evrim, kadının beynine
"uzun boy: mağara kapısını ilk açan" gibi ilkel bir eşik yerleştirmiştir. zamanla mağaralar yerini dubleks dairelere, kapılar ise stor perdeli pvc pencerelere bırakmış ama kadının gözündeki o
"yükseğe erişebilen adam" fetişi baki kalmıştır. bir bakıma evrimsel olarak, genleri güçlü ve güzel olanı bir sonraki nesile taşıma ilkel eşiği de olabilir.
ortalama 163 cm boyundaki türk kadını için uzun boylu erkek, sadece perdeleri asmakla kalmaz; aynı zamanda hayatın sarp yüksekliklerine de ulaşabilir. mutfaktaki en üst raftan tencereyi almak mı? yoksa toksik ilişkilerden sıyrılmak mı? ya da topuklu ayakkabıda sınır gözetmemek mi?fark etmez. uzun boy, bir tür
sosyal asansör gibi görülür. fiziksel olarak yüksek olanın, duygusal olarak da erişkin olduğu varsayılır. -ki bu varsayım, çoğu zaman nescafe üçü bir arada'nın "kahve" olarak tüketilmesi kadar yanlıştır- ya da boy konusunda ortalaması pek düşük olan türk kadını için bir çeşit komplekstir. (bkz:
benim yaşadıklarımı çocuklarım yaşamasın.)
psikolojik yönden bakılırsa, kadının yanında bir
"dağ gibi adam" istemesi değil; kendini
"o dağın eteğinde çiçek açmış nadide bir sarı papatya"gibi hissetmek istemesidir. aşk değil, bir tür ölçü birimi. kadın, kendi özgüvenini yanındaki erkeğin baş hizasıyla kıyaslayarak ölçer.
çevresel
* boyutta ise işin ucu annelere, komşulara ve düğün salonlarındaki ilk dans fotoğraflarına kadar gider. çünkü uzun boylu adamla dans edince, gelin topukluyla bile
"güçlü ve zarif bir minyatür"gibi görünür. oysa kısa boylu biriyle dans ettiğinde, sosyal çevre
"acaba çocukluk arkadaşı mı?, damat yaşça küçük heralde!" gibi dedikodulara bir
sherlock holmes fırtınası esebilir. (bkz:
küçük enişte sendromu)
çoğu zaman, perdeyi asacak adam arayışının, kalbi saracak adamla karıştırılmasıdır.
devamını gör...