kırık gitar yazar profili

kırık gitar kapak fotoğrafı
kırık gitar profil fotoğrafı
rozet
karma: 565 tanım: 29 başlık: 0 takipçi: 2

son tanımları


faşizm

faşizm sadece bir yönetim biçimi değil, insanları tek tipleştiren, özgürlüğü boğan, bireyi hiçe sayan bir ideoloji. ve bunu en iyi hayata geçirenlerden biri benito mussolini’ydi.

mussolini’nin hikayesi, faşizmin nasıl güç kazandığını anlamamı sağladı. gençliğinde sosyalistti ama sonra fikirlerini değiştirdi. birinci dünya savaşı’nın ardından italya’da kaos hâkimdi ve o da bu kaosu fırsata çevirdi. 1922’de kara gömleklileri roma’ya yürüttü, halkın korkularını ve milliyetçi duygularını kullanarak iktidara geldi. işin ilginç yanı, bunu bir darbeyle bile yapmadı. insanlar onun güçlü bir lider olduğuna inandı ve ona teslim oldular. o andan itibaren, faşizm sadece bir fikir değil, bir yaşam biçimi oldu.

mussolini’nin kurduğu sistemde birey hiçbir şeydi, devlet her şeydi. basın susturuldu, okullarda faşist ideoloji öğretildi, farklı düşünenler yok edildi. o, italyan halkına büyük bir imparatorluk nostaljisi sundu, roma’nın eski ihtişamına döneceklerini vaat etti. ama gerçekte olan, özgürlüklerin birer birer yok edilmesi ve muhalefetin tamamen susturulmasıydı.

faşist rejimler her zaman bir düşman yaratır. mussolini de bunu yaptı. halkı birleştirmek için korku yaydı, ötekileştirme politikaları izledi. ama bu yöntemler, uzun vadede halkı susturmanın ve sindirmenin ötesine geçemedi. faşizm, insanlara bir süreliğine güçlü olduklarını hissettirebilir ama bir noktadan sonra baskı dayanılmaz hâle gelir.

mussolini’nin en büyük hatası, hitler’le ittifak kurarak ikinci dünya savaşı’na girmesiydi. o güne kadar propagandayla ayakta tuttuğu rejimi, savaş meydanlarında gerçek yüzünü gösterdi. italya zayıflamaya başladı, halk desteğini kaybetti. 1943’te iktidardan düştü, sonra almanlar tarafından kurtarıldı ama eski gücüne kavuşamadı. 1945’te kaçmaya çalışırken italyan direnişçiler tarafından yakalandı ve öldürüldü. bir zamanlar ülkeyi demir yumrukla yöneten adam, sonunda sokakta sürüklenen bir cesede dönüştü.

mussolini’nin sonu, faşizmin kaderini gösteriyor. ne kadar güçlü görünse de temeli korkuya ve baskıya dayalı bir sistem eninde sonunda çöker. gücünü halkın korkularından alan bir rejim, sonunda o korkuların içinde kaybolur. mussolini’yi anlamak, faşizmin ne olduğunu anlamak demek. ve ben artık biliyorum ki, böyle bir sistemde gerçek güç değil, sadece geçici bir baskı var.

ekleme: #3467116 mussolini faşizmi pratikte olan faşizmin teorikteki karşılığıydı. kartacalılar da faşistti mesela fakat o zamanlar faşizm tanımı yoktu diye onlara faşist demeyecek miyiz?
devamını gör...

haydi barikata

yaklaşık 3 saattir bu şarkıyı dinliyorum. ey bandista, sen ne güzel bir grupsun. sadece bir direniş şarkısı değildir. direnirken eğlenenlerin şarkısıdır, marşıdır. 78 kuşağı bir babanın oğlu olmaktan gurur duyanların melodisidir. parfümden sıkılıp biber gazını özleyenlerin temposudur. devrim sonrası el ele, kol kola dans edeceklerin fragman müziğidir. gözlerimizi bugün gaz yaşartabilir fakat yarın sevinç gözyaşları dökmenin umududur. bugün ekmek, adalet ve özgürlük için bir kez daha buluşup barikatı, direnci güçlü tutma günü. sonra birlikte özgürlüğe manuş da söyleyeceğiz, söz. öyleyse hep beraber...
yek, dü, se, car!
devamını gör...

