karahindiba yazar profili

karahindiba kapak fotoğrafı
karahindiba profil fotoğrafı
rozet
karma: 1687 tanım: 139 başlık: 19 takipçi: 16

son tanımları


yazarların en sevdiği çocuk kitabı

yumurtadan çıkan öğretmen / muzaffer izgü
devamını gör...

arapların gözünden haçlı seferleri

tarihî olayları arka plana alarak yazdığı kurgu eserlerinde türklere dereden tepeden dolaşıp laf atan amin maalouf'un dokümanter bir eserde objektifliğini koruması ve tamamen kaynaklara dayanarak yazması takdire şayan.

semerkant'ta selçuklu türklerini başıbozuk yağmacılar gibi gösterip sultan alp arslan'a efemine tarizler yapan, afrikalı leo'da osmanlılar kahire'yi alınca katliam yaptı diye anlatan, doğunun limanları'nda adana olaylarını tarih biliminin kafasını gözünü yararak romana katan bir yazarın türkiye'de çok sevilmesi de başlı başına bir tez konusudur. öykücülüğüne diyecek yok da, türklere olan şahsi kini -veya aşağılık kompleksi- nereden geliyor söylese de biz de öğrensek.

o değil de, 1097'de iznik ve eskişehir'de dişlerine kadar zırhlı frank şövalyelerine nasıl direndiğimizi, antakya'yı kuşatan güçlü orduya 6 ay dayanmamızı, 1101 haçlı seferlerinde üç ayrı haçlı kuvvetini anadolu bozkırlarında silip süpürmemizi hakkıyla anlatmış.

doğruları eğip bükmeden anlatırsa lafımız olmaz.
devamını gör...

sulu çor kağan

8. yüzyıl başlarında hüküm süren türgiş devleti hakanı. günümüzde adı pek bilinmese de türk tarihinin en önemli simalarından biridir. türk milliyetçisi bir iktidarın millî eğitim bakanı olsaydım, bu devlet adamı için tarih derslerinde en az bir ünite ayrılması talimatını verirdim. halkımıza yaşamıyla örnek, ölümüyle ibret olan sulu kağan'ın icraatlarına bakalım:

717 yılında göktürk devleti'nden ayrılarak bağımsız bir devlet kuran sulu kağan, dönemin en kuvvetli devletiyle karşı karşıyadır. dört halife devrinde 10 yıl içinde sasani imparatorluğu yok edilmiş, doğu roma imparatorluğu'nun bütün ortadoğu toprakları ele geçirilmiştir. onlardan iktidarı devralan emeviler kuzey afrika'yı baştan başa fethedip atlas okyanusu'na ulaşmış, batı avrupa'ya çıkarma yaparak iber yarımadası'nı 3 yılda istila etmiş ve en önemlisi binlerce senelik türk yurdu maveraünnehir'i kasıp kavurmaktadır. talkan ve cürcan katliamları henüz gerçekleşmiş ve merkezi otoriteden yoksun türkler kendilerini doğru dürüst savunamamıştır. işte böyle bir zamanda başa geçen sulu kağan bölgedeki türk boylarını bir araya getirir ve işgale karşı büyük bir direniş başlatır. tam 20 yıl boyunca dünyanın en güçlü ordularına karşı savaşarak onları hem (buhara ve semerkant) gibi) büyük kentler önünde hem de sarp arazilerde yenilgiye uğratmıştır. gayrinizami harbin erken orta çağ'daki en iyi örnekleri bu dönemde görülür. uçsuz bucaksız steplerde zorlu manevralar yapıp düşmanı lojistik merkezinden uzaklaştırarak büyük kayıplar verdirme stratejisi (örnek: 724 yılında arapların deyimiyle "susuzluk" ya da "ateş günü") mükemmel biçimde uygulanır. vaktiyle orta asya içlerine ilerlemeye niyetli olan emevi devleti, maveraünnehir'i bile zar zor elinde tutar hâle gelmiştir. sulu kağan'a taktıkları lakabın ebu müzahim (zahmetin/zahmet verenlerin babası) olması boşuna değildir.

