henüz uğramamış ay, bulutlarda bir telaş.
gezinirken bir uçtan öbür uca, yağmur düşüveriyor yerden yukarı.
sadece bir şeyler duymak istiyor kulağın.
avazın susana kadar haykırmalısın, eğer gerçekten acıyorsa kalbinin dört bir yanı.
önce yaşamalı, ölüm bir başka zamandır.
tutmak, sımsıkı tutmak kendini. yıkıntılar içinde olsan bile...
susmak bazen fazlaca konuşmaktır, herkesin sağır olduğu zamanda.
şarkıların rüzgarına kapılıp en güzel dansı lütfetmek hayata.
ritimler kavrulsun, diller mırıldasın dursun.
"ey vahşi dünya! ilkel çağın bitmeyecek mi?"
kayıp gitsin yıldızlar evrenin düş satırından.
duralım ânın içinde. akıp giden zamana inat.
dilsizim, harap kelimelerim, bitap bir bedenim.
ruhum kir içinde. beyazlıktan öylesine uzak.
ağrı, ağır bir yük küçük bedenlere.
öyleyse dayan. sarsa da soluk yarınlar.
gözlerinde gördüm o çırpınan güz çiçeğini.
bırak özgürleşsin yeşilliklerin arasında.
sesler çürüsün, bükük sessizlik içinde.
kopar zincirlerini.
...adımlarının sesi yankılandı boşlukta.
içeri doğru yürüdü. hafifçe etrafa baktı ve durdu. birçok kitap sayfası duruyordu yerde. bazıları yeni gibi gözükse de çoğu, harabe olmuş evle uyum içindeydi. kırık bir pencere, rüzgar şarkısını söylüyor. duman kokusu, küflü.
boğazı yakan, ekşi öksürüğün sebebi küflü duman.
incelemeye başladı evi.
toz birikintisinin her yanı sardığı eşyalara göz gezdirdi. bir ayağı kırık sandalye, böcekler tarafından zevkle kemirilmiş masa kenarları ve sararmış kağıtların içerisinde hâlâ yeni gibi parlayan siyah mürekkepli yazılar... rutubetli evin kokusu buradan yayılıyordu sanki.
çatlak duvarların arasındaki canlılık dahi çürümüştü. köşedeki sönmüş mumun donuk damlaları, bir zamanlar yanan ateşin isli kokusunu taşıyor gibiydi hâlâ. birkaç adım attı ve yıkılmak üzere olan merdivenleri yavaşça çıktı. bomboş bir odaydı burası. yalnız bir yatak vardı. üstündeki eskimiş yırtık battaniye can çekişiyordu parçalara bölünmemek için.
uğultulu rüzgâr, teni bir bıçak gibi kesiyordu. içi ürperiyordu insanın. bu ev, bu pencere, bu masa...
vaktiyle yemyeşil otların, sarıya bürünen görünümündeydi.
aşağı indi ve masaya doğru ilerledi. notlar, parlak notları aldı eline. okumaya başladı:
"kelimeler var yalnızca.
onları da başıboş bıraktım. dilimin ucundan düşüyor artık her sözcük. yitiriyorum. kahır dolu pas ve içinden akan zift, benim kalbimi oluşturuyor. eğer uğrasaydı güneş karanlıkların olduğu tarafa, etini kemirmezdim hayatın. fakat gelin görün hâlimi, hayattan yıllarca günü çiğnedim. ağzımın kenarı kupkuru kan."
"bir ara -günler varken daha- yağmurlu, soğuk salı akşamı bir şey oldu. kalbimde keskin bir acı duydum. oysa yalnızca pencerem kırılmıştı. fakat asıl tuhaf olan, bir parça kırık camın yuvarlanışıydı. ilkin yuvarlandı. sonra ayağımın ucuna geldi ve durdu. sanıyorum birkaç kez havalandı. tekrarlanışın sonunda parçalara ayrıldı. havada süzülen toz bulutuna karıştı ve soluduğum an, işte o an acı duydum. parçalar soluk almamla birlikte yeniden eski hâline döndü. bütünleşti ve beni keskince yaraladı. üstelik zehirliydi. kanıma karıştı. yalnız kalbime değil, ruhuma da bulaştı. zihnimi kemirdi, düşüncelerimi astı ve beni en savunmasız anımda, bir aynanın karşısında, uzattığı silahla vurdu.
gün değil...
kapkaranlık her yer. daha fazla yazamam. hastayım, bedbaht oldum."
okuduktan sonra bir kalbe dokunduğunu anladı. kalpti ellerinin arasında duran, düşüncelerdi.
esti rüzgar, kırık pencereden içeri. arkasına döndü ve o yöne ilerledi. tozlu camın bir kısmını parmağının ucuyla sildi. sildikçe yüzünün yansıdığını fark etti. sonra parmağında bir acı hisseti. sıcak kan süzüldü sızlayarak. kafasını kaldırdı ve yansımasıyla göz göze geldi. gözlerinin içinde beliren kendisi değildi.
(evvel zaman dışında, kalbur samanı yanmış, alev almış dünya.)
kelimeler bitti. sandalyesini geriye doğru itti ve kalktı. merdivenleri ağır ağır çıktı ve yatağa doğru ilerledi. battaniyeyi açtı ve yorgunca uzandı. sonra düşünmeye başladı. gözlerinde bulanıklaşan duvar yakınlaştı. içinden çıktı zamanın. odaları, ezbere bildiği odaları dolaştı. sağı, solu, arkası, önü, her yanı yansıdı. herhangi bir odanın içine girdi. yaklaştı biraz, aynalı duvara. gördüğü kişi onu ürküttü. hızla uzaklaştı oradan. alnında biriken terleri sildi. başka bir odaya girdi. bu sefer karanlık karşıladı onu. şaşırdı. ezberlediği renkler, ayağının altından kayan zeminle birlikte kayboldu. düştü. kendinden kaçtı, kendi olduğunu unutarak.
kasvetli karanlık, büyüyen göz bebeklerinden taştı.
belli belirsiz bir hareketlilik, kırdı camını pencerenin. tozlar süzüldü, kıvılcım saçtı rüzgar. etrafını sardı. aydınlandı her yer. dört köşesi aynaydı. tavan ayna, zemin ayna, her yer ayna.
yansıdı bedenler ordusu. cebi ağırlaştı. uzattı elini cebine, baktı silah. çıkardı silahı ve ateşi savurdu tüm yansımalara.
küf kokusu yayıldı etrafa, kırıldı sandalyenin bir ayağı. ufacık delikten içeri girdi böcekler...
güneş cebimde bir bulut peydahladı.
taş, kördür diye yazdım. ölüm, geleceksiz. şeylerin yalnız adı var.
ve: "ad evdir." (kim söyledi bunu?)
dün dağlarda dolaştım, evde yoktum.
bir uçurum bize bakmıştı, uçurumun konuştuğu usumda. buydu bizim kendinde sonsuz olanı duyduğumuz.
nesneler ki zamanda vardır. terziler çıracısı hermüsül heramise'nin pöstekisi her bahar ayaklanırdı. yağmur yağmamazlık edemez. taş, düşmemezlik.
ne diyordum, dünyanın düşünceleri yoktur. otların canı sıkılmaz. kurşunkalem kendini ağaç sanır. ufuk, hüthüt kuşu. seni bilmem, bir söylene dönüşmek içindir dünya. onun için başka bir son yok. bir söylene dönüşmek, bir söylen olmak! sonsuzluk dediğimiz budur.
nerden başlasam yine oraya geliyorum.
ben gidiyorum.
ölüme, o büyük tümceye çalışacağım.
"bu kitabın elyazılarıyla yayımlanmasını istememin nedeni görsellik
değildir (görselliğin büyüsünü yadsımıyorum elbet, o nasıl yadsınır ki); bunun çok ötesinde bir şey: yazmak eylemi sırasında pek çok dize (şiir uçlan) asıl metnin dışına taşmıştır, atılmıştır. bunları işte göstermektir. okuyanları (okurları diyemiyorum, onları kendimle örtüşmeye götürmeye hakkım yok) bundan yoksun etmek istemedim.
ote yandan, gene okuyanlar elyazısında ikinci, üçüncü bir şiirin oluşumunu da bulgulayacaklardır. belki, son olarak da, yazmak denen cehennemin serüvenini izleyecekler, o labirente inme olanağını bulacaklardır. hepsi bu."ilhan berk*
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.