otistik şempanze yazar profili

otistik şempanze kapak fotoğrafı
otistik şempanze profil fotoğrafı
rozet
karma: 10476 tanım: 2583 başlık: 101 takipçi: 109
yazım hatalarım için kızma lütfen, türkçem o kadar da iyi değil. bir mesaj atarak yardımcı olabilirsin.

son tanımları | başucu eserleri


flood

ben yıllar önce ford'un sersivine girmiştim orada beyaz büyük variller vardı. tepesinde musluk gibi bir şey oradan pislik içinde bir kaba doldurup onu da arabaya koyuyorlardi o varildeki yağ daha uzun sürede bitiyor uzun süre havayla temas ediyor bence bu sağlıklı degil. ancak burada esas konu şu biz 0,16 yağ ile gf6b spesifikasyonunu istiyoruz. tüm yağ türleri içinde gf6b speci karşılayan tek yağ 0,16. mesela 0,20 gf6a karşılıyor. bu yüzden mühendis demiş ki kullanıcı kılavuzunda "0,16 yağ bulamadınsa 0,20 koy ama mutlaka bir sonraki bakımda kesinlikle 0,16 dön" demiş. yani benim burada üzerinde durduğum temel mesele bu ve bayi diyor ki biz artan 0,16 yağları birleştirip başka araçlara koyuyoruz bu bir tür change. yani siz bu servislere güveniyor musunuz ben bu adamların 0,16 bidonuna 0,20 koyacağını, yarım litre 0.16 kaldı ise üzerine 3 litre 0,20 ya da 5,30 varil yağı ekleyip sana 0,16 koyduk diye satacagina eminim. bunlar için bu tarz dolandırıcılıklar rutin. o yüzden bidonu ve artani istiyorum ki o bidonu benim için açtıklarına bir nebze emin olayım en azından açıp bakarım bidonda artan yağ viskoziteden 0,16 olduğu belli olur. eski 3008 aracımda 2015 tarihine ait hiç görmediğim istanbuldaki bir restoranin fişini buldum aracıma da sağdan soldan kimse binmez. eski c-max aracımı servise bıraktım 50km yol yapmışlar 50 km yolu nerede yaptınız dedim "abeu test sürüsün3 çıktık" diyor. bunlar böyle insanlar. servislerin hiçbiri kullanıcı kadar specleri bilmez, umursamaz servislere göre bütün yağlar aynı. servislere göre bütün yağlar aynı rafineriden çıkıyor.
devamını gör...

sözlük yazarlarının fotoğrafları

2023 mayis baltik denizi sahilleri
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

