1.
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
yine her zamanki yerimdeyim; kocaman karanlık bir orman manzarası, gece lambaları yanan evlerin ve uzaktan geçen arabaların ışıkları. ve bana çok uzun zamandır her akşam eşlik eden o tını: link
çok farklı anlamı var bu tınının bende. niye bilmiyorum ölümü hatırlatıyor her seferinde. sessiz bir ölüm. öldüğünü insanların günler sonra fark edebildiği, kimsenin tanıyamadığı sessiz, yalnız bir adamın sessiz ölümü. tınıdaki keman sesi gibi biraz acıklı bir ölüm. yapılanlar, yapılmayanlar, pişmanlıklar, özlemler, kalabalıklar ve nihayetinde yalnızlık. sonu ölüm. sonrası teferruat. finalde mezara konduktan sonra üstüne toprak atılması. hani tınıda belli belirsiz seri bir şekilde çarpan kapı sesi var ya işte o mezara atılan her bir kürek toprağın sesi. beyaz örtünün içinde duyuyorsun hissediyorsun o toprağı ama elden bir şey gelmiyor. bitti. sonrası mı? herkes için muamma.
epey zamandır kendimi soyutlamaya çalışıyorum dünyadan, yapabildiğim kadar da inziva. işe bile gitmiyorum birkaç haftadır. evden işlerimi halledip yine yapmaya çalıştığım kadar soyutlanma, inziva, okuma, düşünme, sorgulama. şu dünyada neyim fazla ise elden çıkarayım, fazlanın derdi ile de dertlenmeyeyim bari dedim. ne gerek var bu kadar şaşaya, elde tutmaya ne gerek var bu kadar kullanılmayan eşyayı, elbiseyi. ne gerek var en çok zamanımı çalan bilmem kaç bin liralık telefona. bir yerden başlamak gerekti başladım elbiseden, eşyadan, telefondan. en azından bunların derdi kalmasın artık üstümde.
günlerim belli bir rutinde ilerledi. sabahları alelade yaptığım kahvaltı, kahvaltıdan kalan ekmek-yumurta-peynirle penceremin önünden eksik olmayan kedileri beslemem, ocakta eksik olmayan çay-kahve. sonra kendimce rutini ritüele dönüştürdüm. bana bir dilim ekmekle bir taneden daha az yumurta yetmesine rağmen hem yumurtayı daha fazla pişirir oldum, hem sofraya peyniri daha çok koyar oldum. penceremin önünde bekleyenler var, daha fazla karınları doyarsa belki daha fazla mutlu olurum bende.
2-3 güne bir biraz zorla çıkarılıyorum evden. bir deniz havası, bir kaç fazladan insan yüzü görmem için, boğazımdan farklı bir kaç lokma da geçsin çıkmışken. akşamları arkadaşlarla memleket meseleleri. eskiden çok severdim, ateşli ateşli konuşurdum mesele memleket olunca. şimdi ona bile hevesim yok. hani nasıl derler; bitse de gitsek modundayım. arkadaşlar konuşurken "bana müsaade kendimle kalmaya gidiyorum" diyeceğim ama nasıl anlatabilirim bu durumu. sanıyorum ya beni anlamazlar ya da delirdiğimi falan düşünürler. kendimi anlatamadığım ya da delirdiğimi kanıtlamamam için zoraki katlanıyorum bir şeylere. bir de içimdeki acıya katlanıyorum.
her gece sorguluyorum; son birkaç zamandır yaptıklarım, insanların hayatlarından çıkmalarım ya da hayatımdan insanları çıkarmamın sebebi kendi başıma kalma isteğim mi yoksa yıllardır içimde öldüremediğim kendime acı çektirme isteğim mi? hani o tınıdaki adam gibi kendime acı çektire çektire yalnız ve sessiz bir ölüm isteği mi? insanlar bana acımasın asla ama her daim içimde bir acı ile mi yaşayayım. niye acı çekmek istiyorum, niye bu dünyada güzel olan hiçbir şeyi hak etmediğimi düşünüyorum? bazen sokakta vücudunun bir uzvu eksik olan ve dilenen adamı görünce oturup saatlerce hüngür hüngür ağlamak istiyorum. bu adamın bir uzvu yok ve bu adam dileniyor. neden elimden bir şey gelmiyor üç beş kuruş vermekten başka. dünyada bu kadar acı çeken insan varken ve gün içinde bunlara şahit olurken ben neden mutlu olayım? mutluluğu hak edecek ne yaptım? acı çekmeliyim, hem de çok acı çekmeliyim, öyle ki kendimden nefret edecek kadar çok acı çekmeliyim. belki de ondandır kendimi bildim bileli kendimi sevmemem de ve kendimi bildim bileli içten içe beni öldürecek kadar acı çekmeyi istemem. güzel olan herhangi bir şeyi hak edecek ne yaptım? kime faydam dokundu bu zamana kadar?
insanlar bana acımasın, ama içimde bu acı ile yaşamaya devam edeyim. insanlar varsın beni kötü bilsin, hayırsız bilsin, umursamaz bilsin ama içimde bu acı ile yaşamaya devam edeyim. zaten ne yaparsan yap sanki açıp da kalbinin içine bakmış gibi kendi kafalarında kurdukları profile göre seni yaftalamıyorlar mı?
neye göre?
söylediğin tek bir söze göre. kendi söylediklerini unutup sadece senin söylediğin, öncesini ve sonrasını sildikleri ama arada cımbızla çektikleri bir söze göre.
neye göre?
ettiğin bir ah'a göre. yaşadığın ya da yaşamakta olduğun anın şartlarını göz önüne almadan etmiş olduğun sadece bir nefeslik ah'a göre.
2 gündür sorguluyorum; ettiğim iki kelam mıydı insanların "sen çok değişmişsin" demesine sebep olan. attığım iki saniyelik kızgın bakış mıydı insanların "sen artık sevmiyorsun" demesine sebep olan. vermediğim iki kuruş muydu insanların "sen çok paragöz olmuşsun" demesine sebep olan.
belki de hiç olmadığım kadar öfkeliyim adını koyamadığım bir şeylere. adını koyamadığım için öfkemi kendime vuruyorum. adını koymaktan korkuyorum belki de ama bunu da kendime itiraf edemiyorum, kaçamıyorum. öfkemin istikametini belirlersem öfkem itidalimin de ritüelimin de soyutlanmamın da önüne geçecek çünkü. o yüzden öfkemi kendime vurmaya devam ediyorum. varsın dünyada bir insana yakıştırılabilecek ne kadar olumsuz betimleme varsa bana yakıştırılsın ama ben içimdeki öfke ile acı ile baş başa yaşamaya devam edeyim. amacım ermek, bir noktaya ulaşmak değil. kendim kendimle, insanlardan, dünyanın fazlalıklarından olabildiğince uzaklaşarak, kendime dert yanarak, kendime acı çektirerek, düşünerek yaşamak sadece. öfkem bugünlük sadece ritüelimin önüne geçtiği için bu gece ritüelimi bozarak düşünmek yerine yazmayı tercih ettim kendime verdiğim sözü de bozmanın verdiği utanç ile.
bu durum, bu ruh hali ne kadar sürer bilmem. gönül ister ki son nefesi verene kadar. ama bir yandan da korkuyorum kendime bir kaç hafta evvel verdiğim sözü bozacak kadar bile sözünün eri değil miyim diye. ama diğer yandan ben de bir ananın evladıyım; hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür
çok farklı anlamı var bu tınının bende. niye bilmiyorum ölümü hatırlatıyor her seferinde. sessiz bir ölüm. öldüğünü insanların günler sonra fark edebildiği, kimsenin tanıyamadığı sessiz, yalnız bir adamın sessiz ölümü. tınıdaki keman sesi gibi biraz acıklı bir ölüm. yapılanlar, yapılmayanlar, pişmanlıklar, özlemler, kalabalıklar ve nihayetinde yalnızlık. sonu ölüm. sonrası teferruat. finalde mezara konduktan sonra üstüne toprak atılması. hani tınıda belli belirsiz seri bir şekilde çarpan kapı sesi var ya işte o mezara atılan her bir kürek toprağın sesi. beyaz örtünün içinde duyuyorsun hissediyorsun o toprağı ama elden bir şey gelmiyor. bitti. sonrası mı? herkes için muamma.
epey zamandır kendimi soyutlamaya çalışıyorum dünyadan, yapabildiğim kadar da inziva. işe bile gitmiyorum birkaç haftadır. evden işlerimi halledip yine yapmaya çalıştığım kadar soyutlanma, inziva, okuma, düşünme, sorgulama. şu dünyada neyim fazla ise elden çıkarayım, fazlanın derdi ile de dertlenmeyeyim bari dedim. ne gerek var bu kadar şaşaya, elde tutmaya ne gerek var bu kadar kullanılmayan eşyayı, elbiseyi. ne gerek var en çok zamanımı çalan bilmem kaç bin liralık telefona. bir yerden başlamak gerekti başladım elbiseden, eşyadan, telefondan. en azından bunların derdi kalmasın artık üstümde.
günlerim belli bir rutinde ilerledi. sabahları alelade yaptığım kahvaltı, kahvaltıdan kalan ekmek-yumurta-peynirle penceremin önünden eksik olmayan kedileri beslemem, ocakta eksik olmayan çay-kahve. sonra kendimce rutini ritüele dönüştürdüm. bana bir dilim ekmekle bir taneden daha az yumurta yetmesine rağmen hem yumurtayı daha fazla pişirir oldum, hem sofraya peyniri daha çok koyar oldum. penceremin önünde bekleyenler var, daha fazla karınları doyarsa belki daha fazla mutlu olurum bende.
2-3 güne bir biraz zorla çıkarılıyorum evden. bir deniz havası, bir kaç fazladan insan yüzü görmem için, boğazımdan farklı bir kaç lokma da geçsin çıkmışken. akşamları arkadaşlarla memleket meseleleri. eskiden çok severdim, ateşli ateşli konuşurdum mesele memleket olunca. şimdi ona bile hevesim yok. hani nasıl derler; bitse de gitsek modundayım. arkadaşlar konuşurken "bana müsaade kendimle kalmaya gidiyorum" diyeceğim ama nasıl anlatabilirim bu durumu. sanıyorum ya beni anlamazlar ya da delirdiğimi falan düşünürler. kendimi anlatamadığım ya da delirdiğimi kanıtlamamam için zoraki katlanıyorum bir şeylere. bir de içimdeki acıya katlanıyorum.
her gece sorguluyorum; son birkaç zamandır yaptıklarım, insanların hayatlarından çıkmalarım ya da hayatımdan insanları çıkarmamın sebebi kendi başıma kalma isteğim mi yoksa yıllardır içimde öldüremediğim kendime acı çektirme isteğim mi? hani o tınıdaki adam gibi kendime acı çektire çektire yalnız ve sessiz bir ölüm isteği mi? insanlar bana acımasın asla ama her daim içimde bir acı ile mi yaşayayım. niye acı çekmek istiyorum, niye bu dünyada güzel olan hiçbir şeyi hak etmediğimi düşünüyorum? bazen sokakta vücudunun bir uzvu eksik olan ve dilenen adamı görünce oturup saatlerce hüngür hüngür ağlamak istiyorum. bu adamın bir uzvu yok ve bu adam dileniyor. neden elimden bir şey gelmiyor üç beş kuruş vermekten başka. dünyada bu kadar acı çeken insan varken ve gün içinde bunlara şahit olurken ben neden mutlu olayım? mutluluğu hak edecek ne yaptım? acı çekmeliyim, hem de çok acı çekmeliyim, öyle ki kendimden nefret edecek kadar çok acı çekmeliyim. belki de ondandır kendimi bildim bileli kendimi sevmemem de ve kendimi bildim bileli içten içe beni öldürecek kadar acı çekmeyi istemem. güzel olan herhangi bir şeyi hak edecek ne yaptım? kime faydam dokundu bu zamana kadar?
insanlar bana acımasın, ama içimde bu acı ile yaşamaya devam edeyim. insanlar varsın beni kötü bilsin, hayırsız bilsin, umursamaz bilsin ama içimde bu acı ile yaşamaya devam edeyim. zaten ne yaparsan yap sanki açıp da kalbinin içine bakmış gibi kendi kafalarında kurdukları profile göre seni yaftalamıyorlar mı?
neye göre?
söylediğin tek bir söze göre. kendi söylediklerini unutup sadece senin söylediğin, öncesini ve sonrasını sildikleri ama arada cımbızla çektikleri bir söze göre.
neye göre?
ettiğin bir ah'a göre. yaşadığın ya da yaşamakta olduğun anın şartlarını göz önüne almadan etmiş olduğun sadece bir nefeslik ah'a göre.
2 gündür sorguluyorum; ettiğim iki kelam mıydı insanların "sen çok değişmişsin" demesine sebep olan. attığım iki saniyelik kızgın bakış mıydı insanların "sen artık sevmiyorsun" demesine sebep olan. vermediğim iki kuruş muydu insanların "sen çok paragöz olmuşsun" demesine sebep olan.
belki de hiç olmadığım kadar öfkeliyim adını koyamadığım bir şeylere. adını koyamadığım için öfkemi kendime vuruyorum. adını koymaktan korkuyorum belki de ama bunu da kendime itiraf edemiyorum, kaçamıyorum. öfkemin istikametini belirlersem öfkem itidalimin de ritüelimin de soyutlanmamın da önüne geçecek çünkü. o yüzden öfkemi kendime vurmaya devam ediyorum. varsın dünyada bir insana yakıştırılabilecek ne kadar olumsuz betimleme varsa bana yakıştırılsın ama ben içimdeki öfke ile acı ile baş başa yaşamaya devam edeyim. amacım ermek, bir noktaya ulaşmak değil. kendim kendimle, insanlardan, dünyanın fazlalıklarından olabildiğince uzaklaşarak, kendime dert yanarak, kendime acı çektirerek, düşünerek yaşamak sadece. öfkem bugünlük sadece ritüelimin önüne geçtiği için bu gece ritüelimi bozarak düşünmek yerine yazmayı tercih ettim kendime verdiğim sözü de bozmanın verdiği utanç ile.
bu durum, bu ruh hali ne kadar sürer bilmem. gönül ister ki son nefesi verene kadar. ama bir yandan da korkuyorum kendime bir kaç hafta evvel verdiğim sözü bozacak kadar bile sözünün eri değil miyim diye. ama diğer yandan ben de bir ananın evladıyım; hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür
devamını gör...