roman / tarih / anı-mektup-günlük / edebiyat / biyografi-otobiyografi
puan ver

öne çıkanlar | diğer yorumlar

şevket süreyya aydemir'in 1959 yılında yayınladığı ve otobiyografik romanıdır. birinci dünya savaşında osmanlı'nın cehaletini, anadolu'nun fakirliğini, turancı idealler ile başladığı yaşamında sosyalizmle tanışmasını oradan da kemalist fikriyata evrilen yaşamına dair izler taşır.

birinci dünya savaşı’na eğitmen yedek subay olarak katıldığı doğu cephesinde anadolu'dan gelen osmanlı askerleri ile diyalogu romanın en etkileyici bölümlerden biridir.

--- alıntı ---


yaz sonuna doğru, alayın makineli tüfek bölüğüne geçtim. bu bölük, o sıralarda ihtiyatta olduğu için, askerleri siper dışında ve başka cephelerinden de tanımak imkanını buldum. ilk işim, talim saatlarından başka bir de ders saatları ayırmak oldu. o sıralarda savaş biraz tavsamıştı. bölüklerin mevcudu, arkadan gelen yeni kuralarla artırılıyordu.

bugün ordunun bilgi yapısında, birinci dünya harbindeki osmanlı ordusuna bakarak çok şeyler değişmiştir. fakat o vakit, örneğin bizim bu makineli bölüğünde, istanbullu bir başçavuştan başka okuma yazma bilen kimse yoktu. daha ilk derste belli oldu ki bu bölükte, hangi dinden olduğumuzu doğru dürüst ve kesin olarak bilen kimse de yoktur.

derse başlarken istanbullu başçavuşa dersi sadece dinlemesini, sual cevaplara katılmamasını söyledim. sonra da askerlere sordum:

- bizim dinimiz nedir? biz hangi dindeniz?

hep birden:

- elhamdülillah müslümanız,

diye cevap vereceklerini sanıyordum. fakat öyle olmadı. cevaplar karıştı. kimisi "imamı azam dinindeniz" dedi. kimisi "hazreti ali dinindeniz" dedi. kimisi de hiçbir din tayin edemedi. arada:

- islamız,

diyenler de çıktı ama;

- peygamberiniz kimdir?

deyince, onlar da pusulayı şaşırdılar. akla gelmez peygamber isimleri ortaya atıldı.
hatta birisi:

-peygamberimiz enver paşadır!

dedi. içlerinden peygamberin adını duymuş olan birkaçına da:

- peygamberimiz sağ mı? ölü mü?

deyince iş gene çatallaştı. herkes aklına gelen cevabı veriyordu. bir kısmı sağ, bir kısmı ölüdür tarafını tuttu. fakat birisinin kuvvetle konuştuğunu, yahut bir tarafın daha agır bastığını görünce, diğer tarafın da kolayca o tarafa kaydığı görülüyordu.

peygamberimiz sağdır diyenlere:

- o halde peygamberimiz hangi şehirde oturur ?

diye sordum. cevaplar tekrar karıştı. onu istanbul'da, şam'da yahut mekke'de yaşatanlar oldu. hiçbir yer tayin edemeyenler daha çoktu.
peygamber ölmüştür diyenlere de:

- peygamberimiz ne kadar zaman evvel öldü ?

denildiği zaman bu sefer onlar şaşırdılar. yüz sene önce, beş yüz sene önce, bin sene önce diye gelişigüzel cevaplar verenler oluyordu. fakat çoğu vakit tayin edemiyordu. dinimizin adı ve peygamberimiz bilinmeyince de, din ilkelerini ve ibadetleri doğru dürüst bilen hiç kimse çıkmadı.

ezan dinlemişlerdi. fakat ezan okumayı bilen yoktu. namaz kılan bir iki kişi çıktı. fakat onların da hiçbiri, namaz surelerini yanlışsız okuyamadı. daha garibi, niçin namaz kıldıklarını bir türlü anlatamadılar. sonra:

-köyünde cami olanlar ayağa kalksın,

dedim. gerçi köylerinde cami olan birkaç kişi kalktılar. fakat onlar da bayramlarda, cumalarda adet yerini bulsun diye camiye gitmişlerdi.

köylerinde mektep olan bir tek kişi çıkmadı. bazı camili köylerde, cami odasında küçük çocuklara imam tarafından kur'an ezberlettirilmeye çalışıldığını gömüşlerdi. ama usulü dairesinde ve ayrı bir köy mektebi gören kimse yoktu.
ilk ders beni şaşırtmıştı. bu bölük, o zamanki milletin bir parçasıydı.

hepsi de anadolu köylüleriydiler. biz anadolu köylüsünü dindar, mutaassıp bilirdik. halbuki bu gördüklerim sadece cahildiler.

fakat asıl şaşkınlığım ikinci derste oldu. daha ilk sual cevaplarda anlaşıldı ki, bu askerler yalnız hangi dinden olduklarını değil, hangi milletten olduklarını da bilmiyorlardı.

