(bkz: beirut) isimli harika grubun 2007 yılında yayınladığı pompeii ep'sinde yer alan, dijital kimliğimi oluşturan şarkıdır nickimin hikayesi.
tanımı yaptıktan sonra başlayalım yazmaya. ep'deki üç şarkı da apayrı hisler yaşatır, başka başka mekanlarda gezdirir insanı ama napoleon on the bellerophon; tüm beirut albümlerindeki en hüzünlü, en karanlık şarkı olabilir. belki la llorona bu karanlık seviyesine yaklaşır. sözleri belli belirsiz anlaşılan bu şarkının şöyle bir hikayesi olduğuna inanıyorum. teorim doğru da olabilir yanlış da ama bence bu anlamıyla çok çok başka bir boyut kazanıyor şarkı.
şarkının isminde geçen iki tarihi şahıs mevcut. biri hepimizin bildiği napoleon, diğeri ise yunan mitolojisinden bir kahraman olan (bkz: bellerophontes). ikisininde gücü ele geçirip, kaybetme öykülerinde benzerlikler vardır. napolyon da bellerophon da memleketleri dışında en tepeye çıkmış, daha sonra da kibirleri yüzünden tepe taklak olmuş şahıslar.
ikisi de kendisini en tepeye taşımış şeyleri kibirleri nedeniyle terketmişler. bellerophon hayat boyunca bir çok zorlukla karşılaşır. son görevlerinden birini kendisine verilen (bkz: pegasus) ile tamamlar ve artık kendisini çok yüksekte görmeye başlar. hedefi artık (bkz: olympos) dağıdır. kendisini tanrılarla bir görmeye başlar ve kafa tutar. pegasus'a atladığı gibi tanrılar katına doğru yol almaya başlar. fakat buna sinirlenen (bkz: zeus) yolladığı bir at sineği ile pegasus'un bellerophontes'i sırtından atmasını sağlar. yere düşen fakat ölmeyen bellerophontes; kalan ömrünü aç, sefil bir şekilde geçirir. daha sonra evlatları da tanrılar tarafından öldürülür ve bunun acısını, kaybını ölene kadar yaşar. kibri yüzünden tepetaklak olmuş görkemli bir yaşamdır onunki.
arada bazı farklar olsa da; napolyon da ülkesi dışında çeşitli savaşlar, görevleri tamamlar. devrim sonrası fransa'da var olan ilişkileri nedeniyle sürgün yer. italya'da, mısır'da bir savaşa katıldı. burdaki başarıları ile ünlendi. bu ünü sayesinde çeşitli darbe ve siyasi oyunların içinde yer aldı. en sonunda kendi pegasus'unu bulmuştu. onun pegasus'u; imparatorluk tahtıydı. imparator olan napolyon; gözünü olympos'a dikmiş ve avrupa devletleri ile bir bir savaşa girmişti. başlangıçta başarılı da olan napolyn; rus seferinin başarısız bitmesi üzerine; ordusunun büyük çoğunluğunu kaybeden napolyon; biraz durup soluklanmak yerine kibrine yenik düşüp yeni bir ordu kurmaya çalışır. bu süreçte artan vergiler, savaştan bıkmış insanlar, ele geçirilen yerlerdeki halkların huzursuzluğu gibi sebepler işini zorlaştırır. kaybedeceği belli bir savaşa girer kibri yüzünden. tahtı bırakması, geri alması, waterloo falan derken ölene kadar sürgüne st. helena adasına gönderilir.
ve başka bir ilginç tesadüfte; ikinci kez yakalanan ve st. helena adasına sürgüne giden napoleon'un bindiği ingiliz gemisinin adı hms bellerophon'dur. agamemnon gemisi ile çanakkale'yi bombalayan kurnaz, sinsi ingiliz diplomasisinin bir oyunu mu yoksa tesadüf mü bilmem. ama bana göre bu şarkı; o geminin güvertesinde yolculuğun bitmesini bekleyen napoleon'a fon müziği olarak yazılmış gibi. senelerce süren savaşlar, kazanılan zaferler, parlak bir deha ve en büyük mağlubiyetinden sonra düştüğün durum. orada olup napoleon'a bu şarkıyı dinletmek isterdim. şarkı bellerophon gemisinin güvertisindeki napolyon'un yaşadığı hüznü taşımakta sanki..
