başrolünü ryan gosling'in üstlendiği, craig gillespie yönetmenliğindeki 2007 yapımı film.
lars linstrom bir wisconsin kasabasında abisi gus ve eşi karen ile aynı konumda farklı evlerde yaşamaktadır. lars insanlardan kendini olabildiğince soyutlamış, özellikle temastan kaçınan, içe dönük birisidir. annesi kendi doğumu sırasında ölen lars, babası ile de iyi bir ilişki kuramamış, üstüne abisi gus ilk fırsatta evden ayrılmıştır. babası ölünce kalan mirasta abi kardeş yan yana yaşamaktadır. ancak abisi iki katlı bir evde yaşarken lars kulübüden bozma bir eve razı olmuştur.
karen, lars için işlerin normal şekilde gitmediğini fark ederek bunu anlamak ve değiştirmek için çaba gösterir. bir yandan iş yerinde yeni başlayan margo isimli sevimli kadın lars'a ilgi duymaktadır. bunlara tepkisiz kalan lars farklı bir yolu seçer. işler karmaşıklaşır.
filmdeki lars karakterine başta gülüyorsunuz, dalga geçer gibi. hele ki bu kadar olmasa da içe dönüklüğünüz vb. sorunlarınız varsa iyice garipleşiyor. ona gülerken kendinizi anımsıyorsunuz. ancak süre geçtikçe onu anlamaya başlıyor, acıyorsunuz, onun için üzülüyorsunuz ara sıra gülseniz de. gosling ve karen rolündeki emily mortimer harika iş çıkarmış.
kasaba halkının verdiği reaksiyonlar ne kadar günümüz dünyasında pek mümkün olmasa da hiç değilse bunu filmde görmek güzel bir deneyimdi. içimi sıcacık etti. haricinde ise aile yaşantılarının gelecek yaşantımıza ne kadar etki edebileceği, sosyal çevrenin ise hayatımızda ne kadar güçlü bir rol oynadığı, pişmanlıklar ve suçluluk hissiyatı, psikoterapinin ve konuşmanın, birileri tarafından anlaşılmanın, sevilmenin ve bunu fark etmenin o iyileştirici gücü filmde çok güzel anlatılıyor.
hepimiz hayatımızda mükemmel bir çocukluk geçirmeyiz. kimimizin sevgi unsuru eksiktir, kimimiz tacize maruz kalmışızdır, kimimiz bağımlılık şeması geliştirmişizdir ve bu örnekler böyle sürer gider. ancak ne yaşadıysak yaşayalım bu psikolojik hallerimizi gelecek yaşantımızda yaşamak zorunda değiliz. edineceğimiz iyi bir sosyal çevre, profesyonel destek vb. unsurlar hiç değilse geri kalan hayatımızı bizim için daha yaşanılır hale getirebilir. bu filmdeki ütopik bir şey değil, her zaman bu kadar şanslı olmayız belki ama her travmanın bir çıkış yolu vardır.
2-3 sezondur yayınlanan tv dizisi. zaman zaman boş anlarda aile içinde denk geliriz. her bölümde birisinin yaralandığı, polis tarafından gözaltına alındığı veya öldüğü dizi. spoiler olacak ama bana ne diyerekten kardeşlerim dizisinde iki kardeş kaldığını diğer iki kardeşin öldüğünü belirteyim. tüm kardeşler ölünce final yapacak sanırım. bu kadar çalkantılı bir hayat ne kadar mantıklı değil mi? bir de sürekli damdan düşer gibi onun bunun akrabası geliyor o bunun çocuğu çıkıyor, bu şunun eskisi çıkıyor da çıkıyor. son bölümde ise absürt bir şey oldu. lise son sınıf iki karakter nişanlandı... reşitlermiş de ondan. bunu bir de güzelliyorlar, ciddi ciddi nişanladılar yani. şu toplum yapımımızda yapılacak şey mi bu? umarım şu iq düşürücü dizi bir an önce yayından kaldırılır veya bu gibi toplumu hiçe sayarak saçma sapan senaryo yazmaya devam etmezler.
eğer tanrı varsa ateist zaten cayır cayır yanacak, ha ne olur, 1000 derece değil de 1100'de yanar. ya da belki namaza katılımına iyi hal indirimi yapılıp 500'e de düşürülebilir cezası. savunduğu ideolojinin arkasında durmadığı için ceza da alabilir tabi. ancak yine de bu davranışı sayesinde belki cennete bile gidebilir.
en kötüsü mü bilmiyorum ama benim yaşadığım, aileyi değiştirememek.
bazılarımız aile bakımından şanssızdır, gerçekten kötü ebeveyndirler. ancak bazıları aslında gerçekten sever, değer verir, önemser. ama onların yanlış bilgi ve tutumları sebebiyle hayatınız, gelişim dönemleriniz kötüye gidince işte... insanın tıkılıp kaldığı bir senaryo hayal edin. problemleri dillendirseniz de değişmiyorlar ve siz bu hayatı yaşamaya devam ediyorsunuz, onlardan uzak olamazsınız çünkü bunu hak etmiyorlar. sevgiliyi değiştirememek fasa fiso bunların yanında bence.
hayal gücü değil de fantazi diyelim ona, kültürden kasıt da hangi ırk nasıl sex yapıyor konusuna hakim olmak gibi şeyler olabilir. belki araştırma makalesini de yazarlar sonucunda.
bazı diplomalı kişilerin, özellikle eğitimci kişiliklerin bolca maruz kaldığım alışkanlıklarıdır. bilmiyorum kimsenin dikkatini çekti mi ama bu durum benim dersi, konuyu, eğitimciyi ciddiye almama engel oluyor. anlatıyor örneğin, "sinek kaydı" diyor, "ama ben buna sabun vardı diyorum."
özellikle mesleğinde doğru dürüst ilerleyememiş kişilerin sanki böbürlenmek ister gibi böyle konuşması ancak altının çok da dolu olmadığını bilmek. "sen kimsin de yeni akademik terim üretme çabasındasın" diyesi geliyor insanın. ha, kendi konuyu daha iyi anlıyor, aklında tutuyorsa tamam ama kalkıp da, diğerleri böyle diyor ama benim ifadem daha açıklayıcı der gibi bunu belirtmek, oldukça saçma bence.
espressolab'ın flat white kahvesi "iyi kahve" tanımlamasını içinden geçer efendim. izmir alsancak şubede çok iyi yapıyorlar, flat white en sevdiğim kahve tipidir zaten. ne sütü baskın ne kahvesi, tam orta sertlikte çok iyi bir kahve deneyimi yaşatıyor benim için.
ben evde ise çeşitli yaratıcılıklar sergiliyor, bazen yapacağım işi bazen de ooo baya iyi oldu diyerek hazırladığım kahveyi içiyorum. coffe art ise yapamıyorum babacım, azıcık bir şeylere benziyor artık da o kadar işte.
daha çok kesip atmak tarafındayım. koparınca ohh sinirler kopucak ağrıyı hissetmeyeceğim, tek sıkıntı ardından hissedemeyeceğim tek şeyin ağrı olmaması.
matematik bizim ülkemizde özellikle ebeveynlerde zeka ve başarı göstergesi olarak ele alınıyor. matematik uygulamaya dayalı bir şeydir. örneğin türkçe öğrenirken zaten günde birçok defa kullandığımız kelimelerin yazımını ve dil bilgisini vesaire görüyoruz ancak bunlarla ilgili yaptığımız şeyler zaten doğduğumuzdan beri maruz kaldığımız şeylerin üzerine inşa edilen konulardan ibaret. matematikte ise çarpma bile ilk kez okulda öğretiliyor. ve bu işlemleri yapmayı, soruları kendi becerilerinizle çözmeyi konu konu seri bir şekilde öğrenmeniz isteniyor. temeliniz ise vasat bir eğitim sistemiyle, üzerinizde ailenin yanlış bilincinin nefesini ensenizde hissediyorken, sınıfınızın öğretmenleri aynı aileniz gibi veya katı, otoriter iken, akran rekabetinin motive edildiği bir ortamda atılmaya çalışılıyor. birkaç yanlış gidişte hemen darmadağın olmaya oldukça müsait. ben de 6-7. sınıf civarlarına kadar iyiydim, baya iyiydim, bu söylediklerimin birçoğunu yaşadım. ne oldu, 8. sınıf ile başladı ve lise boyunca yapamıyorum dediğim bir dala dönüştü. dershanede baktım ki yapabiliyorum uğraşınca, kafam basmıyor değil. ancak hala o ilk-ortaokul etkisini tamamen kırabilmiş değilim.
matematik sevmemenin önemli bir sebebi kişinin yaşantıladığı gelişim dönemleridir diye düşünüyorum.
1 mart 2024 tarihinde türkiye'de gösterime giren frank herbert'in roman serisinden uyarlama filmdir. filmin ilk bölümü iyi iş başardı ve şimdi ikinci film, birinci kitabın devamı olarak gösterime girdi. filmin yönetmenliğini denis villeneuve üstleniyor. baş karakterler ise chani rolünde zendaya ve paul atreides rolünde genç ve geleceği parlak oyuncu timothee chalamet. feyd rautha ise austin butler'ın elinde.
arrakis ilk filmde yaşanan arrakis savaşı sonucunda tekrardan harkonnenlerin eline geçmiş, dük leto atreides ölmüş ve geriye sadece birkaç atreides kalmıştır. leto'nun varisi paul atreides, annesi leydi jessica tarafından bene gesserit yöntemleriyle eğitilmiş bir gençtir. savaş sonrası kaçış sırasında çölün derinliklerinde fremenler ile yolları kesişir. paul ve fremenler'in imparator 4. shaddam'dan intikam alma zamanı gelmiştir.
film kitaptan yine iyi bir şekilde uyarlanmış, bazı sahneler var ki gerçekten çok etkileyici ve tüylerimi diken diken etti. stratejik kararlar, dinin ve inancın hala var olan etkileyici rolü, din öğretilerine ve kehanetlere inanan ve inanmayan insanlar, insanlığın örneğin genler üzerinde oynama yaparak üstün insanı elde etme girişimlerinde bulunabilecek kadar gelişmiş, bir sürü mükemmel teknoloji geliştirmiş, yetenek olarak bir sürü teknik öğrenmiş ama bir o kadar da bir sürü noktada hala gelişim katedememiş oluşu çok güzel anlatılıyor. bir sürü de diyalog birebir aktarılmış zaten. özellikle stilgar'ın ikide bir lisan-al gaib demesi gülmeme sebep oldu.
görünen o ki filmin 3. bölümü gelecek, yani ikinci kitabın uyarlaması. film başarı elde ederse buna girişilecekti ki şu an gerçekten gündeme iyi şekilde oturdu. ülkemizde sinema maliyetleri göz önünde bulundurulunca bu döneme kalması üzücü ama verilecek parayı kesinlikle hak eden etkileyici bir bilim-kurgu filmi.
ahmet ümit'in yaklaşık 10 tane kısa hikaye barındıran polisiye kitabı. dili çok akıcı; hikayeler çok akıcı, farklı ve güzel.
genel olarak aslında toplumun bir portresini de çiziyor kitapta ahmet ümit. ahlâklı görünenler kaçakçılık yapıyor, kimisi başkalarının yaptıkları pisliklerden suça bulaşıyor, kimisi bir özelliği sebebiyle toplumdan ayrıştırılırken ve ilk zanlı adayı olurken bakıyorsunuz ihtimal verilmeyecek melek görünümlü biri...
betimleme miktarı çok daha az olan, çerezlik denebilecek bir kitap. normalde yavaş bir şekilde kitap okurken bu kitabı çok daha hızlı bitirdim. hikayelerin konuları, işlenişi, sonları bir dizi edasında güzel bir yolculuğa çıkarıyor okuru.
öyle işte, yani, güzel kitap.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.