aynı zamanda sosyal, ekonomik ve bedensel tüm saldırganlık ve yalıtılmışlıkların adresi.
film de zaten bu yüzden, insanların yaşadığı bir kasabaya dogville, hikayede geçen köpek karaktere de musa adını vererek ironinin kralıyla, izleyicisiyle haklı dalgasını da geçiyor.
insanların biçimlendirip tanımladığı dünya, aslında yaşamın içinde barındırmadığı tamamen bir içsel yansıma.
dogville, izleyiciye goygoy dayamayan, gişe kaygısı olmayan, filmden çok bir gerçeklik anlatısı.
devamını gör...