yangın söndürücülerin, bilen bilir, 10 yıl ömürleri vardır.
bizim mutfaktakinin ömrü dolmuş, traşlı, ufak kataraktlı bir amca geldi değiştirmeye.
sakız çiğniyor devamlı, dedi yeni sigarayı bıraktım.
aa dedim, ben içiyorum, kokusu mu geldi?
hayır dedi, kaç yaşındasın? dedim 36.
ben 72 dedi.*
sanki oscar kazanmış ama, gurur duyuyor. 72 dedi, üzerine basa basa.
dedim hiç göstermiyorsun, nedir bu işin sırrı?
nivea krem dedi. nivea.
ananızın babanızın verdiği "çok çalış yavrum, çok çalışırsan sırtın yere gelmez" bilgisi, yanlış değil ancak eksik.
bugün farkına vardım ki, sanki son 10 yıldır yozgat'ın ücra bir köyünde, dünyanın en iyi korku romanlarını yazıp bu romanları kimsenin okumadığından şikayetçi oluyormuşum.
editöre göndermiyorum, yayınevine gönderiyorum, yazıyorum, kimse bilmiyor ve aklımda tek bir soru işareti "neden kimse yaptığım işi görmüyor?"
yaptığım işi sunmadıkça, o işi nasıl yaptığımı kimse bilmedikçe, ha o işi yapmışım, ha yapmamışım, aynı şey.
bundan sonra 100 yapacağıma, en fazla 80 yapıp 20'sini reklamıma harcayacağım.
bu üç alan da güvenlik ile ilgili, bir kadının kendini, yanında güvende hissedeceği erkekte arayacağı özellikler. finansal güç diğer ikisi varsa çok da şart değil.
nasıl ki celal'in ayakkabı ya da gözlük numarası beni ilgilendirmiyorsa, tanıdığı tanımadığı insanlar da beni ilgilendirmiyor.
kimseyi sevdiğimiz müzik tarzını sevmeye, tanıdığımız insanları tanımaya, ilgilendiğimiz alanlarla ilgilenmeye zorlayamayız, bunun ucu bucağı yok. beyaz peynir yemiyor diye birisiyle arkadaşlığımı bitirsem çok saçma olurdu mesela.
bu adam gerçekten sahibi olduğu tek şeyi, zamanını, kendini bir alanda geliştirmek için harcamış ve başarılı da olmuş biri. bana düşen bu deneyimden faydalanmak. yoksa bana ne kimi tanıyor kimi tanımıyor.
zamanının bir kısmını şirket, devlet ya da bir kişi ile para ile takas etmiştir, o parayı da nasıl harcayacağı sadece kendisini ilgilendirir.
bu tiplerden sokakta çok var. biri oyunda para harcayan adamı yadırgar, diğeri birinin giyimi kuşamına takar. herkesin bir tane hayatı var, kendi hayatını yaşamalı, başkası hayatını nasıl yaşıyor, bunu düşünerek zaman harcamamalı.
erkeklerin 6-7 yaşında öğrendiği ve birçok kadının hayatının sonuna kadar öğrenmediği bir şey varsa, o da erkeklerin tuvalete çiş yaparken ses çıkarmamak için üst seviye geometri kullanmalarıdır. normal bir tuvalet, bizler için normal değildir, genelde deliğin sağ ve üst köşelerindeki yuvacıklara vurarak, minimum ses çıkarmaya çalışırız.
ancak dedelerimiz öyle değildir. hele ki sigara içen bir dede varsa gecenin yarısı geniz temizleme sesinin ardından tuvalete giren dedemiz, sanki dart oynarmışçasına hedefi tam 12'den vurmaya çalışır. eğer o dede uyandıysa bırakın ev ahalisini, apartmanın uyanması şarttır.
bu dede işemesinde hiç kesinti yaşanmaz. "üzerime sıçrar mı, komşu duyar mı, ali ahmet uyanır mı, yere gelir mi" gibi dertlerden uzak, tam orta yere ve mümkün mertebe tazyikli bir şekilde çiş yapılır ve sifon çekilir. neden bilinmez, çalışma prensibi aynı olan sifon bile daha fazla ses çıkarır dede çekince.
hepimize neredeyse adil olarak dağıtılan belki de tek şey zaman iken nedense birileri devamlı başkalarının hayatlarını nasıl yaşaması gerektiği konusunda kafa yormakta. ben kendi 80 yılımı tasarlamakla meşgulum, memur olmak isteyen olur, sıradan yaşamak isteyen yaşar. bana ne?
babam bırakmıştı, evliliği riske girince sanırım bu kararı vermişti, soramıyorum.
alkolü yaklaşık 6 ay önce bıraktım. üç aşağı beş yukarı babamla aynı yaşlarda bırakmışım, bir şişe viskinin sabahında, "yeteri kadar içtik, eğlendik. bu kadar yeter." dediğimi hatırlıyorum. planlı bir şey değildi, belki o nedenle güzeldi.
sorunlarım arttı, bebek kaybettim, ama alkolün her şeyi daha kötü yapacağına emindim. sorun çözme gibi bir işlevi yok, sadece sorunları ertelememe yardımcı oluyordu. mevcut ve yeni sorunlarımla çok daha kolay başa çıkabildiğimi farkettim.
eskisi kadar ani sinirlenmediğimi, daha sabırlı olduğumu farkettim. alkolün vücuda olan zararları karaciğer gibi mucizevi organlar nedeniyle göz ardı edilebiliyor, vücut bir şekilde yolunu bulup kendini düzeltebiliyor ama geçtiğimiz 6 ayda alkolün mental sağlığıma ne kadar zarar verdiğini gördüm.
arkadaş ya da dost dediğim kişilerin bazılarının sadece bira arkadaşı olduğunu gördüm. onlardan arta kalan zaman da yararıma oldu.
akrabalarım dahi bazen anlayamıyor, "gel de bi rakı masası kuralım" - ben içmiyorum artık, bıraktım "yemin mi ettin oğlum, ayda yılda bir olur". yemin etmedim ama kendimle gurur duyuyorum ve elde ettiğim bu güzelliğe zarar vermek istemiyorum.
kendimi sevebilmem için, zaman zaman kendimle gurur duyabileceğim şeylere ihtiyacım olduğunu farkettim. bu da onlardan biri.
tembelliği en yakıştıramadığım kişinin tembel olduğunu öğrendim.
meğerse siparişimi geç getiren garson, gereksiz yere korna kullanan adam ya da toplantıya 10 dakika gelen kişi benim canımı hiç sıkmıyormuş. ben, kontrol edebileceğim problemlerimle ilgilenmek yerine kontrol edemeyeceğim problemler yaratıyormuşum. aslında sorun belli, üzerinde çalışılmalı, ancak çalışmak zor geldiği için kontrolünde olmadığım şeylerin canımı sıkmasını tercih ediyormuşum. çünkü onlar hakkında istediğim kadar veryansın edebilirim ve haklı olabiliyorum. bu sırada çözebileceğim ve yıllardır sırtımda taşıdığım sorunlar canımı sıkmaya devam ediyor, ancak ben algımı haklı olabileceğim durumlara odaklıyorum.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.