son olarak; william quiller orchardson adlı ressamın konuyla ilgili yaptığı enfes bir resmi buraya bırakayım. bellerophon güvertesindeki napolyon
ben buraya başka bir sözlükten geldim. orada napoleon on the bellerophon idim. burada napoleon oldum.
birileri zannediyor ki, cia/dış ya da iç minnaklar über korumalı kalemsi istihbarat binalarında, aron feller gibi adamlar oturup toplanmış arabesk diye bir müzik yaratalım, insanlar dinlesin böylece isyan edemeyip bize itaat etsinler tarzı dizayn etmişler bu müziği. arkadaşım hasta mısınız siz? üniversitelerde arabesk müziğin doğuşu, gelişimi ve halk nezdinde bu kadar kabul görmesi ile ilgili onlarca çalışma vs yapıldı.
bu müzik; genel olarak kentleşme/kentleşememe olgusunun bir sirayetidir. beğenin ya da beğenmeyin, düzgün ya da bozuk nitelendirin ama anadolu köylerinde var olan sosyolojik yapının, iş/gelir kaygısı ile kente göçüp oraya adapte olamayışının bir tezahürüdür arabesk. mısır radyosunda çalan şarkıların önce bizzat alınıp türkçeye çevrilmesinin ardından kendi özgün müzik ve sözlerini oluşturmuştur. çıkış orijini asıl olarak bir isyandır. siz kendi mahallenizin isyanı olmadığı için sevmiyor, sevenlere bok atıyorsunuz.
gurbet, zengin/fakir ayrımı, öksüzlük, yaşam zorluğu, fakirlik, garibanın yüzü gülmez ki modu hakimdir şarkılarda işlenen konularda. bana bir tane arabesk şarkı gösterin ki içinde isyan olmasın, insanları kontrol etmeye/biatçiliğe itsin. köyden kente göçüp bu kültüre ait olamayan milyonların isyanıdır bu arabesk kültürü. gecekondularda yaşamaya, fabrikalarda çalışmaya mahkum edilen, kendini kadersiz ve belli bir zümrenin altında ezilmiş hissedenlerin bir çığlığı bu müzik. sev ya da sevme, bu isyanı doğru ya da yanlış bul benim umrumda değil.
ama bu insanları ötekileştirdikçe, bu isyanın ortaya çıkmasına sebep olan sorunları yok etmedikçe, arabeski ve arabesk kültürünü sevenleri ezikledikçe kendi kendinize ego mastürbasyonu yapacaksınız sadece. halkın sorunlarını sol tandanslı müzik grupları çıkıp iş, işçi, emekçi, devrim çok yakında, sol yumruk havaya, deniz mahir ulaş, dağlara gel dağlara, proletarya gibi halkta karşılığı olmayan terimler/deyişlerle aanlatmaya çalışmak yerine;
"kula kulluk edene yazıklar olsun", "yakarsa dünyayı garipler yakar", "gurbetin kahrını sen çekemezsin, bir yuva kuralım var ile yoktan" gibi basit ve halka dokunan/anlayabileceği minvalde anlatsaydınız sizin mahallenizdeki isyan/devrim hayata geçerdi belki de. bu kapsamda şu görseli çok mantıklı ve doğru buluyorum.
ayrıca; arabesk müzik kabaca 60'ların sonunda kitlelere kendini duyurmuş bi müzik. o zamana kadar ki sürede noluyordu; ülke ve halk aya mı çıkmıştı? nolmuştu yani? türk halk ya da türk sanat müziği ya da klasik müzik dinleyince insanlar isyan hırsıyla mı doluyor? neymiş bu arabesk'in kitleleri kontrol altına aldığı, bu yüzden pompalandığı safsatası? bana bi anlatın hele. iki üç gündür sözlükte de ekşide de arabeske gömmek isteyen bu argümanı ve varoş müziği olduğunu anlatıp duruyor. doldurun altını.
mısır radyosu ve arap müziğinden bir kök aldığı doğrudur. gerçekten de öyle olmuştur. buna bir itirazım yok ama halk müziği dışında başka kültürlerden etkilenmeyen müzik türü mü var ülkede?
yukarda biri arabeskçilerin kimlerle yan yana olduğundan anlarsınız ne müziği olduğunu demiş. orhan gencebay ve tatlıses dışında hangi arabeskçiyi akp, özal, demirel, çiller ile yan yana gördünüz? ki bu adamların siyasi düzlemde bulundukları konumları yaptıkları sanat eserine bok atmak için yeterli midir?
orhan gencebay'ı müzikal olarak çok beğendiğimi zibilyon kez yazdım. siyasi olarak durduğu yer 180 derece zıttımda. ama iki gündür ferdi tayfur ile olan ilişkilerini anlattığı eski/yeni röportajlarını dinliyorum. adam diyor ki, biz ikimiz birbirimize çok destek olduk, abi/kardeş gibiydik ama özellikle 70/80lerde orhancılar, ferdiciler diye bizi bölmek istediler diyor. 70lerde sağcı solcu olarak bölmek isteyenler bizde de böyle bir ayrım yaptı diyor. sev ya da sevme ama 70lerde bu ülkede sağ-sol kavgasını yaşamış, bir benzerini sanatı özelinde deneyimlemiş bir adam orhan gencebay. bu travma ile siyasi olarak beğenmediğimiz, sevmediğimiz, nefret ettiğimiz akp saflarında yer almış olabilir mi? öyle olmasa bile ben bir tanesi karşı mahallemden diye kaliteli bulduğum bir müziği dinlediğim, sevdiğim için neden yaftalanıyorum olum? hasta mısınız siz?
bu ayrımcı kafanızdan dolayı zaten halka inemiyor, halkı kendi övündüğünüz düzeye çekemiyor ve antipati topluyorsunuz. arabesk şarkıcılar senelerce trt'de yasaklıydı. bu yasağı ilk delen de yanlış hatırlamıyorsam ferdi tayfur idi. madem devlet ve bazı güçler bu müziği pompaladı, kendi yayın kurumunda neden yasakladı?
isyan kendi mahallenizden olmayınca, sizin istediğiniz yönde gitmeyince saçma sapan bikbikliyorsunuz. ne gerek var? sana hitap etmeyebilir, sevmeyebilirsin. ama varoş müziği demek, ağlak ve berbattı demek, halkı kontrol için uydurulmuştu demek saçma değil mi? sevenlerine saygım var ancak benim dinlemeyi tercih etmediğim bir müzik türüdür. kitleleri önemli şekilde etkilemiştir, bana göre zayıf ve kötü olan bu müziğin halkta bu kadar karşılık bulmasının sebeplerini ciddi ve samimi şekilde tartışmalıyız de ve sus.
ferdiciler keko, orhancılar akpli, müslümcüler jiletçi. eee ne farkın kaldı halkı allahına kadar kutuplaştıran akepe'den, insanları/özgürlükleri kısıtlıyor dediğin baskıcı devletten? kendinizle çelişiyorsunuz, yapmayın.
1 saatlik akşam yürüyüşünde bir değil, iki değil tam üç tane gezegen görmek.* az önce milk ile yaşadığımız ve bizi inanılmaz mutlu eden bir olay oldu bu. ama önce olayı bi dün geceye saralım.
dün gece saat 00:30 sularında milk hadi gel biraz yürüyüş yapalım dedi ve evden çıktık. evden çıkar çıkmaz hemen apartmanın önünde gökyüzüne baktığımda yıldızların ne kadar parlak ve yakın gözüktükleri dikkatimi çekti. ve hemen önümde orion takım yıldızı mevcuttu. milke, aşkım bak şu üç tane birbirine yakın yıldız var ya, bir de onların üst ve alt çaprazlarında da ikişer yıldız var. aha işte o orion takım yıldızı dedim. orion'u anlattım. sonrasında yürüyüş sırasında ve eve döndüğümüzde horizon mevzuundan arta kalan zamanlarda mitolojide yıldızların yerinden, anlamından vs bahsettik.
bugün de yaklaşık bir saat önce yine yürüyüş yapmak ve akşamüstü yediğimiz pizzanın göte göbeğe gitmesini engellemek amacıyla sokağa çıktık. bu sefer çok fazla yıldız yoktu gökyüzünde. ay vardı ve onun sağ alt tarafında çok parlak bir ışık. oha dedim bu ne lan böyle. sonra yürürken milk, aşkım yıldız mı o uçak mı dedi. durduk baktık hareket etmiyor. benim garibime gitmişti. konum itibariyle kutup yıldızı olamayacağını biliyordum, şaşırdım ve şaka yaptım oha lan ufolar gelmiş diyip nas-felak okumaya başladım.* kendi aramızda gülüşürken bir ara o ışık bi kaç kere yandı söndü gibi oldu vs derken ben iyice şaşırdım lan ne bu ne bu diye aklımı yedim kendi kendime.
