dairene dön hürrem yazar profili

dairene dön hürrem kapak fotoğrafı
dairene dön hürrem profil fotoğrafı
rozet
kendisi dondurmuş
karma: 641 tanım: 54 başlık: 4 takipçi: 7

son tanımları


bira köpüğünde kuantum fiziği arayan tip

arayan mevlasını da bulur, belasını da. pes etmemeli.
devamını gör...

güzel erkek isimleri

ozan.
ama çok ukala oluyorlar, bilemedim.
devamını gör...

düşün ki o bunu okumuyor

kanepeni bıçaklarım. üzülürsün.
devamını gör...

eski sevgiliye mesaj atmak için bahaneler

en çalışanı ironiktir ki -en klişe olanı da-, "rüyada görmek"tir. çünkü insanlar kendilerine kendilerinden bahsedilmesini sever. belli etmeyenler de sever. yüzde elli geri dönüş payına ek olarak; stolkladıgınız kadarıyla doğru tahminlerle bir rüya senaryosu da hazırlayabilirseniz, muhabbeti 15 dkya uzatabilirsiniz. çok doğru tahminlerde bulunup senaryo yazarsanız "büyücülük" endişesi ile engellenme ihtimali de var tabii. risk- kazanç eğrisi. dengeyi iyi ayarlarsanız kim bilir, belki ertesi gün "merhaba, bugün nasılsın?" diye sorabileceginiz bir muhabbet başlayabilir. biraz çaba gösterin şekerim, "naber" nedir yahu? cevap gelince de "uyudun mu"...
devamını gör...

kargo gelince moral düzeliyor sanmak

"gerçek aşk, midende kelebekler uçtuğunda değil, kargo kapı ziline bastığında başlar"- modern yalnız aforizmaları.

psikolojik literatürde henüz adı konulmamış olbilir lakin, her evde yaşanan, geç kapitalizmin yeni nesil duygusal manipülasyon tekniği: anlık serotonin dopingiyle ruhsal enflasyonu bastırma girişimi.
çözülmeyen travmaları konuşmak yerine, sepete yeni bir ürün atmak daha kolaydır ve daha keyiflidir de.
renkli ve cıvıl cıvıl bir ambalajla kaplanmış ayakkabı kutusu ile birlikte teslim edilen "yeni ben" illüzyonu, geceleri kanepede battaniyenin altından incelediğin terapi fiyatları ile doğrudan ilişkilidir. bugün beğendiğin kaban, aslında geçen kış sana soğuk davranan ex'in metaforik temsilidir. bu yüzden üstüne cuk oturur, tam senin size'ındır.

kargo geldiğinde bir "bip" sesi ile hayatın bütün kontrolü kısa süreliğine senin elinde zannedersin. daha önce yüzde yetmiş inndirimle aldığın ama yüzde yüz gereksiz pembe ajanda ile göz göze gelirsin. hâlâ içi boş. tıpkı senin gibi.

ürün geldi, bir süreliğine her şey düzeldi sandın ama sonra? hiçlik.
kutuyu ilk açarken yaşanan heyecan, ilk flört döneminde "yazıyor ama geç cevap veriyor" durumuyla aynı kimyasal tepkimeyi oluşturur. asıl trajedi de kutuyu açtıktan sonra başlar. dolapta yer yok, hayatında da yer yor. aldığın hiçbir şey seni sarmalamıyor, sorun kabanda da değil. bu içindeki ürperti mevsimsel değil, duygusal soğukluktan.

ürün iade süresi 14 gün, kendini kandırma süresı sınırsız... bir süre kargoyla birlikte gelen baloncuklu poşetlerle oyalanırsın boşluğa bakarak. o da evde bir ses olur işte.
devamını gör...

abidik gubidik twist

toplum olarak 5000 yıllık medeniyetin mirasçısıyız, ama hâlâ "abidik gubidik twist" diyerek kalça kıvırırken tökezlememiz an meselesi. öztürk serengil’in bu şarkısıyla, kültürel evrimimizin dans pistine taşınmış halini izleriz bir bakıma. ne tam batılı, ne de yerli yerince doğulu; hem göbek atar hem bel kıvırır, hem "köy/aşiret düğünü" hem "amerikan rüyası".

