yazar: hande altaylı
yıl: 2012
eser, üç çocuklu sevgisiz bir ailenin kızı olan narin'in, anadolu'nun ücra kasabalarından biri olan yaslıhan'dan istanbul'a doğru uzanan zorlu hayat yolculuğunu ve yaşadığı aşkı konu alıyor.
ayrıca kitap merhamet adlı tv dizisine uyarlanmıştır.
yıl: 2012
eser, üç çocuklu sevgisiz bir ailenin kızı olan narin'in, anadolu'nun ücra kasabalarından biri olan yaslıhan'dan istanbul'a doğru uzanan zorlu hayat yolculuğunu ve yaşadığı aşkı konu alıyor.
ayrıca kitap merhamet adlı tv dizisine uyarlanmıştır.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "rieux" tarafından 06.12.2020 14:45 tarihinde açılmıştır.
1.
bir hande altayli romanı. narinin yaslihandan başlayıp istanbulda uzanan hayat hikayesi anlatılır.merhamet ismiyle televizyona uyarlanan dizide özgü namal,ibrahim celikkol,burcin terzioglu ve mustafa ustundag gibi isimler rol almıştır.
devamını gör...
2.
kahperengi, hande altaylı tarafından 2012 yılında kaleme alınmış bir romandır. kitapta, ege'de bulunan yaslıhan isimli küçük bir kasabada yaşayan narin isimli karakterin; hem bu kasabada hem de istanbul'da yaşadıkları anlatılmaktadır. roman bu doğrultuda çeşitli flashbacklerle çoğunlukla yaslıhan'da geçen olayları, günümüze döndüğünde ise çoğunlukla istanbul'daki olayları anlatır. 2013 yılında "merhamet" ismiyle bir diziye uyarlanmıştır.
bazı alıntılar:
"hayat, doğrularla yanlışlar arasında bir sarkaç gibi sallanıp dururken, insanlar da onunla birlikte bir o yana, bir diğer yana savrulur."
“yürümüş, yürümüş ama hiç bir yere gidememişti. belki de dünyanın yuvarlak olması daima başladığın yere, yani kendine döneceğin anlamına geliyordu.”
"galiba aşk birini unutamamak değil, onu her gördüğünde yeniden hatırlamak. kaç yıl geçerse geçsin, her karşına çıktığında aynı şekilde hissetmek."
“demek ki bazı sevişmeler insanları yakınlaştırırken bazıları uzaklaştırıyordu ve iki insan birbirine sırtını döndüğünde aralarındaki mesafe dünyanın çevresine eşit oluyordu.”
"kabuslar sadece rüyalarda olmuyordu, en korkunçlarını gözleri açıkken yaşıyordu insan; çünkü hayatın hayal gücü, insanınkinden çok daha kuvvetli ve acımasızdı."
"herkesin kıyameti kendine koptuğundan ve herkesin yangını kendini yaktığından,içinde olduğunuz karanlığın ne kadar koyu olduğunu kimse göremez."
"insan ne kadar başarmış görünürse görünsün, kaybedilmiş savaşların izlerini taşır."
"kimse günahlarıyla karşılaşmak istemezdi; özellikle de o günahlar toprak altındaysa."
"aile gibi değildik biz, aynı koğuşta yaşamaya mecbur bırakılmış mahkumlar gibiydik."
“zamanın kıvamı insanı daima şaşırtır, akıcılığı andan ana değişiklik gösterirdi. bazen boza kadar koyu, bazen su gibi seyreltilmiş olurdu. tüy gibi hafifleyebilir, taş gibi ağırlaşabilirdi. göl kadar durgunlaşabilir ya da grizu gibi patlayabilirdi. hatta canı isterse durabilirdi bile.”
bazı alıntılar:
"hayat, doğrularla yanlışlar arasında bir sarkaç gibi sallanıp dururken, insanlar da onunla birlikte bir o yana, bir diğer yana savrulur."
“yürümüş, yürümüş ama hiç bir yere gidememişti. belki de dünyanın yuvarlak olması daima başladığın yere, yani kendine döneceğin anlamına geliyordu.”
"galiba aşk birini unutamamak değil, onu her gördüğünde yeniden hatırlamak. kaç yıl geçerse geçsin, her karşına çıktığında aynı şekilde hissetmek."
“demek ki bazı sevişmeler insanları yakınlaştırırken bazıları uzaklaştırıyordu ve iki insan birbirine sırtını döndüğünde aralarındaki mesafe dünyanın çevresine eşit oluyordu.”
"kabuslar sadece rüyalarda olmuyordu, en korkunçlarını gözleri açıkken yaşıyordu insan; çünkü hayatın hayal gücü, insanınkinden çok daha kuvvetli ve acımasızdı."
"herkesin kıyameti kendine koptuğundan ve herkesin yangını kendini yaktığından,içinde olduğunuz karanlığın ne kadar koyu olduğunu kimse göremez."
"insan ne kadar başarmış görünürse görünsün, kaybedilmiş savaşların izlerini taşır."
"kimse günahlarıyla karşılaşmak istemezdi; özellikle de o günahlar toprak altındaysa."
"aile gibi değildik biz, aynı koğuşta yaşamaya mecbur bırakılmış mahkumlar gibiydik."
“zamanın kıvamı insanı daima şaşırtır, akıcılığı andan ana değişiklik gösterirdi. bazen boza kadar koyu, bazen su gibi seyreltilmiş olurdu. tüy gibi hafifleyebilir, taş gibi ağırlaşabilirdi. göl kadar durgunlaşabilir ya da grizu gibi patlayabilirdi. hatta canı isterse durabilirdi bile.”
devamını gör...
3.
evet diziye başlık açtım, bi de buradan kitabı yorumlamak istiyorum. kitabı ben storytell üzerinden dinledim bu arada, beklemek istemediğim için ama siz satın alabilirsiniz.
kitap ana 2 kavram üzerinden mesaj vermeye çalışıyor, ilki yalnızlık. kitabın ilk yarısında narin'in yalnızlığı ve bu yalnızlığa içten içe duyduğu nefreti, şanssızlığından dolayı ettiği isyanı güzel bir şekilde alabiliyoruz. narin iyi biri değil onu söylemiş olayım, narin gayet de anti bir karakter. kötülüğü iyiliğinden fazla bile hatta. kıskanç,doyumsuz,sevimsiz ve zor bir insan, narin'in kafasının içinde gezmek bu bakımdan güzel kitapta, çünkü böyle olmasının sebeplerini çok çok iyi anlayabiliyoruz. bu yüzden kitabın ilk yarısından büyük bir zevk aldım, fakat... narin ile fırat'ın aşkı ana konuyken, bu kadar bununla vakit kaybettiği için yazar, narin'in fırat'a karşı takıntısının temelini asla alamadım, fırat'ın ise narin'e olan aşkı 3-4 satırdan fazla yazılmamış, burada aslında fırat yeni bir karakter olsa, yaslıhan'dan olmasa ve narin kendini dindiremese narin'e daha uygun bir hikaye örüntüsü sağlarmış, çünkü aralarında bir ilişki örüntüsü yok. kitapta en fazla 4 kere gördüğünü söylüyor narin. bu yüzden yaşadıkları aşk kitapta bana geçmedi. yani narin tamam da fırat çok boş bir şeyin içinde, sanki bir aldatma heyecanında gibi. o yüzden narin'in yalnızlıktaki bu kadar iyi tasviri ile bu eziklik örtüşmemiş, başka türlü çok güzel yedirilebilirdi o yüzden burasına tam okay olamıyorum, hande hanım beni ikna edemedi bu konuda.
ikinci konu ise edebiyatımızda bir çok eserde kullanılan ''soyaçekim'' kavramı aslında. narin yaslıhan'da babasından şiddet gören, okuması engelletilmeye çalışılan, ailesine büyük kin ve nefret duyan bir kız çocuğu olarak büyümüş, en çok da babasından nefret etmiş ve kin beslemiş. bu yüzden fırat'la beraber ırmağı aldatması aslında tüm kitapta ''babasının kızı'' vurgusunun yapılması, narin'in iyi olmayı seçmediği, bunu bir kılıf olarak kullandığını gösterdi bana. bundandır ki, narin'e hayran kalsam da, içten içe kızdım ve sevemedim tam olarak. bu yüzden kitap recep ölünce bitiyor zaten, narin artık sıfırdan bir narin olabilir, kendini küllerinden yeniden doğurabilir, bu noktada kitap iyi bir bitişle bizimle vedalaşıyor, ama sıkıntı şu ki, kitaptaki erkek karakterleri koca bir balon, ve okurken sadece bu karakter satırlarını boş bırakırsanız, kitap daha ilginçleşiyor bence.
fırat mesela, fırat tamamen yakışıklı zengin ve şımarık bir p.ç kitapta. narin'e bir yaz boyunca aşık olmuş, ırmakla mantık evliliği yapacakken, muhtemelen ten uyumunun fazla olabileceğini bir düşündüğü kadını seçtiği izlenimine kapılıyorum sadece kitapta. sırf kitabın sonunda deniz ve atıfla bir oyun çevirdi diye de bu fıratı aklamıyor maalesef. kötü bir esas erkek yazımı olmuş, narin'in senelerdir unutamadığı kişi bu mu? demenize sebep olacak cinsten.
atıf'a gelirsem de, arada fırat olmasa, yani yine bir erkek figürün baskınlığı olmasa, narin'i yatağa atmak ister gibi bir tavırdan başka bir şey göremiyorum ne yazık ki, kitaptaki sonda parmağı olsa da yine de bu karakter beni ikna edemedi.
deniz ile narin'in dostluğu da bir diğer yan kavram olarak karşımıza çıkıyor. bu iki karakter, kadersel bir karşılaşma sonucu tanışmış, birbirlerine o yalnız yıllarda dağ olmuşlar, bunun kitapta anlatımı gayet yeterliydi, ama yine de sonu için tatmin edici değildi, burdan ırmağa bağlıyorum;
ırmak bu kitabın gerçekten tek iyi kalan karakteri, en azından bize anlatılan kadarıyla. biraz burjuva gıcık kız evet, kabul ediyorum, ama yine de kariyer sahibi, etliye sütlüye karışmazken, düzen oturmak için, aşık olduğu adamın peşinden giderek ve ablasına güvenerek geldiği bu yolda en çok dayağı yiyen o oldu. insan mesela bir ablasına da güvenemeyecek mi gerçekten? narin'e ne kötülüğü dokundu, ergenlik yıllarında dediği üç beş saçma laftan başka? keşke bunun altı doldurulsaydı, zira fırat ve narin'in aşkı bu kadar kutsal değil. hatta ırmak ile fırat daha çok ilişki yaşadılar kitapta, onların ilişki örgüsü daha oturaklıydı.
dizide allahtan bu bahsettiğim şeylerin hepsini doldurdular bu yüzden, gül oğuz'un yazarla koordine bir şekilde kitabı yarım bırakmamalarından gayet memnun kaldım. muhtemelen ikinci bir kitap yerine-çünkü kitap bir ikinci kitap niyetinde açık uçla bitirilmiş gibiydi biraz-dizide her şeyi kapatmayı tercih edip, narin ile recep arasındaki ''soyaçekim'' ilişkisini bozmak istememiş. bu yüzden sevdim.
benim kitaba puanım 6/10 yazarlığı benim için çerezlik diyebilecek düzeyde yeterliydi.
kitap ana 2 kavram üzerinden mesaj vermeye çalışıyor, ilki yalnızlık. kitabın ilk yarısında narin'in yalnızlığı ve bu yalnızlığa içten içe duyduğu nefreti, şanssızlığından dolayı ettiği isyanı güzel bir şekilde alabiliyoruz. narin iyi biri değil onu söylemiş olayım, narin gayet de anti bir karakter. kötülüğü iyiliğinden fazla bile hatta. kıskanç,doyumsuz,sevimsiz ve zor bir insan, narin'in kafasının içinde gezmek bu bakımdan güzel kitapta, çünkü böyle olmasının sebeplerini çok çok iyi anlayabiliyoruz. bu yüzden kitabın ilk yarısından büyük bir zevk aldım, fakat... narin ile fırat'ın aşkı ana konuyken, bu kadar bununla vakit kaybettiği için yazar, narin'in fırat'a karşı takıntısının temelini asla alamadım, fırat'ın ise narin'e olan aşkı 3-4 satırdan fazla yazılmamış, burada aslında fırat yeni bir karakter olsa, yaslıhan'dan olmasa ve narin kendini dindiremese narin'e daha uygun bir hikaye örüntüsü sağlarmış, çünkü aralarında bir ilişki örüntüsü yok. kitapta en fazla 4 kere gördüğünü söylüyor narin. bu yüzden yaşadıkları aşk kitapta bana geçmedi. yani narin tamam da fırat çok boş bir şeyin içinde, sanki bir aldatma heyecanında gibi. o yüzden narin'in yalnızlıktaki bu kadar iyi tasviri ile bu eziklik örtüşmemiş, başka türlü çok güzel yedirilebilirdi o yüzden burasına tam okay olamıyorum, hande hanım beni ikna edemedi bu konuda.
ikinci konu ise edebiyatımızda bir çok eserde kullanılan ''soyaçekim'' kavramı aslında. narin yaslıhan'da babasından şiddet gören, okuması engelletilmeye çalışılan, ailesine büyük kin ve nefret duyan bir kız çocuğu olarak büyümüş, en çok da babasından nefret etmiş ve kin beslemiş. bu yüzden fırat'la beraber ırmağı aldatması aslında tüm kitapta ''babasının kızı'' vurgusunun yapılması, narin'in iyi olmayı seçmediği, bunu bir kılıf olarak kullandığını gösterdi bana. bundandır ki, narin'e hayran kalsam da, içten içe kızdım ve sevemedim tam olarak. bu yüzden kitap recep ölünce bitiyor zaten, narin artık sıfırdan bir narin olabilir, kendini küllerinden yeniden doğurabilir, bu noktada kitap iyi bir bitişle bizimle vedalaşıyor, ama sıkıntı şu ki, kitaptaki erkek karakterleri koca bir balon, ve okurken sadece bu karakter satırlarını boş bırakırsanız, kitap daha ilginçleşiyor bence.
fırat mesela, fırat tamamen yakışıklı zengin ve şımarık bir p.ç kitapta. narin'e bir yaz boyunca aşık olmuş, ırmakla mantık evliliği yapacakken, muhtemelen ten uyumunun fazla olabileceğini bir düşündüğü kadını seçtiği izlenimine kapılıyorum sadece kitapta. sırf kitabın sonunda deniz ve atıfla bir oyun çevirdi diye de bu fıratı aklamıyor maalesef. kötü bir esas erkek yazımı olmuş, narin'in senelerdir unutamadığı kişi bu mu? demenize sebep olacak cinsten.
atıf'a gelirsem de, arada fırat olmasa, yani yine bir erkek figürün baskınlığı olmasa, narin'i yatağa atmak ister gibi bir tavırdan başka bir şey göremiyorum ne yazık ki, kitaptaki sonda parmağı olsa da yine de bu karakter beni ikna edemedi.
deniz ile narin'in dostluğu da bir diğer yan kavram olarak karşımıza çıkıyor. bu iki karakter, kadersel bir karşılaşma sonucu tanışmış, birbirlerine o yalnız yıllarda dağ olmuşlar, bunun kitapta anlatımı gayet yeterliydi, ama yine de sonu için tatmin edici değildi, burdan ırmağa bağlıyorum;
ırmak bu kitabın gerçekten tek iyi kalan karakteri, en azından bize anlatılan kadarıyla. biraz burjuva gıcık kız evet, kabul ediyorum, ama yine de kariyer sahibi, etliye sütlüye karışmazken, düzen oturmak için, aşık olduğu adamın peşinden giderek ve ablasına güvenerek geldiği bu yolda en çok dayağı yiyen o oldu. insan mesela bir ablasına da güvenemeyecek mi gerçekten? narin'e ne kötülüğü dokundu, ergenlik yıllarında dediği üç beş saçma laftan başka? keşke bunun altı doldurulsaydı, zira fırat ve narin'in aşkı bu kadar kutsal değil. hatta ırmak ile fırat daha çok ilişki yaşadılar kitapta, onların ilişki örgüsü daha oturaklıydı.
dizide allahtan bu bahsettiğim şeylerin hepsini doldurdular bu yüzden, gül oğuz'un yazarla koordine bir şekilde kitabı yarım bırakmamalarından gayet memnun kaldım. muhtemelen ikinci bir kitap yerine-çünkü kitap bir ikinci kitap niyetinde açık uçla bitirilmiş gibiydi biraz-dizide her şeyi kapatmayı tercih edip, narin ile recep arasındaki ''soyaçekim'' ilişkisini bozmak istememiş. bu yüzden sevdim.
benim kitaba puanım 6/10 yazarlığı benim için çerezlik diyebilecek düzeyde yeterliydi.
devamını gör...