ekşi sözlükteki, hayattaki tek amaçları kadın, meme, g*t ve bir de islam'a saldırmak olan lağım ağızlılıların istila edip yönetimin de ses çıkarmadığı oluşum. iki kaliteli bilgi okuruz dedik maruz kaldığım tek şey beyinsizlerin apışarası muhabbetleri. engelle engelle nereye kadar? bu sözlükle artık işim bitmiştir. elveda.
ne seriydi bee! o zamanın şartlarındaki çizimlerin detaylarına bakar mısınız!
çocukken severek izlediğim bir tv serisiydi. konusu deseniz gram aklımda değil. sadece kedi müptelası birisi olarak kedi insan fikri ve o kılıç beni büyülüyordu. bir de karakterlerden birisinin uzayan bir sopası vardı. o da çok hoşuma gidiyordu. hoş, o sopa sonradan dragonball animesinde de karşıma çıkmıştı. böylece yaşımızı da belli etmiş olalım.
herbokologların en sevdiği başlıklardan birisi. önce olmayan bir şey ya da aslında gayet doğal olan ama nedense belli bir ırk ya da topluluğa - herbokolog olması münasebeti ile- bir türlü yakıştıramadığı bir konu hakkında başlık açar sonra diğer herbokologlar b*ka üşüşen sinekler gibi koşuşturup kendilerine o b*kdan bir parça koparmaya çalışırlar.
ne yapsınlar sayın herbokolog?! üremesinler, gülmesinler, yaşamasınlar, hayattan zevk almasınlar mı sayın ağzına kürekle vurduğumun herbokologları?!.. cahil diyenler ise kendi cehaletlerini ortaya koymaktan öteye gitmemekteler. zaten herbokologların ortak özelliği cehalet değil midir?
bu arada #826514; evet bunla ilgili araştırmalar da vardı. hatta bir tanesi thanos'un fikri gerçekten işe yarar mı sorusuna bu araştırmalarla olumsuz cevap vermişti.
edit: bak bak! biri de diyor ki sordum; "niye ürüyorsunuz?" diye demiş ki cevaben "gurbette yalnız kalmamak içinmiş" bu cevap yüzünden "gel de ırkçı olma" mış. mesela hangi cevabı verseydi ırkçı olmazdın?! senin zaten ırkçı olasın var, hatta sen zaten ırkçısın. ırkçı bile değilsin be! üstüne vazife olmayan işlere burnunu sokan lüzumsuz bir şeysin. kendin "üre" ya da "üreme". başkalarının çocuk sahibi olmasından, anne baba olmasından sana ne!
19. yüzyılın sonlarında irlanda'da tarımsal kriz derinleşmişti. patates kıtlığından sonraki dönemde köylüler, yüksek kiralar ve zorlayıcı koşullar altında yaşamaya çalışıyordu.
irlanda ulusal ligi, bu sorunlara karşı barışçıl ama kolektif bir direniş biçimi önermekteydi.
önderlerinden charles stewart parnell, şiddete başvurmadan toprak sahiplerini baskı altına alacak yöntemler geliştirilmesi gerektiğini savundu. bu düşünce kısa sürede pratik bir eylem planına dönüştü: "sosyal ve ekonomik dışlama."
bu yöntemin ilk simgesel hedefi, lord erne'nin topraklarının idaresinden sorumlu olan charles cunningham boycott oldu.
boycott, kiracıların kira indirimi taleplerini reddetmekle kalmadı, bazılarını tahliye yoluna gitti.
bu tavır, üzerine boycott'a karşı topluca şu kararlar alındı: onunla konuşulmayacak, ona iş yapılmayacak, ürünleri satın alınmayacak, hizmet verilmeyecek.
sonuçta, charles boycott çevresindeki topluluk tarafından adeta görünmez hale getirildi.
mahsullerinin hasat edilmesini çaresizce bekleyen boycott, the times'a durumunu anlatan bir mektup yazdı.
orangemen (protestan) ve devlet, davasına destek verdi. toplamak için gelen 57 gönüllü hasatçı ve bu gönüllüleri korumak için de 900 asker gönderildi. tabi ki buna rağmen maliyetler astronomik oldu (350 sterlinlik iş 10.000 sterline mâloldu).
bu süreç dönemin gazetelerinde geniş yer buldu. "to boycott" ifadesi, önce fiil olarak ingilizceye girdi, ardından diğer dillere yayıldı. britannica'nın ifadesiyle bu, siyasi ve toplumsal bir hareketin adının doğrudan bir şahıs ismiyle özdeşleştiği ender örneklerden biridir.
bu durum, dünyaya "boykot" kelimesini hediye etti. tabi ki bu olaydan önce de bir çok olayda boykot, fiilen çok defa gerçekleşmişti. ancak bu olay üzerine bu fiil, boykot ismiyle anılmaya başlamıştı.
islamiyetten yaban eşşekleri gibi kaçan puterestlerin uydurdukları bir kelime daha. devamında da arapların dini diye anırmaya devam ederler. istediğiniz kadar anırın anca eşşekliğinizi pekiştirmiş olursunuz. siz yok dediniz diye ꭺllah da hesap günü de yok olmuyor.
hani böyle bazı filmler olur. hep böyle kürekle acıyı atar üstüne üstüne, sürekli haranlık hep karanlık. hep beklersin bir şey beklersin, bi bakarsın film bitmiş. hass***** lan! dersin basarsın küfrü. bazı tipi büzüşesiceler de çıkar filmi över de över, yok sanat yok ot yok b*k diye.
bundan sonrası benim hissettiklerim. sizde başka hissiyatlar uyandırabilir tabii. onları da okumak isterim.
filmi izlerken acı yine kürekle üzerinize atılıyor. ancak ilginç bir şekilde bunu önce benimsiyorsunuz sonra da özümsüyorsunuz. tıpkı henry (adrien) gibi dışarıda ruhsuz ama içiniz acıyla dolu bir şekilde, içinizde bir umut pırıltısı var ama umut etmeye mecaliniz yok gibi hissediyorsunuz. bu sebeple mutlu bir son ya da bir kırılma noktası, bir şahlanma bir silkelenip kendine gelme beklemiyorsunuz.
acıyı ve tatlıyı size öyle yediriyor ki başta dediğim hass tepkisini vermek yerine ağzınızda kekremsi acı bir tat ama garip bir rahatlama duygusuyla sizi bırakıyor.
bağ kurmamaya çalışan henry ne yaparsa yapsın bu savunma mekanizmasının işe yaramayacağını bize gösteriyor.
yine anlıyoruz ki herkes, herkesin üzerinde iz bırakır. yanımızdan öylece geçen birisi olsa bile. hareketlerimizdeki çok küçük bir değişiklik kimi zaman bir şey inşa etmeye veya bir şeyleri yıkmaya yetmektedir.
özellikle meredith'in babasından bir parça neredeyse her ebeveynde var. kendimde de o parçadan gördüm. çocuklarımız için endişelenirken bunu nasıl ve ne kadar dışa vurduğumuza dikkat etmeliyiz. pervasızca sarf ettiğimiz o sözler çocuklarımızı yaralamasın. insanı en çok onları en iyi tanıyanlar, sevdikleri yaralar. çünkü meredith'in de dediği gibi "her zaman ne söyleyeceğini çok iyi biliyorsun baba"
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.