imamoğlu operasyonunun elde patlaması

ben buna katılmıyorum. akp hükümetinin ve özellikle mehmet şimşek'in elinde artık dövizi baskılayacak gücü kalmadı. birkaç operasyon ile fasondan baskılama gösterip birkaç güne doların kanatlanmasına şahit olacağız. erdoğan'ın ve örgütünün adil bir seçim yarışı gütmediğini her zaman gördük. en son yapılan mahalli seçimlerde çok fazla uğraşmadılar çünkü belediyelerde hem kaynak kalmadı, hem de belediyelerin el koyamayacağı yapılara çöktüler. artık onlar için belediyecilik işi bitti. ben aday kim olursa olsun erdoğan'ın çekindiğini sanmıyorum. buna hem imamoğlu hem de yavaş dahil. özdağ ise çok ütopik kalırdı çoktan es geçiyorum. bu ülkede budun milliyetçiliği her zaman ülkü milliyetçiliğinin gerisinde kalmıştır. en azından inönü dönemiyle birlikte böyle olmuştur diyebiliriz. ben hala daha bu operasyonun ellerinde patlamadığını, maalesef şıkır şıkır işlettiklerini düşünmekteyim. umarım yanılan ben olurum.
devamını gör...

darwin'in tavus kuşlarından aşırı gıcık alması

eşeysel seçilim evrimin cevaplarından biridir aslında. adaptasyonun parçalarından biridir. kısa boylu zürafaların yok oluşlarının temelinde sadece besin bulamamak yoktur aynı zamanda eş de seçememişlerdir. ayrıca darwin bunu türlerin kökeni kitabında gayet detaylıca açıklamıştır. doğal seçilimin dört temel unsurundan biridir eşeysel seçilim. bateman ilkesi bu konuda önemli bilgiler verir bize.

darwin'den ziyade bu konuda en fazla çalışma yapan bilim insanı ronald fisher hakkında da bir şeyler söylemek lazım. ronald fisher, eşeysel seçilim kavramını darwin’in öne sürdüğü biçimde ele almış ancak ona kendi matematiksel ve genetik bakış açısını ekleyerek modern evrim teorisine önemli katkılar yapmıştır. fisher’a göre eşeysel seçilim, özellikle dişilerin belirli özelliklere sahip erkekleri tercih etmesiyle işler ve bu tercihler nesiller boyunca genetik olarak aktarılır.

fisher’ın en dikkat çekici katkılarından biri, “kaçak seçilim” hipotezidir. ona göre, eğer bir dişi belirli bir fiziksel özelliği örneğin, uzun tüyleri veya parlak renkleri olan erkekleri tercih ederse, bu özellik zamanla popülasyonda yaygınlaşır. çünkü böyle bir özelliğe sahip erkekler, daha fazla eş bulup daha fazla yavru sahibi olurlar ve dişiler de bu tercihi yavrularına aktarır. sonuç olarak, özellik hem genetik olarak erkeklerde korunur hem de dişilerin tercihi haline gelir.

bu sürecin bir noktadan sonra tür için riskli hale gelebileceğini de öngörmüştür. örneğin, tavus kuşunun gösterişli kuyruğu bir yandan dişilerin dikkatini çekerken, diğer yandan yırtıcılara karşı savunmasız hale getirir. ancak fisher, eşeysel seçilimin bazen doğal seçilimin karşısında bile güçlü olabileceğini savunur; çünkü hayatta kalmak tek başına yeterli değildir, bireyin üreme başarısı esas belirleyicidir.

fisher’ın çalışmaları, biyolojide genetik ile evrimi birleştiren “modern sentetik evrim teorisi”nin temel taşlarından biri olmuştur. bugün eşeysel seçilim üzerine yapılan pek çok araştırma, onun fikirlerinin ne kadar isabetli olduğunu kanıtlamaktadır.

bir de ben hala peafowl için neden seksist kavramları daha sıklıkla kullanıyoruz onu anlamıyorum. ayırt etmeden bunlara tavus kuşu diyen sadece biz varız sanırım.
devamını gör...

diyelim ki o bunu okuyor

gittiğin gün hala dün gibi aklımda. o sabah her şey sıradandı. sokaklar aynıydı gökyüzü her zamanki gibi griydi kahvem biraz daha soğuktu belki ama farkında değildim. senin yokluğunun bana zamanla unutturacağını sandığım detayları hatırlıyorum şimdi. o gün söylediğin son cümle kapıyı kapatırken geriye dönüp bakışın sesinin son kez kulaklarımda yankılanışı…

o gün bilseydim seni bir daha göremeyeceğimi… ellerini son kez tutar kokunu içime daha derin çeker gözlerine biraz daha uzun bakardım. ama bilmiyordum. kimse bilmiyordu. hayatın en zalim tarafı da bu değil mi zaten? bizi en çok hazırlıksız yakalıyor.

zaman geçti herkes hayatına devam etti. gözlerimdeki matlığı fark edenler "unutmalısın" dedi. unutmak… sanki unutabilirmişim gibi. insan nasıl unutur söylesene? en sevdiği sesi en huzur bulduğu dokunuşu en güvendiği omzu? unutmak… keşke becerebilseydim.

