bir gece, safevîler’in kurucusu şah ismail derin bir uykuya daldığında kendini sonsuz bozkırlarla çevrili, ay ışığıyla aydınlanan tuhaf bir diyarda buldu. bu diyar, zamanın ötesinde bir yerdi. orada karşısına, tepeden tırnağa zırhlar içinde dev gibi bir adam çıktı. adam atından indi, gözleri çelik gibi sertti. bu, cengiz han’ın ta kendisiydi. cengiz han, şah ismail’e dik dik bakarak şöyle dedi: “ey acem sultanı! yüzlerce yıl sonra benim fethettiğim topraklarda sen hüküm sürüyorsun. ama söyle bakalım, demirle mi yönettin halkını, yoksa şiirle mi?” şah ismail, gülümsedi. elini göğsüne koyarak cevap verdi: “ben, kelamı kılıçtan keskin yaptım. mızrağımla değil, beyitlerimle savaştım. sen bozkırı fethettin, ben gönülleri.” cengiz han, bunu duyunca atının dizginini gevşetti. gözleri parladı, hafifçe başını salladı: “senin gibi bir hükümdarın adı, zamanın yankısında kaybolmaz. ama bil ki her fatih, sonunda bir şairin dizelerinde yaşar.” ikisi bir süre sessizce bozkıra baktılar. sonra rüzgar uğuldadı, kumlar döndü, ve cengiz han bir fırtına gibi kayboldu. ertesi sabah şah ismail, yatağından kalktığında hemen bir beyit yazdı:
“ ne dinlersin dervişleri
dervişlerde dem bulunur
bekle hak’kın eşiğini
derdine derman bulunur”
devamını gör...