işin örnek alınacak kısmını anlattık. ibret alınacak kısmına gelirsek, sulu kağan kazandığı başarılardan sonra yönünü çin'e çevirir. ancak gizlice çinlilerle anlaşan yakın adamı kül çor (bağa tarkan)'un düzenlediği suikast sonucu 737 yılında öldürülür. neticede türgiş devleti çin karşısında etkin olamamış, ülkede kargaşa çıkmış ve emevilerin iran istikametinde püskürtülmesi imkansız hâle gelmiştir. sarı ve kara olarak ikiye bölünen türgişler arasında kanlı bir iç savaş patlak verir. güç bela durumu toparlayan kül çor, tekrar ilerlemeye başlayan emevilerle savaşa tutuşur fakat esir düşer ve 744'te idam edilir. işin ilginci düşmana muharebe sırasında değil, keşif yaparken yakalanmıştır. türgişler peş peşe yaşanan bu facialardan sonra toparlanamaz ve bir süre sonra yıkılır. bu arada emevi devleti de 750'de iç kargaşa nedeniyle ortadan kalkar ve yerine nispeten ılımlı abbasi yönetimi geçer. seyhun nehri araplar ve türkler arasında sınır olarak kalmıştır. bir yıl sonra yaşanacak talas muharebesi ise tarihin akışını bambaşka mecralara sürükleyecektir.
devamını gör...

selim erdoğan

sakarya meydan muharebesi başta olmak üzere türk kurtuluş savaşı'na dair belge çalışmaları yapan ve saha araştırmaları gerçekleştiren akademisyen. muharebelerde deftere "kayıp" olarak yazılan, yaklaşık 90 yıl boyunca mezarları bilinmeyen şehitlerimizin pek çoğunu bizzat arayıp bulmuştur. uzun süre youtube kanalında videolar eşliğinde muharebe alanlarını tanıtan selim hoca, daha sonra bilgi ve belgelerini "sakarya - türk bitti demeden bitmez" ve "büyük taarruz - dağlarda tek tek ateşler yanıyordu" kitaplarında toplamıştır.
devamını gör...

öldükten sonra beni unutmasınlar telaşında olan insan

kemal tahir'in bir mülkiyet kalesi romanında dramatik bir sahnede geçen diyaloğu anımsatan başlık. kitabı okumayanlar için spoiler sayılabilir. gerçi şuncağız spoilerden zarar gelmez, fakat gene de siz bilirsiniz.

sakarya meydan muharebesi'nin iyice kızıştığı saatlerde selami çavuş ile mahir efendi'nin diyaloğu:
- yenge için vasiyetin var mı?
- yok. o vazifesini bilir.
- benim var.
- buyur.
- başkasıyla evlenmesin...
selami efendi bir an sustu.
- evlense bile lütfen yeni kocasına ut çalmasın...
gene bir an durdu.
-çalsa da hiç olmazsa, "neyleyim takdire tedbir uymuyor" şarkısını söylemesin...

son söz: insan, hayatta bir kişiyi bile gerçekten sevmişse unutulmak istemez. sadece bunu itiraf etmekten çekinir.
devamını gör...

tehcir kanunu

dolu bkz.
#1355886
devamını gör...

sevk ve iskan kanunu

taşnak ve hınçak örgütlerine mensup olan ermeniler 19. yy sonlarından beri bağımsızlık hayaliyle ayaklanma çıkarmaktaydı. osmanlı devleti 1914 yılında seferberlik ilan edip gayrimüslimler dahil bütün vatandaşlarını orduya alacağını duyurunca işler çığırından çıkar. osmanlı ordusu'na katılmamak -daha doğrusu rus ordusu'na karşı savaşmamak- için pek çok yerde isyan patlak verir. bunlardan en meşhuru zeytun isyanı'dır. (en az 1895-96'daki kadar kanlı bir isyan olmuş, dere yatakları müslüman ahalinin cesetleriyle dolmuştur) bunun yanı sıra yozgat, boğazlıyan, izmit, adapazarı çevresinde tedhiş olayları görülür. nihayetinde ruslar doğu sınırından ülkemize saldırdığında ermeni komitacılar düşmanla işbirliği yapıp, sarıkamış'a giden geçitleri tutup, ordunun hızını yavaşlatıp, harekâtın aralık ayına sarkmasına sebep olup 90 bin (30 ya da 60 bin de deniyor, köprülülü şerif ilden'in kitabını baz alarak yazdım) kayıp vermemize yol açtıkları için başlıktaki kanun çıkarılmıştır.
devamını gör...

trenin tam saatiydi

orijinal adı der zug war pünktlich olan heinrich böll romanı. kitapta andreas adlı piyade erinin doğu cephesi'ne giden bir trende yaşadıkları anlatılıyor. romanı okurken savaşın beraberinde getirdiği olağanüstü psikolojiyi genç ve saf bir askerin zihninden takip etme şansı elde ederiz. gerçek yaşamda ikinci dünya savaşı'na katılmış olan heinrich böll, kitapta aktardığı ağır psikolojiyi gerçek hayatta muhtemelen defalarca yaşamıştır.

ölüme doğru yol almanın verdiği huzursuzluğu andreas iliklerine kadar hisseder. trendeki diğer askerlerden bazıları benzer duygulara sahipken, bazıları ise tam bir kayıtsızlık içindedir. cepheye adım adım giden bir tren aracılığıyla alman insanının 1940'lardaki panoraması başarıyla resmedilir. ahlaki çöküş, yozlaşma, umursamazlık ve isyan göze çarpan başlıca kavramlardır. kısa oluşuna ters orantılı biçimde etkisi uzun sürecek türden bir eserdir. ama herkese hitap ediyor mu, bilemem. bazıları gibi "oo kör baykuş mükemmel, okuyun okuyun!" deyip sonra kulağımın çınlatılmasını istemem.

bir de alıntı yaparak bitireyim tanımımı:


"neden binmiyorsun?" diye sordu katolik rahip, ere korkuyla
"neden mi?" dedi er hayretle. "belki de kendimi tekerleklerin altına atmak istiyorum da ondan. belki de askerden kaçmak istiyorum. olamaz mı? ne zorun var benimle? belki, belki de delirmek istiyorumdur. hakkım değil mi yani? delirmek hakkımdır. ölmeye niyetim yok, işin korkunç tarafı da bu, ölmek istemiyorum."
devamını gör...

rum ateşi

bizans imparatorluğu tarafından pek çok savaşta kullanılan yanıcı madde. bu savaşlar arasında belki de en kritik olanlar 674-678 ve 717-718 konstantinopolis kuşatmalarıdır. doğuda çin, batı'da atlas okyanusu'na kadar ilerleyen emevi devleti, kısa sürede anadolu'yu baştan başa kat etmiş ve bizans başkentini muhasara altına almıştır. hem denizden hem de karadan icra edilen harekâtların başarısızlığa uğramasının en büyük nedeni rum ateşi'dir. her iki kuşatmada da güçlü arap donanmaları mürettebatıyla birlikte yakılarak yok edilmiştir.

kuşatmaların başarısız olması, oldukça erken bir dönemde hristiyan avrupa'nın kıskaca alınma tehlikesini önlenmiştir. bizanslılar, hristiyan âleminin doğudaki ileri karakolu olma vazifesini (latin işgali sayılmazsa) 1453'e kadar sürdürecektir. emevilere (ve devamındaki halifeliklere karşı) karşı batıdaki ileri karakol ise frank devleti olacaktır.
devamını gör...