- biz hangi milletteniz,

deyince her kafadan bir ses çıktı:

- biz türk degil miyiz?


deyince de hemen:

-estağfurullah! ...

diye karşılık verdiler. türklüğü kabul etmiyorlardı. halbuki biz türk'tük. bu ordu türk ordusu idi. türklük için savaşıyorduk. asırlarca süren maceralardan sonra son sığınağımız ancak bu türklük olabilirdi.
fakat ne çare ki, bu "biz türk değil miyiz?" diye sorunca "estağfurullah" diye cevap verenlerin görüşüne göre, türk demek kızılbaş demekti.

kızılbaşlığın ise ne olduğu bilinmiyordu. ama, onu herhalde kötü bir şey sayıyorlardı. yahut belki de aslında kızılbaş oldukları halde böyle görünüyorlardı.

anadolu'da vaktiyle binlerce, on binlerce insan kızılbaş oldukları için öldürülmüşlerdi. gerçi bu öldürülenler hakiki saf türk aşiretler halkı, oğuz türkleri'ydiler. demek ki korku hala yaşıyordu...

dininde, milliyetinde birleşmiş olmayan bu bölük, dersler ilerledikçe görüldü ki, devletin şeklini, devletin adını, padişahın ismini, devletin merkezini, başkumandan ve onun vekilini de bilmemektedir.


--- alıntı ---
devamını gör...
yazarı olan şevket süreyya aydemir, arkadaşı olan nazım hikmet ile ucu bucağı olmayan rusya steplerinde suyu ararken karşılaştığı rus ruhu kavramını bu kitabında etraflıca bir şekilde irdeliyor.
devamını gör...
aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır. şevket süreyya aydemir üstadın gençlik düşüncelerini kendi gençlik dönemi düşüncelerime çok benzettiğim insanın temel vasfının aramak olduğunu yaşadığı yerler savrulduğu fikirler konuştuğu kişiler ile çok iyi anlatan kitaptır.hayat aramak ve iz bırakmaktır.
bu kitap sonsuza bırakılan arayışın izidir.
devamını gör...
emrah safa gürkan'ın "bence türkçe yazılmış en iyi on kitaptan biri" dediği kitap.
kısaca özetlersek şevket süreyya aydemir'in otobiyografik eseri. otobiyografik dediysek kimsenin gözü korkmasın roman gibi akıp gidiyor. kitap gerçekten etkileyiciydi. seksen yıllık bir ömüre neler sığdırmış neler.
şevket süreyya'nın hayatı genel olarak üç dönemde incelenebilir. kafkas cephesi ve azerbaycanda yaşadığı dönem, rusya'da geçirdiği yıllar ve tekrar yurda döndüğü dönem. imparatorluğun son zamanlarında doğmuş bir türk genci olarak ilk olarak turancılığa sarılıyor aydemir. istanbul'da eğitimi sırasında birinci dünya savaşının patlak vermesiyle eğitimi yarıda kalıyor. abisinin ölümüyle kendi isteğiyle sarıkamış'a gidiyor. oradan turancılık fikri onu azerbaycan'a kadar sürüklüyor. rusya'da olan devrim, azerbaycan'da yaşadıkları ve gördükleri derken kendini rusya'da sosyalizm saflarında buluyor. burada geçen bir dönemden sonra tekrar vatanına dönüyor. tüm bu yıllardan sonra aradığı suyu anadolu topraklarında buluyor. yani atatürk'ün başlattığı inkılap hareketlerinde.
dönemin ruhu kitapta o kadar güzel yansıtılmış ki. tüm dünyanın çalkalandığı bir dönem. koca osmanlının yavaş yavaş dağılması, birinci dünya savaşı, rusya'da yaşanan devrim, yeni kurulan türkiye cumhuriyeti, faşizmin ortaya çıkışı, bağımsızlık mücadelesi veren doğulu devletler ve yaklayaşan ikinci dünya savaşı... tüm taşların yerinden oynadığı, tüm dünyanın bilinmezlik içinde savrulduğu bir dönem. aydemir de dünya gibi savrulup gidiyor bu dönemin içinde. olayların üstünden çok zaman geçtiği için soğukkanlılıkla anlatıyor her şeyi aydemir. çoğu zaman kendi düşüncelerini de masaya yatırıp eleştiriyor.
beni kitapta en çok etkileyen şevket süreyya'nın cahil ve geri kalmış anadolu ile yüzleştiği bölümdü. balkan sınırında doğan şevket süreyya'nın anadolu ile yüzleşmesi kafkas cephesine atanmasıyla oluyor. onun, gördükleri karşısında yaşadığı üzüntüyü kitabı okuyan herkes de hissetmiştir sanırım. en eğlendiğim, ilgimi çeken bölümler de rusya'daki ve afyon cezaevindeki maceraları oldu.
herkese okutulması gereken bir kitap.

bir adam vardı. suyu arıyordu. toprağı üç kulaç, beş kulaç kazdı. suyu bulamadı. on kulaç, on beş kulaç kazdı. gene suyu bulamadı. sonra yerin derinliklerinde kara kaya tabakalarına rastladı. yeise düştü, gücü sona erdi ve suyu bulmaktan ümidini kesti.
fakat bir ses ona: — daha derinlere in, daha derinlere! dedi.
daha derinlere indi ve suyu buldu.
rama krişma
devamını gör...
mitlaför aydemir'in günah çıkartma kitabıdır.
mitlaför: devrimci bir örgütün üyesi olup da kendisini emekli eden, karşı tarafa geçip onlara hizmet eden kişiye verilen ad. şevket süreyya aydemir ve vedat nedim tör, tkp içinden çıkan iki büyük mitlafördür. 1928 tkp tutuklaması sırasında devlete iltica etmiş, iltica etmekle yetinmemiş tkp ellerinin uzandığı her yerdeki yoldaşlarını polise ihbar etmiş, yine ulaşabildikleri tüm belgeleri de alıp polise teslim etmişlerdir. tkp bu kıyımdan sonra bir daha belini doğrultamamıştır. günah çıkartma okumak dinlemek isterseniz bir kilisede pastör olmanız daha akıllıcadır.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"suyu arayan adam" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim