1.
son tanımları
6.
bipolar olmamak
bugün değilse bile yarın mümkün olmayacak durum.
alper hasanoğlu’nun bu durumu inanılmaz net bir şekilde açıkladığı bir konuşmasına denk geldim flutv’de, ‘delirmek normaldir’ başlığıyla bi kesit yayınlamışlar.
derler ki:
“bütün dünyada şizofreni hastası sayısı, depresyon hastası sayısı, obsesif kontrolsüz bozukluk sayısı belli. yani biz bütün bu insanlara ilaçları verdiğimizde yeni doğup da hastalananlar hariç ve ölenlerin de oldugunu düşünürsek, satılacak olan ilaç sayısının 3 aşağı 5 yukarı aynı kalacağı, yani bir kere sattıldıktan sonra, onlar satılmaya devam ettikten sonra her sene kâr oranının artmayacağı belli.
ama kapitalist sistem içinde şirketlerin var olmaya devam edebilmesi için her sene kârlarını arttırmaları gerekiyor. ilaç şirketleri hasta sayısı aynıysa, hastalık sayısı aynıysa nasıl olacak da kârları arttıracak? hasta sayısını artıramayacağımıza göre, hastalık sayısını artırmak zorundayız ki bu, hastalık sayısını ya da hastalık tanımlarını genişletmek, değiştirmek, biraz sündürmek zorundayız ki daha çok kişi hasta olarak kabul edilsin ve daha fazla ilaç satılabilsin.
bu çok büyük bir tehlike ve aslında yaşadığımız şey de bu. “delirmek normaldir” derken benim gelmeye çalıştığım nokta bu. 20. yüzyılın başında biraz önce saydığım 4 hastalık varken, bugün dsm ya da ıcd tanı kategorileri kitabı — ki her psikiyatrist, her psikoterapist bunları kullanmak zorundadır — 400’ün üzerinde psikiyatrik hastalık içeriyor.
21.yüzyılın başında 4 ya da 5 hastalık varken, 2013 yılında 500’e yakın hastalığa ulaşılmış olması… insanlığın bu kadar hızla ruh sağlığını kaybetmiş olması mümkün olmadığına göre, burada başka bir delilik olmalı.
normalin de deliliğin sınırları içine çekildiğini görmek zorundayız. ve normali kurtarmak, insanlığı kurtarmak anlamına gelir derken bunu kastediyoruz.”
alper hasanoğlu’nun bu durumu inanılmaz net bir şekilde açıkladığı bir konuşmasına denk geldim flutv’de, ‘delirmek normaldir’ başlığıyla bi kesit yayınlamışlar.
derler ki:
“bütün dünyada şizofreni hastası sayısı, depresyon hastası sayısı, obsesif kontrolsüz bozukluk sayısı belli. yani biz bütün bu insanlara ilaçları verdiğimizde yeni doğup da hastalananlar hariç ve ölenlerin de oldugunu düşünürsek, satılacak olan ilaç sayısının 3 aşağı 5 yukarı aynı kalacağı, yani bir kere sattıldıktan sonra, onlar satılmaya devam ettikten sonra her sene kâr oranının artmayacağı belli.
ama kapitalist sistem içinde şirketlerin var olmaya devam edebilmesi için her sene kârlarını arttırmaları gerekiyor. ilaç şirketleri hasta sayısı aynıysa, hastalık sayısı aynıysa nasıl olacak da kârları arttıracak? hasta sayısını artıramayacağımıza göre, hastalık sayısını artırmak zorundayız ki bu, hastalık sayısını ya da hastalık tanımlarını genişletmek, değiştirmek, biraz sündürmek zorundayız ki daha çok kişi hasta olarak kabul edilsin ve daha fazla ilaç satılabilsin.
bu çok büyük bir tehlike ve aslında yaşadığımız şey de bu. “delirmek normaldir” derken benim gelmeye çalıştığım nokta bu. 20. yüzyılın başında biraz önce saydığım 4 hastalık varken, bugün dsm ya da ıcd tanı kategorileri kitabı — ki her psikiyatrist, her psikoterapist bunları kullanmak zorundadır — 400’ün üzerinde psikiyatrik hastalık içeriyor.
21.yüzyılın başında 4 ya da 5 hastalık varken, 2013 yılında 500’e yakın hastalığa ulaşılmış olması… insanlığın bu kadar hızla ruh sağlığını kaybetmiş olması mümkün olmadığına göre, burada başka bir delilik olmalı.
normalin de deliliğin sınırları içine çekildiğini görmek zorundayız. ve normali kurtarmak, insanlığı kurtarmak anlamına gelir derken bunu kastediyoruz.”
devamını gör...
7.
nermin yıldırım
bir dönem ot’taki yazılarıyla tanıdığım yazar. bana kalırsa dergi yazıları ve söyleşileri romanlarına kıyasla daha bi başka.
sakladığım bi yazısını buldum 2015’ten. işte sizler için el emeği, göz bebeği bi entry ;
“ihtişamlı duygulardan birer birer vazgeçtin. ne göğsünü parçalayan heyecanlar, ne kaçışsız yağmura yakalanma saadeti, ne de örümcek ağını izlemenin hayreti, hepsi bitti.
şimdi sen dipsiz bir kuyunun başında sessizce bekliyorsun. sarı fırtınalar esiyor, kum taneleri yapışıyor yüzüne. kuyu ne derin, sen ne sığsın, allah’ım.
düşsen kurtulacaksın. düşsen iyileşecek bütün yaraların. uzun bir bitiş çiçeklenecek içinde. düşsen diyeceksin ki düştüğün yerden, '’işte artık düştüm ben.’’
kuyu ne serin, oysa senin yapış yapış kolların.
bir ahtapot nezaketiyle kendine dolandın. severken öldürdün kendini, boğdun, parçaladın. kuyu ne şefkatli, sen ne zalimsin, allah’ım. düşsen iyileşecek bütün yaraların. düşsen çiçeklerin tohum savurduğu yerde hoş kokulu uzun bir uykuya dalacaksın. düşsen baygın bir rahiyada kaybolacaksın.
kuyu ne sessiz, sen ne gürültülere battın.
bir ses diyor ki '’madem gördün ve duyuyorsun, öyleyse anlatmalısın.’’ oysa kelimelerden umduğun medetler hep boynuna dolandı. hangi harfe dokunsan parmaklarına bulaştı sızısı. çünkü burası dışarısı, her şeyin dışarısı. ruhunu kemiriyor dışarının iç kanaması. korkunç vaveylası, şamatacı kargaşası, geveze temaşası… yaralı hayvanlar gibi böğürmek istiyorsun: '’çıkarın! beni bu dışarıdan çıkarın!’’
kuyu ne sessiz, sen ne gürültücüsün allah’ım. düşsen ince bir sessizlikte aranacaksın. düşsen ılık rüzgârlarda temizlenecek göğsün, aklın. bildiğin bütün anlamların boşluğundan usulca kopacaksın. düşsen, en nihayet kendi anlamını bulacaksın.
kuyu ne vakur, oysa sen histerilerle yıkandın.
aynalar dahil, her yerde güvenecek birini aradın, bulamadın. herkes mi kötü, sen de mi, sende mi? bazı geceler uzun kirpiklerinin arasından kanlı gözlerini ovuşturup '’peki ben kime yaslayacağım bu kalbi o zaman’’ demedin mi?
kuyu ne geniş yürekli, sen ne sevgisizsin, allah’ım. düşsen, kesilmiş bir bacak gibi atılacaksın. düşsen kesmeyi bilen bir bıçak gibi zehirli yaraları oyup atacaksın. akacak damardaki zehir, akacak, akacak. emip tüküreceksin kendini, rahatlayacaksın.
kuyu evet karanlık, ama sen de ışıksız bir aydınlıktasın.
kafanda kenarları eprimiş hasır şapka, gözlerini kırpıştırarak güneşe bakmak istemiştin, olmadı. bir balıkçı çizmen olmadı, bir bahçıvan pantolonun olmadı. gene de hep güneşe bakarmış gibi, balıkçıymış, bahçıvanmış, hani sanki yaşayacak bir gezegenin varmış gibi davrandın. kuyu ne gerçek, sense kocaman bir yalansın, allah’ım. düşsen hiç bilmediğin bir hakikate kavuşacaksın. düşsen bir gerçeği, belki de tek gerçeği anlayacaksın.
kuyu ne huzurlu, sense kaygılara bulandın.
dünden pişmansın, yarın için sızlanmaktan bıkmadın. düşsen takvimler eskiyecek birden. geçmiş günler ve gelecek olanlar birer birer yırtılacak orta yerinden. düşsen günler ve geceler, haftalar ve aylar ve yıllar hatta, eriyecek mumlar gibi. tütsülenecek alem, ah bir düşsen. kuyu ne sevimli, sen ne korkunçsun, allah’ım. düşsen kendinden bile kurtulacaksın.
düşsen kendinden bile kurtulacaksın.
belki başlamaya da inanacaksın o zaman. düşsen '’kurtarın beni’’ diyebileceksin. çığlık atacaksın mesela. '’imdat’’ diye bağıracaksın. düşsen yardım istemek için vesilen olacak. utanmadan ağlayacaksın, uluyacaksın, hırlayacaksın, inleyeceksin ve dirhem suçluluk hissetmeyeceksin. düşsen utanmayacaksın düşemediğinden. düşsen düşüşün rüzgârında ıslak yaralarını kurutacaksın. kimse gelmese de, sesini duyan olmasa da, düşsen kurtulmak için bir umut taşıyacaksın. umut öyle eşsiz hazine ki, düşsen kendini talihli sayacaksın.
düşsen bağışlayacaksın, bağışlanacaksın. olduklarından emekliye ayrılıp olmadıklarına öfkelenmeyi bırakacaksın. düştüğün yerdeki toprak kadar bir şeydir dünya dedikleri, anlayacaksın. düştüğün yere ve o yere düşmüş yatan kendine merhametle bakacaksın. bu kalbi kırık, bu yaralı minik hayvan kimdir, nedir diye dokunacaksın bedenine şefkatle. kendinden tiksinmeyi bırakacaksın. düşsen anlayacak ve ağlayacaksın. iyi gelecek bu sana, zehrini akıtacaksın.
çok zaman önce bırakmıştın çevrendeki yüzleri seyretmeyi. ne zaman ve nerede başladı bilmiyorsun ama galiba bir süre önce herkes mumlar gibi eridi. eridi mumlar, heyecanlar eridi, vaktiyle kurulan hayaller, o hallerin utangaç hayaletleri… düşsen karanlık yardım edecek eski yüzleri ve düşleri hatırlamana, düşsen unuttuklarına sarılacaksın.
şimdi… saatler karanlığı gösteriyor, günler umutsuz perdelerin ardından aralanıyor. büyün hayaletler emekli olup bir sahil kasabasına yerleşti. bütün hayaletler gitti, hepsi, hepsi. sen de gittinç uzun zaman önce ayrıldı ruhun bedeninden, biliyorsun değil mi?
çünkü… ihtişamlı duygulardan birer birer vazgeçtin. ne göğsünü parçalayan heyecanlar, ne kaçışsız bir yağmura yakalanma saadeti, ne de örümcek ağını izlemenin hayreti, hepsi bitti.
şimdi sen dipsiz bir kuyunun başında sessizce bekliyorsun.
düşmekten korkmayı öğretiler sana. korkuyorsun.
oysa başlamanın bir yolu da bitirmek bazen bir şeyleri. zordur ve kalbi parçalayacak kadar korkutur tabii. ama belki de düşsen düşmekten korkmayı bırakacaksın. seni düşmekle, düşürmekle tehdit edenlerden kurtulacaksın. düşsen kendinden, düşsen kendinden bile kurtulacaksın.
korkma kuyulardan, korkma düşmekten. düşmek kalkmak içindir, anlayacaksın. sonunda elbet gene doğrulacaksın.
doğrulacaksın.”
sakladığım bi yazısını buldum 2015’ten. işte sizler için el emeği, göz bebeği bi entry ;
“ihtişamlı duygulardan birer birer vazgeçtin. ne göğsünü parçalayan heyecanlar, ne kaçışsız yağmura yakalanma saadeti, ne de örümcek ağını izlemenin hayreti, hepsi bitti.
şimdi sen dipsiz bir kuyunun başında sessizce bekliyorsun. sarı fırtınalar esiyor, kum taneleri yapışıyor yüzüne. kuyu ne derin, sen ne sığsın, allah’ım.
düşsen kurtulacaksın. düşsen iyileşecek bütün yaraların. uzun bir bitiş çiçeklenecek içinde. düşsen diyeceksin ki düştüğün yerden, '’işte artık düştüm ben.’’
kuyu ne serin, oysa senin yapış yapış kolların.
bir ahtapot nezaketiyle kendine dolandın. severken öldürdün kendini, boğdun, parçaladın. kuyu ne şefkatli, sen ne zalimsin, allah’ım. düşsen iyileşecek bütün yaraların. düşsen çiçeklerin tohum savurduğu yerde hoş kokulu uzun bir uykuya dalacaksın. düşsen baygın bir rahiyada kaybolacaksın.
kuyu ne sessiz, sen ne gürültülere battın.
bir ses diyor ki '’madem gördün ve duyuyorsun, öyleyse anlatmalısın.’’ oysa kelimelerden umduğun medetler hep boynuna dolandı. hangi harfe dokunsan parmaklarına bulaştı sızısı. çünkü burası dışarısı, her şeyin dışarısı. ruhunu kemiriyor dışarının iç kanaması. korkunç vaveylası, şamatacı kargaşası, geveze temaşası… yaralı hayvanlar gibi böğürmek istiyorsun: '’çıkarın! beni bu dışarıdan çıkarın!’’
kuyu ne sessiz, sen ne gürültücüsün allah’ım. düşsen ince bir sessizlikte aranacaksın. düşsen ılık rüzgârlarda temizlenecek göğsün, aklın. bildiğin bütün anlamların boşluğundan usulca kopacaksın. düşsen, en nihayet kendi anlamını bulacaksın.
kuyu ne vakur, oysa sen histerilerle yıkandın.
aynalar dahil, her yerde güvenecek birini aradın, bulamadın. herkes mi kötü, sen de mi, sende mi? bazı geceler uzun kirpiklerinin arasından kanlı gözlerini ovuşturup '’peki ben kime yaslayacağım bu kalbi o zaman’’ demedin mi?
kuyu ne geniş yürekli, sen ne sevgisizsin, allah’ım. düşsen, kesilmiş bir bacak gibi atılacaksın. düşsen kesmeyi bilen bir bıçak gibi zehirli yaraları oyup atacaksın. akacak damardaki zehir, akacak, akacak. emip tüküreceksin kendini, rahatlayacaksın.
kuyu evet karanlık, ama sen de ışıksız bir aydınlıktasın.
kafanda kenarları eprimiş hasır şapka, gözlerini kırpıştırarak güneşe bakmak istemiştin, olmadı. bir balıkçı çizmen olmadı, bir bahçıvan pantolonun olmadı. gene de hep güneşe bakarmış gibi, balıkçıymış, bahçıvanmış, hani sanki yaşayacak bir gezegenin varmış gibi davrandın. kuyu ne gerçek, sense kocaman bir yalansın, allah’ım. düşsen hiç bilmediğin bir hakikate kavuşacaksın. düşsen bir gerçeği, belki de tek gerçeği anlayacaksın.
kuyu ne huzurlu, sense kaygılara bulandın.
dünden pişmansın, yarın için sızlanmaktan bıkmadın. düşsen takvimler eskiyecek birden. geçmiş günler ve gelecek olanlar birer birer yırtılacak orta yerinden. düşsen günler ve geceler, haftalar ve aylar ve yıllar hatta, eriyecek mumlar gibi. tütsülenecek alem, ah bir düşsen. kuyu ne sevimli, sen ne korkunçsun, allah’ım. düşsen kendinden bile kurtulacaksın.
düşsen kendinden bile kurtulacaksın.
belki başlamaya da inanacaksın o zaman. düşsen '’kurtarın beni’’ diyebileceksin. çığlık atacaksın mesela. '’imdat’’ diye bağıracaksın. düşsen yardım istemek için vesilen olacak. utanmadan ağlayacaksın, uluyacaksın, hırlayacaksın, inleyeceksin ve dirhem suçluluk hissetmeyeceksin. düşsen utanmayacaksın düşemediğinden. düşsen düşüşün rüzgârında ıslak yaralarını kurutacaksın. kimse gelmese de, sesini duyan olmasa da, düşsen kurtulmak için bir umut taşıyacaksın. umut öyle eşsiz hazine ki, düşsen kendini talihli sayacaksın.
düşsen bağışlayacaksın, bağışlanacaksın. olduklarından emekliye ayrılıp olmadıklarına öfkelenmeyi bırakacaksın. düştüğün yerdeki toprak kadar bir şeydir dünya dedikleri, anlayacaksın. düştüğün yere ve o yere düşmüş yatan kendine merhametle bakacaksın. bu kalbi kırık, bu yaralı minik hayvan kimdir, nedir diye dokunacaksın bedenine şefkatle. kendinden tiksinmeyi bırakacaksın. düşsen anlayacak ve ağlayacaksın. iyi gelecek bu sana, zehrini akıtacaksın.
çok zaman önce bırakmıştın çevrendeki yüzleri seyretmeyi. ne zaman ve nerede başladı bilmiyorsun ama galiba bir süre önce herkes mumlar gibi eridi. eridi mumlar, heyecanlar eridi, vaktiyle kurulan hayaller, o hallerin utangaç hayaletleri… düşsen karanlık yardım edecek eski yüzleri ve düşleri hatırlamana, düşsen unuttuklarına sarılacaksın.
şimdi… saatler karanlığı gösteriyor, günler umutsuz perdelerin ardından aralanıyor. büyün hayaletler emekli olup bir sahil kasabasına yerleşti. bütün hayaletler gitti, hepsi, hepsi. sen de gittinç uzun zaman önce ayrıldı ruhun bedeninden, biliyorsun değil mi?
çünkü… ihtişamlı duygulardan birer birer vazgeçtin. ne göğsünü parçalayan heyecanlar, ne kaçışsız bir yağmura yakalanma saadeti, ne de örümcek ağını izlemenin hayreti, hepsi bitti.
şimdi sen dipsiz bir kuyunun başında sessizce bekliyorsun.
düşmekten korkmayı öğretiler sana. korkuyorsun.
oysa başlamanın bir yolu da bitirmek bazen bir şeyleri. zordur ve kalbi parçalayacak kadar korkutur tabii. ama belki de düşsen düşmekten korkmayı bırakacaksın. seni düşmekle, düşürmekle tehdit edenlerden kurtulacaksın. düşsen kendinden, düşsen kendinden bile kurtulacaksın.
korkma kuyulardan, korkma düşmekten. düşmek kalkmak içindir, anlayacaksın. sonunda elbet gene doğrulacaksın.
doğrulacaksın.”
devamını gör...
9.
nick vermeden bir yazara seslen
herkesin üzerine biraz alınması gereken başlık.
yarın boykot var!
yarın boykot var!
devamını gör...
10.
hemhal ol'anlar
yazılmamış şaşırdım.
babaji’nin gökçe es ile kalbimizde ışık yaktığı o 5 dakika
(link: )
babaji’nin gökçe es ile kalbimizde ışık yaktığı o 5 dakika
(link: )
devamını gör...
11.
sineklerin ellerini ovuşturması
bana nedense pek sempatik gelen hareket. şöyle bi baktım yorumlara fazla seveni yok, creepy filan denilmiş. tuhaf bulmamızın sebebi ise bu anın, bir sineğin bir insana en çok benzediği an olması bence. (kan emici şrfszler konu dışı)
devamını gör...
13.
kirazlıyalı
çocukluğumun inilmemiş duraklarındandır. aynı zamanda körfezin en güzel lokasyonlarındandır. trenle geçerken hep kiraz ağacı arar, bulamazdı gözlerim, ilk hayal kırıklıklarımdandır.
devamını gör...
15.
yazarların şu an dinledikleri şarkı
yine düştüm. teşekkürlerinizi beklerim efenim *.
devamını gör...
16.
sevilen şiirin en vurucu dizeleri
seni bağırabilsem seni,
dipsiz kuyulara,
akan yıldıza,
…
…
seni anlatabilsem seni...
yokluğun, cehennemin öbür adıdır
üşüyorum, kapama gözlerini...
(bkz: hasretinden prangalar eskittim)
dipsiz kuyulara,
akan yıldıza,
…
…
seni anlatabilsem seni...
yokluğun, cehennemin öbür adıdır
üşüyorum, kapama gözlerini...
(bkz: hasretinden prangalar eskittim)
devamını gör...
18.
danla bilic’in eski sevgilisi tarafından darp edilmesi
adalet neden önemli, sorusuna cevap nitelikli olay. kim olursanız olun; egemenler (iktidara yakın olanlar, zenginler, patronlar, erkekler vb.) iktidarlarını her zaman diğerleri üzerinden, diğerlerini ezerek kurarlar. isminiz önemli değildir, kim olduğunuz önemli değildir. mother of influencer da olsanız bir erkekle yaşayacağınız olası senaryo, bozuk bir adalet sisteminde bu olabilir. çünkü suçu ve suçluyu yücelten bozuk bir adalet sisteminin içindesinizdir. belki binlerce dolar aldığınız o sosyal medya storylerinde, kamuoyuna sesinizi duyurmak için story atarken bulabilirsiniz kendinizi. bu bozuk düzende bir sayı haline gelmekten korkarsınız artık, anıtsayaç’ta bir artı daha! olmaktan korkarsınız.
mücadele önemli, kızkardeşlik pek kıymetli çünkü biz kadınlar biliyoruz ki birbirimizden başka kimsemiz kalmayabilir hakkımızı savunacak! lütfen korkmayın, yalnız değilsiniz kızkardeşlerim asla unutmayın!
mücadele önemli, kızkardeşlik pek kıymetli çünkü biz kadınlar biliyoruz ki birbirimizden başka kimsemiz kalmayabilir hakkımızı savunacak! lütfen korkmayın, yalnız değilsiniz kızkardeşlerim asla unutmayın!
devamını gör...
19.
bisiklete binen erkek
motora binen erkeğin kardeşidir. henüz hayata karşı çekingen ve masumdur. sisteme yenilmemiştir, acele etmesi gerekmez. karbon ayak izi bırakmaz, vardır bi karizması yani *
devamını gör...
20.
itiraf
kabul etmesi zor olsa da iki ucu boklu değnektir. içinde en ufak vicdan kırıntısı olan insan yaptığı bir yanlışı/ gizlediği bir sırrı/ söylediği bir yalanı muhatabına itiraf etmek için zaman kollar; onu her gördüğünde yüzüne bakarak hiçbir şey olmamış gibi davranmak zordur. bazen duymazsın bile karşındakini, aklın hep itiraf etmen gereken şeye kayar durur. her yeni gün, yeniden o yalanı yaşıyor ve yaşatıyor olmak sanki sürekli başka bir yalan söylüyormuş gibi hissettirir, bazen de gerçekten öyle olur. yalanı söylemek kolay, sürdürebilmek ise zordur. “insan” altında ezilir. zira bana kalırsa birinin gerçeklik duygusuyla oynamak en büyük günahlardan biridir. tamam bu cepte. bunu anlaması kolay.
asıl konuşmamız gereken itiraf ettikten sonra gelen pişmanlık hissi ! yalanın büyüklüğüne göre yıkıcılığı değişir, bazı yalanlar ve beraberinde gelen itiraflar hayatımızın akışını değiştirebilir.
artık dürüst ve haksızsındır. kaybetmişsindir. kendinin şeytanı olmaktan kurtulmuş, karşıdakinin şeytanı olmuşsundur. tüm gardların düşer, bütün savaşların kaybedilmiştir. çünkü sebeplerin geçersizdir ve hiçbir önemi yoktur karşıdaki kişi için dürüstlüğünün, pişmanlığının. affedilmeyi hak etmiyorsam sen neden doğruyu bilmeyi hak ediyorsun, diye düşünmekten kendini alıkoyamaz insan. kaybetmenin eşiğindeki o yas sürecinde, paralel evrende hala o yalanla yaşadığını düşünür durursun. her şey aynı kalmış gibi ama değil ve bunu yalnızca sen biliyorsun gibi.
merhametin bile fazlası zehirdir dostlar, herkes doğruyu bilmeyi hak etmez, çünkü herkes sizi anlamak istemez. velhasıl insan bazen de itiraf etmemeli! içindeki şeytanlarla yaşamayı öğrenmeli…
asıl konuşmamız gereken itiraf ettikten sonra gelen pişmanlık hissi ! yalanın büyüklüğüne göre yıkıcılığı değişir, bazı yalanlar ve beraberinde gelen itiraflar hayatımızın akışını değiştirebilir.
artık dürüst ve haksızsındır. kaybetmişsindir. kendinin şeytanı olmaktan kurtulmuş, karşıdakinin şeytanı olmuşsundur. tüm gardların düşer, bütün savaşların kaybedilmiştir. çünkü sebeplerin geçersizdir ve hiçbir önemi yoktur karşıdaki kişi için dürüstlüğünün, pişmanlığının. affedilmeyi hak etmiyorsam sen neden doğruyu bilmeyi hak ediyorsun, diye düşünmekten kendini alıkoyamaz insan. kaybetmenin eşiğindeki o yas sürecinde, paralel evrende hala o yalanla yaşadığını düşünür durursun. her şey aynı kalmış gibi ama değil ve bunu yalnızca sen biliyorsun gibi.
merhametin bile fazlası zehirdir dostlar, herkes doğruyu bilmeyi hak etmez, çünkü herkes sizi anlamak istemez. velhasıl insan bazen de itiraf etmemeli! içindeki şeytanlarla yaşamayı öğrenmeli…
devamını gör...