doğruları yazan yazarların az takipçili olmasının nedeni

nedeni, cümlenin içinde yazıyor zaten.
devamını gör...

sessiz gemi

yahya kemal'e ait sanılan fakat aslında hümeyra tarafından okunan şarkı.
(bkz: hababam sınıfı)
(tarık akan'ın o güzel gülüşünü anımsayalım istedim.)
devamını gör...

heinrich böll

ikinci dünya savaşı'na sıradan bir piyade eri olarak katılan, savaş sonrasında yerle yeksan olmuş almanya'dan insan manzaralarını eserlerinde işleyen büyük yazar. trenin tam saatiydi, yolcu sparta'ya varırsan eğer, ademoğlu neredeydin? gibi eserlerinde askerlerin hem cephedeki hem de cephe gerisindeki psikolojisini merkeze almıştır. bu sayede hollywood ve sovyet sinemasının yansıttığı gibi alman ordusu'nun yediden yetmişe ölüm makinelerinden müteşekkil olmadığını rahatça gözlemleyebiliriz. bilhassa trenin tam saatiydi adlı novellası "ölüm korkusu" üzerine yazılmış en etkileyici yapıtlardan biridir. istemediği bir savaşa zorla sürüklenen genç bir asker, -milyonlarca kişinin öldüğü ve öleceği- rus cephesi'ne giderken neler hisseder, neler düşünür mükemmel bir şekilde yansıtılmıştır. elbette bu anlatımdaki başarı, heinrich böll'ün edindiği şahsi tecrübelerden kaynaklanır.

ilk yılların ekmeği, babasız evler, ve o hiçbir şey demedi gibi eserleri ise ağırlıklı olarak savaş sonrası almanya'da ayakta kalmaya çalışan insanları konu alır. kitaplardaki karakterlerin yol ayrımları, içsel çelişkileri ve yaşam şartları gri bir hüzne bulanmıştır. maddi ve manevi olarak mahvolmuş bir ülkeden arta kalanlar arasında toparlanmaya çalışan küçük insanların tutunma çabaları bütün çıplaklığı ile resmedilir.

bilinç akışı tekniğini hemen her eserinde kullanan heinrich böll'ün anlatım tarzı herkese uymayabilir. ikinci dünya savaşı, nazi almanyası ve yıkım/yıkıntı edebiyatı'na duyduğum büyük ilgi sayesinde ağzı kuyruğunu ısıran ve ne anlattığı bazen müphem kalan kitapları sabredip okuyabildim. sadece bu türün meraklısına tavsiye ediyorum.
devamını gör...

küçük kara balık

güçsüz de olsak doğru bildiğimiz yolda ilerlemeyi öğütleyen ve hayatın getirdiği zorluklara direnmenin asaletini nahif bir dille anlatan hikâye. sistem karşısında belki hepimiz küçük birer kara balığız, fakat medeni cesaretimizi ve -bilgiyle bilenmiş- ideallerimizi kuşanıp mücadele etmekten vazgeçmemeliyiz, diyor samed behrengi. zaten yaşam öyküsü şah'lara karşı durabilmeyi, bu uğurda genç ömrünü feda etmeyi ve nehir kıyısında kimsesiz ölmeyi göze alabilmesini gösteriyor.

bir şeftali bin şeftali kitabıyla birlikte okumanızı ve çevrenizdekilere -özellikle çocuklara- okutmanızı tavsiye ederim.
devamını gör...

yüzüklerin efendisi (seri)

2001 yılına dair hatıralarımı canlandıran kitap ve kitaptan uyarlanan film.