ardından ulan dedim telefona uygulamasını indirecem neymiş bu çözecem. ilk indirdiğim uygulama tırt çıktı. ilk olarak enif yıldızı sonrasıında da satürn olarak gösterdi. ben de oha lan dedim satürn bu kadar parlak olamaz. enif de çok uzak gözüküyor. değildir herhalde bunlar derken bıraktım araştırmayı ama içim rahat etmedi. başka bir uygulama indirip yeniden baktığımda gelse o şuh meclise dedirten güzelliği ile onu gördüm. karşımızda duran aşk ve sanat tanrıçası venüs idi.
emin olmak için küçük bi google araması yaptım. 2025 ocak venüs gözlemi yazdım ve venüs'ün günbatımından sonra 3-4 saat süre ile gökyüzündeki en parlak objelerden biri olacağı yazıyordu. oha vay laaan dedik bi mutlu hissettik. gerçekten çok parlak ve güzel gözüküyordu. ardından daha karanlık bi sokağ girdiğimizde venüsle ay arasında ama venüse çok daha yakın bi konumda çok sönük bir ışık daha gördük. ulan bu ne acaba derken uygulamaya baktığımızda tam olarak kamerayı tuttuğumuz konumdaki o sönük ışığın satürn olduğunu keşfettik. mutluluğumuz ikiye katlandı resmen. maltepe'nin göbeğinde telefonu havaya tutmuş salak salak gülen iki insan düşünün. o moddaydık. sonra ayı gökyüzünde sabit bir nokta alıp venüs'ü gördüğümüz doğrultunun tam tersi istikamete baktığımızda parlak bir ışık daha gördük. uygulamada kamerayı açıp oraya tuttuğumuzda da üçüncü bir sürpriz jüpiter bize bakıyordu.
oha lan dedim artık bu kadar da olamaz. ancak uygulamada yer alan, çeşitli gök cisimlerinin gökyüzünde nerde olduğunu gösteren özellik sayesinde üç gezegeni de gökyüzünde tarattım ve dooğru olduklarını tespit ettim. heyecanla bok gibi telefonumun kamerası ile bir iki fotoğraf çektikten sonra eve geldim ve internette uzay gözlemi ile ilgili araştırma yaparken şunu gördüm.
18 yıl sonra mars, venüs, jüpiter, satürn, neptün ve uranüs aynı hizaya gelmek üzereydi. daha henüz gelmemişti ama biz yine de bu gezegenlerden üçünü çıplak gözle görebilmiştik. aşşırı aşşırı mutlu hissediyorum kendimi. ışık yoğunluğu çok olsa bile bulutsuz havada sizin de gözlemleyebileceğiniz bişi bu. venüs ve jüpiter inanılmaz parlak. satürn venüsün biraz üstünde çok daha az parlak ama daha az ışıkta rahatlıkla gözlenebiliyor. bakın şu aşağıya eklediğim bok gibi telefonumun kamerası ile çektiğim ay ve venüs;
hem bu gördüğüm üç gezegen, hem de böyle güzel bir şeye milkimle beraber şahit olmak, bunu keşfetmek inanılmaz mutlu etti beni. mutluluk seviyem satürnün halkalarında resmen alskdla
kanımca yanlış anlaşılmış bir şarkıdır. ya da ben farklı algılıyorum bilemiyorum. bu şarkı kadere isyan, hayata sövgü, birilerine giydirme şarkısı değildir. gerçekleşmemiş hayaller, hayatların arkasından rakı eşliğinde poz kasarak söylenecek bir şarkı değil. kendi ideal dünyasını anlatan bir adamın şarkısı bu. savunmuyorum şarkıda anlatılan o ideali ama bir bakalım.
bu şarkı tam olarak öz farkındalık şarkısıdır. hepinizin abv, alayınızdan tiksiniyorum ulan ibineler, ben sittir oldum gittim ne bok yerseniz yeyin şarkısıdır.
bu tezime kanıt olarak sunabileceğim en birincil şey şarkı sözlerinde geçmektedir.
"ben mi yarattım, ben mi yarattım
derdi ızdırabı, ben mi yarattım"
ben mi yarattım olum derdi, ısdırabı. bana ne. bokunuzda boğulun. yaşadığım sıkıntıların sebebi ben değilim. bunun farkındayım, aldım voltamı gidiyorum. derdi ıstırabı ben yaratmadım, siz yarattınız, alayınızdan tiksiniyorum, haydi eyvallah. batsın dünyanız.
sonrasındaki sözler şu şekilde;
"günah zevk olmuşsa, vefa yoğrulmuşsa
düzen bozulmuşsa, ben mi yarattım."
bu sözlerin tam karşılığını gibi'deki yılmaz üzerinden size aktaracağım.
benim gerçeklerimin sizin nezdinizde yılgın bir hoşgörüsüyle benimsenmesine mi kaldım? diyor şair orada.
genel kanı neyse onu yaşatıyosunuz, yaşıyoruz. günahı zevk ettiniz, vefayı semt ismine indirgediniz ibişler diyor.
bu arada; doğduğum çağa soxam dizeleri değil o, etrafındakilere sövüyor orada. doğduğum çağ güzeldi siz bok ettiniz diyor.
batsın bu dünya dediği kendi kurduğu dünya değil, çevresindekilerin silko dünyası. ona ayak uyduramayan adamın şarkısı bu.
gelelim başka dizelere;
"batsın bu dünya, bitsin bu rüya
aşksız geçen ömrüme, yazıklar olsun
dolmamış çileler, yaşanmamış dertler
hasret çeken gönül, benim mi olsun."
dünya-rüya metaforunu anlatmama gerek yok sanırım. asıl mevzuu aşksız geçen ömrüme yazıklar olsun ve dolmamış çileler cümlelerinde. sevmeye çalıştım ama çileydi, dolduramadım o çileyi. allah belanızı versin diyor adam orada. kendi dünyamdaki adam gibi adama, kadın gibi kadına hasret çeken gönül, onlar için yaşanmamış dertler benim mi olsun? ne uğraşacam aküüğ. bokunuzda boğulun diyor orhan babam.
"şaşıran sen mi yoksa benmiyim bilemedim
öyle bir dert verdin ki, kendime gelemedim
çıkmaz bir sokaktayım, yolumu bulamadım
of... of... of... of... of... of.of.of..."
ilk tümce zaten bütün bu tezlerimi destekler nitelikte. ben şaşırmadım, şaşıran sensin. ama yine de kendimi bi sorguladım. ben mi şaşırdım acaba diye. bu bana dert oldu. kendime gelemedim. bu ikilem büyük bi çıkmaz. beni soktuğun çıkmazı öpeyim, of lan of.
"ben ne yaptım, kader sana
mahkum etti, beni bana
her nefeste, bin sitem var
şikayetim yaradana, şikayetim yaradana."
burada kadere söğme falan olarak algılanabilir eved kabul ediyorum ancak, "her nefeste bin sitem var" dizeleri varoluşçu bir sorgulama içermesinin haricinde şöyle de bişi var;
"ben ne yaptım kader sana, mahkum ettin beni bana" cümlesinde de o nefret ettiği, ayak uyduramadığı, onları sevme çilesini dolduramadığı insanlara sövüyor aslında. mahkum oldum kendime. kendi kendime kaldım. o kadar tırtsınız ki kendi tırtlığımda boğuluyorum diyor.
ve son olarak;
şarkının başında yer alan şu cümlelere bakalım.
"daha güzel, daha mutlu, daha adil, sevgi dolu bir dünya için, barış için, insanlık için. batsın bu dünya."
x,y,z dolu bir dünya için batsın bu dünya demek kadar devrimci bir cümle duydunuz mu şu ana kadar? çevresine, dünyasına ayak uyduramamış, ondan tiksinmiş bir adamın devrim ateşini yaktığı, allah belanızı versin ben kendi dünyamı kuruyorum manifestini ilan ettiği bir şarkıdır bu. öyle silko silko meyhanelerde, evde içerken falan bu şarkı eşliğinde hayata, kadere söğmeyin. kendi devriminizi yapın, çevrenizi değiştirin.