flood

dünya’dan kaçma planları

üniversite bittikten sonra kısa süre işsiz kalınca hemen “yurt dışına gideceğim” demiştim. insanlarla ne yapacağımı konuşurken tek şey çıkıyordu ağzımdan; “yakında ben zaten yurtdışına gideceğim”. yurt dışı, yurt dışı diyip duruyordum ama yurt dışının tam olarak neresi olduğu ve oraya nasıl gideceğim hakkında en ufak bir bilgim yoktu. amerika mı, ingiltere mi, norveç mi, fransa mı neresiydi gitmek istediğim yer? en ufak bir fikrim yoktu. yurtdışı olsun yeterdi, her yer olabilirdi. üniversiteyi bitirmiştim, işsizdim, doğduğumdan beri kız arkadaşım olmamıştı, ne beklentim ne de bir amacım vardı, beni buraya bağlayan hiç kimse, hiçbir şey yoktu. sanki yeni bir söz bulmuşlar da bunu kendilerinden başka kimse bilmiyormuş gibi “nereye gidersen git, oraya da kendini götürürsün” diyenlere inat, kendimi yurtdışına götürmeye kesin kararlıydım. yurt içinde olmamıştım ben. tut kolumdan götür beni yozgat’a, maraş’a, gümüşhane’ye tırt olduğum iki haftaya kalmaz fark edilirdi, kendimi gizleyebileceğim bir yerlere gitmeliydim. beceriksizliğimin sorumluluğunu uyum sorununa, iletişimsizliğimin sorumluluğunu kültür farkına yorabileceğim bir yerler olmalıydı. hem sıla hasreti de beni birkaç yıl oyalardı. “what’s the prablım honey?” diye yanıma sokulan yabancı sevgilimi elimle itip “geldiğim yerdeki insanları özledim tatlım. şehirlerinizde alt yapı sorunu yok... eyvallah! biri hastalansa onu hemen helikopterle hastaneye yolluyorsunuz... bravo! sarışınlık sizde, rak müzik sizde, milkşeyk sizde... korkmayın bunların hiçbirinde gözümüz yok! ama bişeyi unutmuşsunuz be cincır! insan değilsiniz insan! geldiğim yerdekiler hepinizden daha insandı. insana insan bakardı” diyerek ilişki yürü- temememin, geçimsizliğimin faturasını yurt dışı insanına çıkarmam gözlerimin önüne geliyordu. kendine acımanın, kendine üzülmenin en legal oıduğu yerdi yurt dışı. yani tam bana göre bir yerdi. yurt dışı’na kesin gitmeliydim.
bizim sülalenin erkeklerinin temel özelliği; ailesinin rızkını, parasını pulunu elâleme yedirmeyi çok sevmesidir. kadınların ise temel görevi bunu engellemeye çalışmaktır. “biz yemeyelim de el mi yesin?” diye bankada bulunan bütün paralarını bir ay içinde harcayıp şahane bir ay geçiren ve sonra da fakirliğin pençesinde inim inim kıvranan uzaktan akraba olduğumuz bir aile bile vardı. adam kadının şüphelerini haklı çıkarmış o fakirliğin içinde bile eline geçen üç kuruşu birilerine yedirmeye çalışırken yakalanmıştı. az paraya kendine bir dost tuttuğu, haftanın belirli günleri dostunda kaldığı söyleniyordu toprak alasıcanın, boyu devrilesicenin. aile, parçalanma noktasına gelmişti. kadın her gün yanma 6 yaşındaki çocuğunu da alıp bize geliyor kendini yerden yere atıyor, ağlıyor, ağlatıyordu. yerde debelenmekten kafasından çıkmış başörtüsünü düzelterek, getirdiğimiz suyu geğirmeler ve hıçkırıklıklarla içip, yeniden salonun ortasında yere uzanıyordu. gerçekten acı bir durum yaşanıyordu, hepimizin gözleri ağlaya ağlaya davul gibi olmuştu. çocuğun da psikolojisi bozulmuştu, annesi arada bir baygınlık geçirdiğinde “annee- eeeeeeeaaaa” diye bana tokatlar atıp kucağımdan kurtuluyor, baygın annenin yanına koşuyor ellerini bileklerini ovuyordu kadının. kadın kısa süre sonra kendine gelip çocuğa sarılıyor, bu sefer de ayılan kadına kızıp vurmaya başlıyordu zavallı yavrucak. ben de işsiz olduğum için bu görüntülere her gün tanık olmak zorunda kalıyordum. günler