üniversiteye hazırlık için dershaneye giderken bir kıza âşıktım. duygularımı ona henüz ifade edemediğim sıralarda arkadaşça muhabbetler ediyorduk. bir gün yine havadan sudan konuşurken mevzu kitaplara geldi. en sevdiği kitabın the lord of the rings olduğunu ve bütün seriyi okuduğunu söyledi. "sinema filmi de çekildi, yakında sinemaya gelecek" diye eklemişti. genellikle savaş ve tarih türü kitaplar okuduğum için bu eseri ilk kez duymuştum, meğer uçsuz bucaksız bir fantastik edebiyat dünyası varmış. neyse, aradan birkaç hafta geçti. the lord of the rings şaşaalı bir tanıtımla sinemalarımızda gösterime girdi. ben ise hislerimi ona nasıl açabilirim düşüncesiyle kıvranıyordum. sonra aklımda bir ampul yandı: ayda bir yapılan deneme sınavı çıkışında (bizim dershanenin sınavı gazi lisesi'nde yapılıyordu) ona sinemaya gitme teklifinde bulunacaktım. hem severek okuduğu romanın uyarlamasını seyredecektik, hem de ben bir fırsatını bulursam duygularımı ifade edecektim. hafta sonuna kadar zaman geçmek bilmedi, günleri ve saatleri saydım. pazar günü gelip çattığında antalya'nın meşhur kış yağmurları başladı. gece gündüz aralıksız süren, caddeleri ve yolları sel götürmesine neden olan yağmurlu havaya rağmen deneme sınavına gittim. ne yazık ki o gelmedi, zaten normalden çok daha az öğrenci gelmişti liseye o gün. kısacası planım suya düşmüş, sele kapılıp falezlerden akdeniz'e dökülmüştü..

birkaç hafta sonra dayanamayıp dershane çıkışında ayaküstü ilan-ı aşk ettim. o ise beni arkadaş olarak sevdiğini ve aramızda başka bir şey olamayacağını söyledi nazikçe. aradan yıllar geçti ve ben saçma bir şekilde the lord of the rings'e garaz bağladım. sinemada, vcd'de, dvd'de, internette, televizyonda kısacası hiçbir mecrada izlemedim. liseden arkadaşlarım sinemada seri halinde izledi, keza üniversite dönemindeki arkadaşlar da öyle. film oscar ödüllerini silip süpürdü, sinema tarihine damgasını vurdu. hakkında sayısız atıflar ve göndermeler yapıldı. yıllar içinde caps'ler, parodiler, espriler, benzetmeler cabası. öyle bir noktaya gelindi ki, filmi izlemediğimi söylediğimde uzaylı gözüyle bakılıyordum. sebebini sorduklarında da gerçeği söylemek yerine mırın kırın ediyordum. the lord of the rings'i izlemeyenlerin dövüldüğü bir dönemi güç bela atlattım kısacası.. nihayetinde bu saçma inada son verip tam 20 yıl sonra pandemi döneminde seyrettim. bu da böyle bir anımdır.

sağlıcakla.
devamını gör...

bülbülü öldürmek

kanaatimce "kralın giyinik olmadığı" kitaplardan biri. herkesin sözleşmiş gibi öve öve bitiremediği söz konusu romanı okumaya başladığımda "bu nedir arkadaş?" demekten kendimi alamamıştım ve aklıma yıllar önce berna laçin'in sunduğu çocuktan al haberi programı gelmişti. hani o programda büyümüş de küçülmüş yumurcaklar kendilerine sorulan soruları yanıtlar, bazen doğaçlama öyküler uydururlardı. bülbülü öldürmek de işte o çocuklardan birinin anlattığı hikâyenin yazıya geçirilmesiyle meydana gelmiş sanki. ben, öz yeğenimin yaptığı yaramazlıkları, komşu çocuklarıyla maceralarını, mahallesindeki peri masallarını can kulağıyla dinleyemiyorum. işim yok 355 sayfa boyunca ne kültürüne ne adetlerine aşina olduğum bir kız çocuğunun anlattığı öyküyü mü dinleyeceğim? üstelik ne şeker portakalı'ndaki zeze'nin -görece- samimiyeti ne de küçük prens'in felsefesi mevcut. "sonra beti'yle duvardan atladık. o sırada coni dizini çarptı ve laf aramızda canı çok yandı ama belli etmek istemedi. bana sorarsanız bayım, ağlamak üzereydi fakat dişlerini sıktı. o kadar sıktı ki gıcırtısını rahatça duyabilirdiniz ihihi." nasıl, iyi uydurdum mu?