abidik gubidik twist, 1960’ların "yeşilçam travmasıyla" yoğrulmuş türk toplumunun modernleşme sancılarını ritmik bir absürtlükle anlatır. twist, abd’den ithal, lakin bizde delilo delilo destane evrimleşmiş; serengil ise dans değil, bir kültürel jest ustasıdır. "abidik gubidik" diyerek, aslında bizim bu batılılaşma işine ne kadar "kendi tarzımızı" kattığımızı gözümüze sokar. sözde dans, özde karikatürdür: medeni kanunla avrupa’yı yakalayıp, düğünde dayının cebinden çıkan kasetle tekrar ortadoğu’ya dönmemizin fiziksel manifestosudur.

nietzsche’nin "apollon ve dionysos" ayrımı, burada "halay ve twist" arasında yaşanır. kolbastı o zamanlar popüler değildi çünkü. kimliğini bulamamış bireyin, bir yandan kalçasını sallarken bir yandan dedesinin mezar taşına saygı duruşu sergilemeye çalışmasıdır bu. hem varoluşsal bir çırpınış hem içsel bir kopuştur: "ben kimim? ve bu ritim neden bana bir yerden tanıdık geliyor ama tam da oturmuyor?"
öztürk serengil burada sadece komik adam değildir; kültürel bir müneccimdir. bize "modern olmak istiyorsan önce garip olmayı kabul edeceksin" der. çünkü twist bizde, bir "dans figürü" değil, toplumsal refleks olmuştur.

velhasıl, "abidik gubidik twist" bir şarkı değil, bir aynadır. baktıkça gülersin, güldükçe düşünürsün, düşündükçe kıvırırsın. zaten toplum olarak en iyi yaptığımız şey değil midir, bir gariplik yaratıp sonra ona alışmak?

dans devam etsin tabii. ama adımlar dikkatli; zira zemin kaygan, kimlikler gevşek.
devamını gör...

türk kadınının uzun boylu erkek sevdası

evrim, kadının beynine "uzun boy: mağara kapısını ilk açan" gibi ilkel bir eşik yerleştirmiştir. zamanla mağaralar yerini dubleks dairelere, kapılar ise stor perdeli pvc pencerelere bırakmış ama kadının gözündeki o "yükseğe erişebilen adam" fetişi baki kalmıştır. bir bakıma evrimsel olarak, genleri güçlü ve güzel olanı bir sonraki nesile taşıma ilkel eşiği de olabilir.
ortalama 163 cm boyundaki türk kadını için uzun boylu erkek, sadece perdeleri asmakla kalmaz; aynı zamanda hayatın sarp yüksekliklerine de ulaşabilir. mutfaktaki en üst raftan tencereyi almak mı? yoksa toksik ilişkilerden sıyrılmak mı? ya da topuklu ayakkabıda sınır gözetmemek mi?fark etmez. uzun boy, bir tür sosyal asansör gibi görülür. fiziksel olarak yüksek olanın, duygusal olarak da erişkin olduğu varsayılır. -ki bu varsayım, çoğu zaman nescafe üçü bir arada'nın "kahve" olarak tüketilmesi kadar yanlıştır- ya da boy konusunda ortalaması pek düşük olan türk kadını için bir çeşit komplekstir. (bkz: benim yaşadıklarımı çocuklarım yaşamasın.)

psikolojik yönden bakılırsa, kadının yanında bir "dağ gibi adam" istemesi değil; kendini "o dağın eteğinde çiçek açmış nadide bir sarı papatya"gibi hissetmek istemesidir. aşk değil, bir tür ölçü birimi. kadın, kendi özgüvenini yanındaki erkeğin baş hizasıyla kıyaslayarak ölçer.

