eylülün ilk günlerinde, kaçı olduğunu hatırlamıyorum, ilk günlerinde, bir iki üç dört beş altı, bilmiyorum, ofisin önüne çıktım öğlen saatleriydi. on yirmi metre ötede bir adam fark ettim bana bakıyordu. bana baktığını fark ederek döndüm ona insiyaken. gözleri gözlerimdeydi. başka bir yere bakıp bakmadığını düşünmedim, düşünemedim bile çünkü öyle keskin bir bakıştı ki. "ne var acaba? nedir yani? ne?" der gibi döndüm arkamı. ben arkamı döndüm de aklım dönemedi sanırım.
aradan günler geçti. onu gördüğümü unuttum. o benim için uzaktan bana bakan, ama çok güzel bakan, çok sevecen, çok istekli, çok gerçek bakan biriydi ama sinirlenmiştim ve geçti gitti sandım. eve döndüm normal rutinime devam ediyorum. fakat o bakışı zaman zaman aklıma gelmeye başladı. uyandığımda aklımda, uyurken aklımda, şuan aklımda. ofisin önüne daha sık çıkmaya başladım. normalde lakayt bulurum böyle halleri. sevmem. ama yapar oldum.
bir hafta öncesine kadar bu beyefendiyle takriben 20 defa bakıştık. onu bana bakarken defalarca yakaladım. defalarca. defalarca. defalarca. elim ayağım birbirine dolandı. terledim. cümlelerim bozuldu. sesim kesildi.
bir keresinde yolda karşılaştık. küfürler mırıldanıyordum. yine kızmıştım bir şeylere. başını eğip tebessüm etti. bir keresinde de ofisin önünde dikiliyordum karşıdan geliyordu. beni her gördü ve kıpkırmızı oldu. yanakları kızardı. bir bakışı vardı kardeşlerim. allahım delirecek gibi oldum. içine çekildim. nefesim kesildi. onu ilk gördüğüm andan şimdiye kadar, önce aklımın bi köşesindeyken şimdi her anına bulaştı. uyanıyorum ve o. uyurken o. ofise giderken ayaklarım birbirine dolanıyor. onu göreceğim diye heyecandan ölüyorum. bir bakışını yakaladım bir keresinde; beni seyrediyordu başım önümdeydi, aniden aklıma geldi başımı kaldırdım ve göz göze geldik yine. alev aldı ortalık. kalbim duracak gibi oldu. böyle bir yeşil, böyle derin bir yeşil hiç görmedim. öyle güzel, öyle ihtişamlı, öyle gerçek ki. o gözlere hayatım boyunca bakmak istediğimi fark edince kendime kızmaya başladım. "aynen" dedim; "iki bakıştınız diye aşık olacak yaşı geçmedin mi mal."
herkes herkese bakar; ben de dikkat çeken bir tipimdir, beğenirler beni genelde ama o öyle bakmadı. o başka baktı. yemin ediyorum o ilk gün, yemin ediyorum, bütün inandığım değerler üzerine yemin ediyorum bana hiç öyle bakılmadı. bana aşık oldular, sevdiler, hayran oldular ama o tapar gibi baktı; öyle kendinden geçmiş ama öyle emin bir bakıştı ki. arkamı döndüm teması kesmek için ama hala göz gözeydik sanki. metrelerce uzaktan.
bugün de onu göreceğimi düşünerek erkenden uyandım. 4:30'da ayaktaydım, hazırlandım ve evden çıkmayı bekledim. en son cuma 14:00 civarında görmüştüm onu görmeyi özledim ama hiç denk gelemedik bugün. öfkelendim öğlene doğru. hiçbir şey çizemedim koskoca gün. gözlerim hep dışardaydı. onu aradı. hiç geçmedi. "ya bir daha göremezsem" diye bir başladım, günün sonunda; "ya öldüyse?" endişesine kadar ilerledi. gözlerim doldu. aslında bir daha görememe korkusuyla ağladım. "çıkıyorum ben keyfim yok" dedim çıktım. birkaç saat ofisin civarında dolandım. denk gelemedim. arabası da yoktu ortalıkta. sabahın sekizinde işine gelen adam cuma öğlenden beri ortalıkta gözükmüyor. cumartesi pazar zaten görmedim. pazartesi diye heyecandan zar zor uyudum onu görme umuduyla ama koskoca gün yoktu ortalıkta. üç gün oldu. cumartesi pazar pazartesi... öyle keyifsizim, öyle öfkeliyim ki. her önümden geçişinde göz göze geldiğim, benden başka kimseye bakışını yakalamadığım, benimle karşılaşınca kızaran herif ortalıkta yok. ne tebessümü burada, ne o güzel gözleri, ne yürüyüşü. eylülün başından beri her günüm, her günüm, onunla göz göze gelme ihtimaline göre şekilleniyor. onu göreceğim diye mutlu uyanıyorum. hemen gece bitsin istiyorum. hemen sabah olsun. kızaran yüzünü öpmek istiyorum, ona sarılmak, onunla konuşmak, ona anlatmak, inanılmaz özlüyorum. arkamı döndüm bana baktığını fark edince. dikilmiş öylece bana bakıyordu. o bakışını unutamayacağım. içim gitti. öyle güzel ki. kısacık kumral saçları, yemyeşil gözleri, gür , inanılmaz gür devasa bir sakalı var. onları her sabah düzelttiğine yemin edebilirim. tarıyor olmalı. böylesine incecik bir vücut böyle devasa bir ihtişamı nasıl taşıyor anlayamadım. küçücük elleri, pembe, müthiş, ısırılası dudakları, dudağının alt kenarında küçücük bir beni var. tapılası bir ışığı, normalde beyaz, beni görünce kızaran eşsiz bir teni var, bir düğmesini açtığında gördüğüm geniş bir göğsü var, su içerken yukarı aşağı hareket eden adem elması, eşsiz bir boynu var. sevimli bir götü, biçimli düzgün bacakları var. eğer boyu on santim kadar daha uzun olsaydı lagerfeld podyumunda yürüyecek kadar dev bir ışığı var. bir star ışığı. 1.75 civarı. kısa gibi duruyor ama öyle değil. hakikaten aurası öyle güçlü ki 2 metre gibi görünüyor. öyle güzel ki. bir tüy gibi. hafif. nesnelerin içinden geçiyor sanki. eşsiz bir şey. eşsiz. baş döndürücü. kaşları... burnu... ısırılası bir burun. öyle biçimli ki. ellerimle bütün yüzüne kutsamak istiyorum. tek tek her kirpiğini.
aklıma gelmiyor çünkü çıkmıyor. bir küçük ayda sıfır temas, sıfır muhabbet, sıfır iletişim ve ben dramlardayım. sadece bir kere çarpıştık. ama o romantik komedi filmlerindeki gibi olmadı. hiç öyle olmadı. adamı eziyordum ve elim kapıya çarpsa; "özür dilerim seni incitmek istemedim lütfen bağışla beni sevgili kapı, insanlık hali işte, hadi sarılalım" diye yakınan ben, herkese karşı hakikaten son derece zarif, son derece kibar olmakla tanınan ben, koskoca ben, somurtup oflayarak hiçbir şey söylemeden yoluma devam ettim. adam da yazık yavrum öylece baktı. o da bir şey diyemedi. ne desin ki? üzerinden dozer gibi geçtim ve bir de yüzüne yüzüne somurttum.
onu bir daha görememekten çok korkuyorum. kalbim bir tuhaf atıyor. ofise yaklaştığım an terlemeye başlıyorum. nefes alışlarım hızlanıyor. beni gördüğü ve onu gördüğüm yere gelince zaman duruyor. uyanıyorum ve gözleri aklımda. dudakları aklımda. öyle tatlı bir pembe ki. çizilmiş gibi bir yüz. tek bir fazlalık, tek bir kirpik fazlası, ya da milim, yok. her şey bütünün bütün güzelliği ona hazırlanmış gibi. bir ustanın elinden çıkmış gibi. david gibi. yüze, keskin, başka, kutsal, başka, uzak, sıcak. o, tebessümü aklımda. yürüyüşü aklımda. rüyamda görüyorum. öyle güzel ki. nasıl koktuğunu bilmiyorum. küçücük ellerini avuçlarıma almak istiyorum. öyle tatlılar ki. bir keresinde çok sıcaktı ya, elimi alnıma götürdüm yürürken istemsizce, o da aynını yaptı. kurban olduğum nasıl güzel götürdü elini alnına. hakikaten çok özledim. yarın belki görürüm. tanrım nolur denk gelelim. yine göreyim. tekrar göreyim. sonsuza kadar onu göreyim. aklımdan çıkmıyor. gözleri gözlerimden gitmiyor. yürüyüşü, o sadelik, iddiasızlık ama diklik, delireceğim. bana bir bakışı var. kardeşlerim ben eriyorum. içim gidiyor. iştahım kabarıyor. öyle garip bir şefkat, öyle derin bir merak. aramızdaki aptal camı kırıp onu içeri çekmek istiyorum. onu içime almak. bi sarılsam var ya kemikleri kırılır. o kadar incecik ki. ama genetiği düzgün. spor yapsa efsane olur. o kadar yakışır ki iyi bir vücut ona. belki beraber yaparız. ben öğretirim ona. potansiyeli var. öyle güzel ki. hakikaten böylesini görmedim. bu gezegenden değil gibi. sabahın olmasına daha vakit var. onu görme ihtimalim hala var. yeniden karşılaşabiliriz. yeniden tebessüm eder bana belki. ben ne böyle bir yeşil gördüm, ne bana böyle şimdiye kadar bakıldı, ne de böyle bi bakışla yere serildim. birçok tecrübem oldu, hakikaten çok sevildim ama bu başkaydı. o bakış başka bir bakıştı. anlatamıyorum. çok başkaydı. hem iddialı hem çekingen hem meraklı hem uzak. öyle güzeldi ki. tamamiyle onunla olmak istiyorum. her akşam onu görmek, onunla uyumak, ona kapıyı ben açmak, onu beklemek, onu özlemek, onu anlamak, onunla sevişmek, onun olmak. duruşunda bile garip bir baskınlık vardı; hakikaten dokunulmaz gibi, gerçekten, bir yürüyor, bir bulut yürüyor sanki, ışık saçıyor hem ağır hem değil. öyle başka ki. nefesim kesiliyor gördükçe. en son cuma öğlen gördüm, bir daha yok, koskoca eylül, sürekli gördüğüm adam uçtu gitti. ofisini biliyorum, arabasını tanıyorum, işini biliyorum ama ortalıkta yok. cumartesi pazar tamam, tatil, ama pazartesiydi bugün. ortalıkta yoktu. hiç. sıfır. bir kere bile görmedim. öfkelendim çıktım ofisten. civarda dolandım yine yok. ya yarın da gelmezse? ya taşındıysa? madem gidecektin neden öyle baktın ki? neden sürekli bakıyorsun? neden sadece bana? ya da niye tebessüm ediyosun, kızarıyosun? o kadar sinirliyim ki. "gel bana açıl" demiyorum. sadece tutarlı ol. cuma öğlenden sonra çıktı, gördüm, cumartesi pazar tatil ben de yoktum orada ama pazartesi bugün. haftabaşı. aptal aptal işler.
devamını gör...