sene 2020. 31 nisan günü saat 17:00 dolaylarında, 131t sefer sayılı kadıköy-taşdelen otobüsüne bindiğimde oturacak yer konusunda bir sıkıntı yaşamayacağımı sevinerek gördüm. orta kapıya yakın, pencere kenarı rahat ve konforlu koltuğuma oturup, gazetemi cebimden çıkararak okumaya koyuldum. otobüsümüz kalkmak üzereydi. kaptan şöforümüz büyük bir ustalıkla motoru çalıştırmış, gaza hafif aralıklarla basarken son bir kaç gelen yolcuyu da alarak görevini tam anlamı ile yerine getirmiş olmanın verdiği iç huzuruyla olsa gerek gülümsüyordu.
ben gazetemi okurken halk arasında o.ç. diye tabir edilen sıfata layık bir beyefendi lap diye yanıma oturuverdi, lap diye oturması problem olmayabilirdi lakin daha önce de belirttiğim gibi kendisi bir o.ç. idi ve bir o.ç.’ye yakışır bir biçimde bacaklarını 180 derece açmak suretiyle sabır taşımın çatlama katsayısını test etmeye girişti. ben tam validesi ile ilgili çeşitli eylemlere girişme konsunu açacak iken birden kalktı ve takriben iki durak sonra indi.
rahatlamıştım. az önce “düzgün otur la emüğa goduğum” demeye hazırlanan apaçi sanki ben değilmişim gibi gazetemde yılmaz özdil’in köşesini okumaya başlayarak birden laik, aydın ve çağdaş bir istanbul beyefendisi oluvermiştim yine. az daha zorlasam kafamda melon bir şapka, boynumda kravat ve elimde istiklal mahkemelerinde kullanılmak üzere bir adet darağacı ipi belirecek gibiydi. türkiye laikti, laik kalacaktı. fakat, o da ne? yanımdaki koltuk yine dolmak üzereydi. bu sefer yaklaşmakta olan cisim 1.82 boylarında, zayıf, esmer, bıyıklı birisiydi. 50’li yaşlarda olmalıydı. belki de 60’ların başında. yanıma oturduğunda zayıf ve ince oluşundan olsa gerek pek hissetmediğim için rahatsız da olmadım.
otobüsümüz tekrar yola koyulmuştu. iyice dolmaya da başlamıştı. ben gazeteme yoğunlaşmak üzereydim ki yanımda oturan beye bir mesaj geldi. istem dışı da olsa gözüm kayıverdi. telefonu çok eski model bir nokia idi, akıllı olmayanlardan. mesajını açtı, benim baktığımı farketmemişti. o an gördüklerim karşısında nutkum tutulmuştu. (yazım hataları mesajın sahibine aittir)
“naimeynen konuştuk. öldürmey becerebilirsn 100bin, sakat bırakırsan 50bin’e kadar çıkacağız.sana bırakıyoz”
okudu ve sakince telefonu cebine koydu. sanki hiçbir şey olmamış, sanki karısı bakkaldan süt al yazmış gibiydi. ben de hiç görmemişim gibi yapmay çalışıyordum ki birden hızla bana döndü, kapkara ve kanlı gözleriyle bana bakıyordu. altıma s.çmama ramak kalmıştı ve fakat hiçbir şey yokmuş gibi davranmayı başarmıştım. önüne döndü.
benim durağa yaklaşmaya başlamıştık, “afedersiniz” diyerek inmek için ayağa kalktım ama “ben de orda inecem, otur” dedi. oturdum ki amuda kalk dese onu da yapardım diye tahmin ediyorum.
duarağa geldiğimizde ayağa kalktı, ben elbette inmemeyi planlıyordum ama;
“hani inecektin?” dedi.
şöyle bir otobüse baktım. olur ya bir polis, bir bekçi, o da olmadı bir zabıta güvenlik görevlisi, deniz subayı, astsubay kıdeml başçavuş, özel tim, postacı,itfaiye erin görürüm de çığlığı basarım dedim ama heyhat! çarşaflı bir teyze, iki adet apaçi ve lgbt mensubu olduğundan şüphelendiğim birileri vardı.