çevresel* boyutta ise işin ucu annelere, komşulara ve düğün salonlarındaki ilk dans fotoğraflarına kadar gider. çünkü uzun boylu adamla dans edince, gelin topukluyla bile "güçlü ve zarif bir minyatür"gibi görünür. oysa kısa boylu biriyle dans ettiğinde, sosyal çevre "acaba çocukluk arkadaşı mı?, damat yaşça küçük heralde!" gibi dedikodulara bir sherlock holmes fırtınası esebilir. (bkz: küçük enişte sendromu)

çoğu zaman, perdeyi asacak adam arayışının, kalbi saracak adamla karıştırılmasıdır.
devamını gör...

bu ışıltılı hayatı ben seçmedim

"hayaller paris, gerçekler pendik" şiarıyla büyümüş bir bireyin, kredi kartı ekstresi ile yüzleştigi anda gözlerinin önünden geçen tüm influencer story’lerine istinaden sarf ettiği dramatik epigraf.
insanlık tarihinin "parıltılı olan her şey altın değildir" temasını, günümüz post-modern toplumda "ışıldıyorsa borçla alınmıştır" motyosuna evrimleştiren kişisel çöküş anıdır.
bir yanda ayda en fazla bir kere, "etiler'de after'a geçiyoz mu?" diye soru sordurma hakkına sahip olunan geceler, diğer tarafta pazartesi sabahı printera toner takmaya çalışırken tırnağı kırılan ece'lerin iç monoloğundan bir kesit.
bu hayat bir tercih değil; algoritmaların, estetik kaygıların, modanın, özcekim filtrelerinin, "sabah kahvemi içmeden güne başlayamıyorum" söylemlerinin meşrulaştırdığı yavaş ve sancılı bir çöküşün tek yön istikametidir.
gen-z'nin, "soft depresyon"unu ışıltılı bir ınstagram filtresi ile süsleyip "monday vibes" yazdıgı kahpe bir düzendir bu.

bu hayatı kim seçtiyse, lütfen iade alsın. biz hâlâ bim aktüel takip ederek yaşıyoruz.
devamını gör...

alain delon sendromu

psikoloji literatürüne henüz girmemiş ama girdiği takdirde aşırı estetik baskı bozukluğu olarak tanımlanabilmesi muhtemel bir durumdur. adını da 60'ların fransa vitrin süsü olan ama "ben neden yalnızım" sorusunu anlında tasıyan alain delon'dan esinlenerek bizzat koydum. alain delon, "yakışıklı olmanın da laneti var." diyen tek kişidir ve haklı olduğu da gözlemlenebilirdir. buna ek olarak, "beni çok kadın sevdi ama çok azı gerçekten beni sevdi" diye eklemeleri de olmuştur.

bu sendrom, fiziksel özellik bakımından tanrının favını almış kişilerde gözlemlenir. alain delon sendromu, bireyin fiziksel olarak hayranlık uyandırmasına rağmen, gerçek ve derin ilişkiler kurmakta zorlanmasıyla karakterize edilen bir yalnızlık türüdür. bu kişiler çokça arzulanır ama nadiren sevilirler. çünkü toplum onları insan değil, "ikon" olarak görür.

"ben sadece güzel bir yüzüm… içimdeki melankoliyi gören yok."


klinik belirtileri:

-insanların seni tanımadan senin hakkında fikir üretmesi. hatta arsızlığı ve yüzsüzlüğü iyice ele alıp, görüntün hakkında söz hakkı ve yargıç olabileceğini düşünerek gevezelik etmesi.
-"senin gibi birinin derdi mi olur?" cümlesini yılda en az 53868297262891629288 kez duymak.
-ilişkilerin genelde seni bir duvar posteri gibi görmekle yetinmesi.
-duygusal yakınlık kurmaya çalıştığında karşı tarafın şaşırması: "aa, senin de duyguların var mıymış?"
-arkadaş ortamında sadece "güzel/yakışıklı kontenjanı" olarak anılmak.
-güzelliğinle değil, iç dünyanla değer görmek istemen ama kimsenin oralı olmaması.

alain delon sendromu, aşırı dışsal onaylanma ve içsel yalnızlık arasındaki kronik çelişkinin ta kendisidir.

bu kişiler genellikle derindirler ama korumasız olurlar. büyük bir çoğunluk tarafından onaylanabilir, arzulanabilir ama kimse yaklaşmayı göze alamaz. çünkü, toplum güzelliği kutsar ama iş onu anlamaya ve yaşamaya gelince bunun sorumluluğuna cesaret edemez. romantik ilişkiler söz konusu olduğunda, partner ya komplekse girer ya da seni trofe* olarak görür. erkeksen "yakışıklı ya kesin duygusuzdur", kadınsan "güzel ya kesin götü kalkıktır" diye hemen etiketin hazırdır.

