maskeler, roller ve başkalarının sınırları çizdiği hayatlar... kendimizi seçemiyoruz. kendimiz olmak için bedeller ödememiz gerekiyor. çünkü kendimiz olursak acı bir yalnızlığı deneyimleyebilir, tercih edilen olamayabiliriz. kabul görmek sosyal varlık olan insan için önemli ve kendini gerçekleştirmenin olmazsa olmaz bir parçası. koşulsuz sevmeyi ve bir şart sunulmadan sevilmeyi deneyimlemek tüm yaralarımızı saracak aslında. gerçekçi ve beklentisiz sevgi bizi iyileştirecek ve insanlığı bir adım daha ileri götürecek.
güzel günlere olan inancımız bahar mevsimi gibi çiçeklensin dilerim.
senin varlığınla üstesinden geldiğim çok şey var. bana ışığımı gösterdin, gözlüklerimin camını sildin. sen arınıyorsun. ben de sensizlikle yıkıyorum kalbimi. bir kuşu severken, bir kuş tüyünü kitabımın arasında saklarken. soğuk bir akşamda elimi cebime attığımda, çayın ilk yudumunda oradasın.
şimdi senden kalan boşluğa dipsiz bir kuyuya bakar gibi bakıyorum. sensizliğin yerine ne koyayım?
siyahın beyaza bulaşmadığı yüzünde arada kalmış duygulara yer yoktu. beyaz ne kadar beyazsa siyahta en koyusunda… gri renk kıyafetlerini siyah bir çöp poşetine doldurup, çöpün kenarına bırakmıştı. saklamak zorunda değildi içindeki dalgaların kıyıya vuruşunu, bir kuyruklu yıldızın gecenin siyahını parlak bir beyazla ikiye bölmesi gibi netti ifadeleri.
çatık kaşları mış gibi mi yapıyor dersiniz? öyle gelebilir çünkü uzun bir zaman mış gibi yaptı ama şimdi göründüğü kadar gerçek. ilk defa iki kaşının arasındaki uzunlamasına iki derin çizginin hakkını veriyor. donuk bir ruhun ifadesizliği buraya kadarmış.
yüzüne çizilen tek damla gözyaşı kimsenin görmediği ve eskiden kimseye gösteremediği gözyaşlarını temsilen orada duruyordu, yanağında.
sahne de onu iki kolundan çekiştirmeye çalışanları bir denizin içindeki pislikleri kıyıya vuruşu misali kenara itti. burası yalnız hissetmediğim yer dedi ve yalnız değildi. dünya kurulduğundan beri insanlığın dertlendiği, korktuğu şeylerden biriydi yalnızlık. bunu hissetmeyen, deneyimlemeyen, cümle içinde kullanmayan yoktur diye düşündü. sırf bir yere ait olmak, kendi dışında daha büyük bir bütünün parçası olmak çok zamanını almıştı. bir bütüne ait olmak o bütünün içinde kendine has duyguları, yaşanmışlıkları ve siyah gibi beyaz gibi net renkleri yok saymak değildi, kendini eritip başka bir formda onlara karışmak değildi. sivri uçlarını törpüleyip kimseye batmamak, bizi döngüden çıkarmayacaktı. harekete geçiren o acı batma hissi çok değerli.
kalbi göğüs kafesinde esirken bedeni dünya sahnesinin kıyılarını dolaştı ve tek tek selamladı bu yolculuğa şahitlik edenleri. oyunun başından beri başının üzerinde bulunan siyah şapkasını çıkardı ve elinde sımsıkı tuttu. geri geri giden adımlarla ayrıldı oradan. başka bir sahneye yolculuk için tek kişilik bir bilet bulmuştu son dakika. boğuştuğu geç kalmışlık hissini yere sermişti nasılsa…
şimdi yine yeniden, beş dört üç iki bir ve sahne!
semra sar, cüneyt arkın ve hülya koçyiğit’in beraber oynadıkları 1971 yapımı severek ayrılalım filmini izleyeniniz vardır. orada semra sar hanımefendinin güzelliği su gibi.
arada bir bir yanım
kaçsam diyor uzağa
katsam diyor önüme
canımı, yorganımı
arada bir bir yanım
düşsem diyor tuzağa
geçsem dünyanın derdini
varsam cennetime diyor
ama o öbür yanım
var ya öbür yanım
amman öbür yanım
korkak diğer yarım
kurtulmak kolay mı?
kurtulmak kolay mı kendinden?
sıyrılmak kolay mı?
sıyrılmak kolay mı derdinden?
onlar aynı kadının parçalarıydılar, parçaların sonunda tekrar birleşmesi gerekiyordu.
peki ya biz? bizim parçalarımız nerde? bir türlü bulup ta birleşmediğimiz için mi bu kadar eksiğiz?
aysel gitti.
+onun için mi üzgünsün?
-yoo
+döner herhalde, üzülme ne olursun.
-dönse de farketmez.
+neden?
-artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz ki. bir kere gitti mi gitti. yüzüne baktığında hep bunu hatırlarsın.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.