şehir değişti insanlar değişti sokakların kokusu bile farklı şimdi. ama ben değişmedim. ben hala seni kaybettiğim günkü gibi yarımım. her sabah uyandığımda içimdeki boşluk biraz daha büyüyor. günler birbirine benziyor haftalar aylar yıllar… hepsi sensiz geçiyor. ve ben her geçen gün biraz daha eksiliyorum.

biliyor musun hala seni anlatıyorum insanlara. gözlerinin rengini kahkahalarının nasıl içimi ısıttığını rüzgarın saçlarını nasıl savurduğunu… ama fark ettim ki artık korkuyorum. sesini hatırlamak için gözlerimi kapattığımda hafızam bulanıklaşıyor. zaman anılarımı benden çalıyor. en çok da buna kızıyorum. seni kaybettim ama en azından anılarım vardı. şimdi onları da kaybediyorum.

gece olunca daha da zor oluyor her şey. kendi içimde kayboluyorum seni arıyorum uykularımda. bazen rüyalarımda çıkıyorsun karşıma bana gülümsüyorsun. elimi uzatıyorum tam dokunacakken kayboluyorsun. uyandığımda elimde sadece soğuk bir boşluk kalıyor. sensizliğin en acı tarafı bu işte… ne kadar ulaşmak istesem de sana hiçbir zaman dokunamamak.

biliyor musun bazen seni özlemekten bile korkuyorum. çünkü özlemek kabullenmek demek. yokluğunu hissetmek artık gelmeyeceğini bilmek… ama ben hala seni çağırıyorum hala adını fısıldıyorum karanlıkta. belki bir gün duyarsın diye…

yıllar geçti ama ben hala oradayım. o günün sabahında senin kapıyı kapatıp gittiğin anda kaldım. bir yanım hep seni bekliyor. bir gün belki bir sokak köşesinde belki bir rüyanın içinde yeniden karşılaşırız diye.
devamını gör...

paranoyak deli ile delisin delisin

buradayım be buradayım! kılıçdaroğlu edasıyla
devamını gör...

paranoyak deli ile delisin delisin

ah dönersen geldi. çok teşekkür ediyorum. rüyamdaki aptal kadın olmazsa bu olur gerçekten.
devamını gör...

paranoyak deli ile delisin delisin

emre aydın o zamanlar t harfini söylerken arkadan ş harfi çıkarmıyordu. sabuha dinleyip kendimizden geçtiğimiz dönemlerdi. gideceksen s..... git diye bağırıyorduk. güzel zamanlardı.
devamını gör...

kırık gitar (yazar)

ben de neden yazar olmadığımı bilmiyorum. gerçi çaylak tanımında bir hafta içinde yazıyor, sanırım onu bekliyorum. çok da önemli değil süresi aslında elimden geldiğince tanım girmeye devam edeceğim.
devamını gör...

paranoyak deli ile delisin delisin

blues band dinleyen kaç kişi var ki bu ülkede, hem de mountain of blues çalıyor. çok niş bir seçim. ayrıca 6. cadde için şimdiden teşekkür ediyorum. çok kibarsınız.

eee old love girmişti, dinliyorduk, niye kesildi?
devamını gör...

paranoyak deli ile delisin delisin

merhaba, muhabbetiniz bol olsun. istek şarkı alıyor musunuz bilmiyorum ama olur da alıyorsanız 6. cadde'den rüyamdaki aptal kadın şarkısını çalar mısınız? ama yeni versiyonunu değil, 2003 versiyonu olan. iyi yayınlar diliyorum.
devamını gör...

slacktivizm

sosyal medyaya her girdiğimde aynı sahneyle karşılaşıyorum. insanlar bir konuda ne kadar duyarlı olduklarını göstermek için paylaşımlar yapıyor, hashtag’ler kullanıyor, profillerine renkli çerçeveler ekliyor. o anlık bir duyarlılık patlaması yaşıyorlar, birkaç saniyelik bir eylemle büyük bir değişime katkıda bulunduklarını düşünüyorlar. ama sonra? sonra hayatlarına aynen devam ediyorlar. slacktivizm tam olarak bu: eylemsiz bir aktivizm, vicdan rahatlatmaya yönelik bir gösteri.

bir meseleye gerçekten inanıyorsan, onu sadece dijital dünyada konuşarak geçiştirmezsin. eğer bir toplumsal adaletsizlikten şikâyet ediyorsan, sadece bir tweet atmak yerine o konuda çalışan bir sivil toplum kuruluşuna bağış yaparsın, bir etkinliğe katılırsın ya da doğrudan bir değişim yaratacak adımlar atarsın. ama çoğu kişi için mesele bu kadar derin değil. onlar için sosyal medya aktivizmi, zahmetsizce bir konuya destek vermenin en pratik yolu. bir gönderiyi paylaşarak veya bir çevrim içi dilekçeye imza atarak üzerlerine düşeni yaptıklarını sanıyorlar. peki ya sonra? paylaşım yapılmış, hashtag kullanılmış, konu hakkında birkaç kelime edilmiş… görev tamamlandı. vicdanlar rahat, hayat devam ediyor.

bu tür yüzeysel destek biçimleri insanlara sahte bir tatmin sağlıyor. "ben üzerime düşeni yaptım" hissi, onları gerçek aktivizmden uzaklaştırıyor. sokaklara çıkmaya, zaman ayırmaya, maddi destek sağlamaya ya da gerçekten bir şeyleri değiştirecek çaba göstermeye gerek duymuyorlar. çünkü sosyal medyada birkaç saniyelik bir eylemle kendilerini zaten bir aktivist gibi hissedebiliyorlar. oysa ki tarih boyunca gerçek değişimler, yalnızca farkındalık yaratmakla değil, somut eylemlerle gerçekleşti.

tabii ki sosyal medyanın bir gücü var, bunu inkâr edemem. bazen bir kampanya büyük kitlelere ulaşabilir, bazen bir paylaşım milyonlarca insanın dikkatini çekebilir. ancak buradaki temel sorun şu: paylaşımların ötesine geçmeyen, eyleme dönüşmeyen farkındalık hiçbir şey değiştirmez. insanların dijital dünyada gösterdiği destek, gerçek dünyada bir hareket başlatmadıkça, sonuç sadece geçici bir ilgi ve ardından gelen unutulmuşluk oluyor.

eğer bir konuda gerçekten değişim yaratmak istiyorsak, ilk adım farkındalık yaratmak olabilir ama asıl mesele orada durmamak. bir davayı desteklemek için gerçekten ne yapabileceğimizi sorgulamalıyız. bir bağış yapabilir miyim? gönüllü olabilir miyim? konuyla ilgili daha fazla bilgi edinip çevremdekileri bilinçlendirebilir miyim? yoksa sadece klavyenin başına geçip birkaç saniyelik bir gösteriyle mi yetineceğim? işte asıl soru bu.
devamını gör...

wonka

paul king’in yönettiği wonka, roald dahl’ın meşhur karakterinin geçmişine ışık tutmayı amaçlayan, şeker tadında ama bir o kadar da tartışmalı bir yapım. film, willy wonka’nın gençliğini merkeze alarak, onun nasıl bir çikolata dahisi hâline geldiğini anlatıyor. ancak bu anlatı, karakterin özündeki eksantrik doğayı mı besliyor yoksa onu sıradan bir masal kahramanına mı dönüştürüyor? işte asıl soru bu.

timothee chalamet, genç willy wonka olarak ekranda parlıyor. ancak bu parıltı, tatlı ama yapay bir ışık gibi duruyor. gene wilder’ın büyüleyici eksantrikliği ve johnny depp’in rahatsız edici tuhaflığı düşünüldüğünde, chalamet’nin yorumu daha yüzeysel kalıyor. wonka’nın sıradışı zihnini ve dünyaya olan mesafesini tam anlamıyla hissettiremiyor. yerine, fazlasıyla iyimser ve romantize edilmiş bir karakter sunuluyor. sanki wonka, bir dahiden çok, maceracı bir peri masalı kahramanıymış gibi.

filmin en güçlü yanı ise şüphesiz görselliği. renk paleti, detaylı set tasarımı ve titizlikle oluşturulmuş sanat yönetimi, izleyiciyi tam anlamıyla bir şeker diyarına götürüyor. çikolatalar, şekerlemeler ve fantastik mekanlar, göz kamaştırıcı bir şekilde tasarlanmış. wes anderson filmlerinden aşina olduğumuz simetrik kadrajlar ve pastel tonlar, film boyunca kendini hissettiriyor. ancak bu görsel şölen, anlatının eksiklerini kapatmakta yetersiz kalıyor.

senaryo açısından bakıldığında, film belirli bir ritim sorunu yaşıyor. ilk yarı, wonka’nın dünyasını keşfetmek için iyi bir zemin hazırlıyor ancak ikinci yarıda anlatı formülize bir hale geliyor. karakterlerin çatışmaları, bir çocuk filmi için bile fazla basit kalıyor. wonka’nın dünyasını şekillendiren deha, acı, kayıp veya geçmişin izleri yerine, basit engelleri aşmaya odaklanan bir hikâye anlatılıyor. bu da karakterin psikolojik derinliğini neredeyse sıfıra indiriyor.

bir diğer zayıf halka ise müzikal unsurlar. film, klasik müzikal formüllerini kullanmaya çalışsa da şarkılar hikâyeye organik şekilde eklemlenemiyor. ne la la land’in büyüleyici duygusal etkisine sahip ne de the greatest showman gibi akılda kalıcı hit parçalar sunabiliyor. şarkılar genellikle sahne geçişlerini kolaylaştıran dolgu malzemeleri gibi duruyor.

sonuç olarak wonka, güçlü bir sanat yönetimi ve chalamet’nin sempatik enerjisine rağmen, karakterin özündeki gizemi ve tuhaflığı tam anlamıyla yakalayamayan bir film. eğer saf bir aile eğlencesi arıyorsanız, renkli ve tatlı bir seyir sunabilir. ancak wonka’nın o büyüleyici, sıradışı ve biraz da ürkütücü dünyasını keşfetmek istiyorsanız, bu film size sadece bir çikolata kabuğu sunuyor. içinde ise biraz fazla şekerli, biraz fazla tanıdık bir tat var.
devamını gör...

yoğunluk

birim hacimdeki madde miktarı. bir diğer ismiyle öz kütle. uluslararası gösterim biçimi "d" harfidir. birimi "g/cm³" veya "kg/m³" şeklinde ifade edilebilir.

sabit hacimde madde miktarı artarsa yoğunluk artar. madde miktarı sabitken hacim artarsa yoğunluk azalır.

birbirine homojen şekilde karışmayan sıvılar yoğunluk farkı sayesinden birbirinden ayrılır. bu tekniğin uygulandığı alete ayırma hunisi adı verilir.

bu kavramı keşfeden kişi antik yunan filozofu ve matematikçisi arşimed'dir. arşimed prensibi adı verilen fenomenin keşfi sırasında yoğunluk kavramı da kesinleşmiş oldu.

syracuse kralı ıı. hieron, bir kuyumcuya saf altından özel bir taç yapmasını emretti. ancak taç tamamlandığında, kuyumcunun içine daha ucuz bir metal olan gümüş karıştırarak altının bir kısmını çaldığından şüphelendi. o dönemde metallerin saflığını tahrip etmeden anlamak mümkün değildi. kral, bu sorunu çözmesi için dönemin en büyük bilim insanlarından biri olan arşimete başvurdu.

kralın isteği açıktı: tacın gerçekten saf altından olup olmadığını, ona zarar vermeden bulmak gerekiyordu. arşimet için bu büyük bir meydan okumaydı çünkü kuyumcunun hile yapıp yapmadığını anlamak için tacın içeriğini ölçmesi gerekiyordu. ancak altın ve gümüş aynı ağırlıkta olsa bile farklı hacimlere sahip olabilirdi.

günlerce çözüm arayan arşimet, bir gün yorgun düşüp hamama gitti. küvete girdiğinde su seviyesinin yükseldiğini fark etti. o anda zihninde bir şimşek çaktı: suya batırılan bir cismin, taşırdığı suyun hacmiyle aynı hacme sahip olduğunu fark etti. eğer tacın hacmi, aynı ağırlıktaki saf altın bir parça ile aynı değilse, içine başka bir metal karıştırılmış olduğu anlaşılacaktı.

bu fikri test etmek için arşimet, önce tacın ağırlığıyla aynı olan saf altını ve saf gümüşü suya batırarak taşırdıkları su miktarlarını ölçtü. ardından tacı suya batırdı ve hacminin saf altınla aynı olmadığını gördü. tacın yoğunluğu, saf altınınkinden daha düşüktü, yani kuyumcu gerçekten de altına gümüş karıştırmıştı.

bu büyük keşif, arşimet prensibi olarak anıldı ve yoğunluk kavramının temelini oluşturdu. efsaneye göre arşimet, bu keşfi yaptığında heyecanla "eureka! eureka!" ("buldum! buldum!") diye bağırarak hamamdan çıplak halde fırlamıştı. bu olay, bilim tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilir ve bugün bile fizik ve mühendislik alanlarında yoğunluk hesaplamalarında kullanılan temel prensiplerden biridir.
devamını gör...

paris'ten çiçeklerle

sarah jio, paris’ten çiçeklerle adlı romanında iki kadının kaderini paris’in nostaljik sokaklarında ustalıkla birbirine bağlıyor. yazar, hem nazi işgali altındaki paris’te bir annenin çaresiz mücadelesini hem de günümüz dünyasında kimlik arayışına çıkan bir kadının içsel yolculuğunu anlatırken, savaşın izlerini, kayıpların yarattığı boşlukları ve aşkın iyileştirici gücünü merkeze alıyor.


roman, iki farklı zaman diliminde geçiyor. 1943 yılında, nazi işgali altındaki paris’te, celine marchand isimli genç bir kadın, babası ve kızı cosi ile birlikte bir çiçekçi dükkânı işletiyor. ancak savaşın getirdiği baskı her geçen gün daha da artıyor. yahudi kökenli babası yüzünden tehdit altında olan celine, kızını korumak için çaresizce bir çıkış yolu arıyor. ancak savaş, sadece insanların özgürlüğünü değil, sevdiklerini de ellerinden alıyor. celine’in hikâyesi, sadece bir annenin hayatta kalma mücadelesi değil, aynı zamanda aşkın ve insan ruhunun en karanlık zamanlarda bile nasıl ışık saçabileceğini gösteren dokunaklı bir anlatı.

günümüzde ise amerikalı caroline williams, paris’te bir bisiklet kazası geçirdikten sonra hafızasını kaybeder. kendini tanımaya çalışırken, yaşadığı evde geçmişten kalma mektuplar ve eskimiş anılarla dolu ipuçları bulur. caroline, keşfettiği izlerin peşinden giderken, bir yandan kendi hayatını yeniden inşa etmeye, bir yandan da celine’in izini sürmeye başlar. bu araştırma, onu unutulmuş bir aşkın ve savaşın gölgesinde saklı kalmış bir sırrın tam ortasına sürükler.



jio, olay örgüsünü ustalıkla kurgulayarak geçmiş ve günümüz arasında akıcı bir geçiş sağlıyor. nazi işgali altındaki paris’in kasvetli atmosferi, bombaların gölgesinde yaşanan korku ve yas, yazarın detaycı anlatımıyla güçlü bir şekilde hissediliyor. celine’in çiçekçi dükkânındaki her bir çiçeğin anlamı, caroline’in şehri keşfettiği sokakların dokusu, paris’in romantizminin yanı sıra tarih boyunca yaşadığı acıları da okurun gözünde canlandırıyor.

özellikle çiçeklerin hikâye içindeki metaforik kullanımı dikkat çekici. celine’in hayatındaki en önemli anların hep bir çiçek kokusuyla hatırlanması, caroline’in keşif sürecinde çiçeklerin birer ipucu gibi karşısına çıkması, anlatıyı görsel ve duygusal anlamda zenginleştiriyor. paris sokakları, çiçeklerin diliyle birer anı defterine dönüşüyor.

sarah jio’nun en büyük başarısı, duygusal yoğunluğu yüksek, okuru içine çeken bir hikâye anlatması. karakterler, özellikle celine, derinlikli bir şekilde işlenmiş. bir annenin savaşın ortasında yaşadığı çaresizlik, sevdiğini korumak için aldığı riskler ve aşkın bile bir lüks haline geldiği zamanların gerçekçiliği etkileyici bir şekilde aktarılmış. caroline’in karakteri ise zaman zaman daha yüzeysel kalsa da, gizem unsuru ve paris’in romantik atmosferi sayesinde hikâyeye sürükleyicilik katıyor.

bununla birlikte, romanın bazı bölümlerinde tahmin edilebilirlik ön plana çıkıyor. sarah jio, genellikle duygusal ve dramatik olay örgülerini klasik formüllerle işlerken, bazı okurlar için bu durum fazla klişe gelebilir. ancak tarihî roman ve romantizm sevenler için, paris’in büyülü atmosferinde geçen bu hikâye kesinlikle tatmin edici bir okuma sunuyor.

paris’ten çiçeklerle, geçmişin yaralarını saran, aşkın ve fedakârlığın izini süren bir roman. sarah jio, çiçeklerin diliyle anlatılan bu hikâyede, savaşın karanlığına rağmen umut ve aşkın filizlenebileceğini hatırlatıyor. paris’in nostaljik sokaklarında dolaşırken, her köşede bir anı, her çiçekte bir hikâye buluyorsunuz. duygusal anlatımı, tarihî atmosferi ve romantik dokusuyla, özellikle sarah jio’nun anlatım tarzını sevenler için kaçırılmaması gereken bir kitap.
devamını gör...

21 mart dünya down sendromu farkındalık günü

21 mart olmasının bir sebebi vardı. uluslarası tarih olarak 03.21 olarak geçer. down sendromu 21. kromozom çiftinin ebeveynlerden birinde ayrılmaması sonucu oluşan ve döllenme sonucu 21. kromozom çiftinin zigotta homolog ikili oluşturması yerine üçlü olmasıyla alakalıdır.

+1 farkla aramızda binlerce down sendromlu birey yaşamaktadır. onların hayatlarını kolaylaştırmak elimizde. farkındalığı bir gün değil her gün yaşayabilenlere gönül dolusu teşekkürler. zaten onlar da sadece bir gün görülmek istemiyorlar.

ülkemizin dört bir yanında down cafeler bulunmaktadır. bu cafelerde down sendromlu bireyler çalışmaktadır. bu cafelerin işletmeleri genellikle sivil toplum örgütlerine veya belediyelere bağlıdır.

son olarak dostlar kromozom saymaz!
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

günaydın sözlük

günaydın sözlük. buraya alışmam biraz zaman alacak sanırım çünkü bilgi içerikli ve haberlerin paylaşımından ziyade daha çok insanların birbirleriyle etkileşim kurduğu bir yere benziyor. bir günlük gözlemim sonucunda şunu söyleyebilirim ki her telden yazar var. etkileşim alan yazarlar genellikle karma puanı yüksek olan yazarlar. sekmelerde dolaştığımda nickaltı sekmesi dikkatimi çekti. burada genelde benzer kişiler yoğunluklu olarak yazıyor sanırım. belli bir kümeleşme söz konusu. sözlük arkadaşlıkları güzeldir. bu beğendiğim bir nokta oldu. bazı yazarlar daha az seviliyor olabilir. geçmişte yaşanan bazı olaylar var sanırım ancak bunların temcit pilavı gibi ısıtmanın doğru olmadığını düşünmekteyim. herkese keyifli bir gün diliyorum.
devamını gör...

batı

eski türk devletlerinin ikili devlet sisteminde yagbu tarafından yönetilen kısımdır. batı taraf kendi iç işlerinden kendileri sorumluyken dış ilişkilerde hakan'a bağlıdır.

aynı zamanda güneşin battığı yerdir. dünyanın kendi etrafında dönüş yönünün bir sonucudur. eğer dünya saat yönünde dönseydi bugün batı dediğimiz yerden güneş doğacak, doğu dediğimiz yerden güneş batacaktı.

rönesans, reform, sanayi inkılâbı gibi değişimlerle dünyanın doğusu ile arasında bir fark yaratan kısımdır. doğu tarafı sömürülen kesim olurken batı sömürgeci bir yapıya ulaşmıştır.

ülkemizin en batı noktası gökçeada'da bulunan incirburnu adı verilen burundur.

ülkemizin bazı kesimi için moderniteyi, bazı kesimi için ahlaksızlığı temsil etmektedir.
devamını gör...

basit makineler

kullanımı çağlar öncesine dayanır. özellikle milattan önce 3000'li yıllarda daha sık kullanıldığı bilinen sistemler bütünüdür. ilk olarak tekerlek, kama, eğik düzlem, kaldıraç ve makara gibi aletler kullanılmıştır. günümüzdeki daha kompleks basit makinelerin mucidi ise arşimed'dir. arşimed, geliştirdiği savaş makinelerinde özellikle kaldıraçlar prensibine imza atarken işin matematiğini de bulmuştur. arşimed sonrası basit makinelere en çok katkı sağlayan kişi leonardo da vinci olmuştur. da vinci'nin çizdiği çark çalışma prensibi sanayi devrimine ön ayak olmuştur. günümüzde kullanılan basit makine tipleri şu şekildedir:

kaldıraç:
destek ve bir çubuk temelinde olan basit makinelerdir. destek ile kuvvet arasındaki mesafeye kuvvet kolu, destek ile yük arasındaki mesafeye yük kolu adı verilir. sistemin kuvvet kazancı kuvvet kolunun yük koluna oranıyla hesaplanır. üç çeşit kaldıraç bulunur.
desteğin arada olduğu kaldıraçlar çift yönlü kaldıraçlardır, kuvvetin yönünü değiştirirler. desteğin konumuna göre kuvvetten kazanç da sağlayabilir kayıp da sağlayabilir. destek tam ortadaysa kuvvetten kayıp veya kazanç oluşmaz. makas, levye, terazi, pense, sandal küreği bu tip kaldıraca örnektir.
yükün arada olduğu kaldıraçlar tek yönlü kaldıraçlardır, kuvvetin yönünü değiştirmezler. kuvvet kolu yük kolundan uzun olduğu için her zaman kuvvetten kazanç sağlar. el arabası, kapı, ceviz kıracağı, açacaklar bu tip kaldıraca örnektir.
kuvvetin arada olduğu kaldıraçlar tek yönlü kaldıraçlardır, kuvvetin yönünü değiştirmezler. kuvvet kolu yük kolundan kısa olduğu için her zaman kuvvetten kayıp sağlar. maşa, cımbız, kürek, olta ve spor aletleri bu tip kaldıraca örnektir.

makara:
merkezinin etrafında ipin dolanarak çalıştığı sistemlerdir. iki çeşit makara bulunur.
sabit makatalar orta noktasından bir zemine perçinlenen makara tipidir. uygulanan kuvvet ile yükün ağırlığı eşittir. desteğin arada olduğu kaldıraç gibi çalışır. kuvvetin yönünü değiştirir. ipin çekilme miktarı ile yükün yükselme miktarı eşittir.
hareketle makaralarda makaranın ortası bir yüke veya başka bir makaraya bağlıdır. kollardan biri sabit bir yere bağlanır. yük iki kola eşit dağılır. her hareketli makara iki kat kuvvet kazancı sağlar. yükün yükselme miktarı ipin çekilme miktarının yarısıdır.
en az bir sabit ve bir hareketli makaradan oluşan sistemlere palanga denir. palangalarda kuvvet sabit makaradan veya hareketli makaradan uygulanabilir. kuvvetin uygulandığı makaraya göre kuvvet kazancı değişir.