(bkz: i hold no grudge) bunlardan biridir efenim. farklı yıllar ve coğrafyaların şarkıyı ne kadar farklı ve güzel yerlere çektiğinin kanıtıdır adeta bu şarkının coverları. radyo yayınım gibi olacak ama hadi hms bellerophon gemimize atlayalım ve tarihte bir yolculuğa çıkalım. ilk durağımız şarkının orijinalinin çıktığı 1967 yılı olacak.
nina simone - i hold no grudge/1967 abdl'li nina simone'un 1967 yılında çıkardığı, angelo badalamenti tarafından yazılan orijinal versiyonu. çok daha ağır bir ritim ve vokal, yaylılar ve nina ablanın ciğer yakan, adamın damına koyan vokali.
gelelim 1971 yılına. almanya stuttgart menşeili ve müzik ömrü kısa olan bir prog-jazz grubu olan joy unlimited'ın şarkıyı bir çoklarımızın bildiği bir forma getirmiş. yaylıların hepimizi alıp götürdüğü bölüm şarkının girişinde ve ön planda. ardından grubun solisti joy flemming'in en az nina simone kadar güzel vokali. şarkının yaklaşık ilk 30 saniyesini, sonlara doğru giren elektrik gitar solosunu vesaire 2013 senesi türkiyesi'nde bambaşka bir formda ve altyapıda göreceğiz. nasıl mı? şöyle ki;
sene 2013. farazi v kayra'nın 13 eylül 2013 tarihinde yayınladığı müzik tarihimizin en iyi albümlerinden olan hayalet ıslığı'nda bir şarkı genel olarak diğerlerinden öne çıktı. albümün çıktığı sene kendi kitlesinde ve rap müziğe aşina kişilerin bildiği, faidelendiği bu şarkı (bkz: unutulanlar) ismini taşımaktaydı. bu şarkıyı bu kadar ön plana çıkaran en önemli şey ise şüphesiz ki; joy unlimited'ın i hold no grudge coverında yer alan ve hepimizi başka diyarlara götüren enfes yaylı bölüm idi. tabi ki bu sample'ın üzerine yazılan sözler, vokal icrası ve hatta koca albüm mükemmeldi ancak o yaylı kısmı biz bugün twitter editlerinde, tiktok videolarında vs izliyor, duyuyoruz. bahsettiğim farazi v kayra şarkısı için;
"mezemiz masada az mezgitimiz eksik,
şarkılar ve rakı var kokun kadar keskin."*
şimdi gelelim 2016 yılına. bu sefer şarkıya başka bir enfes cover geliyor. tabi ki yine joy unlimited versiyonuna. türk kökenli ingiliz sanatçı (bkz: erol alkan) ile ingiliz dj (bkz: richard norris)'ten müteşekkil grup (bkz: beyond the wizards sleeve) grubunun coverına.
çok daha deneysel, trip-hop'a daha yakın bir şarkı. vokal ve sözler değişmiş. ancak sample olarak joy unlimited'da öğrendiğimiz kısım kullanılmış. çok daha seksi bir vokal mevcut ancak o yaylı kısım var ya o yaylılar holly miranda'nın harika vokali ile bambaşka bir hal almış. şarkıya yazılan sözler başka bir efsane. çok leziz çok başka bi tadı var bu şarkının.
şimdi gelelim son bir cover haline daha. abd'li (bkz: bettye lavette) ablamız da bu şarkıyı almış nina simone haline biraz daha yaklaştırıp soul tarzında söylemiş. sene 2020. bu seksili gitar tonları ve klavyenin yarattığı atmosferin üzerine şahane zenci gırtlağı ile şarkıyı icra etmiş ablamız. o bayıldığımız yaylılar mevcut değil ancak; soul müzik sevenlerin/sevişirken dinleyecek şarkılar arayanların bakması gereken bir versiyon kıps (:
/ bettye lavette - i hold no grudge
nina simone ve angelo badalamenti ile abd'de başlayan yolculuk; almanya, türkiye, ingiltere ve tekrar abd'de son buldu. illa ki başka coverları da vardır bu şarkının. ancak biz tek bir parçanın jazz, progressive, rap, trip hop ve soul tarzlarındaki icralarını görmüş olduk. müzik bu yüzden çok güzel bişi işte. orijinali, coverı, coverının coverı bile yetenekli kişilerce icra edildiğinde çok çok güzel sonuçlar çıkabiliyor ortaya.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.