haftalar geçmişti ve yurt dışı konusunda hiçbir atılım yapmamıştım. ama zaman geçtikçe yurt dışının aile içindeki temsilcisi gibi bişey olmuştum. her olayı her konuyu bir şekilde yurt dışına bağlıyordum. “yurt dışında böyle bir şey olmaz. orda devlet dur der buna. iki dakkada polis kapma gelir. ‘sen bu çocuğun pisikoloj isiyle oynuyorsun’ der. çocuğu hemen gözetimine alır. gider babayı bulur, babayla konuşur. babayı helikopterle alıp evine getirir. çocukla ailenin görüşmesine izin vermez, aileye de bir aile terapisti ayarlar. ev temizse evi pisletir devlet, sonra çıkıp sokakları deterjanla yıkar. çünkü yurt dışında sokaklar temiz, evler pistir. belediye baş- kanları eşcinseldir” diye aile içinde ileri geri konuşuyordum.
işsizlik gerçekten zor zanaattır. sıkıntıda, dertte ilk göze batan insan, işsizdir. işsiz kalmanın mağrurluğu ve çevrenin işsiz kalana anlayışı, işsizliğin süresi uzadıkça azalır. sürekli çok meşgulmüş gibi yapsanız bile, belli bir zaman sonra aslında meşgul olmadığınız fark edilir. büyük bir ciddiyetle internete giren işsiz, belki bilgisayardan anlamayan aileyi belli bir yere kadar oyalar ama er ya da geç internette mal gibi gezdiğiniz anlaşılır. işsizin erken kalkmasına gerçekten gerek yoktur ama öğlene kadar uyuyan işsiz göze batar sinirleri üzerine çeker. bir yere gitmeseniz bile işsiz olarak herkesten önce kalkıp evden uzaklaşmanız gerekir. az yemeli, sürekli dertli gibi görünmeli, fazla konuşmamalı, fazla televizyon izlememeli, her şeyi en minimumunda yapmalıdır işsiz. biri geldiğinde odada oturmaya devam etmemelidir, başka bir odaya geçmelidir. ben de kaç zamandır ev içinde tozlu fare gibi odadan odaya geçerek yaşıyordum. yaptığım iş başvurularından haber gelmemişti, gelecek gibi görünmüyordu. zaten evdeki gürültü patırtı da, odalara giren çıkan da bitmiyordu. boyu devrilesiceden toprak alasıcadan haftalar geçmesine rağmen haber alınamıyordu. zavallı kadın da çalıştığı için çocuk gündüzleri bizde kalıyordu. evde herkesin sinirleri bozuk, herkesin sinirleri gergindi, bir de işsize yer yoktu bu evde. bu yüzden ben de her sabah kadın bize çocuğu bırakmadan önce takım elbisemi giyip evden ayrılıyordum. hiç kimsenin takımı benim takım kadar park ve bahçe görmemiştir. hiçbir kravat, deniz kenarında esen rüzgârda benimki kadar uçuşmamıştır. sürekli geziyor, yürüyor, havanın kararmasını bekliyor, cep telefonum titredi mi acaba yoksa bana mı öyle geldi diye ikide bir elimi cebime atıyordum. bütün gün parkta oturup “yurt dışı bensiz ne yapıyordur acaba?” diye düşünüp düşünüp eve gidiyordum.
bir gün havanın kararmasını artık daha fazla bekleyemeden eve gittim. iş görüşmesine gittiğimi sanan annemler her zamankinin aksine sormadılar nasıl geçtiğini. herhalde onlar da benden umudu kesmişlerdi artık. takımı çıkarıp eşofmanları giymek için odama girdiğimde yatağımın artık olmadığını fark ettim. yatağımın yerinde kıpkırmızı
yanlarında alev çıkartmaları olan araba şeklindeki bir çocuk yatağı duruyordu. odanın çeşitli yerlerine “türbo” “racing” “best team” gibi çıkartmalar yapıştırılmıştı ve yatağa yarış bayrağı desenli bir nevresim takımı serilmişti. eskiden olsa “yupppii- iiiiiiii” diye koşar kendimi yatağa atardım ama artık gücüme gidiyordu bu yatak. anneme “bu ne rezilliktir böyle, siz benle dalga mı geçiyorsunuz ? zaten zor durumdayım, piskolojim alt üst durumda. gideyim mi yani bu evden onu mu istiyorsunuz? yurt dışına mı gideyim illa ki ? bunu mu istiyorsunuz” diye çıkıştım. “oğlum dur. baban sercan’a almış o yatağı. yazık yetimdir o, sevinsin gülsün çocuk biraz. gündüz sercan, gece sen uyu noolacak? yatak yataktır. kes sesini zaten işsizsin bi de yatak kavgası yapma evde.” dedi içerde oynayan sercan’a duyurmadan. annem haklıydı bu yaştan sonra “sercan isteyince alınıyo, ben isteyince neden alınmıyo?” kavgasına girmem babamda anlık öfke patlamalarına yol açabilirdi. sanki yatak hiç değişmemiş gibi davrandım. akşam sercan’ı annesi almaya gelince ben de yeni yatağıma geçtim. âdetim olduğu üzere yatmadan önce sırt üstü uzanıp pikeyi boynuma kadar çektim kül tablasını göğsüme koyup bi sigara yaktım.
yarış arabasının içinde garip bir şekilde hüzün- lenmiştim. acaba yurt dışı diye bir yer yok muydu? olduğunu gittiklerini söyleyenler vardı ama belki de yalan söylüyorlardı, yurt içinde bir yerde gizlenip gizlenip gelip bize yurt dışı çok güzel diye anlatıyorlardı, kim bilir? yurt dışından gelen sarışın turistler belki de bize oyun eden edirneli, tekirli ağlı, keşanlı, yurdumuzun insanlarıydı. zenciler, muğlalı; çinliler, koreliler, eskişehirli tatar vatan- ılaşlanmızdı belki de, kim bilebilir? kafayı yemek üzereydim. yurt dışına olan inancımı kaybedip arabalı yatak içinde işsizlik depresyonu geçirmek istemiyordum. yurt dışı vardı, kesin vardı!
arkadaşlarım genelde kanada ve avustralya’ya gitmekten bahsediyorlardı. bu iki ülkenin keriz olduğunu, her gelene kapılarını açtığını, isteyene iş, isteyene toprak verdiğini, mükemmel yaşam koşulları sağladığını çok kereler duymuştum. önce bu iki ülkenin haritadaki birbirlerine olan uzaklıklarını ve sonra da bize olan uzaklıklarım düşündüm. sonra da birbiriyle bu kadar zıt iki ülke için de rahatlıkla “ bana farkmaz, ikisine de giderim alırlarsa” diyen bizleri düşündüm. gönüllü olarak sürgüne gitmek istiyorduk. ya gidip orda kendimizi daha sürgün hissedecek, ülkemizi, burada bıraktığımız insanları olduğundan daha iyi hatırlayacaktık ya da o ülkenin bütün geleneklerini sorgusuz sualsiz benimseyecektik. ama ne kadar benimsersek benimseyelim, hep kafamızın içinde bir yerde sürekli kıyaslayacaktık iki ülkeyi ve en sonunda yaşlılığın da etkisiyle, kendimizi, geldiğimize pişman hissedecektik. böylesine bir gönüllü sürgünlük gerçekten delilikti. ama bu yaşta, arabalı yatak içinde, yurt dışının buradan daha acayip olduğunu düşünmek daha gerçek bir delilikti. ben mutlaka gidecek ve mutsuz olacaktım. oğlum da benim gibi bi babası olduğu için mutsuz olacaktı. belki ilerde, torunum ceremi mohammad sarıkaya mutlu olabilirdi. belki bi kıza kur yaparken mevzusuzluktan “dedem, küçük asya’dan geldiğinde burada çok büyük zorluklar çekmiş, biliyor musun klara? you know fucking zorluk!” diyecek, kızı etkilemeye çalışacak, göçmenliğin ekmeğini yemeye çalışacaktı. ceremi mohammad için buna değerdi. buradan tez zamanda gidecektim.
o gün ilk defa geleceğim için yararlı bir iş yapmış ve harekete geçmiştim. denizcilik işletmeleri’ne gidip, gemi adamı belgesi almak için evraklarımı götürmüştüm. bir-iki sınav ve kursun ardından gemilerde çalışabilecektim. eve doğru yürürken geleceğim hakkında planlar yapıyor, mutlu oluyordum. alkolik bir denizci olup yurt dışına yurt dışı demez, istediğim kadar ülkeyi gezebilirdim ya da baktım gemi işi zor geliyor, bir limanda -ki büyük bir olasılıkla amerika’da bir liman olurdu- “hadi bana eyvallah” der bambaşka bir maceranın içine atarım kendimi diye düşünüyordum. eve girdiğimde oldukça neşeliydim, annemi öpüp doğruca odama yöneldim. arabalı yatakta minik sercan uyuyordu.
içeri girer girmez kesif maltepe kokusu burnumu yaktı. kapının sesiyle sercan yatağında kıpırdadı. yüzünü döndüğünde aklım çıkacak gibi oldu. sercan’a çok benzeyen onunla neredeyse aynı boylarda minicik bir dedeydi bu arabalı yatakta yatan. aklım galiba artık gerçekten gidiyordu, odanın kapısında da annem ve sercan’ı görünce iyiden iyiye korktum. annem “şşş dede uyuyor” dedi. sercan’ın dedesiymiş, sivas’tan bu sabah sercan’ı bir müddet için sivas’a götürmeye gelmiş. yatağı bir-iki gün için üç kişi dönüşümlü kullanacakmışız, sonra yatak tamamen bana kalacakmış.
salona yemeğe doğru geçtik, “gel ali rıza dayı, gel pilav ye” diye çağırdı annem dedeyi. kafasında fötr ile geldi masaya oturdu ali rıza dede. onun köyden getirdiği bulgurun pilavını, köy ekmeği ve soğanla yiyorduk.. “sen büyümüşsün umud”, “evet ali rıza dede, büyüdüm 22 yaşındayım, “küçükken köye gelmiştin hatırladın mı? illa ki ali rıza dede bana elma soysun diye tutturmuştun”, “hatırlamadım dede ama hatırlar gibiyim”, “uzamışsın sen çok. anangilin tarafına çekmişsin belli”, “evet dede uzadım. anamgil genleri evet”... normal, sıkıcı bir akraba diyaloguydu. ıslak ıslak öptü beni minik adam. sonra hep beraber pilav yedik, herkes köyden bahsediyordu. yerelden kaçalım derken elimizdeki istanbul’u da tamamen kaybetmiştik. evimiz adeta sivas’tı. sıkıcı muhabbetten kurtulmak için televizyona yönelmiştim. kanallar arasında gezinirken televizyonda pulp fiction’a denk geldim. filme dalmışken ali rıza dede birden televizyona bakıp “aha bizim oralar!” dedi. dede gidikti belli. quentin tarantino filminin sivas’ta geçtiğini sanıyordu. ses etmedim. ısrarla sürdürdü “pek gelişmiş amerika. ben gittiğimde hep düzlüktü.” dedi. “dede sen amerika’ya mı gittin?” dedim, dinlemeden ekrana uzun uzun baktı. “kim bu pehlevan?” diye bana sordu, “john travolta” dedim, travolta’ya uzun uzun bakıp iç çekerek kafasını salladı. bizim oralıların palavracılığını bildiğim için babama baktım. meğerse ali rıza dede haklıymış. eskiden elazığ harput’tan bi sürü insan amerika’ya gidermiş. ali rıza dede de gidenler arasındaymış, amerika’ya gidip bir yıl durmuş beğenmemiş amerika’yı, geri sivas’a gelmiş. babam anlattıkça ali rıza dede dudaklarını büküyor “mmmhh yaşanmaz oralarda. suyu su değil” diyip duruyordu. “amerika’yı beğenmemek de nedir allah aşkına?” diye veryansın ettim. ulan biz burada bir çıkış kapısı ararken bu kibir neydi böyle ? sonra nasıl olduysa oldu, amerika muhabbetini kimse uzatmadı. bir yönetmenin elinde filme dönüşecek bu konuyu, ailemin bu kadar hızlı es geçip yeniden köyden ve boyu devrilesiceden, toprak alasıcasından devam ettirmesi karşısında şaşkınlığımı dizginleyemiyordum.
akşam “ben dedemle yatıcam, sercan sizin aranızda yatsın” diyip dedeyle beraber arabalı yatağa girdim. bu mini ayaklar mini eller demek amerika görmüştü. dedeye gece boyu amerika hakkında sorular sordum. şikago’da bir mezbahada çalıştığını öğrendim. çalışma şartlarının zorluğundan, patronların nefes aldırmadığından bahsetti. “dede ama kalsaydın belki de sercan’ın hayatı böyle olmayacaktı, daha mı iyi oldu yani şimdi şu çocuğun hayatı?” dedim. yarış bayraklı nevresimi kafasına doğru çekerken “akıllı olana her yer amerika” dedi ve uyudu.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının gördüğü en huzur dolu şehir