“şeyyy, ben durağı karıştırmışım da, aslınd...”
“in!”
yanyana yürüyorduk. ben yine çevremde üniformalı bir birey görüp “bu arkadaş c.bşkanımıza hakaret ettiii” diye haykırma ümidinde idim. ama yoktular. birden yakınımızdaki üniversite öğrencilerinin o gün eylem yapacakları aklıma geldi. yemekhane ücretlerinin artışını protesto edeceklerdi. bunu hatırlamamla çevrede polis arama çabam sona erdi.
“sanssız gününmüş demek” dedi
hala hiçbir şey görmedim ayağına yatmanın beyhude çabasındaydım;
“niyekine abi, ne oldukine” dedim ve korkudan şivenin de değişebileceğini o gün anladım.
“şimdi ben seni bıraksam, kahraman olmaya kalkar polise molise gidersin, hiç gerek yok”
“yok, valla be abi ne polisi, unuttum gitti bile kurbanın olayım” dedim.
“böyle bir riks(?) alamam. ben suçsuz, günahsız birini öldürmem içini ferah tut ama yamuk yapılmasını da affetmem. ben yarın yurtdışına uçuyorum zaten, o zamana kadar yanımda duracaksın, bi puştluk yapmayacaksın, yapmayacaksın ki ikimiz de rahat edelim de mi?”
“şansımı s.kiyim” dedim içimden. “bok vardı elalemin mesajlarına bakıyorduk”
sonra ona dönüp;
“tamam abi sen nasıl istersen” dedim.
“aferin, akıllı çocuksun”
birisini ya da bir şeyi arıyormuş gibiydi. son ses sezen aksu çalan bir sarı taksi geldi ve yanımızda durdu. taksinin şoförü indi ve yanımıza gelerek anahtarı ona verdi.
“aferin, hep böyle yüksek sesle dinleyerek gel de, bütün dikkatleri üzerimize çek, aferin sana geri zekalı” dedi sonradan isminin naki olduğunu öğrendiğim katil dostum.
“abi bi zevkimiz var, lütfen ama ya”
“tamam, tamam kaybol”
taksici kayboldu. naki bana:
“arkaya geç” dedi. ben de geçtim. artık sanki sıradan bir taksici ve müşterisi gibiydik.
“abi kısa mesafe gidiyosundur inşallah” dedim sırıtarak.
dikiz aynasından bakarak gözleriyle küfür etti.
dudullu’nun o kendine has bohem havasında çiseleyen yağmur kafka okuyan başörtülü kızların oraya buraya koşmalarına sebep oluyordu. aslında sıradan bir gündü ama manik depresif olan şahsımın amaçsızca bir katille gezmesi biraz heyecan katıyordu. konuşmalı mı, konuşmamalı mı yoksa hiç ağzı açmamalı mı ama ben konuşmazsam ben olamam ki diyerek:
“abi yanlış anlama ama sanki tom cruise’in colleteral filmindeymişiz gibi hissettim:):):)” dedim.
cevap vermedi. yaklaşık 3 dakikalık suskunluktan sonra ;
“beni de kadir inanır’ın gençliğine benzetirler” dedi.
şimdi normal şartlar altında ve başıma bir şey gelmeyeceğinden emin olsam puhahahahahaha diye güler ve yok anasının a.ı derdim ama
“evet abi ben de farkettim “ dedim.
radyoda abdurrahman dilipak kadınların erkeklerle eşit olmadığını ve eşit olduğunu savunanların batının köpekleri olduğunu söylüyordu.
“imamoğlu bunların hakkından gelecek” dedi naki.
“faşizme karşı omuz omuza be abi” dedim.
“aferin” dedi.
aramızda bir yakınlaşmanın, bir dostluğun başladığını hissediyordum. bir süre böyle gittikten sonra samandıra’da bir malikanenin önünde durduk.
“burada bekle, bir yere kaybolma yoksa kaybolursun” dedi.
“tamam abi” dedim.
kapı açıldı. içeri girdi.
devamını gör...