lage yazar profili

ismi tepkilere sebep olan bir netflix dizisi. siz değil miydiniz leon'un adını sevginin gücü diye çevirenlere tepki gösterenler? bu insanlar da sizi dinlemiş, sevginin gücü falan yapmadıkları gibi behzat ç. nin isminden, dexter'ın isminden memnun olduğunuzu görüp, onlar da tıpkı behzat ve dexter gibi ismiyle müsemma fatma yapmışlar dizinin adını. imdi müsadenizle sırbozana a.k.a spoilera geçelim.

-------------------------spoiler----------------sırbozan-------------sırkaçıran----------------
dizide fatma isimli kadının seri katil haline gelmesini izliyoruz ancak fatma halihazırda katil. yani çoktan gelmiş o hale peki ama nasıl gelmiş? dizi bize bunu söylemiyor ki sadece fatma ile de kalmayıp hemen hemen hiç bir karakterin altını doldurmuyor. fatma'nın kardeşi mine-emine, fatma böylesine fakirken kendisi nasıl zengin? nasıl uçurum var * aralarında?

eve böcek girdiğinde öldürsem mi? yoksa yakalayıp doğaya geri mi salsam diye 40 defa düşünen ben, fatma'nın ilk cinayetini ve devamını işlerken bu soğukkanlılığı nasıl sağladığı, öldürmeye nasıl karar verdiğini yine dizi bize anlatmıyor. böceği refleks ile öldürebilen ben * bir insanın bu kadar kolayca öldürülebilmesini anlamakta zorluk çekiyorum.

mantık hataları da malesef kör göze parmak cinsinde mevcut. özel girişe sahip bir odanın, girişinde kamera yok mu? cinayet silahları, dokunulan yerler meydanda ve sayıca fazlalar. biz boşuna mı naylonla kapladık her tarafı? *

oyunculuklar ise diziyi en çok kurtaran yanı. burcu biricik'in sirke satan suratından * gına gelse de mehmet yılmaz ak'ı çok beğendiğimi söyleyebilirim. *

hemen hemen her bölümün 5 saat önce, 1 gün önce sekansları ile başlaması insanı sıktığı gibi her polis koşturmacasının sahte olmasına da ikinci bölümde alışıyorsunuz. fatma'ya doğru koşan polisler mi var? kesinlikle fatma için değildir. polis sizin olduğunuz arabayı mı çevirdi? tek yapmanız gereken arabadan inip gitmek. mantık hataları gibi bu yöntemler de ard arda ve çok sayıda olunca insanı sıkıyor açıkçası.
-------------------------spoiler----------------sırbozan-------------sırkaçıran----------------


toplumun alt kademedeki insanların, toplum tarafından görünmez oldukları tespiti her ne kadar güzel olsa da dizide uygulaması son derece kötü. dexter izleyenlerin bu diziyi vasat bulacağını, güzel bir konu olmasına rağmen kötü işlendiğini düşünüyorum.

kelle-paçadır çünkü sürprizdir bu çorba... her kaşığı daldırdığınızda ne çıkacağı muammadır. büyük bir parça et mi? yoksa tel tel olmuş düzgün bir et mi? bazen ise boş gelir kaşık, denk getirememişsinizdir. tam hayal kırıklığı olacakken sirke çıkagelir, iştahınızı açar. bir hevesle tekrar tekrar daldırırsınız kaşığınızı. en büyük handikapı ise yaz sıcağında ağır gelmesidir. ağır çorbadır ya zaten, öyle çoluk çocuğun yiyeceği bir şey değildir. belirli bir yetişkinlik ister, sokaklarda dolaşmak; soğukta üşümüş olmak, belki de önce üşüyüp sonra hasta olmak ister. ağırdır dedim ya mikroplara da ağır gelir bu çorba, şifadır belki bir yerlerde...

güçlü devletin, gücünü kanıtlamasıdır. bizim büyüklüğümüz ise öyle bir büyüklüktür ki tezgahta büyüyen soğan, saksıda yetişen patates ile coronayı yeneceğiz evelallah.

yanında youtube premium'u da getirir ki reklamlardan bunalan bünyeye adeta cennet etkisi yapar.

anti bakteriyel olduğu halde ısrarla corona virüse karşı kullanılan bir çeşit temizleyici.

tadı berbat olan uçan böcek. ben üç defa yedim, siz yemeyiniz.

stres çarklarının ana maddesi.

kovada beslediğim hayvan. hem geri dönüşüme katkıda bulunması hem de çiçeklerime gübre yapmasıyla adeta evin en faydalı canlısı.

bordronun temelini oluşturan bir çeşit cetvel.

objektif önüne basit bir filtre takarak oluşma ihtimalini büyük ölçüde ortadan kaldırabileceğiniz sorunsal.

kediler bile burun buruna gelip saatlerce tartışabiliyorken, bizde ise beş saniyeden sonra kavgaya evrilen kültürdür.

incir, vişne, incir; evet iki defa...

bunun bir çok nedeni var, başlık başlık bahsetmek gerekirse;

1) iklim; sıcak iklimde insanoğlunun zihni pek çalışmıyor. kuzey avrupa'nın güney avrupa'ya üstünlüğü, kuzey amerika'nın keza aynı şekilde güneye olan üstünlüğü, türkiye'nin daha güneyinde bulunan afrika'ya üstünlüğü hep bundan ileri gelmektedir. okulların açık olduğu zaman bile kış aylarıdır ki bu bağlamda negatif olarak küresel ısınma en çok bizi etkileyecektir.

2) ruşen amcanın oğlu sedat sorunsalı; gelişmişliği sağlamak için bir arkadaş, bir dost, bir komşunun oğlu gerekmektedir ki hem cahilliğinizi onunla kıyaslayarak tespit edin, hem de içinizde çalışma isteği yoksa onu örnek alın. türkiye'nin etrafına baktığımızda; iran, mısır, ermenistan, yunanistan, bulgaristan gibi ülkeler bulunuyor ki gelişmişlikleri bizimle hemen hemen aynı ölçüde (türkiyenin uyguladığı son politikalardan biraz geri düşmüş olabiliriz) bir almanya, almanya olabilmesini ezeli düşmanları, ebedi dostları fransa, hollanda, isviçre'ye borçludur. bizim bir iran olmama sebebimiz, batıya yani cahil olmayan komşularımıza daha yakın olmamızdandır.

3) ruhumuza sinen fakirlik; her toplum fakirliği görmüştür ancak bizim kadar uzun süreli göreni var mıdır? (afrika?) ruhumuza fakirlik sindiği için bir kitap almaktansa yarım kilo kıyma almayı tercih edebiliyoruz. son günlerde fakirliğimizin ruhumuzla sınırlı kalmaması, cahilliğe bir miktar daha katkı yapacaktır.

4) kontrolsüz büyüme; köyden şehre göçen güruh, adapte olamayıp sosyal dışlanmayı yaşayınca muhafazakarlaşmıştır. peki muhafaza ettikleri nedir? evet bildiniz cahillikleri... bir fransa gibi kontrollü, olağan büyüme yerine altına hücum gibi şehre hücum eden yığınlar kendini geliştirecek fırsatı bulamamış, zamanlarını geçim derdine, arta kalanı da adaptasyona harcamak zorunda kalmışlardır. bu adaptasyon bilet nereden alınır, sırada nasıl beklenir? (adapte oldular mı acaba?) ile topluma bir nebze uyum ile sınırlı kalacaktır.

5) kültürel ve toplumsal baskılar; icat çıkarma, entel-dantel, sus küçüğün söz büyüğün gibi toplumun kafamıza kaktığı düsturlar da gelişmemize engeldir. futbol sohbetinden başka bir sohbet bilmeyen yığınlara kant'ın teoremlerini anlatamazsınız. küçükken sorduğunuz sorulara, "çok konuşma" olarak aldığımız cevap; büyüdüğümüzde "sen şimdi çıkıntılık yapma"ya evrilmiş ancak mevcudiyetini korumuştur. son dakikaya bırakma adetimiz de kültürden kaynaklanmakta, 1699'dan beri yıkıladuran imparatorluğu toplum olarak umursamamış, kurtuluş savaşı adı altında her kesiminin elini taşın altına koyduğu ve muzaffer olarak çıktığı bir durum neden yaşadık? bu tam olarak işi son güne bırakmadır. yatırılacak faturalardan tutun, yapılacak ödevlere kadar her konu türk toplumunda son dakika yapılır ki bu aslında tembellikten, mecbur kalmaksızın bir şey yapamamaktan ileri gelir.

peki ama bu cahilliği kırmak için ne yapmak gerekir?