kandy
şri lanka
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

iran meclisinin hürmüz boğazı'nı kapatma kararı alması

ulan allahtan azerbaycanda yasiyorum diye sevindigim ilk sey oldu ajakhdhajs
devamını gör...

üstteki yazara bir iltifat bırak

sinav basarilarini tebrik ederek basarilarinin devamini diledigim yazardir
devamını gör...

sözlük yazarlarının fotoğrafları

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
budayı bulduk, squadımızı yaptık
devamını gör...

hindistan'da düşen yolcu uçağı

bundan yaklaşık bir hafta önce tam da bugüne aldığım uçak biletini geri iade etmeme sebep olan hede. neredeyse tüm uçuşlar ahmedabaddan vyetnama gidiyor, diğer hava alanları ise acayip pahalı olduğundan seçmiştim. şuan gezi rotamın emine koydum, nepala gidip "madem gelmişiz, evereste de tırmanalım" diye en az 3 gün uzayacak bu macera.
devamını gör...

sözlük yazarlarının fotoğrafları

self-destructed
karl marx'tan
self-destructed
staline

geceleri gitar çalan deli komşu'dan,
otistik șempanze'ye...
devamını gör...

ona bir şarkı ile seslen

devamını gör...

sözlükçülerin kahvaltıları

sabahları evinde kahvaltı edip işe giden insanları ezik gibi gördüğümden, sabahları evde kahvaltı etmiyorum(edemiyorum). yoldan bir seyler alıp yemek daha cazip geliyor. o da genelde değişir.
devamını gör...

siyasi görüş

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

çay mı önce konur su mu sorusu

ben once suyu sonra cayi dokuyorum. ustteki arkadasin belirttigi gibi, renklerin karismasi hosuma gidiyor
devamını gör...

yurt dışına yerleşmenin yolları

en guvenli ve rahat yolu is bularak gitmek. fazla uzatmaya gerek yok, yol parani, isi bulduktan sonra da vizeni hazir et, atla git.

en kolay yolu ise ogrenci olarak gitmek. ama bir sure sonra geri donmen gerekiyor, o yuzden o ogrencilik suresi boyunca bir is bulmak kisinin yararina olabilir.
devamını gör...

anın fotoğrafı

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
ofis penceresinden zaha hadidin binası
devamını gör...

bir göz elle kapalı illuminati pozu

self-destructed
şöyle miydi kanka
devamını gör...

bütün filmlerini izlediğiniz oyuncular

(bkz: charlie hunnam)
devamını gör...

ülkücülük ve türkçülük arasındaki farklar

ayni b.un laciverti
devamını gör...

seçme şansın olsaydı son yemeğin hangisi olurdu

(bkz: xəngəl)
devamını gör...

staniszlaw i novgorod

bundan bin yillar sonra da mabadinda dualar edecegim adam ve adamdir
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim