“nîçet efendi’nin hâl-i pürmelâli: avrupa diyârının meczûb-ı felsefîsi”
kaleme alan: târîh-i hikemiyât mütâlaacısı, hâce-i fikriyât dervîşi
vakt-i evvelde, germen taifesinin mu’temed beldelerinden biri olan röcken nam kasabada, sene-i milâdî 1844’te, bir şehzâde-i fikir dünyâya nâzır oldu ki ismine friedrich nietzsche derler, biz osmanlı tezkirelerinde “nîçet bin friedrich efendi” diye kaydederiz.
bu zât-ı muhteşem, sîretçe meczûb, sûretçe mütefekkir, hal ve hareketçe münzevî bir şahsiyettir. bâbâsı din adamı, mânevî meşgalesi kilise, lâkin nîçet efendi ruhen ne kiliseye sığmış, ne de cemiyetin kat’î kaidelerine.
terbiye-i ilk ve medrese-i hikmet:
ibtidâî tahsilini ibtidâî usûlle, sonrasında feyz-i hikmetini leipzig ve basel havzalarında tahsil eylemişdir.
henüz 24 yaşında iken basel darülfünûnu’nda hikmet-i yunan muallimi olmuş, lakin yüreğindeki alev-i fikriye, talebe dersinden ziyâde kendi nefsine hitâb ederdi.
zamanla ilm-i felsefeyi, şark usûlü meczûbâne bir vecd ile işleyip, kalemini kılıç, defterini meydan edinmiştir.
ahlâk-ı şahsî ve meşreb-i ruhî:
nîçet efendi, hılye-i şerîfesinde daîmâ süzgün gözler, celâl ile mütenâsib bıyıklar, mütefekkirâne bir vakar taşır.
lâkin gönlü gamzededir, kalbi me’yûs, sohbeti dahi pek nâdir ve müşkil-fahmdir.
müselsel bir maraz-ı baş ile mübtelâ, perişan bir zihin ve mütebeddil bir hâlet-i ruhiyeye mâliktir.
kadîm dostluklar kuramaz, muhâbereden hoşlanmaz; kâh dağlara çekilir, kâh kitaplara dalar.
bir hanımefendiye, lou salomé nâm câzibe-i akliyeye, gönül vermişse de, cevâb-ı red ile kalbi muzdarip olmuştur.
kitâbât-ı hakîmâne ve beyânât-ı galîze:
kaleme aldığı eserlerde kelâm-ı kudret ve şe’niyet-i serkeşhâne mevcuddur.
“böyle buyurdu zerdüşt”, “putların alacakaranlığı”, “ahlâkın soykütüğü” gibi mecmûalarda, beşeriyetin müzmin zaaflarını, terbiye-i köleceyi, tanrı tasavvurunu ve hakikat idrâkini serh edegelmiştir.
en meşhur kelâmı olan:
“tanrı öldü.”
bir mecâz-ı felsefî olup, hakîkatte cemiyetin mânevî eksenini kaybettiğini beyan eden bir nidâ-yı ihtarîdir.
bu söz, bâzı zevâtı kudsiyye tarafından küfr-ü beyân addedilmişse de, işbu lâfzın mâhiyeti mecazın şemşîrinden neş’et eder.
vefât ve hâl-i pürmelâl:
ahvâl-i fikriyyesi nihâyetinde akl u şuurdan ferâgat etmiş, tecerrüd içinde torino sokaklarında bir ata sarılarak rûhî inkisârının nişânesini arz eylemiştir.
müteâkiben akıl dârü’s-salâhına alınmış, orada senelerce sessiz, lâkin kalemi hâlâ gür bir sedâ ile konuşur hâlde yaşamışdır.
1326 senesi (milâdî 1900) târîhinde, ruhunu ebediyyete teslîm eylemişdir.
netîce-i merâm:
nîçet efendi, akıl ile delilik arasında sâlik olmuş, nefsin kudretini ulvî bir menzile taşımak isterken, aklın câmid hudûdlarını zorlaya zorlaya kendini dahi zîr ü zeber etmişdir.
sözü kahr ile, kalemi sabr ile yoğrulmuş; ne kâmil anlamış, ne cahil kabullenmiştir.
zâtı:
bir mütefekkir-i serkeş,
bir âşık-ı hikmet,
bir âvâre-i fikir,
bir meczûb-ı kalemdir.* *
devamını gör...