ha, ırkçılığa değiniyormuş. abd'de siyahlara yapılan kötü muameleyi bülbülü öldürmek'ten öğreneceksek vay hâlimize. amerikan edebiyat ve sinema tarihinde siyahlara uygulanan ayrımcılık ve ırkçılıkla alakalı eserlere "geçin la sıraya" desek, bülbülü öldürmek "sen beni öne al, bir onluk veririm" diyerek ancak ortalarda yer alabilir. ayrıca "sakın bülbülü öldürme, ama saksağan öldürmek serbest" demek de nedir arkadaş? ankara demetevler'de "krriiikk" diye her sabah 6'da uyandıran hariç hiçbir saksağanı öldürmeyi düşünmedim. hiç unutmam, askerdeyken yağmurlu bir günde nöbet tutuyorum. bir baktım, saksağanın teki dala konmuş gagasındaki cevizi aşağı bırakıyor. sonra aşağı inip cevizi alıyor ve aynı hareketi defaatle tekrarlıyor. cevizi kırmayı başarana kadar devam etti. gerek zekasını gerekse azmini daha nasıl ispatlasın? üstelik gayet tatlı, siyah ve beyazın zarafetini üzerinde taşıyan, yeşil-mavi tonda göz alıcı bir kaşeyle damgalanmış hayvancağızları niye öldürmeyi salık veriyorsun, hayırdır. ekinleri yiyor diye mi? yesin ulan. hatta fabrikatör fehmi bey'in deyimiyle "hepiniz ölün be!"

not: 1962 yapımı sinema uyarlaması gayet iyiydi. zaten filmin güzel olması yukarıda bahsettiğim üslup ve anlatım probleminin düzeltilmesinden kaynaklanıyor. (ayrıca gregory peck'in oynadığı bir film kötü olabilir mi?)
devamını gör...

kasa kuyruğunda az ürünü olan müşteriye sırayı vermek

acelem yoksa yaptığım eylem. dünya bir dakikalığına olmasa da 5-10 saniyeliğine güzelleşiyor. yapmayanlara tavsiye ederim.
devamını gör...

sözlük yazarlarının duaları

"korkmamalıyım.
korku akıl katilidir."

(bkz: dune)
devamını gör...

defterin sağ tarafına geçince oluşan mutluluk

defter kullanıldıkça sağ tarafındaki yapraklar azalır ve bu sefer sol tarafı kullanmak mutluluk verir. hayatta her şeyin çıkışı olduğu gibi inişi de olduğunu erken yaşlarda öğretir.
devamını gör...

çocuğa dedesinin ismini vermek

atalar kültüne olan bağlılığın geleneklerimize yansımasıdır. hem saygı amaçlı hem de ölünce unutulup gidilmemeleri için aile büyüklerinin adları nesiller boyu bu metotla aktarılmıştır. 19. yüzyıla kadar (tahrir defteri/şeriye sicilleri vs. hariç) sıradan türk halkının nüfus kaydı tutulmadı. pek çok türkmen boyunun konar göçer yaşam tarzını sürdürmesi ve yerleşik yaşama geçse bile cumhuriyete kadar okuma yazma oranının düşük oluşu bu geleneğin güçlü bir şekilde devam etmesini sağlamıştır. "e, günümüzde öyle bir şey kalmadı. hatta geriye dönük 1830'lara kadar üst soyumuza ulaşabiliyoruz," denilebilir haklı olarak. ancak bazı köklü adetler kolay kolay değişmiyor. yine de giderek azaldığını gözlemlemek mümkün.
devamını gör...

türkçe

ekşi sözlük'ten tiksinmeme sebep olan, türk ve türklüğe dair kavramlar hakkında -çoğu zaman bilgi değil şahsi yorum kaynaklı- sözde tanımlamaların normal sözlük'teki izdüşümlerine tanıklık ettiğim başlık.