gerçek bir bağ kurmak mı istiyorsun? geçmiş olsun. bu hayatta seni anlayabilmesi muhtemel iki kişiden biri annen, diğeri de yaşlı psikoloğun olabilir.

alain delon sendromu, güzelliğin lanetli bir lütuf olduğunu hatırlatır. herkes seni görür, herkes sana yavşar, herkes için bi' ihtimal olursun; ateş gibisin, alevlerin mest eder ama kimse o ateşe yaklaşmaya cesaret edemez. parlak, cilalı, fosforlu vitrinin arkasındaki kapkara yalnızlığınla kalırsın.

ama bir gün...
devamını gör...

türk kadınının efendi mütevazı centilmen kibar ahlaklı erkeği sevmediği gerçeği

bir yanılsamadır. belki de kendisini "mütevazı, centilmen, kibar, ahlaklı" olarak tanımlayan ama aslında bunun bir illüzyon olduğunun farkında olmayan erkek bireyin, bir çeşit narsisistik kaçış planı çerçevesinde ego mastürbasyonudur.

var bir bey, müsade ederse seveceğim ama müsade de etmiyor. gıdısını okşayıp, göbeğini kaşıyayım diyorum, tırmalıyor. hepsi tam da, uysal değil galiba. aaaa, kediymiş.
devamını gör...

en sinir olduğunuz cümle

"ben adil düşünüyorum, gelişmiş bir bireyim" diye bas bas bağıran ama bütününde "ben kezbanım" ya da "ben kekoyum" diye tüyler ürperten bir fısıltı estiren cümlelerdir. başlığına göre değişir.
devamını gör...

türk kadınının en yetenekli olduğu konu

türk erkeği ile muhatap olup, aklı melekelerini koruyabiliyor mesela. niş bir yetenek.
devamını gör...

cıvık bacım afedersin

trt nostaljisinin kireçli çay bardaklarında demlenmiş, memur mizacının pasif-agresif manifestosudur. çaycı abbas’ın ağzından dökülen bu replik, aslında yalnızca bir uyarı değil; bir toplumun "rahatsız etmeyeyim ama rahatsızım" duruşunun kelimelere dökülmüş hâlidir.

"cıvık bacım afedersin" dedi mi birisi, bilin ki sınır ihlali vardır ama kimse hudut karakoluna rapor tutmak istemiyordur. hem susmak istemeyen, hem de kavgaya girmemeye çalışan bir kuşak- neoliberal kırılganlık öncesi son çıkış. içine atmanın ironik, çaya katığın pasif bir çığlığı.

buradaki "cıvık", sadece fiziksel bir kıvamı değil, sosyal ilişkilerdeki kıvam kaybını da temsil eder. ortam sıvılaşmış, sohbet sulanmıştır. samimiyet, haddini aşmış ve "çaycıya laf düşürmüştür." bacım ise burada bir akrabalık terimi değil, kalabalıkta yalnız kalmanın hitap şeklidir. yani abbas, muhtemelen kadını tanımıyordur; ama toplumun her kadını, biraz "bacı"dır, çünkü "hanımefendi" fazla resmi, "abla" fazla sıcak, "kadın" ise fazla doğrudur.

bu repliği günümüzde duymazsınız; çünkü artık kimse ne cıvıklığını fark eder, ne de af dileyecek inceliğe sahiptir. herkes podcast, herkes kendi dizisinin başrolü. çaycı kalmadı, barista var. abbas yok, bir de "kanka kahveye gidelim mi" diyen yapay samimiyetin neferleri var. herkes başkası ile ilgili karar mercii, herkesin çok önemli fikirleri var ve herkes bastırılmış cinselliği, gevşekliği bir şekilde "hanımefendi-beyefendi" sunumuyla parlatıyor.

bu replik, sadece bir karakterin lafı değil; bir dönem insanının sosyal mesafe protokolüdür. ve o dönem çoktan bitmiştir. cıvıklar çoğalmış, abbaslar istifa etmiştir.
devamını gör...

çaylak olmak

aslında biraz özgürlüktür. her özgürlük gibi bazı olumsuzlukları da vardır.
devamını gör...

yazarların bugün aldığı en güzel iltifat

"yazıklar olsun".
devamını gör...

düğünde çeyrek altın takmak

evlenen kişi ile olan yakınlığa göre fazla ya da eksik kalabilecek bir eylemdir. örneğin; kardeşimiz evleniyorsa ya da çok yakın olduğumuz bir kuzenimiz, kardeşlerimizin çocukları vb., bu takı eksik kalacaktır.

medeniyetten ölen, duvarları dişleyen bir poseur iseniz, eski sevgilinin düğünü ise cazip ve niş bir tercih olabilir. tamamlanamamış ilişkiye bir atıf da olabilir bilemiyorum, yeterince ahlaksizsaniz gram altın da takabilirsiniz. düğüne iştirak etmemek de tercih kabul edilir.
devamını gör...

güzel erkek isimleri

toni, coni, hans.

hem kısa ve anlaşılır hem de silkeleme eyleminde iyi oldukları rivayet edilir.

rivayete göre yakın değil ama uzak akraba olan bu üç isim, bir yol agzinda buluşurlar. hiç konuşmadan karar verilmiş ve bilmedik diyarlara yol almışlardır. serüvenleri de efsaneleri de o yol başında başlar.
devamını gör...

ilgi bekleyen kadın

ilgi beklemek, herkesin hakkı ama kimsenin vermek istemediği bir şey. trafikte sinyal vermek kadar basit, gerekli bir o kadar da umursanmayan. bir şekilde bağ kurduğumuz insanlara ilgi göstermek de bir lütuf değil, bir sorumluluktur. hickimse önemsiz hissetmek için bir ilişkiye başlamaz.

bu bir zayıflık değil, insan olma durumudur aslında ve cinsiyet gözetmeksizin orada öylece bütün gerekliliği ile durur.

ama nedense bu dile getirildiğinde "trip atmak", "ilgi arsizi olmak" gibi tanımlanıyor. oysa bir zamanlar gözlerinin içine baktığın insan, günden güne fark edilmeyen birine dönüşüyorsa, burada beklenen şey fazladan ilgi değil; bir zamanlar gördüğü ilgi ve sevginin devamıdır. yani, istikrar.

günümüz ilişkilerinde ilgi gösteren "ezik", ilgi bekleyen "doyumsuz", beklenen ilgiyi göstermeyen "cool", yakıp geçen de "çekici" kabul ediliyor.

oysa ki kim beklemez en sevdiği kişinin gözünde önemli biri olmayı?

psikoloji, bağlanma stilleri der; whatsapp, kaç kere yazdım dönmedi der; ama boşver be, ilgisizligin de bir ilgisi var.
devamını gör...

formatı bi oku sonradan papaz olmayalım

(bkz: hadi gene iyisin köftehor kaptın yazarlığı) cümlesinin devamında, baştaki konfetilerin ardından, işin ciddiyetini vurgulamak için yeni yazarın yüzüne bir tas buzlu su çarpmaktır. artık işin şakası bir yanadır, yazar olmuştur ve tanım yaparken "ya ben buraya içimi dökemeye gelmiştim" lüksünü çaylaklıkla birlikte tarihin tozlu sayfalarında bırakmıştır. artık format vardır, kurallar vardır, çizgi vardır. çizgiyi aşana yaptırım vardır. had bilme sanatı'nın konuşacağı yeni bir çağ başlamıştır.

papaz olmak, bu cümlede sözlük mecrasindaki linç kültürünün akademik adıdır. çünkü topluluğun genel geçer onayından geçmemiş her entry, kıdemli yazarlar tarafından topa tutulur; asi her yazar infaz edilir. yeni kişi yazarlık terfisi almıştır ama promosyon olarak; kan, ter ve gözyaşı da heybesine yüklenmiştir.

never forget the rules!
devamını gör...

seni gerçekten seven tek varlığın bir kedi olması

(bkz: bir kedim bile yok)
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim