eppur si muove - madalyalı tanımları (1. sayfa)
1.
aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni
filmin konusuna değinirken spoiler vereceğim, spoiler belirtecini tüm tanımda kullanmamak adına önceden belirtmek isterim.
başrolünde şener şen'in yer aldığı, 1990 yılı yapımı yavuz turgul filmidir.
aşk filmlerinin yönetmeni haşmet, günün birinde politik bir film çekmeye niyet eder. ne parası ne de onu tam olarak destekleyen bir yapımcısı vardır. herkes eski tarzda filmlerine devam etmesi gerektiğini söylerken haşmet filminin bir ‘müjde’ filmi olacağını anlatmaktadır.
müjde yerine jeyan, ekip yerine geçmişten gelen bir avuç sinema emekçisi ile birlikte; eski bir evde, adak olarak kesilen horoz sonrası, çekimlere başlanır.

haşmet tek gayesi olan eserini yaratma adına kendisini fazlasıyla hazırlar. fularını takar, sakallarını uzatır, evinin dekorunu ayarlar ve yaşadığı her durumu görmezden gelerek yalnızca sahneye odaklanır.


aksilikler elbette haşmet'in peşini bırakmaz. başrol oyuncularından birisi olan arkadaşı nihat sette ölür ve kaplumbağasını haşmet’e emanet eder.

cenazesini ise bir avuç emekçi defneder. ermeni nubar da bu insan azlığı nedeniyle merhuma ayıp olmasın diye cenaze namazına katılır.

merasima dahil olanların uyumsuz bütünlüğünde taşınan tabut da haşmet’ in filmine benzemektedir.

kendisine emanet edilen kaplumbağa ile film boyunca dertleşir haşmet. hatta ondan akıl aldığı zamanlar da olur.

kaç gündür yemiyorsun açlıktan öleceksin
nihat öldüyse öldü ölenle ölünmez bak ben yaşıyorum
yaşıyorum da noluyor sanki bir film bitiremiyorum *
öyle böyle derken amacına bir şekilde ulaşır haşmet ve filmi gösterime girer. bu aşamalarda gurur, haşmet için mesele olmaktan çıkar; tek derdi filmden ibaret hale gelir. ancak onca çaba, uğraş ve kendisini çiğnese de haşmet istediğini elde edemez. haşmet de karşılaştığı bu sonucu, hepimiz gibi, şekil eksikliklerine ve diğer insanlara dair olumsuzluklara bağlar. onlar yapmadı, onlar dışladı, ben gereken her şeyi yaptım ve kendimi ortaya koydum diye düşünür.

-boşver.
-boş mu vereyim? dalga mı geçiyorsun? boşvermiş.
-yapacak bir şey yok. oldu bitti.
-oldu bitti, ne kolay. neredeydi seninkiler? uğraş, didin, parçalan.. bu kadar emek. bu film için yaptıklarıma sen şahitsin. peki neredeydi seninkiler?
-kim benimkiler?
-seninkiler! çok iyi tanırsın. onların gözüne girebilmem için daha ne yapmam lazımdı? aa evet, hapishaneye girmem lazımdı. işkenceden geçmem lazımdı. en azından gözaltında olmam lazımdı.
-gerek yoktu. iyi bir film yapsan yeterdi.
-ben iyi bir film yaptım.
-hayır yapamadın.
-ben taş gibi bir film yaptım.
-yapamadın. keşke yapabilseydin. zaten bu koşullarda nasıl iyi bir film yapabilirdin ki?
-ne oynadın o zaman?!
-benim senden ne farkım var ki?! çaresiz, oradan oraya saldırıp duruyorum. bir umut, bir yerlerden yırtmak. aslında hepimiz birbirimize benziyoruz. niye aşk filmlerinin yönetmeni olarak kalmadın sanki?
haşmet de insan, ona da ağır geliyor söylenenler. çünkü kendi gerçeklerimizden farklı olarak asıl gerçekler mevcut dünyada, işte bu gerçekler asıl ağır gelen ve kabul edilemeyenler oluyor. bunları duymamak, bunlarla yüzleşmemek için onca saçmalığa boğuluyor, kendimizi kurban rolünde görerek her şeyden kaçıyoruz. kendimizi ortaya koyuyoruz ancak atladığımız kısım sadece yaşamak; hayatta hiçbir şey kendimizi ortaya koymamızı, olmayanı oldurmamızı zorunlu kılmıyor. kendi arayışlarımız biz buna mecbur hissettiriyor yalnızca.
haşmet de kaçıyor, gerçeklerle yüzleşince daha önce hiç çekmediği bir filmin daha peşine düşüyor.

ancak ısrarla çalan o telefon ile yeni kaçışlara devam ediyor.

hepimizin hayat döngüsünü anlatıyor bu film. ahlat ağacı'ndaki gibi. kendimizi gerçeklerle yüzleşene kadar çok ama çok haklı görüyoruz. başka ihtimalleri düşünmüyor, onların doğuşlarına engel oluyoruz. çünkü elimizde olan gerçeğimizi denemek, belki tekrar denemek ve sonunda onu evrensel kılmak istiyoruz. farklı bir sona yönelmezsek de tilkinin dönüp geleceği yer kürkçü dükkanıdır lafını bir kez daha hayata kazandırıyoruz.
güzellikler, doğruluklar ve gerçeklikler hepimizle olsun.
başrolünde şener şen'in yer aldığı, 1990 yılı yapımı yavuz turgul filmidir.
aşk filmlerinin yönetmeni haşmet, günün birinde politik bir film çekmeye niyet eder. ne parası ne de onu tam olarak destekleyen bir yapımcısı vardır. herkes eski tarzda filmlerine devam etmesi gerektiğini söylerken haşmet filminin bir ‘müjde’ filmi olacağını anlatmaktadır.
müjde yerine jeyan, ekip yerine geçmişten gelen bir avuç sinema emekçisi ile birlikte; eski bir evde, adak olarak kesilen horoz sonrası, çekimlere başlanır.

haşmet tek gayesi olan eserini yaratma adına kendisini fazlasıyla hazırlar. fularını takar, sakallarını uzatır, evinin dekorunu ayarlar ve yaşadığı her durumu görmezden gelerek yalnızca sahneye odaklanır.


aksilikler elbette haşmet'in peşini bırakmaz. başrol oyuncularından birisi olan arkadaşı nihat sette ölür ve kaplumbağasını haşmet’e emanet eder.

cenazesini ise bir avuç emekçi defneder. ermeni nubar da bu insan azlığı nedeniyle merhuma ayıp olmasın diye cenaze namazına katılır.

merasima dahil olanların uyumsuz bütünlüğünde taşınan tabut da haşmet’ in filmine benzemektedir.

kendisine emanet edilen kaplumbağa ile film boyunca dertleşir haşmet. hatta ondan akıl aldığı zamanlar da olur.

kaç gündür yemiyorsun açlıktan öleceksin
nihat öldüyse öldü ölenle ölünmez bak ben yaşıyorum
yaşıyorum da noluyor sanki bir film bitiremiyorum *
öyle böyle derken amacına bir şekilde ulaşır haşmet ve filmi gösterime girer. bu aşamalarda gurur, haşmet için mesele olmaktan çıkar; tek derdi filmden ibaret hale gelir. ancak onca çaba, uğraş ve kendisini çiğnese de haşmet istediğini elde edemez. haşmet de karşılaştığı bu sonucu, hepimiz gibi, şekil eksikliklerine ve diğer insanlara dair olumsuzluklara bağlar. onlar yapmadı, onlar dışladı, ben gereken her şeyi yaptım ve kendimi ortaya koydum diye düşünür.

-boşver.
-boş mu vereyim? dalga mı geçiyorsun? boşvermiş.
-yapacak bir şey yok. oldu bitti.
-oldu bitti, ne kolay. neredeydi seninkiler? uğraş, didin, parçalan.. bu kadar emek. bu film için yaptıklarıma sen şahitsin. peki neredeydi seninkiler?
-kim benimkiler?
-seninkiler! çok iyi tanırsın. onların gözüne girebilmem için daha ne yapmam lazımdı? aa evet, hapishaneye girmem lazımdı. işkenceden geçmem lazımdı. en azından gözaltında olmam lazımdı.
-gerek yoktu. iyi bir film yapsan yeterdi.
-ben iyi bir film yaptım.
-hayır yapamadın.
-ben taş gibi bir film yaptım.
-yapamadın. keşke yapabilseydin. zaten bu koşullarda nasıl iyi bir film yapabilirdin ki?
-ne oynadın o zaman?!
-benim senden ne farkım var ki?! çaresiz, oradan oraya saldırıp duruyorum. bir umut, bir yerlerden yırtmak. aslında hepimiz birbirimize benziyoruz. niye aşk filmlerinin yönetmeni olarak kalmadın sanki?
haşmet de insan, ona da ağır geliyor söylenenler. çünkü kendi gerçeklerimizden farklı olarak asıl gerçekler mevcut dünyada, işte bu gerçekler asıl ağır gelen ve kabul edilemeyenler oluyor. bunları duymamak, bunlarla yüzleşmemek için onca saçmalığa boğuluyor, kendimizi kurban rolünde görerek her şeyden kaçıyoruz. kendimizi ortaya koyuyoruz ancak atladığımız kısım sadece yaşamak; hayatta hiçbir şey kendimizi ortaya koymamızı, olmayanı oldurmamızı zorunlu kılmıyor. kendi arayışlarımız biz buna mecbur hissettiriyor yalnızca.
haşmet de kaçıyor, gerçeklerle yüzleşince daha önce hiç çekmediği bir filmin daha peşine düşüyor.

ancak ısrarla çalan o telefon ile yeni kaçışlara devam ediyor.

hepimizin hayat döngüsünü anlatıyor bu film. ahlat ağacı'ndaki gibi. kendimizi gerçeklerle yüzleşene kadar çok ama çok haklı görüyoruz. başka ihtimalleri düşünmüyor, onların doğuşlarına engel oluyoruz. çünkü elimizde olan gerçeğimizi denemek, belki tekrar denemek ve sonunda onu evrensel kılmak istiyoruz. farklı bir sona yönelmezsek de tilkinin dönüp geleceği yer kürkçü dükkanıdır lafını bir kez daha hayata kazandırıyoruz.
güzellikler, doğruluklar ve gerçeklikler hepimizle olsun.
devamını gör...