checker way yazar profili

checker way kapak fotoğrafı
checker way profil fotoğrafı
rozet
karma: 5929 tanım: 178 başlık: 28 takipçi: 74

son tanımları


sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

seni sevmekten hiç pişman olmadım ve vazgeçmedim ve bu böyle olmaya devam edecek.
devamını gör...

david lynch

özellikle eraserhead, elephant man, twin peaks ve lost highway filmlerine hayran olduğum aşmış yönetmendi. hiçbir yönetmen ve filmde onun o kendine has uçukluğunu, absürtlüğünü, dahilik-delilik arasında gidip gelen zekasını görememişimdir.

bugün için olmasa da, bazı filmleri ileride çağın en büyük sanat eserleri arasında sayılacaktır. çok yazık.
devamını gör...

yazarların hayalindeki ilişki

hayalimde bir ilişki yok.
devamını gör...

polat alemdar

kendisi bir zamanlar yeni türkiye'nin yeni kahramanlarındandı...

bilmediği dil yoktu.

bilmediği dövüş türü yoktu.

bilmediği ülke ve şehir hatteee sokak bile yoktu.

devletçiydi bazen. zaman zaman islamcı. bazen de ulusalcı. bazen hepisü.

bütün ama bütün siyasi fikirleri eeennnn doğru ve en yüce görüşlerden oluşurdu.

hiç yanılmazdı.

kendisine kurşun işlemezdi. ayrıca ölümsüzdü.

marvel'in süper kahramanlarının bile o kadar kurşuna en azından kostümleri falan delinirdi

ama... ama.... polat'ın o jiletttt gibi takım elbisesinde sadece biraz(cık) kırmızı leke olurdu.

hafif bir fenalık geçirir bayılırdı...

bütün istihbarat örgütleri onu ve adamlarını transfer etmek ister ama bir türlü alamazlardı.

ayrıca kendisine bazuka ve bıçahta işlemezdi. veya sopa ne bileyim köprü ayağı falan.

bir bakardınız ki ertesi bölümde zıppkınnnn gibi ayaklanır ve yine hariga çözümlemeler yapardı.

yenilmezdi. tüm dünyayı dize getirmişti. ve artık evrenin diğer alemlerine açılacaktı.

kendisine rekip düşmenleri heeeppp abdülhey (acaba buradaki hey! nidası ne alakaydı) tanıtırdı.

'' abi bu kara var ya... karahanlı'dan bile üstte'' sonra kara'nın yerine başka düşmen gelince bu sefer de yine o kısık ve esrarengiz sesiyle ''abi bu kara filan da hikaye. bu meto en büyük....'' falan derdi.

böyle böyle seneler geçti işte... ilk 96 bölüm ve iskender'in polat ile rekabetinin olduğu bölümler gerçekten efsaneydi. ama sonrası... sonrası keşke olmasaydı diyor insan.
devamını gör...

kankacılık

hep vardı ve her yerde var. özellikle üniversitede buna şahit olmuştum. internette çok vardır. normal geliyor bana. ben bireysel takıldığım için ilgimi çekmedi bu hiç.

sözlükte olanlarıyla ilgim yok. tanımıyorum zaten kimseyi. kısacası bana ne.

ama bence çok sıkıcı bir durumdur. sürekli aynı insanlarla konuşmak ve takılmak, sürekli ahahahahaha, sürekli ehehehehehe, sürekli ooo sen tanıdığım en iyi insansın mucuk modları falan..

bence bunun en kötü yönü ne olursa olsun insanların birbirini desteklemesidir. ama ne olursa olsun. gözü kapalı. yani kankalardan biri kalkıp arabasıyla bilerek ve isteyerek 50 kişiyi ezse diğer kankalar '' aaaa yok aslında öyle yapmak istemedi o, bi sn'' derecesine falan gelirler. hem de kolayca. sürü psikolojisinden belki. kim bilir.

bir gün deneyeceğim ama bunu. o ''ahahahahahahahaahah'' modu özellikle dikkatimi çekiyor.
devamını gör...

selim ileri

çok üzücü bir haber.

onun ölümüyle bugün artık tamamen unutulmuş ve silinmiş olan eski istanbul'un ve adaların üst kültürü, köşkleri, kaşaneleri, bahçeleri, mimoza, glayör ve daha nice çiçekleri de ölmüş oldu. kendisi bu yönüyle sadece bir edebiyatçı değil aynı zamanda giderek silinmeye yüz tutmuş bir kültürün temsilcisi ve aktarıcısıydı. onun romanlarında köy ve işçilere yer olmazdı genelde. nostalji temalı romanlarında aristokrat paşa kızları, eski istanbul beyefendileri, şehrin o günkü yapısı ve zihniyet durumu aktarılırdı. ama adeta belgesel tadında yapardı bunu.

bir de onun aydın eleştirisi yaptığı bodrum kitapları mevcuttur. burada giderek değişen mekan ve insan tiplerini şahane bir gözlemcilik ve üslupla kaleme almış ve o eski nostaljik kültürün mirasçılarının yozluğunu gözler önüne sermiştir. cehennem kraliçesi bir akşam alacası ve her gece bodrum bu serinin kitaplarıydı. tekli romanlarının da birçoğu oldukça etkileyiciydi.

sanırım türk edebiyatında en sevdiğim yazardı kendisi. onun geçmiş nostaljisi ve bağlılığına hep özenir ve yapıtlarında kendimi bulurdum. melankolisi de yine özendiğim yönlerinden birisiydi. keza aydın eleştirisi yaptığı kitaplarda da yine onun bakış açısından ve duygularından oldukça faydalandığımı bilirim. mekanı cennet olsun. :(
devamını gör...

survivor 2025

dile kolay 17. sezonu çekilen yarışma/reality show ve belki de dizi. birçok yönden sürreal geliyor artık bana bu program.

işin hala bunu izleyen mi var kısmına girmek istemiyorum ama birkaç şablon karakter ve birkaç reality senaryosu üzerinden 17 sene boyunca büyük paralar kazanmak ve ayrıca büyük reytingler almak - hem de çoğunlukla aynı yarışmacılarla - uzay seviye bir başarı bence. çünkü normalde izleyicilerin eeeehhh hep aynı şeyleri mi izleyeceğiz deyip programı bırakması gerekirken bunu demiyorlar ve bu aynılığı talep ederek sürekli aynı şeyleri izlemek istiyorlar.

düşünsenize 12 sene önce hatta 15 sene önce yarışmaya katıldığında genç olanlar yıllar sonra tekrar geldiklerinde yaşlanmış durumdalar dsfsfsfs yarışmaya 7-8 kere katılanlar var. iki senede bir all star oluyor hatta keyfe göre her sene bile olabiliyor. nasılsa izleniyor. veya iki sene önce ''bitti daha gelmem'' diyenler yine gelmişler programa ve bunun fanları hiç ''yahu sen demedin mi jübile yaptım, ne işin var burada'' demiyor. aksine ''ooo, reiiissss, ooo, hg, ooo, oooooo' modundalar falan.

daima aynı reality senaryoları ve daima aynı trollemelerden kimse ama kimse sıkılmıyor. neredeyse 14 yıldır aynı yöntemler kullanılıyor. hatta fragmanlar bile belli bir şablona bağlamış durumda. koy fragmana bir boğulma/düşme, sakatlanma veya kavga sahnesi, sonra acun'un konseyde çok önemli kararlar aldık demesini falan. bitti. o bölüm reyting rekorları kırıyor. hem de bu haftanın 6 günü, senenin 6 ayı ve 14-15 senedir böyle sdfsffsdffd

mesela ilk hafta reality hikayesi de şablondur. gönüllü takımı daha ilk günlerden içinde gruplaşır ve grup dışında bir iki kişiye kafayı takarak mobbinge başlar, oyunlarda başarısız olurlar ve dışlanan kimseyi yazarlar, ünlüler olayları dikkatle izler. ilk başlarda ünlüler iyi başlar, gönüllüler parçalarız derler ama ilk başlarda kötüdürler. sonra ünlüler çöker, derken aylar geçer birleşme partisi olur ve bunlar orada şarkı söylerler...

bir de ''bil bakalım diye bir bilgi yarışması vardır bu programda... sorarlar ''lassie cinsi bir köpeğin sırtında kaç tüy bulunur'' falan... yarışmacılar dumur olurlar, sallarlar bir rakam... bir de acun medyanın daima kazandığı voleybol ve ayak tenisi maçları olur... ünlü spikerler ciddi bir maç gibi bunu anlatır bir de yorumcu çağrılır.......

bence yaşadığımız şeyler tek kelimeyle fantastique
devamını gör...

geceye bir şarkı bırak

devamını gör...

suriye olayları hakkında yazarların düşündükleri

türk ve dünya medyasının sunduğu argümanların aksini düşünüyorum.

olayın herkes tarafından söylendiği gibi abd-israil zaferi olduğunu düşünmüyorum. keza rusya-iran tarafının yenilgisi olduğunu da düşünmüyorum. yirminci asrın başında birçok yerde görülen ''gizli anlaşma'' türevi, birden fazla devletin bir tür onayı ile yeni bir dengeye geçildi ve bunun detaylarını ileride göreceğiz.

iddia edilenin aksine esad rejimi çok uzun yıllardır bütün ülkeyi değil yalnızca ülkenin üçte birine hükmediyordu. birkaç şehir ve sahil tarafında hakimiyeti vardı. çölde ışid ve belli noktalarda abd işgali bulunuyordu. güneyde golan tepelerinde israil işgali vardı. kuzeydoğu bölgesi amerikan destekli kürtlerde yani pyd kontrolündeydi ve batı ise türkiye ve onun desteklediği smo kontrolü altındaydı.

ayrıca müttefik ''kisvesi'' ile rusya ülkede etki ve üslerini çoğaltmış, asker ve savaş aracı getirme imkanı bulmuştu. ancak abd'ye ''rağmen'' değil. paylaşımın bir gereği olarak. keza iran da esad sayesinde ülkede etkisini olağanüstü arttırmış vaziyetteydi. yine hizbullah burada etkisini arttıran örgütlerden biriydi.

yani belli ülkelerin himayesinde belli yerlerde çatı yapılanmalar (htş, ışid,ypg vs) bulunmaktaydılar. bu çatı yapılanmalar hamileri olmadan ayakta durma kabiliyetine sahip değillerdi. keza esad rejimi de kendi hamileri olmadan ayakta durma gücüne sahip değildi. dolayısıyla suriye'de olanlar suriye devleti tarafından değil tamamen dışarıdan belirleniyordu.

bugün anladığımız kadarıyla htş denilen örgüt esad rejiminin yerine geçirildi. yani hedeflenen şam'da bütün ülkeyi yöneten bir idare değil. çünkü htş pyd ile iyi geçiniyor. ayrıca sanılanın aksine israil ile de arası kötü değil ve rusya'ya karşı da bir düşmanca tutumu henüz bulunmuyor. hım. demek ki esad rejimi gibi yalnızca bir tarafa yaslanarak değil, bütün taraflara yaslanarak ayakta duracak bir yapı gibi görünüyor.

peki cihatçılığı ile bilinen bir örgütün bir devletin başına getirilmesine batı ve israil neden izin verdi? birincisi şu an itibariyle bu örgüt batı ve israil'e sorun çıkartacak bir güçte değil. ikincisi cihatçı geçmişi olan bir örgüt değil de demokratik bir parti başa getirilirse o zaman hangi gerekçe ile buraya müdahale edebilirler ki? bu tip bir örgüt hem israil hem batı'nın bölgedeki varlığı için bir neden olarak görünüyor.
nitekim israil'in son günlerdeki işgal ve artan saldırıları hemen hiçbir yerde hiçbir etki bile uyandırmıyor.

rusya ise zaten var olmayan bir rejimi asker ve para desteği ile ayakta tutma külfetinden kurtuldu. ayrıca rusya'nın sıcak denizlere inmesine artık gerek yok. çünkü son bir iki senede, ki sebebi şimdi anlaşılıyor, afrika'da etkisi çok artmış vaziyette. özellikle geleneksel olarak sahel bölgesinde at koşturan fransa'nın pat diye oradan çıkarılması, yerine wagner aracılığıyla rusya'nın geçmesi, aynı zamanda bir yer değiştirmenin de habercisi.

yani ver ukrayna'yı al suriye'yi gibisinden basit bir olay değil bu. daha global, daha karmaşık bir denklem ile rusya suriye'deki etkisini azaltmayı kabul etmiş gibi görünüyor ki bence karlı bir alışveriş yaptılar. iran ise buradan çıkarak büyük ihtimalle gücünü zaten sallantıda olan iç politikaya ve batı ambargolarını hafifletmeye ayıracak gibi gözüküyor.

amerika ve israil kısmında ise ağırlığı tamamen israil çekiyor. geçmişte amerika'nın yaptığı savaş, işgal ve ve operasyonları israil üstlenmiş durumda. yani israil amerikan proxy gücü gibi hareket ediyor ve amerika'yı hem propaganda lincinden hem de bir ton para harcamaktan kurtarıyor. artık orta doğu bölgesinde istediği yeri işgal eden bir amerika olamaz ancak israil olabiliyor. son günlerde israil'in suriye'nin bütün silah gücünü kırması, hava savunma sistemlerini ve silah üretim yerlerini vurması da bölgede israil'in tam hakimiyet kurması adına bir hamleden başka bir şey değil.
devamını gör...

erken kararan havanın verdiği

çok eskidendi havanın kararmasında, aydınlanmasında, güneşin o kendine özgü ışık oyunlarında anlamlar aramak. çok eskiden. bunlara anlam yüklemeyeli çok uzun zaman oluyor ve yine çok uzun zamandır bunlara anlam yüklemek bana oldukça anlamsız geliyor. bunun sebebi bu çabayı boş görmekle alakalı değil, sadece hayatın güzelliğinin uzun bir süredir yalnızca eskide kalmış olmasıyla alakalı.

mutlu zamanlarda, yahut zamanlarımızda, kış günlerinde günün sona erme vakti bana çok cazip gelirdi. öyle ki, dışarıda soğuk bir hava olsa da, evimiz her daim sıcak olurdu ve neşemiz hiç eksik olmazdı. yağmurun yağdığı günlerde, salonumuzun penceresinden dışarıya bakar ve yağmur damlalarının camı tamamen kaplamasını izler, o anda soğuk ve yağmurun olduğu sokakta olmadığım için tuhaf bir rahatlık kaplardı içimi. akşam karanlığı bastığından bir taraftan yemek hazırlanır, sofra kurulur, sonrasında ise ya televizyon izler ya da odalarımıza çekilirdik. televizyon başında atılan kahkahaları ise içeri odada otururken duyduğumda istemsizce gülümserdim. ne güzel günlerdi. bu yüzden kışın erken kararan havalar daima huzuru, tarifsiz bir konforu ve sade bir mutluluğu tattırırdı bana. keza hazırlanan yemeklerin kokusu.. o günleri hatırlayınca hala burnuma gelir ve mutlu olurum. mutluluk aslında nasıl basitlik ve sadelikte gizliyor kendini. ama insan o anda bilmiyor bunu.

şimdi? şimdi erken kararan hava bana mutsuzluktan başka bir his sunmuyor. her güzel şey -elbette- eskide kaldı. hayatımız veya bize ait olmayan ve birilerinin hayatları diyeceğim hayatlarımızda sadece ve sadece günleri eksiltiyoruz. yıl rakamları durmadan ve daima ilerliyor. birkaç seneye 20'li rakamlar yerini 30'lu rakamlara devredecek. takvimler baştan karılacak. sırtımıza yüklenen yeni sıkıntı ve ızdırap yükleri ile kamburumuz daha da keskinleşecek ve mutsuzluğumuz artacak.

velhasıl bütün anlamsızlığı ile hayat akıyor ve bir şekilde sona doğru yaklaşıyoruz adım adım. hani o ilk başlarda çok bağlı olduğumuz, büyülü gördüğümüz ama sonrasında manevi olarak öldüğümüz bu sefil hayatlarımızda.
devamını gör...

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

geriye dönüp baktığımda hala o hayata bağlılık ve hevesini hayranlıkla hatırlıyorum. her seferinde sanki yeniden doğmuş gibi tertemiz bir zihin ve moralle bizim yanımızda olmanı hiç unutmadım. bunu çocuk aklımla o gün çözememiştim ki bugün kırka merdiven dayamaya hazırlanırken yine anlayamıyorum.

yaşasaydın bugün sana soracağım ilk şey bu herhalde.

sanırım hayatımın en güzel günleriydi o günler. sonrasında ne etrafımda o derece hayata bağlı ve mutlu birilerini gördüm ne de kendim o dereceye çıkabildim. uzun süre umutlandım. belli şeylerin beni bu seviyeye çıkartacağını sandım durdum. sonra büyük oranda yanıldığımı anladım. bir süre de bu yanılgıları kabul edemedim. acaba ben mi yaşamayı bilmiyordum? içimde mi yoktu bu duygu yahut etrafımdaki insanlar mı bana bu duyguyu veremiyordu? bunların cevaplarını hiç bulamadım.

seni hatırlamak bir taraftan da çok ağır geliyor bana bir süredir. ''gerçek ve olması gereken'' hayatımızı yaşarken seni yine çok değerli bulur ve severdim. bunun nedeni her zaman için belliydi: yaşamanın temel amacı mutlu olmaktı ve sen kendi içindeki mutluluğu biz ile paylaşmaktan çekinmiyordun. hayat bizi bir süreliğine bir araya getirmişti ve biz çok mutlu olmuştuk. bu o günlerde çok değerli olsa da biz deyim yerindeyse ''hayatımızı kaybedince'' eşi bulunmaz bir değere sahip oldu. sen ölünce ise her şey ulaşılmaz bir mertebeye yükseldi.

artık seni hatırlamak da ağır geliyor bana. o günlerde bu derece güzel şeylere şahit olan bizlerin uzun zamandır yaşadığı şeyler bana çok ama çok ağır geliyor. bir hayatın içinde iki aşırı uç hayatı tüketmek eskiden var olan hayatı sürekli özlemek beni çok yoruyor. ayrıca ben sadece bir kişi için sürdürüyorum bu hayatı. ve tek bir umut adına. bunlar dışında hayata dair şeylerin benim için fazla bir önemi yok. çünkü biz zaten çoktan başka hayatların içine düştük ve öldük. sen de mazideki ve hayattaki en güzel şeylerden biri olarak kendi öz evlatların tarafından değil tersine yabancı biri olan benim tarafımdan iyi hatırlanıyor ve çok özleniyorsun.
devamını gör...

geceye bir şarkı bırak

los del rio - macarena

bilenler bilir 90'ların ortasında çok patlamıştı bu. iki tane dayı dalleto kukureka eeee makaaareeena diye bağırırlardı. çok dırzo bir de dansı vardı hatta kolların birleştirildiği poh gibü ssfsfsff
devamını gör...

görünce duygulandığın bir görsel bırak

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

geceye bir şarkı bırak

devamını gör...

17 ekim vural çelik’in evinde ölü bulunması

allah rahmet eylesin, duyunca çok üzüldüm. iki büyük işinde de (avrupa yakası-seksenler) gayet iyi iş çıkarmıştı ve üst kalitede bir oyunculuk sergilemişti. özellikle ses tonunu ustalıkla kullanmasını severdim. keşke daha çok film ve dizide kendisini görseydik ve o güzel sesini işitseydik.

tabii kendisinin ölümü ile yine bilindik bir gerçeğe kapı açılmış oldu. vural çelik gibi bir oyuncu nasıl iş bulamıyor da, biiiirrrrr sürü vasat adam/kadın şakır şakır iş bulup o diziden bu filme sürekli ekranlara çıkabiliyor? bu gülse birsel ve ekibi için de geçerli, sektörün tamamı için de. mesela vural çelik sarp apak'tan çook daha iyi bir oyuncuydu ama sarp apak bütün gülse birsel işlerinde yer aldı ve başka dizilere de çıkabildi. aslında sorunun cevabı belli: kankacılık anlayışı. olayın siyasi olduğunu da zannetmiyorum. türk dizi/film sektörü sözüm ona sol mol görünse de, işine gelince sağ projelerde de yer alır, ak partinin istediği gibi film/dizi de çeker.

son olarak kendisinin mhp'li olmasında da bence bir sakınca yok. ister muhafazakar bilmem ne partili olsun isterse tkp'li, bu adamın kaliteli bir oyuncu olduğu gerçeğini değiştirmez.
devamını gör...

sözlük yazarlarının favori metal şarkıları

ozzy osbourne - mr. crowley

devamını gör...

arada

mu tunç tarafından yönetilen 2018 yapımı filmdir. başrollerini burak deniz ve büşra develi paylaşmıştır. ayrıca film türk sinemasındaki ilk ''punk filmi'' olma iddiasını taşır. bence türk sinemasının son zamanlardaki en iyi işlerinden birisidir. net.

film 90'ların istanbul'unu yansıtır. buna göre amatör bir punk grubunun solistliğini yapan ozan ülkeden oldukça sıkılmıştır ve en kısa zamanda yurtdışına gitmeyi planlamaktadır. eski tsm sanatçısı olan babası da bu yüzden ona büyük eleştiriler yöneltmektedir ve ikilinin arasında nesil ve kültür çatışmaları bulunur. derken bir kaset dükkanı işleten arkadaşı bülent ona sürprizi olduğunu söyler ve onun için birinden california bileti bulduğunu anlatır. derken ozan kız arkadaşı lara'yı da yanına alarak biletin peşine düşer. ancak bileti bulması için istanbul'un farklı semtlerinde, farklı kültür çevrelerinden insan manzaraları ile küçük bir tur atması gereklidir.

bir kere farklı bir konu ve konsepti denediği için yönetmeni kutlamak gerekiyor. istese çekerdi bir taşra filmi, içine koyardı ''bizden'' bir minibüsçü aile, bir mahalle dokusu, birkaç kendini beğenmiş aydın, ah şu bok kafalı aydınlar temalı çekerdi bir film. üstüne para kazanır ve birçok sinema çevresinde de ''takdir'' görürdü. yahut bayat ve yapış yapış bir aşk filmi çeker, şöyle ezik bir adam olurdu başrolde, aşık olduğu kız ölmek üzere falan olurdu, fona da yerleştirirdi bir kamuran akkor veya orhan baba, salya sümük selleri olurdu sonra ortalıkta. bunlara yönelmemesi ve işlenmemiş bir sahaya yönelmesi güzel bir olay.

benim ''niş'' şeylerle uğraşan insanlara, kolaydan gitmeyen her insana büyük saygım var. birinin yaptığı işten önce nereden yürüdüğü önemlidir. nitekim arada filmi bize artık unutulan veya unutturulan (hani hep 90'larda ülkede elenktrünnk bile yoktu denir ya) bir toplum kesimini, 90'ların punk ve rocker gençlerini konu ediniyor. o yılların rocker ve punk tayfası 2000'li yıllar veya sonrakilerden biraz daha farklıdır. o yıllarda ülkede bir taraftan laik söylemler ve pop kültür aşırı yükselirken, bir taraftan da islamcılık ve yerellik hızla yükseliyordu. bu yüzden şehrin merkez ve çeperlerinde islami ve onun dışında var olan varoş kültüre mesafeli olan gençler, hazır hala batı kültürü daha geçer akçe iken, bunlara daha sıkı sarılmışlardı. televizyonlardan yapılan türkiye batı ülkesidir propagandası, büyük batı özentiliği, ülkenin bir kesiminin türkiye'yi gerçekten batı ülkesi zannetmesine sebep olmuştu ve bu düşünce ülkenin mevcut yapısıyla bazı durumlarda hiç uyuşmuyordu. bu gerçekle yüzleşemeyenler de ülkeden gitmeyi planlayıp, dahil oldukları alt kültüre mensubiyetini arttırıyordu.

filmde yönetmen punk kültürü örneğiyle, şehirli gençlerin konumlandırmasını ve analizini çok ama çok isabetli yapmış. onların içinde bulunduğu şehir ve ülke ile alakalarının nasıl kopuk olduğunu, uyumsuzluklarının nedenlerini, fikir ve diyaloglarını çok iyi kotarmış. ikincisi filmde sadece bir yeraltı atmosferi ile bu grup gösterilmiyor, yalı çocuklarından, bodrum kat diskolarında kafayı bulan o yılların büyük keşlerine, çılgın gece hayatından, aksaray'ın mafya kekolarına, oradan anadolu'lu taksici amcaya, bir insan manzaraları şöleni sunuyor. yani deyim yerindeyse ''kadıköy gençlerini'' şehirde (belki ülkede) bir gecelik bir tura çıkartıyor ve ''işte bu kadar farklı insan tipleri bunlar'' diyor.

film bir kültür ve insan manzaraları filmi. yani akıcılık ve aksiyon filmi değil, diyalog ve durum filmi. ayrıca hitap ettiği kesim de ''kadıköy çevreleri''. herkesin anlamasını, beğenmesini beklemem. ancak film teknik aksaklık ve bütçe nedenli eksiklerine rağmen, senaryo ve yönetmenlik yönünden gayet iyi şekillendirilmiş. filmin müzikleri genel olarak güzel ve yerinde kullanılmış.

buna rağmen ''sinema'' çevrelerinin filmi ağır eleştirmesi ve filmin genel olarak beğenilmemesini anlamak zor. ulan zaten ülkede çoooooooook az iyi iş yapılıyor veya farklı bir şey deneniyor. ona da bok atmayın bari be. hatta bir şeyi sırf iyi ve güzel olduğu için linçlemeyin be. vasatlığı savunmayın, insanların heveslerini köreltmeyin. şu film amerikan filmi olsa, film talimhanede değil san fransisco'da olsa, yönetmeni de meşhur biri olsa o eleştirmenlerde dahil herkes ''ohaaaaaaaa.... ne filmdi laaaa' falan derdi. bu da işin ayrı bir evresi.

neyse bu güzel filme puanım 10 üzerinden 8.5.
devamını gör...

parliament sinema kulübü

şimdi çok acayip geliyor tabii. kaliteli filmlerin olduğu bir sinema kuşağı, kaliteli bir giriş müziği ve bunların hepsinin televizyonda olması... acayip gelmesi de normal. günümüzde televizyonların gündüz ve öğlen kuşağı flash tv'deki yalçın çakır'ın programına çıkanlarla dolup taşıyor. seviye flash tv seviyesi. akşamları cinayet ve kavga haberlerinden oluşan haberlerin ardından ya birbirinin tekrarı 4 saatlik dizi konuyor ya da üç pipili akrep, kıyamet gecesi 7, katil yılanlar gibi 105. sınıf aksiyon filmleri konuyor. aşırı absürt ve can sıkıcı.
devamını gör...

spor medyası

harika bir sektör. gerçi türkiye'de medya diye bir şey yok ama en azından o isimle anılan ve işin spor kısmını ele alan alana bakarsak insan hayret içinde kalıyor.

mesela galatasaray bir maç kaybetsin kankalarınız olan diğer yorumcularla programlara çıkıp 3 saat ''galatasaray bu sene oynayamıyor. okan bitti. takım dökülüyor'' falan diye yorum yapıyorsunuz. niye? çünkü o maçta gs dökülmüş, anlık genel kanı bu. sonra gs üç maç kazanıyor, bu sefer yine kankalarınızla bakıyorsunuz sosyal medyaya millet havaya girmiş, hoop başlıyorsunuz ''okan yeni terimdir. nokta. üçüncü şampiyonluk gelirse bu gider de, gider'' demeye. bunu sadece gs olarak almayın, fenerbahçe ve beşiktaş için de alabilirsiniz. yorumcu diye konuşan adamlar ne dün dediklerini umursuyorlar, ne başka bir şeyi. tamamen anlık, o akşamki maçın sonucuna göre yorum yapıyorlar. geçen hafta ak dediklerine bu hafta çok rahat bir şekilde kara diyebiliyorlar. hatta bu da yetmiyor, bir de artık bu adamların hayatla ilgili, yeme-içme, mekan, siyaset yorumları falan da dinleniyor. yani özetle adamlar hiçbir şey yapmadan ve üretmeden kanaat önderi ve zengin oluyorlar.
devamını gör...

youtube reklamları

türk reklamları birkaç şablondan ibarettir

-pastel renkler.
-yapmacık oyunculuklar.
-ultra bilmem ne görüntü kalitesi
-her reklama ve her markaya özel bir şarkı: mesela laylaylom boncukları... oooo laylaylooommm gibi.
-hiç inandırıcı ve özendirici olmamaları.
-yabancı reklamların aksine hiç güldürmemeleri ve komik olmaya çalışanların kekremsi bir tat bırakması.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim