geçenlerde bir görsel atmıştım bazı arkadaşlar itiraz etmiş o zaman bize de sapla butonuna basmak düşer. *
insan doğasını zerre bilmeden laboratuvar ortamında üretilmiş, teoride pırlanta gibi parlayan ama gerçek hayatta sscb de, kübada,venezüela da, korede, çinde ve hatta marsta bile çalışmayacak o meşhur ideolojik mastürbasyon.
herkes eşittir bir masaldır, sosyalizm, kağıt üzerinde sınıfsız bir toplum vaat ederken; pratiğe döküldüğünde karşımıza devasa, hantal ve her şeye burnunu sokan bir devlet aygıtı çıkarır. tam bu noktada faşizm ile yolları, sanki aynı liseden mezun olmuşlar gibi kesişir.
birey ne ola ki?: her iki sistem de "toplumun ali menfaatleri" uğruna bireyi bir dişli çarkına indirger. faşizm bunu "ulus/ırk" yada “ulus/millet” sosuyla servis eder, sosyalizm ise "proletarya/sınıf" sosuyla. sonuç değişmez: sabah kaçta kalkacağından neyi alkışlayacağına kadar devlet karar verir.
kollektif mallık: ikisinde de devlet bir "tanrı-kurum" haline gelir. farklı sesler korodan çıkarılır, aykırı notalar ise genellikle çalışma kamplarında son bulur.
ekonomik sömürü sosyalizmin ekonomik teorisi, aslında olmayan bir pastayı adilce bölüştürmeye çalışırken pastaneyi yakma hikayesidir.
teşvik mekanizmasının g.te gelmesi: kapitalizm, insanın en ilkel ama en güçlü motoru olan "kendini geliştirme ve daha fazlasına sahip olma" güdüsünü (kâr hırsı) üretim için yakıt olarak kullanır. bir kapitalist, daha iyi bir ayakkabı üretir çünkü daha çok satmak ister. sosyalizmde ise "zaten maaşım aynı, neden daha iyi bir cıvata üreteyim ki?" diyen bir işçinin elinde sistem yavaş yavaş paslanır.
fiyat mekanizması nerede lan allahsız gomünisler: kapitalizmde fiyatlar bir sinyaldir; arz ve talep arasındaki dengenin gps’idir. sosyalizmde fiyatlar merkezden belirlendiği için, sistem kör bir dev gibidir. bir bakarsınız ülkede milyonlarca sol ayak ayakkabısı üretilmiş ama kimsenin giyecek sağ ayakkabısı kalmamış.
kapitalizm kusursuz mu? kesinlikle hayır, hatta bazen oldukça vahşi. ancak bir üstünlüğü var: üretim odaklı olması. kapitalist sistem, "önce o kaynağı yaratalım, sonra (belki) paylaşırız" der. sosyalizm ise "kaynağı nasıl paylaştıracağımızı bulalım" derken, eldeki kaynağı da verimsizlik denizinde boğar.
sosyalizm, bir toplumun tamamını tek bir dev şirkete (devlet) dönüştürmeye çalışır. ancak bu şirketin ne ik departmanı düzgün çalışır ne de ar-ge'si.
20 yılda araba almak: sovyetler'de bir araba almak için 10 yıl sıra beklerdiniz. sonunda aldığınız o lada, 1960'ların teknolojisini 1980'lerde size sunardı. neden? çünkü rekabet yoktu. "daha iyisini yapmazsam batarım" korkusunun olmadığı yerde, teknolojik gelişme sadece askeri sanayiye hapsolur.
kore deneyi: aynı genetik yapıya, aynı dile ve aynı tarihe sahip bir halkı ortadan ikiye böldüler. birine "merkezi planlama" (kuzey), diğerine "vahşi piyasa" (güney) verdiler. bugün biri dünyayı kasıp kavuran akıllı telefonlar ve diziler üretiyor, diğeri ise sadece "büyük lider" fotoğrafları ve kıtlık haberleri. bu, ekonomik teorinin en acımasız sağlamasıdır.
kapitalizm, sadece bir ekonomik sistem değil, aynı zamanda bir "verimlilik takıntısı" dır. peki nasıl bu kadar büyüdü?
sanayi devrimi ve artık değerin yeniden yatırımı: kapitalizmin sırrı, kazandığı parayı yemek yerine onu tekrar makinaya yatırmasıdır. sosyalizmde devlet bu parayı "sosyal yardım" veya "bürokrasi" için eritirken, kapitalist yeni bir fabrika açar.
ölçek ekonomisi: kapitalizm "herkesin bir tane olsun" demez, "herkese ucuza milyonlarca satayım" der. bu hırs, üretimi o kadar devasa boyutlara taşır ki, bugün orta sınıf bir insanın sahip olduğu imkanlar, 200 yıl önceki bir kralın hayal bile edemeyeceği seviyeye gelir.
yaratıcı yıkım: sosyalizmde verimsiz bir fabrika "işçiler işsiz kalmasın" diye 50 yıl boyunca devlet zararıyla ayakta tutulur. kapitalizmde ise verimsiz olan batar, yerine yenisi gelir. acımasızdır ama sistemin taze kalmasını sağlar.
birçok kişi bu ikisini zıt kutuplar sansa da, ekonomi yönetiminde birbirlerinin "aynalı görüntüsü" gibidirler.
şirketçilik ve devletçilik: faşizmde (özellikle mussolini italyası ve nazi almanyası) mülkiyet kağıt üzerinde şahıslardadır ama neyi, ne kadar, hangi fiyata üreteceğinize devlet karar verir. sosyalizmde ise mülkiyet zaten direkt devletindir.
sonuç ikisinde de serbest piyasanın "fiyat sinyalleri" susturulur. devlet, ekonomiyi bir ordu gibi yönetmeye çalışır. ancak ekonomi orduya benzemez; ekonomi daha çok bir ormana benzer. kendi dengesini bulması gerekir, aksi takdirde ağaçlar kurur.
devamını gör...