bir dönem ot’taki yazılarıyla tanıdığım yazar. bana kalırsa dergi yazıları ve söyleşileri romanlarına kıyasla daha bi başka.
sakladığım bi yazısını buldum 2015’ten. işte sizler için el emeği, göz bebeği bi entry ;
“ihtişamlı duygulardan birer birer vazgeçtin. ne göğsünü parçalayan heyecanlar, ne kaçışsız yağmura yakalanma saadeti, ne de örümcek ağını izlemenin hayreti, hepsi bitti.
şimdi sen dipsiz bir kuyunun başında sessizce bekliyorsun. sarı fırtınalar esiyor, kum taneleri yapışıyor yüzüne. kuyu ne derin, sen ne sığsın, allah’ım.
düşsen kurtulacaksın. düşsen iyileşecek bütün yaraların. uzun bir bitiş çiçeklenecek içinde. düşsen diyeceksin ki düştüğün yerden, '’işte artık düştüm ben.’’
kuyu ne serin, oysa senin yapış yapış kolların.
bir ahtapot nezaketiyle kendine dolandın. severken öldürdün kendini, boğdun, parçaladın. kuyu ne şefkatli, sen ne zalimsin, allah’ım. düşsen iyileşecek bütün yaraların. düşsen çiçeklerin tohum savurduğu yerde hoş kokulu uzun bir uykuya dalacaksın. düşsen baygın bir rahiyada kaybolacaksın.
kuyu ne sessiz, sen ne gürültülere battın.
bir ses diyor ki '’madem gördün ve duyuyorsun, öyleyse anlatmalısın.’’ oysa kelimelerden umduğun medetler hep boynuna dolandı. hangi harfe dokunsan parmaklarına bulaştı sızısı. çünkü burası dışarısı, her şeyin dışarısı. ruhunu kemiriyor dışarının iç kanaması. korkunç vaveylası, şamatacı kargaşası, geveze temaşası… yaralı hayvanlar gibi böğürmek istiyorsun: '’çıkarın! beni bu dışarıdan çıkarın!’’
kuyu ne sessiz, sen ne gürültücüsün allah’ım. düşsen ince bir sessizlikte aranacaksın. düşsen ılık rüzgârlarda temizlenecek göğsün, aklın. bildiğin bütün anlamların boşluğundan usulca kopacaksın. düşsen, en nihayet kendi anlamını bulacaksın.
kuyu ne vakur, oysa sen histerilerle yıkandın.
aynalar dahil, her yerde güvenecek birini aradın, bulamadın. herkes mi kötü, sen de mi, sende mi? bazı geceler uzun kirpiklerinin arasından kanlı gözlerini ovuşturup '’peki ben kime yaslayacağım bu kalbi o zaman’’ demedin mi?
kuyu ne geniş yürekli, sen ne sevgisizsin, allah’ım. düşsen, kesilmiş bir bacak gibi atılacaksın. düşsen kesmeyi bilen bir bıçak gibi zehirli yaraları oyup atacaksın. akacak damardaki zehir, akacak, akacak. emip tüküreceksin kendini, rahatlayacaksın.
kuyu evet karanlık, ama sen de ışıksız bir aydınlıktasın.
kafanda kenarları eprimiş hasır şapka, gözlerini kırpıştırarak güneşe bakmak istemiştin, olmadı. bir balıkçı çizmen olmadı, bir bahçıvan pantolonun olmadı. gene de hep güneşe bakarmış gibi, balıkçıymış, bahçıvanmış, hani sanki yaşayacak bir gezegenin varmış gibi davrandın. kuyu ne gerçek, sense kocaman bir yalansın, allah’ım. düşsen hiç bilmediğin bir hakikate kavuşacaksın. düşsen bir gerçeği, belki de tek gerçeği anlayacaksın.
kuyu ne huzurlu, sense kaygılara bulandın.
dünden pişmansın, yarın için sızlanmaktan bıkmadın. düşsen takvimler eskiyecek birden. geçmiş günler ve gelecek olanlar birer birer yırtılacak orta yerinden. düşsen günler ve geceler, haftalar ve aylar ve yıllar hatta, eriyecek mumlar gibi. tütsülenecek alem, ah bir düşsen. kuyu ne sevimli, sen ne korkunçsun, allah’ım. düşsen kendinden bile kurtulacaksın.
düşsen kendinden bile kurtulacaksın.
belki başlamaya da inanacaksın o zaman. düşsen '’kurtarın beni’’ diyebileceksin. çığlık atacaksın mesela. '’imdat’’ diye bağıracaksın. düşsen yardım istemek için vesilen olacak. utanmadan ağlayacaksın, uluyacaksın, hırlayacaksın, inleyeceksin ve dirhem suçluluk hissetmeyeceksin. düşsen utanmayacaksın düşemediğinden. düşsen düşüşün rüzgârında ıslak yaralarını kurutacaksın. kimse gelmese de, sesini duyan olmasa da, düşsen kurtulmak için bir umut taşıyacaksın. umut öyle eşsiz hazine ki, düşsen kendini talihli sayacaksın.
düşsen bağışlayacaksın, bağışlanacaksın. olduklarından emekliye ayrılıp olmadıklarına öfkelenmeyi bırakacaksın. düştüğün yerdeki toprak kadar bir şeydir dünya dedikleri, anlayacaksın. düştüğün yere ve o yere düşmüş yatan kendine merhametle bakacaksın. bu kalbi kırık, bu yaralı minik hayvan kimdir, nedir diye dokunacaksın bedenine şefkatle. kendinden tiksinmeyi bırakacaksın. düşsen anlayacak ve ağlayacaksın. iyi gelecek bu sana, zehrini akıtacaksın.
çok zaman önce bırakmıştın çevrendeki yüzleri seyretmeyi. ne zaman ve nerede başladı bilmiyorsun ama galiba bir süre önce herkes mumlar gibi eridi. eridi mumlar, heyecanlar eridi, vaktiyle kurulan hayaller, o hallerin utangaç hayaletleri… düşsen karanlık yardım edecek eski yüzleri ve düşleri hatırlamana, düşsen unuttuklarına sarılacaksın.
şimdi… saatler karanlığı gösteriyor, günler umutsuz perdelerin ardından aralanıyor. büyün hayaletler emekli olup bir sahil kasabasına yerleşti. bütün hayaletler gitti, hepsi, hepsi. sen de gittinç uzun zaman önce ayrıldı ruhun bedeninden, biliyorsun değil mi?
çünkü… ihtişamlı duygulardan birer birer vazgeçtin. ne göğsünü parçalayan heyecanlar, ne kaçışsız bir yağmura yakalanma saadeti, ne de örümcek ağını izlemenin hayreti, hepsi bitti.
şimdi sen dipsiz bir kuyunun başında sessizce bekliyorsun.
düşmekten korkmayı öğretiler sana. korkuyorsun.
oysa başlamanın bir yolu da bitirmek bazen bir şeyleri. zordur ve kalbi parçalayacak kadar korkutur tabii. ama belki de düşsen düşmekten korkmayı bırakacaksın. seni düşmekle, düşürmekle tehdit edenlerden kurtulacaksın. düşsen kendinden, düşsen kendinden bile kurtulacaksın.
korkma kuyulardan, korkma düşmekten. düşmek kalkmak içindir, anlayacaksın. sonunda elbet gene doğrulacaksın.
doğrulacaksın.”
devamını gör...