eğik düzlem:
bir yükü bir takoz yardımıyla çıkarmaya yarayan aletlerdir. pisagor teoremnden dolayı her zaman kuvvetten kazanç sağlar. burada kuvvet kazancını belirleyen unsur eğimdir. eğim azaldıkça kuvvet kazancı artar. merdiven, rampa, vida, kama eğik düzleme örnektir.

çıkrık:
bir silindirin merkezine bağlı bir kolun döndürülerek çalıştırılan basit makinelerdir. kuvvet kazancı çıkrık kolunun silindir yarıçapına oranıyla bulunur. çıkrık kolu uzadıkça kuvvet kazancı artar. silindir yarıçapı uzadıkça kuvvet kazancı azalır fakat yükün bir turda aldığı yol artar. tornavida, masa kalemtıraşı, direksiyon, kapı kolu, anahtar, kıyma makinesi, el matkabı, musluk, merdane, dikiş makinesi, bisiklet pedalı, olta mekanizması çıkrıklara örnektir.

kasnak:
çember ve dış kısımları oyuk sistemlerdir. birbirlerine kayış ile bağlanırlar. büyük kasnakların tur sayısı küçük kasnaklara göre daha az olsa da hızları eşittir. kayışın bağlanma şekline göre kuvvetin yönünü değiştirebilirler.

dişli çark:
kasnağa benzeyen fakat dışında dişleri olan sistemlerdir. diş sayısı ile yarıçap doğru orantılıdır. birbirlerine zincir ile bağlanabilirler veya yanyana temas halinde bulunabilirler. birbirine temas eden dişli çarkların hareket yönü zıttır. çalışma prensibi kasnakla benzerdir. bisikletlerde, saatlerde ve araçlarda kullanılırlar.

tekerlek:
bir merkez etrafında dönen basit makinedir. bir yükü taşımak için veya maddeleri öğütmek için kullanılırlar.
devamını gör...

adamına göre linç

interaktif sözlükler, fikirlerin serbestçe paylaşıldığı, gündemin hızla aktığı ve kolektif hafızanın şekillendiği platformlar olarak başladı. başlangıçta mizahın, bilgi paylaşımının ve özgün yorumların merkeziydiler. ancak zamanla, linç kültürünün en keskin araçlarından biri hâline geldiler. günah keçisi belirleme refleksi, burada da kendini gösterdi. bir yazarın yaptığı bir yorum, bir paylaşım ya da yanlış anlaşılan bir cümle hızla alıntılanarak gündem olur ve saldırıya uğrar.

bu platformlarda linç, bazen haklı bir tepki gibi görünür ama çoğu zaman adaletten çok öfke boşaltma aracıdır. kitleler, bir başlık altında birleşerek hedeflerine yönelir. insanlar, yorumlarını yazarken karşılarındaki kişinin gerçek bir insan olduğunu unutur. "hak ediyor" düşüncesi, merhameti ve sağduyuyu silip atar. bir kişi düşman ilan edildiğinde, her sözü, geçmişi, hatta özel hayatı didik didik edilir. önce mizahi bir dille başlayan süreç, kısa sürede hakaretlere, tehditlere ve sosyal itibarın yok edilmesine dönüşür.

işin ironik yanı, interaktif sözlükler kendilerini özgür düşüncenin alanı olarak tanımlar ama linç kültürü, bireyleri otosansüre zorlar. yanlış anlaşılma korkusuyla herkes daha dikkatli konuşmaya başlar. bir süre sonra da sadece baskın görüşlerin hakim olduğu, farklı fikirlerin cezalandırıldığı tek sesli bir ortama dönüşürler. eleştiri ve linç arasındaki çizgi bulanıklaşır; gerçekten zararlı bir görüşe mi karşı çıkılıyor, yoksa topluca bir kişinin üzerine mi gidiliyor, bunu ayırt etmek zorlaşır.

ama burada kimse gerçekten kazanan olmaz. linç edilen kişi sessizliğe gömülse de, kitlelerin öfkesi bitmez. bir sonraki hedef belirlenir, yeni bir isim başlıklara taşınır ve döngü devam eder. interaktif sözlükler, özgür tartışma alanları mı yoksa modern çağın dijital infaz meydanları mı? işte bu soru, belki de en çok üzerine düşünülmesi gereken meselelerden biri.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim