|buğday tarlası ve kuzgunlar -van gogh
van gogh; sağlık durumununun kötüye gittiğini hissettiği, umutsuluğun ve yalnızlığın dalgalarında boğulurken yaptığı resim.
bir iç döküş.
van gogh'un en sevdiğim eseri denebilir. sahiplenebilecek kadar sade ve ünsüz.
şemsiyeli kadın, claude monet
burada monet'in karısı camille ve oğlu yer almaktadır.
ilerleyen zamanlarda, monet, karısı öldükten sonra çok çocuklu bir kadınla evlenir.
ve artık monet'in tablolarında özellikle kız üvey evlatları yer almaya başlar.*
işte bu zamanlarda da geçmişi geleceği taşır.
üvey kızını şemsiyeli kadın'ın bir benzeri için figür olarak kullanır.
diğer tabloda camille, daha belirgin yüz hatlarıyla ilgiyi kendisine çekerken doğayı arka planda bırakmaktır. ama bu tabloda aynı şey söz konusu değildir. monet figürün yüz hatlarının ayrıntılı olarak yapmamıştır. belirsizdir.
dolaylı yoldan doğa ve insanın eşitliği, bütünlüğü yansıtılmış denebilir.*
salvador dali'nin ısrarla çoğu eserinde kullandığı akımdır. tabii ki başka sanatçılar da vardır ama bu akım üzerinden en çok ses getiren kişi salvador dali.
bu tanımda, sürrealizm akımını, dali'nin eserlerinde inceleceğiz.
belleğin ısrarı *
çoğu kişi bu resme aktarılan anlamları biliyor. ama yine de boş geçmeyelim bu güzel eseri.
sol tarafta gördüğümüz kapalı kapağının üzerinde karıncaların gezdiği sert saat, bu gevşek saatlerle bir zıtlık içindedir.
bu resimdeki tek canlı varlık, karıncalar ve hemen yanında bulunan erimiş açık mavi kadranın üzerindeki sinektir.
her saat, farklı bir zamanı gösterir çünkü dali'nin düş dünyasında düzgün ilerleyen zaman yoktur. öte yandan saatler erir ve sağlam saat bile, dali için ölüm simgesi olan karıncalarla kaplıdır. dali'nin resminde insan elinden çıkma nesneler geçici bir nitelik taşımaktadır.
o zaman bir soru sormak isterim.
arkadaki kayalar, kayaların sağlamlığı dikkatinizi çekti mi?
dali'nin gerçeküstücülüğe yaptığı en büyük katkısı, "eleştirel paranoya" kavramıdır.*
dali, gerçeküstücülerin geliştirdiği " otomatik yazı"*yı genişleterek düşlerindeki imgeleri resme aktardı. bu işlem, sonucunda değerli sanatçıların terimiyle "el yapımı fotoğraflar" ortaya çıkıyordu.
mesela kasvetli eğlence *
george bataille'ın, resim hakkında yaptığı incelemeyi, açıklamayı şuraya koyalım.
resminde dört temel öğe bulunur:
merkezi figürün bir bütünlükten yoksun olması iğdiş edilme öğesini;
resmin üst yarısındaki yükselen öğeler arzuyu; kilodu kirli figür, iğdiş edilmekten uygunsuz bir davranışla kaçma çabasını;
ve temin solundaki figür, utanç verici davranışın şiirsel aşırılığını ortaya koyuyor.
karıncalar çürümeyi, erkek figürün aşırı büyük eli mastürbasyonu, çekirgeler dali'nin çocukluk günlerinden gelen fobilerini, dışkıyla kirlenmiş külot, cinsel yasakları temsil eder.
insanbiçimli çekmeceli dolap *
çekmeceler, dali için belleğin ve bilinçdışının simgesidir.
"bölümlere ayrılmış düşünceye bir göndermeydi."*
ve en çok sevdiğim gerçeküstücü, sürrealizm eserler.
aziz antonius'un baştan çıkarılışı *
dali, bu resmi bir yarışma için yapmıştır. bu yarışmanın asıl amacı bel-ami adlı filme uygun afişi bulmaktı. ama dali yarışmayı kaybetti.*
melankolik atom ve uranyum idili *
hiroşima'ya atılan atom bombasıyla şok geçiren dali hemen bu konuda bir resim yapar. ve şu motifleri kullanılır:
kafalar, karıncaların yediği yumuşak saat* ve küçük oğlan çocuğu.
dali'nin bilime duyduğu ilgiyi yansıtan resim, atom kuramındaki son gelişmelere duyacağı yoğun ilginin de başlangıcı olur.
işte bu son resim bunun gerçek bir kanıtı.
küresel galatea *
t: realizm'i pat küt döven akımdır.
buraya kadar okuduysanız teşekkür ederim ve baya sabırlı bir insan olduğunuzu söylemek isterim.
görüşmek üzere...
insanolunbiraz'ın tanımında görüp okuduğum kitap.
bunu eklememin sebebi #1115418 numaralı tanımda insanolunbiraz'ın yaşadığı olayı okumam belki kitabı daha kolay kabullenmeme, anlamama sebep oldu.*
çünkü buradaki karakterimiz, bir bıyık ile ün ve saygı kazanıyor. bunu kabullenmek zor.
en iyisi biz fazla uzatmadan kitaba geçelim. tahsin yücel'in romanı.
konumuz şöyle;
cumali adlı başkarakterimiz, askerlikten dönüp tıraş olmaya gittiği vakit berberimiz ve orada oturan halk bıyığını kesmemesinin daha iyi olacağını söyler. o da "bu kadar millet aynı şeyi söylüyorsa doğrudur." mantığıyla kestirmiyor bıyıklarını.
ve cumali bundan sonra bıyık'ın eşliği ile değer görür, evlenir, aldatır, masallara konu olur, sevinir, üzülür...
her şey karapala* sayesinde* gerçekleşir.
işte biz de bu yolculukta cumali ile gezmekteyiz, cumali ile kitabın son sayfasını okumaktayız.
inceleme:
birincisi, kitaptan bir çıkarım yapamazsınız. yani olsa olsa "geçiçi olan bu hayat için maddi*, manevi* şeylere fazla bağlanmamak en doğrusudur." olur.
o yüzden o amaçla okumayın. zevk için okuyun.
ikincisi, kitabın akıcılığı mükemmeldi.
yirmi sayfa okumak için koltuğa oturuyorsunuz bi' bakıyorsun yetmişinci sayfayı yarılamışsınız bile. sürekli tahminler yürütüyorsunuz bazıları doğru bazıları yanlış çıkıyor ama hep küçük bir merak var.
şimdi ben yanlış çıkan bir tahminime geleceğim.
kitabın sonuna.
şimdi şu malum ölümü okumadan önce ben belki sonunda vazgeçer de bıyıklarını keser; biz de rahatlarız, o da rahatlar. sadece arada birilerin ağzına laf olur, o kadar, demiştim ama tutmadı.
yalan yok sonu beni üzse bile en iyi sondu. tahsin yücel eğer başka bir yolu, sonu seçmiş olsaydı boşluk kalırdı sanırım.
bir de zamanın getirdiği yaşlılık ile değil de, kendi sonunu hazırlayan bıyık'ını düzeltirken kullandığı makas ile ölmesi anlamlı bence.
• genel bilgi.
yetmiş sayfalık kısa bir kitap.
bu eserde lou'nun resmen temsili olan feniçka*'nın düşüncelerini, kararlarını dar görüşlü max werner'ın bakış açısından okuyoruz.
iki zıt düşünce, bir arada.
• yorumum.
kitap çok güzeldi. feniçka'nın özgür ruhunu çok sevdim. ve yazar kendi düşüncelerini aktarırken anlaşılır bir dil kullanmış.
üsteki alıntıdan ibaret olan tanımda değinmek istediğim bir konu anlatılmış. #1191893
zaten kitabın salomé’nin yaşadığı bir deneyime dayandığını belirteyim. kitapta salomé’nin nietzsche'nin evlilik teklifini neden geri çevirdiğin cevabını bulacaksınız.
aslında bu durum sadece nietzsche ile alakalı değildi. her erkek için aynıydı bu durum.
lou bağımsız, özgür yaşamayı seviyordu. aynı kendi yarattığı karakteri gibi, feniçka gibi.
feniçka'nın düşünceleri aslında yazarın bir aynası.
yukarıda (genel bilgi kısmında) "zıt düşünceler, bir arada." demiştim. buna örnek bir alıntı bırakmak istiyorum.
(...) *"çünkü böyle kızların bütün erkeklere güvensizlikle yaklaşacağını varsayıyorum. erkeklerin kendilerinden güvenden çok daha başka şeyler beklediğini düşünmekte haklı değiller mi?"
"vay canına!" diye düşünen max werner, fenya'ya daha dikkatlice baktı. böyle tekinsiz konularda hiç tanımadığı bir erkekle, burada, paris'te, gecenin bir yarısında, bu sokak kafesinde konuşurken gösterdiği rahatlığın derecesi çarpıcıydı, hem de yüzünde sanki nadir rastlanan böcek türlerinden söz ediyorlarmış gibi bir ifadeyle.
oynak işçi kızlar, genç erkekler, gece kafeleri ve aşk maceraları onun için gerçekten de bu denli nadir rastlanan böcek türleri gibi miydi?
aynı zamanda, "bu varsayım erkeklere olan güvenlerini gölgelemiyordur sanırım, çünkü bir erkek insani olarak etkilenmesinin yanı sıra onlardan kadın... kadın olarak da bir şeyler bekleyebilir, onlar da bunu çok doğal bulurlar. aksi halde gururları incinirdi ve özgüvenleri de artmazdı," diyerek fenya'nın sorusunu yanıtladı max werner.
(...)
fenya, erkeklerin kadınlara "normal bir insan gibi bakma" eylemini gerçekleştirmediğini söylerken*,
max ise bir adamın "normal bir insan gibi bakma"ması kadınları gururlandığını söylemek istiyor.
leopoldine hugo, yıl- 1835
resimde gördüğümüz kişi victor hugo'nun kızı leopoldine hugo'dur.
fransız şair ve ressam olan auguste de chatillon tarafından yapılmıştır.
hugo'nun çok sevdiği evladı leeopoldine, boğularak ölmüştür ve bir hayalet gibi hayatının sonuna kadar hugo'nun peşini bırakmamış, "villequier'de", "les contemplations'" gibi ağıt şiirlerinde ifade bulmuştur.
bir de babası tarafından kendisi için yazılmış şu şiiri var ve beni en çok etkileyendir.
aşk ki sevgili kızım
aşk ki sevgili kızım, aynaya benzer en çok,
bakmaya bayılırlar güzel ve şık bayanlar
baktıkça düş kurarlar, mutlu olurlar.
aynadaki görüntüleri büyüler onları,
kötülükten, günahtan arınır yürekleri
ruhları saydam beyaz bir sayfaya can atar.
sakın inmeye kalkma yoksa ayağın kayar,
tutunacak dal yoksa uçurum bekler seni
direnemezsen kapılır kaybolursun girdapta,
aşk ki güzeldir kızım, saf ama ölümlüdür
senin gibi küçük yaşta akıntıya kapılanlar
kendi yansımalarını görür, yunar*, boğulur.
bana göre bu bir pisuvar.
evet, dalga geçmeyi amaçlamış ama
hiç de "olur mu? bu bir sanat, efendim." falan diyemem kusura bakmayın.
tanımı okurken de perdesini sıyırdığım bu pencereden bakacaksınız.
biz heykelin hikâyesine geçelim.
bir gün duchamp; hırdavatçıdan bir pisuvar alıyor, atölyesine gittiğinde aldığı pisuvarı baş aşağı çevirip imzalıyor ve bunun sanat olduğunu iddia ediyor. bu kadar.
daha sonrasında rahat durmayan duchamp, amerikan bağımsız sanatçılar topluluğu'nun sergisine başvuruyor, ama "bir sanatçı değil de bir tesisatçı tarafından yapılmış olduğu" gerekçesiyle reddediliyor.*
çeşme heykeli için "sanat dünyasında bazı soruların sorulmasına vesile olmuş*, sanat olduğu iddia edilen bir pisuvar." derim.
neden öyle düşündüğümü açıklamak isterim.
sanat, en genel anlamıyla yaratıcılığın ve hayal gücünün ifadesi olarak anlaşılır...
pisuvarı ters çevirip imza atmak size yaratıcılık anlamına geliyorsa sanattır.
gelmiyorsa pisuvardır.
-ki gelmiyor.
tam tanımı bitirirken aklıma geldi, eğer bu sanat sayılırsa imza atılan bir kağıt, bir gelinin ayakkabıları* vs. onlara da anlam yükleyip sanat diyelim.
ee, o zaman her şey sanattır.
hayır!
bir değeri kötü niyet olmadan yok saymanın bir yolu onu genellemedir.
her şeye sanat dersek sanatı küçümser, yok ederiz. o zaman sanat bir hiç olur.
t: duchamp'ın hırdavatçıdan aldığı basit bir pisuvar.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.