özellikle kırgız dilinin türkiye türkçesinden "daha türkçe(!)" olmasıyla ilgili tanıma ne desem bilemedim. "deveye sormuşlar boynun neden eğri?" deve demiş, "nerem doğru ki?"

arapça ve farsçadan sözcük almak iyidir, demiyorum katiyen. ancak türkler, arap ve farslardan tek kelime bile almamış olsaydı, ortalama bir kırgız, oğuz türkçesini yine rahatça anlayamazdı. oğuz türkçesi nedir? kıpçak türkçesi nedir? araştırmanızı salık veririm. ayrıca türkçe ile farsçanın teması (yer yer kaynaşması) milattan önce 500'lere kadar gider. bugün hâlâ türk yurdu olan maveraünnehir persler tarafından 200 yıl işgal altında tutulmuştur. iran kökenli (kendi alfabesi dahi olan) soğd gibi kadim bir uygarlık çevresine büyük etkide bulunmuştur. büyük iskender döneminde aynı bölge yine istilaya uğramış, ardında yüz yıl hüküm sürecek grek-baktria devleti'ni bırakmıştır. kısacası böyle hareketli bir coğrafyada kültürel kaynaşma ve dilde sözcük/yapı alışverişi kaçınılmazdır. dikkat ederseniz orhun yazıtlarından en az 1000 yıl öncesi bir zamandan bahsediyorum. bunun yanı sıra kırgızların moğol idaresi altında geçen yüzlerce yılından, modern çağda rus çarlığı ve sovyet yönetiminde uğradığı asimilasyondan hiç bahsetmiyorum. (kırgız öğrencilere a1-a2 seviyesi türkçe dersi verdim. bu da gereksiz bir ayrıntı olsun.)

osmanlı döneminde saray ve çevresinde yabancı sözcüklerin aşırı kullanıldığı bir türkçe maalesef var olmuştur. durumun vahameti ta 1700'lerin başında anlaşılmış ve tepki olarak mahallileşme (türki-i basit) akımı yaşanmıştır. daha geriye gidersek osmanlı henüz kuruluş devrinde iken (ortada istanbul/saray efradı vs. yokken) anadolu'da günümüz türkçesi ile rahatça anlayacağımız, günümüz türkçesine çok benzeyen eserler veriliyordu. örnek: garibname/aşıkpaşazade. anlayacağınız, türkçenin aşırı bozulduğu ve değiştiği yok. o kırgız arkadaşı getirip 1300'lerde yazılmış garibname'yi okutsanız gene pek bir şey anlamaz. sebebini yukarıda belirttim, türkçe çok erken dönemlerde doğu (kıpçak) ve batı (oğuz) olarak ikiye ayrılmış, bu ayrılan iki koldan birçok dal budak uzamıştır. orta asya'da (özellikle özbekistan tarafı) fars kökenli olan sartlar ile türk boylarının kültürel kaynaşmasından bahsedecektim de gerek yok. siz araştırın bir zahmet.

söylenecek daha çok şey var ama ben kısa keseyim. nasıl ki her gün köprüden geçiyoruz diye inşaat mühendisliğinin incelikleri konusunda ahkâm kesemiyorsak, hepimizin türkçe konuşması da türk dili tarihi ve türkçenin gelişimi hakkında ahkâm kesebilmek için yeterli değildir. (ben, 15 yıllık türk dili ve edebiyatı mezunu olarak uzmanlık alanımda o kadar rahat konuşamıyorum. bu da ikinci gereksiz ayrıntı olsun.) sağlıcakla kalın.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim