aydın merkezde otururken, bir ağaçtan aşağı atlamam neticesinde ayağıma paslı çivi girmesi sonucu olduğum aşıdır. 3 yaşımdan 9-10 yaşıma kadar aydın merkezde oturduk. bu da herhalde ilkokula yeni başladığımda ya da başlamama yakın olmuştur.
bazı iddialara göre bir damla deve gözyaşı 26 ölümcül yılanın zehrini nötralize edebiliyormuş. fact-checking'ini yapmaya çalıştım, bilimsel olarak böyle bir kanı belirmiş belirli çevrelerde ama üzerinde uzlaşılmış bilimsel bir hakikat olarak kanıtlanma evresinde değilmiş an itibarıyla. timesofindia'nın fact-checking bazlı sayfasına göre. gerçi bu sitenin de fact-checking'ini ayrı yapmak lazım. ahaha. valla deve gözyaşı bunu yapıyorsa, sidiği ne yapmaz diyorum. belki de araplar haklıydı. haha. geyik bir tarafa, çok prestijli sitelerde rastlayamıyorum bu habere bu arada. şüpheci yaklaşmakta fayda görüyorum bu sebeple.
sözlükte yüz yüze görüştüğüm 3 yazardan biri. yüz yüze görüştük ya, yüzü cidden güzel. kalp kalbe de karşıydı, falan bişeyler. severim zugra'yı elbette. bana ilk özel mesaj atan yazarlardan biriydi. bir nevi oryantasyon hizmeti. haha.
2010'ların bir yerlerinden sonra bir filmi 2 kere bile izlediğim çok nadirdir bu arada.
yanisi, bu başlıkta çok sayıda izlediğimiz filmlerden bahsedebilsek de en çok izlediğimiz filmi de belirleyip belirtsek iyi olur kanısındayım. eminlik yoksa da bir tahmin yürütülebilir bence en azından.
türkçe yetersiz bir dil değil bence. hatta fonetik/telaffuz bazında bence seçkin bir dilimiz var.
kelime sayımız ingilizce ile karşılaştığında çok az kalıyor tabii. bildiğim kadarıyla ingilizcede türkçeden 5-6 kat fazla kelime var.
bence türkçenin asıl sıkıntısı bu değil ama... yani bazı kelimeler dilimize geçirilmiş ama onların bana göre lüzumlu çekimleri eklenmemiş.
sözlükte daha önce bahsetmiştim... western classical music'in türkçe karşılığı klasik batı müziği olsa da bu olmuyor aslında ve bu yüzden ben batı klasik müziği diyorum buna. bu da olmuyor da işte öbürü hiç olmuyor. klasik amerikan filmi dendiğinde ne anlaşılıyorsa, klasik batı müziği dendiğinde de ben öyle algılıyorum. classic ve classical aynı şey değil. medical'ı medikal diye, musical'ı müzikal olarak yerelleştirmişken, classical'ı da klasikal olarak yerelleştirsek böyle bir sorun olmazdı. technique-technical'da da bu var. technical death metal diye bir müzik türü var mesela. buna teknik diyemeyiz ve teknikal diye bir sözcüğümüz maalesef yok. veya okültizm, tdk'nin sözlüğünde varken okült yok mesela. yani belirli bir sistematik anlayış da yok gibi görünüyor. sanki kafalarına göre bazı sözcükler dilimize geçirilmişken, bazıları veya bazı çekimleri, kök kelimeler falan geçirilmemiş.
gene de, öyle ya da böyle türkçeyi seviyorum ben. diglot bir insan olarak, ingilizceyi de türkçeyi de ayrı bakımlardan severim, ikisini de mükemmel görmesem de.
bir nevi zaman yolcuğudur. yani çarşamba günü pazar gününe ışınlanmak gibi...
değil de, ileri çocukluğum ve ergenliğimin tümünü geçirdiğim, aydın'ın söke ilçesinin unundan sonra belki en ünlü şeyiydi çarşamba pazarı; yani benim açımdan nostaljik bir zaman yolculuğudur. söke un'un ulusal şöhreti gibi bir şöhreti olmasa da bu pazarın, işte civar il ve ilçelerinde de bilinen, hatta yabancı turistlerin de bol uğradığı bir pazardı. hala var mıdır, herhalde vardır ama en son gideli asırlar olduğundan kesin konuşamam.
burada meyve-sebze-zeytin-peynir vb. ile birlikte; kıyafetler, kumaşlar, incik boncuklar gibi envaitürlü şey satılırdı. hatta kenan doğulu'nun hayranıydım ben ergenken ve işte onun sımsıkı sıkı sıkı şarkısına da bayılırdım. bu şarkının aşağı koyduğum klibinde doğulu'nun taktığı güneş kolyesinin bir replikasını bile söke'nin çarşamba pazarı'ndan almıştım hatta 90'ların ortalarında. gerçi o kolyenin orijinali bile replikadır bence. yani doğulu'daki de öyle pek otantik bir üretime benzemiyor, bilakis ben fabrikasyonum diye bağırıyor idi. haha.
ekleme: her sene kasım-mart arasında yaşamakta olduğum izmir/buca'nın da buca çarşamba pazarı adlı bir pazarı varmış. ahaha. buralardaki pazarları biliyorum elbette ama bunun adının da "çarşamba pazarı" olduğunu demin internetten aratınca öğrendim. söke'deki pazarın adı da öyleydi. eminim ülkede bu isimde başka pazarlar da vardır. onlar da başka pazara kalsın artık... yani, onlardan da başka yazarlar bahsedebilir isterlerse.
her zaman yalan değildir. başıma geldi yani. sim kartım yerine telefon hafızasına kayıt edilmiş numaralar, telefon cortlayınca da numaralar gitti yani. 2-3 kere başıma geldi bu hatta.
hatta 1 seneye yakın süre önce aldığım nothingphone'um durup dururken birkaç kişi hariç rehberimdeki herkesi bir illüzyonist hareketiyle ortadan kaybetti. haha. bunun sebebini anlamadım ama neyse ki bir daha olmadı bu. bunda da acaba gmail hesabıma kaydediyordu da mail adresimi değiştirmem mi sebep oldu gibi bir şey aklıma geldi. ya da teknik bir sıkıntıdır.
telefon kullanmıyorum gibi bir şey zaten. yani silinen ve bir daha bulamadığım numaraların sahipleri de gücenemez bu yüzden kolay kolay. gerçi bunu da ben seçtim. ben kimseyi aramayınca insanlar da bir süre sonra beni aramayı bıraktı bittabi. haha. yani yazılı iletişimde bile biri bana yazmazsa ben kimseye yazmam kolay kolay, yazmamı gerektiren bir konu yoksa. bu, icq/msn zamanlarından beri böyle. yüz yüze iletişimde çok girişken olsam da telefonla konuşma veya işte bir şekilde yazışarak iletişim kurmada hiç öyle değilim. tabii bayağı yazılı sohbetim oluyor da işte birinin bana yazması lazım önce. bundan keyif almıyor da değilim, sadece çok eskiden beri yüz yüze sohbetler dışında sohbet başlatıcı olmaya hiç alışkın değilim.
hayırdır? türklere hıyar diyeceğimi mi düşünmüştün? *
geyik bir tarafa iki kelimeyi de çok komik buluyorum ben. hıyar'ı argo anlam(lar)ı yüzünden komik bulurken, cucumber'ın ise yazılışı ve okunuşu komiğime gidiyor. haha.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.