rus edebiyatı klişeleri
bilmem kaçıncı dereceden memurluk?
devamını gör...
venedik
ismi milattan önce 10. yüzyılda burada yaşamış olan veneti halkından gelen şehir, adriyatik denizi’nde bir lagünün içinde yer alır ve veneto bölgesinin başkentidir.
sokakları birbirine bağlanıp ayrılarak bir labirente benzeyen şehirde ulaşım arabalarla değil gondol ve vaporettolar ile sağlanır. barındırdığı kanallar ve köprülerle en dikkat çeken şehirlerden biri olan venedik malesef batma tehlikesi ile karşı karşıyadır. öyle ki geçtiğimiz 100 yılda yaklaşık 23 cm kadar batmıştır. şehrin tamamen batmaması için önlem alınmaya çalışılmakta ve çeşitli yollar denenmektedir.
şehir aynı zamanda unesco dünya kültür mirası listesi’nde yer alıyor, her yıl çok fazla turisti ağırlıyor. italya'nın gözde bir şehri olduğu için de diğerlerine oranla biraz daha pahalı.
şehir içi ve evler arası ulaşım yukarıda belirttiğim üzere küçük tekne ve gondollarla sağlanıyor, insanların her şeyleri su taşımacılığı üzerine. evlerin bir kısmı suların içinde yer aldığı için sık sık rutubet sorunu yaşanıyor ve bakım gerektiriyor.
benim ziyaret etme fırsatı bulduğum bir dönemde şansıma bir ev restorasyon aşamasındaydı ve kısa süre de olsa gözlemleyebilmiştim. binayı restore eden insanlar malzemeleri minik teknelerle taşıyorlar, biz karada nasıl yaşıyorsak insanlar suyun üzerinde o kadar rahatlar. çamaşırlar nehrin üzerinde kuruyor, komşular birbirlerine evlerinin önündeki tekneleriyle ya da sallarıyla gidiyorlar.
kendi açımdan düşündüğüm zaman yaşamak için değil ancak belli aralıklar gidip havasını ve tarihini içime çekmek istediğim bir şehir diyebilirim venedik için.
son bir not, burada belli dönemlerde venedik bienali denen bir sanat etkinliği ile şehre festival havası yaşatan venedik karnavalı gerçekleştiriliyor. sanat ve karnaval severlerin dikkatine efendim.




sokakları birbirine bağlanıp ayrılarak bir labirente benzeyen şehirde ulaşım arabalarla değil gondol ve vaporettolar ile sağlanır. barındırdığı kanallar ve köprülerle en dikkat çeken şehirlerden biri olan venedik malesef batma tehlikesi ile karşı karşıyadır. öyle ki geçtiğimiz 100 yılda yaklaşık 23 cm kadar batmıştır. şehrin tamamen batmaması için önlem alınmaya çalışılmakta ve çeşitli yollar denenmektedir.
şehir aynı zamanda unesco dünya kültür mirası listesi’nde yer alıyor, her yıl çok fazla turisti ağırlıyor. italya'nın gözde bir şehri olduğu için de diğerlerine oranla biraz daha pahalı.
şehir içi ve evler arası ulaşım yukarıda belirttiğim üzere küçük tekne ve gondollarla sağlanıyor, insanların her şeyleri su taşımacılığı üzerine. evlerin bir kısmı suların içinde yer aldığı için sık sık rutubet sorunu yaşanıyor ve bakım gerektiriyor.
benim ziyaret etme fırsatı bulduğum bir dönemde şansıma bir ev restorasyon aşamasındaydı ve kısa süre de olsa gözlemleyebilmiştim. binayı restore eden insanlar malzemeleri minik teknelerle taşıyorlar, biz karada nasıl yaşıyorsak insanlar suyun üzerinde o kadar rahatlar. çamaşırlar nehrin üzerinde kuruyor, komşular birbirlerine evlerinin önündeki tekneleriyle ya da sallarıyla gidiyorlar.
kendi açımdan düşündüğüm zaman yaşamak için değil ancak belli aralıklar gidip havasını ve tarihini içime çekmek istediğim bir şehir diyebilirim venedik için.
son bir not, burada belli dönemlerde venedik bienali denen bir sanat etkinliği ile şehre festival havası yaşatan venedik karnavalı gerçekleştiriliyor. sanat ve karnaval severlerin dikkatine efendim.




devamını gör...
yazarların asla yapmam dediği bir şey
twitch yayıncılarını kesinlikle izlemem..
devamını gör...
yazarların günlük cilt bakım rutini
sabah
güzelce sade suyla yıkama
nemlendirici krem/güneş kremi sürme
gece
makyaj temizleyici jel ile yıkama
micellar su ile temizleme
gece kremi+göz kremi sürme
her duşta
lif
vücut nemlendirici krem
ayak bakım kremi
ayda bir
pedikür
hamam-kese
yüz maskesi
cildim kuru, gün içinde elimi her yıkadığımda el kremi de sürüyorum*.
lisede bir kaç yıl dove kullandım ama bence cildin ışıltısını alıp matlaştırıyor.
güzelce sade suyla yıkama
nemlendirici krem/güneş kremi sürme
gece
makyaj temizleyici jel ile yıkama
micellar su ile temizleme
gece kremi+göz kremi sürme
her duşta
lif
vücut nemlendirici krem
ayak bakım kremi
ayda bir
pedikür
hamam-kese
yüz maskesi
cildim kuru, gün içinde elimi her yıkadığımda el kremi de sürüyorum*.
lisede bir kaç yıl dove kullandım ama bence cildin ışıltısını alıp matlaştırıyor.
devamını gör...
memento
zahmet edip buraya kadar okuduysanız eğer bileceksiniz ki insanolunbiraz çok büyük bir christopher nolan hayranıdır. ve christopher nolan’ın bütün filmleriyle ilgili biraz önce bahsettiğim gibi bir anısı mutlaka vardır.
bu tersten işleyen öykü beni çok etkilemişti. aslında ben böyle bir film beklemiyordum. çok da büyük bir tanışıklığımız yoktu o zamanlar büyük yönetmenle. merhaba merhaba sadece. bira eşliğinde rahat sinema koltuklarında enfes bir filmin tadını çıkarmanın mutluluğu ile çıktık filmden.
arkadaşımla normal sinema bileti fiyatının iki katını vermek zorunda kaldığımız için biraz mutsuzduk filme girdiğimizde. aslında ben mutsuzdum çünkü o misafir olduğu için biletleri ben almıştım. ama sinemanın son seansında biletle birlikte birer bira hediye olduğunu öğrendiğimizde çok mutlu olduk.
arkadaşım izmir’den ankara’ya beni her ziyaret geldiğinde sinemaya gitmek gibi bir alışkanlığımız vardı. bu sefer de öyle yapmaya karar verdik ve memento’yu seçtik izlemek için. iyi ki de yapmışız. izlediğim en etkileyici filmlerden biriydi.
filmde hafızası sadece çok kısa bir süreyle sınırlı olan bir adamın karısının ölümünün gizemini çözmek için verdiği dövmeli mücadele zamana bağlı kalmadan anlatılıyor. klasik bir nolan öyküsü.

bir christopher nolan filmidir.
bu tersten işleyen öykü beni çok etkilemişti. aslında ben böyle bir film beklemiyordum. çok da büyük bir tanışıklığımız yoktu o zamanlar büyük yönetmenle. merhaba merhaba sadece. bira eşliğinde rahat sinema koltuklarında enfes bir filmin tadını çıkarmanın mutluluğu ile çıktık filmden.
arkadaşımla normal sinema bileti fiyatının iki katını vermek zorunda kaldığımız için biraz mutsuzduk filme girdiğimizde. aslında ben mutsuzdum çünkü o misafir olduğu için biletleri ben almıştım. ama sinemanın son seansında biletle birlikte birer bira hediye olduğunu öğrendiğimizde çok mutlu olduk.
arkadaşım izmir’den ankara’ya beni her ziyaret geldiğinde sinemaya gitmek gibi bir alışkanlığımız vardı. bu sefer de öyle yapmaya karar verdik ve memento’yu seçtik izlemek için. iyi ki de yapmışız. izlediğim en etkileyici filmlerden biriydi.
filmde hafızası sadece çok kısa bir süreyle sınırlı olan bir adamın karısının ölümünün gizemini çözmek için verdiği dövmeli mücadele zamana bağlı kalmadan anlatılıyor. klasik bir nolan öyküsü.

bir christopher nolan filmidir.
devamını gör...
sabaha bir ayet bırak
'biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık'
(isra 13)
(isra 13)
devamını gör...
soraya'yı taşlamak
kocasının attığı iftira nedeniyle 1986 yılında taşlanarak öldürülen iranlı soraya'nın öyküsünü konu alan soraya'yı taşlamak filmi yaşanılanların sesini duyurmak için de bir mücadeleyi anlatıyor. şeriat kanunlarının hüküm sürdüğü ülkede, soraya'nın masum olduğuna kimse inanmaz ve recm cezasına çarptırılır.
devamını gör...
ekşi sözlük çaylaklarının normal sözlük’e doluşması
ekşide dikiş tutturmak için çok özel meziyetler , nitelikler aranmadığı gerçeği apaçık ortadayken,
yapilan bu analizin büyük oranda yanlış olduğunu düşündüren durum .
ekşiye, inciye, uludağa vs. ye vurup durmanın, iyi birşey olmadığı konusunda başlık bile açmışken, insan faktörü üzerinden,
ekşiyi veya bir başkasını alıp, buranın veya bir başkasının üstüne konumlandımayı da doğru bulmadığım durum .
yapilan bu analizin büyük oranda yanlış olduğunu düşündüren durum .
ekşiye, inciye, uludağa vs. ye vurup durmanın, iyi birşey olmadığı konusunda başlık bile açmışken, insan faktörü üzerinden,
ekşiyi veya bir başkasını alıp, buranın veya bir başkasının üstüne konumlandımayı da doğru bulmadığım durum .
devamını gör...
sir ken robinson
sit kenneth robinson eğitim alanında yaptığı katkılardan dolayı kraliçe elizabeth’ten şövalyelik ünvanı almış ingiliz eğitimci ve yazardır.

kendisine olan hayranlığım bir ted konuşmasını dinlememle başladı. do schools kill creativity? başlıklı konuşması ile beni adeta başka bir boyuta taşıdı hazret.
okullar yaratıcılığı öldürüyor mu?
öyle akıcı bir konuşma ve öyle yapıcı fikirler dinledim ki bu yirmi dakikalık konuşmada öğretmenlik konusunda ufkum fersah fersah açıldı. mesleğime katkı sağlayacak her şey her zaman başımın tacıdır ama ken robinson’ın yeri bambaşka.
tabii konuşma ile yetinmedim ve hemen kitaplarının siparişlerini verdim. türkçede dört kitabı bulunmakta yazarın: öz, yaratıcı öğrenciler; siz, çocuğunuz ve okul, yaratıcılık aklın sınırlarını aşmak. özellikle öz kitabını okumanızı öneririm.

daha sonra şans eseri karşıma çıkan ve merakımı uyandırdığı için aldığım ted gibi konuş isimli bir kitabı alıp ilk konuşmaya baktığımda ken robinson’ın konuşma metnine denk gelmek ise olayı daha güzel bir yere taşıdı benim için.

eğer yanlış eğitim sistemlerinin bize neler yaptığını anlamak istiyorsanız ve bunu değiştirmek adına kafa yoruyorsanız ya da sadece mesleğini seven bir öğretmenseniz sir ken robinson’a bir uğrayın derim.
2020 yılında kanser yüzünden hayatını kaybeden büyük usta hakkında burda bir tanım olmasa eksik kalacaktık. hiç tanışmadan ölümüne en çok üzüldüğüm insanlardan biridir ken robinson.

kendisine olan hayranlığım bir ted konuşmasını dinlememle başladı. do schools kill creativity? başlıklı konuşması ile beni adeta başka bir boyuta taşıdı hazret.
okullar yaratıcılığı öldürüyor mu?
öyle akıcı bir konuşma ve öyle yapıcı fikirler dinledim ki bu yirmi dakikalık konuşmada öğretmenlik konusunda ufkum fersah fersah açıldı. mesleğime katkı sağlayacak her şey her zaman başımın tacıdır ama ken robinson’ın yeri bambaşka.
tabii konuşma ile yetinmedim ve hemen kitaplarının siparişlerini verdim. türkçede dört kitabı bulunmakta yazarın: öz, yaratıcı öğrenciler; siz, çocuğunuz ve okul, yaratıcılık aklın sınırlarını aşmak. özellikle öz kitabını okumanızı öneririm.

daha sonra şans eseri karşıma çıkan ve merakımı uyandırdığı için aldığım ted gibi konuş isimli bir kitabı alıp ilk konuşmaya baktığımda ken robinson’ın konuşma metnine denk gelmek ise olayı daha güzel bir yere taşıdı benim için.

eğer yanlış eğitim sistemlerinin bize neler yaptığını anlamak istiyorsanız ve bunu değiştirmek adına kafa yoruyorsanız ya da sadece mesleğini seven bir öğretmenseniz sir ken robinson’a bir uğrayın derim.
2020 yılında kanser yüzünden hayatını kaybeden büyük usta hakkında burda bir tanım olmasa eksik kalacaktık. hiç tanışmadan ölümüne en çok üzüldüğüm insanlardan biridir ken robinson.
devamını gör...
her şeyi içine atan insan
içine atar çünkü dışa yansıtmasının anlamı yoktur. beklediği ilgiyi, alakayı görmeyince üzüldüğüyle kalır. boşa denmemiş;
derdin varsa git denize anlat. kedilere, bulutlara anlat. pencere pervazında çiçeklere anlat. insana dert anlatılır mı hiç?
derdin varsa git denize anlat. kedilere, bulutlara anlat. pencere pervazında çiçeklere anlat. insana dert anlatılır mı hiç?
devamını gör...
sevgilisini kısa mesajla terk eden kişi
içimde depreşen o saklı gizli yareyi, artık sizlerle paylaşmam gerektiğine karar verdim ki bu hem benim için büyük bir itiraftır, hem de her ilişkimde terk eden taraf ben oluşuma karşın karmanın biçtiği bir cezadır efenim.
bu erkekler, genellikle fırıncı babalarının paralarını yiyen, serseri, sorumsuz erkeklerdir ve telegram, whatsapp gibi applerin kullanılmadığı dönemlerde bunu yapmışlardır.
sizlere önce o melun, o bedbaht aşk hikayemi anlatacağım ki gezegenlerin 30943 yılda bir aynı hizaya gelmesi gibi nadir rastlanacak olan bu efsanevi aşkın bitişi, böyle olmamalıydı, efenim bu aşk böyle bir bitişi hak etmiyordu. ben gibi nadide bir çiçek, allahın siz erkek kullarına bir lütfu olan bu kadını terk etmek de, her babayiğidin harcı değildir, buna da değinmeden edemeyeceğim.
sene, üniversite ikiyi okuduğum seneler, günler aynı monotonlukla geçerken, son ayrıldığım ayak fetişi çocuktan sonra nihayet siyah fileli çoraplarımı rahatlıkla çıkarıp, anneannemin ördüğü kahverengi kilim desenli patiklerimi giyebilir olmuştum. siz güzel hanımlara tavsiyemdir ki; ayaklar konusunda takıntılı bir erkek arkadaş edinmeye karar veriyorsanız, onunla en başında örme patikler konusunda anlaşın. kış zamanı narin ayacıklarınızı ince file çoraplar içerisinde üşütüp sık sık motoru bozmayın. tanrım, o'ndan ayrıldıktan sonra boşaltım sistemim eski aydınlık günlerine geri dönmüştü nihayet.
neyse, bu ayak fetişisti oğlanı kendisine çektiğim "yeter artık, kalın yün çoraplar giymek istiyorum, defol hayatımdan!" kısa mesajı ile gayet haklı bir şekilde dehledikten yaklaşık bir üç ay kadar sonra, o'nunla karşılaştım. buram buram ekmek ve simit kokan o fırında, köşeye iliştirilmiş tahta bir sandalye üzerinde, bacaklarını çaprazlama uzatmış, umursamaz bir tavırla oturuyor ve muhtemelen telefonunda yılan oyunu oynuyordu.
deri ceketi içinde nasıl da cool görünüyordu öyle. üzerine bir beden büyük gelen kotuna uyumlu olarak seçtiği ayakkabıları hele, dahiyane bir kombin... ah yüce nike air jordanlar aşkına, körle yatan şaşı kalkar misali, eski ayak faşizişti erkek arkadaşımın huyundan mı kapmıştım?
çocuk cooldu, görünüşü, arkaya doğru taradığı açık kumral saçlarının telinin ucundan, ayak baş parmağı tırnağı ucuna kadar "ben seni üzerim kızım" diye bağırıyordu.
kendisinin, babasının meşhur ekmek fırınına, kasadan bilmem kaç yüz bin lira alıp cep harçlığı yapmak için geldiğini ve biraz dinlenmekte olduğunu öğrenmem uzun sürmedi. güzel kızdım, muhabbeti nasıl açacağımı bilirdim, türlü ortamlardan geçmiş, çeşit çeşit avları tanımıştım. bu beyi düşürmem de nasıl olsa uzun sürmezdi.
-yaa ceketine bayıldım. ay söylemeden edemedim, çok yakışmış size.
-teşekkür ederim. hakkıı, hak.. neyse, ben hazırlayayım siparişinizi, ne istiyordunuz?
-ehi ehi iki zeytinli poğaça alabilirim. burada mı çalışıyorsunuz?
-yok ya, bizimkilerin fırın bu.
-daha önce sizi görmemiştim, ben hep buradan alırım ekmeği filan.
-pek sık uğramam, ben de sizi görmemişim, görsem kesinlikle hatırlardım.
-ehi ehi (yavşıyo bana evet)
aldığım yok zeytinli poğaçaları poşetime koyarken hala daha sohbet etmekteydik. belliydi, o da bana kıyın kıyın yürümekteydi ve artık oracıkta telefon numaralarımızı takas edivermiştik bile.
gel zaman git zaman, fırıncının oğlu, serseri piç ile takılmaya başladık. kendisinin işi gücü yoktu, herhangi bir gelecek kaygısı da. nitekim babasının dükkanlarının başına geçecekti işte, hayata tutunabilmek için niye çabalasındı? ağzına gümüş kaşıkla doğan oğlanlarla da daha önce muhabbetlerim olmuştu, kendini beğenmiş olan ve marka eşyalarını göstererek göz boyamaya çalışan o tiki tayfadan biri olmadığı çok belliydi kendisinin ve fakat, ancak para yemesini bilen, başka da bir halta yaramayan bu cool çocuğun, hiç bonkör biri olmadığını da yazmadan edemeyeceğim.
insan bir çay, çorba bir şeyler ısmarlamaz mı sevgilisine? o kadar paran var!!1111
hayır arkadaşlar, aksine ben fakir öğrenci halimle memur babamın yolladığı harçlıklardan bu oğlana yedirmeye başladım. o zamanlar için, kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez diye mi düşünüyordum, bilmiyorum ama üçün birini almak üzere olduğumdan habersiz, minik buluşmalarımızı gerçekleştirdiğimiz ve sürekli takıldığımız o kafede, hesapları sürekli ben kapatmaya devam ediyor, bir yandan da adamın sigara parasını cebine iliştiriveriyordum. lanet olasıca zenginlerin cimri olanları hiç çekilmiyor ama çocuk her bakışında kalbimi güm güm attırmayı başarıyordu. nesine bu kadar sevdalandığımı hala daha anlayamadığım ve belki de sadece yokluktan, boşluktan kendisine sardığım bu serseri zengin gence para yetirmek için, merkez camii önünde kör, sağır, dilsiz bir dilenci taklidi yaparak dilenme düşüncesinden, kötü yollara düşme fikrine kadar içimden geçirmiştim.
nihayetinde o terk ediliş olayına gelelim efenim:
mevsim yaz, terli, nemli, kokulu ve pis bir yaz günü, güneşin adeta bizlere orta parmağını çektiği o temmuz sıcağının altında, yaz okuluna kaldığım okulumdan evime doğru geri dönmekteyim efenim. bindiğim otobüste solumakta olduğum kokuyla birlikte dimağım bir miktar bulanmış, terli bedenlere sıkılmış ucuz parfüm kokularından baygınlık geçirecek hale gelmişim. lanet olasıca pis fakirler, kokuyorlar!!!1111 bir kalıp zeytinyağlı yeşil sabun ve bir kova suya erişmek bu kadar mı lüks??!!!111
her ne ise, bu melun otobüs yolculuğunun ardından varacağım evime geçmeden önce, mis kokulu zengin serseri fırıncı boyfrendimi görmek için, üniversite gençleri arasında da popüler olan, birlikte ve onun hemen hemen her boş vaktinde takıldığı kafeye uğramaya karar verdim. zaten yolumun üstü sayılırdı, emindim onu orada bulacağımdan, ikinci adresi gibi bir yerdi.
gittim ki ne göreyim efenim, fettan, sarışın, barbie bir kız ile birlikte oturmuyorlar mı?
ah dedim morticia, yapma, yapma bunu. kötü düşünmeye ne kadar meyillisin, yapma. kuzenidir.
hemen uzaktan adını çağırarak selam ettim ve yanlarına gittim. işte masadaki kızla tanıştırdı efenim, tam da tahmin ettiğim gibi kuzeni çıktı. az daha günahını alıyordum çocuğun. neyse, biraz sohbet ettik, kuzeni benden pek hoşlanmadı niye bilmiyorum, sonrasında ikisine de "hadi size güzel sohbetler" dedim ve masadan kalkarak evimin yolunu tuttum. nitekim boşa geçirecek pek vaktim yoktu, kalan derslerimi temizlemeliydim.
aynı gün içerisinde zengin serseriden bir kısa mesaj aldım efenim.
tanrım, insan bir kısa mesajla terk eder mi? bu ne bedbaht bir terk ediliştir. işte karmaya o gün inandım arkadaşlar ki, demek kısa mesajla terk edilmek böyle hissettiriyormuş dedim.
ah, gelecekteki çocuklarımın babası olacak o zengin, cool, serseri adam, benden şöyle bir mesajla ayrılmıştı:
morticia, bunu uzun zamandır düşünüyordum ama söyleyecek cesareti ancak buldum. habersizce gitmeyi düşünüyordum hayatından ama bu kadarını bilmeye hakkın var. senden ayrılıyorum.
hemen gerisin gerisi aradım ve telefonu açtığı an "neden ya, noluyoruz, neden?1!!" diyerek bir hışımla sormaya başladım.
"bir sebebi yok" dedi.
evet. sebep yokmuş.
ayrılmak için hiçbir sebep yokken insan neden ayrılır arkadaşlar sorarım size?
bundan daha saçma bir şey olabilir mi?!!!1111
neyse... sonrasında birkaç kez daha sürekli takıldığı kafede gördüm onu uzaktan. sarışın kuzeniyle takılıyorlardı ve çok mutlu görünüyordu. hayır hayatına başkası girdi de öylece terk etti desem o da değil ki... sebepsiz terk edildim, hem de bir kısa mesajla arkadaşlar.
ama görünmeyen bir sebebi kesinlikle vardı bunun: ayak fetişi ex sevgilinin, tutan bedduası.
bu da böyle bir anımdır.
bu erkekler, genellikle fırıncı babalarının paralarını yiyen, serseri, sorumsuz erkeklerdir ve telegram, whatsapp gibi applerin kullanılmadığı dönemlerde bunu yapmışlardır.
sizlere önce o melun, o bedbaht aşk hikayemi anlatacağım ki gezegenlerin 30943 yılda bir aynı hizaya gelmesi gibi nadir rastlanacak olan bu efsanevi aşkın bitişi, böyle olmamalıydı, efenim bu aşk böyle bir bitişi hak etmiyordu. ben gibi nadide bir çiçek, allahın siz erkek kullarına bir lütfu olan bu kadını terk etmek de, her babayiğidin harcı değildir, buna da değinmeden edemeyeceğim.
sene, üniversite ikiyi okuduğum seneler, günler aynı monotonlukla geçerken, son ayrıldığım ayak fetişi çocuktan sonra nihayet siyah fileli çoraplarımı rahatlıkla çıkarıp, anneannemin ördüğü kahverengi kilim desenli patiklerimi giyebilir olmuştum. siz güzel hanımlara tavsiyemdir ki; ayaklar konusunda takıntılı bir erkek arkadaş edinmeye karar veriyorsanız, onunla en başında örme patikler konusunda anlaşın. kış zamanı narin ayacıklarınızı ince file çoraplar içerisinde üşütüp sık sık motoru bozmayın. tanrım, o'ndan ayrıldıktan sonra boşaltım sistemim eski aydınlık günlerine geri dönmüştü nihayet.
neyse, bu ayak fetişisti oğlanı kendisine çektiğim "yeter artık, kalın yün çoraplar giymek istiyorum, defol hayatımdan!" kısa mesajı ile gayet haklı bir şekilde dehledikten yaklaşık bir üç ay kadar sonra, o'nunla karşılaştım. buram buram ekmek ve simit kokan o fırında, köşeye iliştirilmiş tahta bir sandalye üzerinde, bacaklarını çaprazlama uzatmış, umursamaz bir tavırla oturuyor ve muhtemelen telefonunda yılan oyunu oynuyordu.
deri ceketi içinde nasıl da cool görünüyordu öyle. üzerine bir beden büyük gelen kotuna uyumlu olarak seçtiği ayakkabıları hele, dahiyane bir kombin... ah yüce nike air jordanlar aşkına, körle yatan şaşı kalkar misali, eski ayak faşizişti erkek arkadaşımın huyundan mı kapmıştım?
çocuk cooldu, görünüşü, arkaya doğru taradığı açık kumral saçlarının telinin ucundan, ayak baş parmağı tırnağı ucuna kadar "ben seni üzerim kızım" diye bağırıyordu.
kendisinin, babasının meşhur ekmek fırınına, kasadan bilmem kaç yüz bin lira alıp cep harçlığı yapmak için geldiğini ve biraz dinlenmekte olduğunu öğrenmem uzun sürmedi. güzel kızdım, muhabbeti nasıl açacağımı bilirdim, türlü ortamlardan geçmiş, çeşit çeşit avları tanımıştım. bu beyi düşürmem de nasıl olsa uzun sürmezdi.
-yaa ceketine bayıldım. ay söylemeden edemedim, çok yakışmış size.
-teşekkür ederim. hakkıı, hak.. neyse, ben hazırlayayım siparişinizi, ne istiyordunuz?
-ehi ehi iki zeytinli poğaça alabilirim. burada mı çalışıyorsunuz?
-yok ya, bizimkilerin fırın bu.
-daha önce sizi görmemiştim, ben hep buradan alırım ekmeği filan.
-pek sık uğramam, ben de sizi görmemişim, görsem kesinlikle hatırlardım.
-ehi ehi (yavşıyo bana evet)
aldığım yok zeytinli poğaçaları poşetime koyarken hala daha sohbet etmekteydik. belliydi, o da bana kıyın kıyın yürümekteydi ve artık oracıkta telefon numaralarımızı takas edivermiştik bile.
gel zaman git zaman, fırıncının oğlu, serseri piç ile takılmaya başladık. kendisinin işi gücü yoktu, herhangi bir gelecek kaygısı da. nitekim babasının dükkanlarının başına geçecekti işte, hayata tutunabilmek için niye çabalasındı? ağzına gümüş kaşıkla doğan oğlanlarla da daha önce muhabbetlerim olmuştu, kendini beğenmiş olan ve marka eşyalarını göstererek göz boyamaya çalışan o tiki tayfadan biri olmadığı çok belliydi kendisinin ve fakat, ancak para yemesini bilen, başka da bir halta yaramayan bu cool çocuğun, hiç bonkör biri olmadığını da yazmadan edemeyeceğim.
insan bir çay, çorba bir şeyler ısmarlamaz mı sevgilisine? o kadar paran var!!1111
hayır arkadaşlar, aksine ben fakir öğrenci halimle memur babamın yolladığı harçlıklardan bu oğlana yedirmeye başladım. o zamanlar için, kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez diye mi düşünüyordum, bilmiyorum ama üçün birini almak üzere olduğumdan habersiz, minik buluşmalarımızı gerçekleştirdiğimiz ve sürekli takıldığımız o kafede, hesapları sürekli ben kapatmaya devam ediyor, bir yandan da adamın sigara parasını cebine iliştiriveriyordum. lanet olasıca zenginlerin cimri olanları hiç çekilmiyor ama çocuk her bakışında kalbimi güm güm attırmayı başarıyordu. nesine bu kadar sevdalandığımı hala daha anlayamadığım ve belki de sadece yokluktan, boşluktan kendisine sardığım bu serseri zengin gence para yetirmek için, merkez camii önünde kör, sağır, dilsiz bir dilenci taklidi yaparak dilenme düşüncesinden, kötü yollara düşme fikrine kadar içimden geçirmiştim.
nihayetinde o terk ediliş olayına gelelim efenim:
mevsim yaz, terli, nemli, kokulu ve pis bir yaz günü, güneşin adeta bizlere orta parmağını çektiği o temmuz sıcağının altında, yaz okuluna kaldığım okulumdan evime doğru geri dönmekteyim efenim. bindiğim otobüste solumakta olduğum kokuyla birlikte dimağım bir miktar bulanmış, terli bedenlere sıkılmış ucuz parfüm kokularından baygınlık geçirecek hale gelmişim. lanet olasıca pis fakirler, kokuyorlar!!!1111 bir kalıp zeytinyağlı yeşil sabun ve bir kova suya erişmek bu kadar mı lüks??!!!111
her ne ise, bu melun otobüs yolculuğunun ardından varacağım evime geçmeden önce, mis kokulu zengin serseri fırıncı boyfrendimi görmek için, üniversite gençleri arasında da popüler olan, birlikte ve onun hemen hemen her boş vaktinde takıldığı kafeye uğramaya karar verdim. zaten yolumun üstü sayılırdı, emindim onu orada bulacağımdan, ikinci adresi gibi bir yerdi.
gittim ki ne göreyim efenim, fettan, sarışın, barbie bir kız ile birlikte oturmuyorlar mı?
ah dedim morticia, yapma, yapma bunu. kötü düşünmeye ne kadar meyillisin, yapma. kuzenidir.
hemen uzaktan adını çağırarak selam ettim ve yanlarına gittim. işte masadaki kızla tanıştırdı efenim, tam da tahmin ettiğim gibi kuzeni çıktı. az daha günahını alıyordum çocuğun. neyse, biraz sohbet ettik, kuzeni benden pek hoşlanmadı niye bilmiyorum, sonrasında ikisine de "hadi size güzel sohbetler" dedim ve masadan kalkarak evimin yolunu tuttum. nitekim boşa geçirecek pek vaktim yoktu, kalan derslerimi temizlemeliydim.
aynı gün içerisinde zengin serseriden bir kısa mesaj aldım efenim.
tanrım, insan bir kısa mesajla terk eder mi? bu ne bedbaht bir terk ediliştir. işte karmaya o gün inandım arkadaşlar ki, demek kısa mesajla terk edilmek böyle hissettiriyormuş dedim.
ah, gelecekteki çocuklarımın babası olacak o zengin, cool, serseri adam, benden şöyle bir mesajla ayrılmıştı:
morticia, bunu uzun zamandır düşünüyordum ama söyleyecek cesareti ancak buldum. habersizce gitmeyi düşünüyordum hayatından ama bu kadarını bilmeye hakkın var. senden ayrılıyorum.
hemen gerisin gerisi aradım ve telefonu açtığı an "neden ya, noluyoruz, neden?1!!" diyerek bir hışımla sormaya başladım.
"bir sebebi yok" dedi.
evet. sebep yokmuş.
ayrılmak için hiçbir sebep yokken insan neden ayrılır arkadaşlar sorarım size?
bundan daha saçma bir şey olabilir mi?!!!1111
neyse... sonrasında birkaç kez daha sürekli takıldığı kafede gördüm onu uzaktan. sarışın kuzeniyle takılıyorlardı ve çok mutlu görünüyordu. hayır hayatına başkası girdi de öylece terk etti desem o da değil ki... sebepsiz terk edildim, hem de bir kısa mesajla arkadaşlar.
ama görünmeyen bir sebebi kesinlikle vardı bunun: ayak fetişi ex sevgilinin, tutan bedduası.
bu da böyle bir anımdır.
devamını gör...
bir yakınını kaybetmek
babamı kaybedeli daha 2 ay bile olmadı, hala ölmüş olduğunu kabullenemiyorum her an çıkıp geri gelicek gibi hissediyorum. keşke gelse diyorum tüm bunlar şaka olsa diyorum ama yok. babamdan rahmetli diye bahsettiklerinde tuhafıma gidiyor. kabrine gidince toprağın altında yatıyor olmasını babama konduramıyorum, yakıştıramıyorum. yağmur yağıyor düşünüyorum orada yağmurda ıslanır. babam daha 50 yaşında bile değildi çok ani bir şekilde kaybettik. sonra babama kızıyorum bizi neden bu kadar erken bıraktı diye. yaşı daha büyük olsaydı belki bu kadar canım yanmazdı çünkü biliyorsun ki yaşlı insanların zamanı azalmış gidecekler. ani ve genç ölümleri kabullenmek çok daha zor, o kişi babaysa daha da zor. en son gece üstümü örttü sonra da sabah işe gitti sonrası da yok. babamı bir daha asla göremeyeceğim, sarılamayacağım onunla derteleşemeyeceğim. bu kısmını daha kabullenemedim bile. babamın yokluğundan çok babamın genç yaşta ölmesine üzülüyorum giden genç canına üzülüyorum. çünkü görecek yaşayacak çok şeyi vardı ama o hiç birini göremeyecek artık. içimdeki o sızı hala ilk günki gibi geçmiyor. hem kendimi çok güçlü hem de çok güçsüz hissediyorum.babam ani öldüğü için annemi ve kardeşimi kaybetmekten artık daha çok korkuyorum. sonra düşünüyorum annem ve kardeşim dışında benim canımı ne yakabilir böyle? hiçbir şey. hayatta her şeyin bir çaresi var ama ne yazık ki ölümün çaresi yok.
devamını gör...
cinsiyetçilikten artık gına gelmesi
sözlüğe döneyim dememle cinsiyetçi başlıkların akışta fırlaması bir oldu. cidden çok sıkıldım.
devamını gör...
istanbul boğazı'nda dolaşan koyunlar
tabi bunlar şanslı koyunlar. teknedeki abiler işin ehli gibi duruyor. kuvvetle muhtemel koyunlar boğaz havası alsın istemişler ve otlama fiilini icra ettikten sonra onları boğaz turuna çıkarmışlar. sanki harem tarafına doğru gidiyorlar, belki de haydarpaşa garına gideceklerdir bilemedim şimdi. tekne gezisi kesmezse diye, koyunlar için bir tren yolculuğu da ayarlamış olabilirler. yani manzaraya bakınca her türlü kral hareket. ama tabi şu şerhi de koymak lazım; mevzu kurban bayramı'na denk gelmişse, garipler ölümlerine doğru da gidiyor olabilir. o zaman işin mahiyeti değişir. birde aralarında çok fazla sürmeli var. o dikkatimi çekti. cidden çok güzeller. bu kadar sürmeliyi bir arada pek görmemiştim.
devamını gör...
süre ortalaması 3.7 dakika olan bir konuda saatlerce konuşmak
çok özür dileyerek kahkaha attığım başlıktır.
bu konuda bu kadar başlık açılmasının sebebinin tam olarak telafi amaçlı olduğunu düşünüyorum. anonim bile olsa burda 3-5 kişi kendisini aktif cinsel hayatı olan biri olarak görsün diye hiç durmadan seksle alakalı başlıklar açıyor, tanımlar giriyor. neyse tamam en çok seks yapan sizsiniz. en tecrübeli sizsiniz. hatta siz ortalamayı 1 saate çıkarırsınız *
bu konuda bu kadar başlık açılmasının sebebinin tam olarak telafi amaçlı olduğunu düşünüyorum. anonim bile olsa burda 3-5 kişi kendisini aktif cinsel hayatı olan biri olarak görsün diye hiç durmadan seksle alakalı başlıklar açıyor, tanımlar giriyor. neyse tamam en çok seks yapan sizsiniz. en tecrübeli sizsiniz. hatta siz ortalamayı 1 saate çıkarırsınız *
devamını gör...
yazarların itiraf köşesi
bana ailenden en çok kimi seviyorsun diye sorsalar kardeşim derdim. hem de annem ve babam için hiç tereddüt etmeden onu seçerdim. beni hayatta en cok sevenin de o olduğuna tüm varligimla inanıyorum. ailemden beni tek yalnız hissettirmeyen bana sevgisini her koşulda gösteren tek kişi. iyi ki var.
devamını gör...
ömer bin abdülaziz
emevi hanedanında sıra ona geldiği için devlet başkanı seçildiğinde, "ben raşid halifeler gibi biat (seçme) olmadan başkanlığı kabul etmem" demiştir ve insanlar biat edince devlet başkanlığını kabul etmiştir.
devletin malını yiyenlerin musluğunu kesip, halkı faydalandırmıştır. zaten bu yüzden kısa sürede düşmanlar edinmiş ve zehirlenerek vefat etmiştir.
devletin malını yiyenlerin musluğunu kesip, halkı faydalandırmıştır. zaten bu yüzden kısa sürede düşmanlar edinmiş ve zehirlenerek vefat etmiştir.
devamını gör...
palto (öykü)
gogol'un bir delinin güncesi isimli eserinde yer alan 3 öyküden biridir.
dostoyevski, bu öyküye dair rus edebiyatının yazarları adına hepimiz gogol'un palto'sundan çıktık demiştir.
dostoyevski, bu öyküye dair rus edebiyatının yazarları adına hepimiz gogol'un palto'sundan çıktık demiştir.
devamını gör...

