lost soul yazar profili

lost soul kapak fotoğrafı
lost soul profil fotoğrafı
rozet
karma: 6524 tanım: 497 başlık: 195 takipçi: 64
blazor ile şahsım tarafından geliştirilmiş url kısaltma sitesi: https://tr1.in

son tanımları | başucu eserleri


1965 yılında yapılan ihmal edilen bebekler deneyi

bu deneyde 2 grup çocuk vardır.
1. grup: ailesinin yanında ya da kreşte yetişen bebeklerdir ve aileleri tarafından oluşturulmuş bir güven ortamına sahiptirler.
2. grup: bakıcı ailelere verilen ve bu aileler tarafından ihmal edilen kurumsallaşmış bebeklerdir.

ilk gruba 5 adet küp veriliyor. bu bebekler küple oynamaya ve şekiller yapmaya başlıyorlar. odak noktaları oyun olmuştur ve artık çevrede neler olup bittiği onları pek ilgilendirmemektedir.

ikinci gruba da aynı küpler veriliyor. bu gruptaki bebeklerin hemen hemen hepsi anoreksik tir.

bu bebeklerde ise kaygılı davranışlar gözlemlenmiştir.
kimisi eliyle oynamayı reddetmiş, eline aldığında etrafına endişeli bir şekilde bakmışlardır.
oyuna çok az ilgi gösterip sürekli etrafını kolaçan ettikleri görülmüştür.
blok eline tutuşturulduğunda ise itaat edercesine eline alıp, yine de oynamaya ilgisiz kalmaktadırlar.
ayrıca videoda görebileceğiniz üzere bu ilgisizlikle beraber seğiren dudaklar ve nefes alışlarında kaygılı bir şekilde sıklıkta nefes alıp verdiklerini görebilirsiniz.
bebeklerden birisi ise güvenli ortamı olan parmak emme hareketine sığınmıştır.

kişisel yorumum; bebeklere bile korkuyu ve endişeyi öğreten/yaşatan insanoğlu suçu başkasına atmasın. kötülüğü engelleyebilecek güç de kötülük yapacak güç de sizlere seçenek olarak verilmiştir.
insan olarak bunun sorumlusu, müsebbibi ve suçlusu sizsiniz, bizleriz...
ne başka bir ırk ne de yaratıcıdır. yapıp yapıp suçu başkasına atmayın.

deney linki


(bkz: sabaha bırak) diyerek açtım başlığı görelim sözlük neyler (2023-09-17 13:06)
devamını gör...

kuramoto modeli

başka bir sitedeki bana ait yazımdan alıntıdır.


termodinamiğin ikinci yasası bize evrendeki her şeyin düzensizliğe meyilli olduğunu ve karmaşık sistemlerde kaosun norm olduğunu söyler. yani doğal olarak evrenin dağınık olmasını beklersiniz.

ancak metronomların birbirleriyle senkron olduklarını, ayın yörüngesini, ateşböceklerinin eşzamanlı parlamalarını ve hatta doğanın düzensizlik eğilimine rağmen, kalbinizin atışını düzene sokan şeyleri nasıl açıklayacağız?

10 haziran 2000'de londra'da thames nehri üzerinde (bkz: millennium bridge) adında yeni bir yaya köprüsü açıldı ama kalabalık köprüyü doldururken ileri geri sallanmaya başladı polis köprüye erişimi kısıtladı, bu sefer de uzun kuyruklar oluştu. nihayet iki gün sonra 18 milyon sterline mal olan köprü tamamen kapandı ve iki yıl boyunca da öyle kaldı.

1831'de 60. tüfek birliğinden 74 erkeğin kuzey ingiltere'de getirilen asma köprüden geçerken senkronize ayak vurmaları köprünün çökmesine sebep olmuştu, bu çöküntüde 20 kişi yaralanmıştı.

neyse ki kimse ölmedi ama bundan sonra ingiliz ordusu tüm birliklere köprüleri geçerken uygun adım yürümemelerini emretti.

milenyum köprüsüne geri dönecek olursak, köprüden geçen insanlara bakılırsa bir ordunun parçası olmadığı halde insanların senkronize bir şekilde hareket ettiği görülebilir.


--30'uncu saniyeden itibaren--

her biri tamamen rastgele ve birbirlerinin tanımayan insanlar olmasına rağmen senkronize bir şekilde hareket ediyorlar. bu da köprüyü korkutan bir salınıma sevkediyor.

1656'da hollandalı fizikçi (bkz: christian huygens) ilk çalışan sarkaçlı saati icat etti. amaç güneşin veya yıldızların konumunu ölçüp zaman bilgisinden de faydalanarak denizcilerin dünyanın neresinde olduklarını bulmalarına yardımcı olmaktı.

huegen'in sarkaçlı saatleri gemideki ağır asılı bir kütleye bağlamayı planlıyordu. böylece saatin denizin dalgalanması ile savrulmasına engel olacaktı. ayrıca işi sağlama almak için yedekli olsun diye 2 saat bağlamayı düşünüyordu.

şubat 1665'te evde hastayken bu düzeneği test etti. saatlerinden ikisinin, sarkaçların saatlerce ileri geri sallanmasını izlerken, yarım saat kadar sonra fark etti ki, saatler bir süre sonra aynı anda birbirlerine zıt yönlerde senkronize bir şekilde hareket etmeye başlıyorlar.

emin olmak için sarkaçlara müdahele edip senkronizasyonu bozdu ancak 30 dakika içinde tekrar aynı duruma geri döndüler.

huygens, başta bu davranışın sarkaçlar arasındaki hava akımlarından kaynaklanmış olması gerektiğini düşündü.

bu yüzden aralarına büyük bir tahta yerleştirdi, ancak saatler senkronize olmaya devam etti, saatleri ayırdığında hava akımları değildi. huygens, iki saatin aynı ahşap kirişe asıldığı için senkronize olduğunu fark etti. böylece, mekanik titreşimleri bir saatten diğerine aktararak oluşan senkronizasyonu gözlemleyen ilk kişi oldu.

sonuç itibariyle aynı platform üzerinde duran metronomların zamanla senkronize olması da aynı durumun sonucuydu.

--metronomların senkronize olması--

şöyle ki başlangıçta farklı şekilde hareket eden metronomlar, üzerinde bulundukları platformun titreşimleriyle eş zamanlı hareket edinceye kadar her zıt yönde hareket edişlerinde mukavemet ile karşılaşırlar. bu mukavemet metronomun salınımı etkiler ve her seferinde salınım hızını düşürür, taa ki üzerinde bulunduğu zeminle aynı harmoniyi yakalayana kadar.

bu olaya ya da bunu açıklayan modele kuramoto modeli deniyor(muş)



bu model; her noktanın daire etrafında dönme hızının, doğal frekansına ve diğer tüm noktalardan ne kadar uzakta olduğuna bağlı bir miktara eşit olduğunu söylüyor. bu terimin boyutu, bağlantı kuvveti tarafından belirlenir.

bu modeli ateşböcekleri üzerinden düşünecek olursak; kuromoto modeli her ateş böceğinin diğeri üzerinde etkisi olduğu anlamına gelir.

bir ateş böceği, yakınında bir flaş görürse bundan etkilenir, ve biyolojik saatini buna uyumlu hale getirir, böylece olması gerekenden daha erken veya geç yanıp söner. böyleyken binlerce ateşböceğinin kısa zamanda aynı anda yanıp söndüklerini görebilirsiniz



ayrıca şöyle bir site denk geldi onu da buraya iliştiriyorum

suyun bir anda katılaşmaya/kristalleşmeye başlaması da bu alana giriyormuş.

budapeşte'de bir performanstan sonra alkışlayan seyircilere ait bu görüntülere bir bakalım

1'inci dakikadan itibaren göreceksiniz ki seyirciler hiç bir komut almadıkları halde senkronize oluyorlar.

gezegenler ve uyduları arasında da böyle bir ilişki vardır.

kalp ritminin bazı durumlarda değişmesi de yine bu durumla alakalıdır. bu da demek oluyor ki kağıt üzerinde birinin kalbini durdurmak mümkündür.

yazının başındaki milenyum köprüsüne dönecek olursak; milenyum köprüsünün bir ışık şeridi gibi görünecek şekilde tasarlanmış olması, tipik bir asma köprünün aksine benzersiz olması nedeniyle, onun salınım yapmasına neden olan şey, adım adım yürüyen insanlar mıydı?

inşaat mühendisliği literatüründe insan yürüme frekansına eşit rezonans frekansına sahip bir yaya köprüsü inşa edilmez diye bir kural varmış. insanlar saniyede yaklaşık iki adım atıyorlar. dolayısı ile köprüde iki hertzlik dikey yönde rezonans frekansı olmaması gerekiyor.

tek seferde bu önemli değil, ancak bu salınım sürekli tekrarlanıyorsa o zaman etkisini göstermeye başlar. bir sağ bir sol şeklinde atılan adımlar sadece dikeyde değil yatayda da etkisini gösterir. metronom örneğimizden hatırlayalım bu küçük salınımlar farkında olmadan insanların da uyum sağlamasına sebep olur. dolayısı ile çok kısa bir zamanda yeterince sayıya da ulaşınca (bu örnekte 166 kişi) artık bu senkronizasyon köprünün de yatayda sallanmasını arttırır.

yani köprünün sallanmasına neden olan senkronize yürüyen insanlar değildi. insanların senkronize bir şekilde yürümesini sağlayan sallanan köprüydü ve insanlar bu tuhaf penguen yürüyüşünü benimseyerek köprünün hareketine ayak uydurdukça, sonunda yanlışlıkla köprüye daha fazla enerji pompaladılar ve köprünün hareketini daha da kötüleştirdiler.

sorun böylece tespit edilmiş oldu. çözüm, güç dağılımını azaltmaktı. köprünün tamamına enerji dağıtan damperler yerleştirdiler. bu hesap hatası birkaç milyon sterline mal oldu.

kaynak
devamını gör...

neden trafik oluyor sorunsalı

özet: bütün sebep şu amipler yüzünden arkadaşlar
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


bu soruyu ilk olarak yıllar önce her gün düzenli olarak ankara-konya yolundan gidip samsun yolundan dönerken soruyordum.

bir yol düşünün ki 25 km boyunca sadece 1 tane sola dönüş olsun. sadece bir!!
ama buna rağmen yolda trafik olsun.
yani yol boyunca sola dönüş yok, ama sol şerit ölmüş.
ama nasıl bir trafik!! gıdım gıdım ilerliyorsun.
3 km yolu 20 dk da alıyorsun. 3 km oluyor sana 30 km...
3 km'nin sonunda bir anda trafik açılıyor. önün bomboş. sanki hiç o trafik olmadı. uçurumdan suya atlamışsın gibi.
çıldırmamak mümkün değil!
o boşlukta bi yandan tam gaz yardırıyorsun bi yandan şu şekilde sinir krizleri geçiriyorsun.
sonra aşti'ye yaklaşınca 2 km daha aynı manzara ile karşı karşıyasın. sonra birden yine uçuşa geçiyorsun.
akşam dönerken ise samsun yolunda seni daha beteri karşılıyor.

bir süre bunun neden olduğu üzerine kafa yordum. aslında kısmen sebebini biliyordum. ama tam olarak nasıl olduğunu kavrayamıyordum.

sonra bir gün o yola paralel olan başka bir yolu kullanırken orada daha belirgin olarak görünce sebebi kafamda tam olarak oturdu.
yıllarca araç kullanan birisi olarak sadece şunlardır demiyorum ama belli profilde arıza araçlar ve bu araçların şoförleri var
bunlar
1. doğan şahin şoförleri (bu araçları şoförleriyle beraber hurdaya ayırın bir anda trafik rahatlar)
2. doblo şoförleri
3. ticari taksiler
4. minibüs, servis şoförleri

şimdi anlatacağım sebepte bunlar başı çekiyor;

şimdi sen yola çıkmışsın sakin sakin şeridinde ilerliyorsun.
çok şerit değiştirmeyi de sevmeyen birisin (ki olması gereken de bu)
biliyorsun ki ileride yol ikiye ayrılıyor. sağdan gidersen sağa döneceksin, soldan gidersen düz devam edeceksin.
sen, düz devam edeceğin için soldan devam ediyorsun. ayrıca ana arter olduğu için senin yönünde gideceklerin sayısı bir hayli fazla.
öte yandan sağa dönecekler tek tük.
dolayısı ile en sağ şerit bomboş.
şimdi sen biliyorsun ki sağ şeride geçsen bile ileride bir yerde yine sol şeride girmen lazım. ve yine biliyorsun ki yardırdıktan sonra sol şeride burnunu sokmak demek trafiği gereksiz yere meşgul etmek demek. yani başka insanların hakkını gaspetmek demek. bu yüzden şeridinden ayrılmayıp trafiğin normalde akmasını bekliyorsun. ama çok beklersin!

çünkü 3-5 tane hayvanoğluhayvan aklınca uyanık geçinecek ya, senden daha zeki ya bu yaratık, sen düşünememişsin bir tek bu hayvan düşünmüş ya!
bu amip sağa dönmek için girilmesi gereken yola giriyor, sonra ayrıma kadar köklüyor, sonra da tam yolun fiziksel olarak ayrıldığı yerde cart diye burnunu sol şeride sokuyor. yol vermezsen kaza yapacaksın.

bu hayvan burnunu sokunca o şeritteki araba bu şeye yol vermek için durmak zorunda kalıyor. o durunca arkadaki de duruyor. böyle böyle o şerit yavaşlıyor. bu sefer o şerittekiler bir sol şeride kayıyorlar, hadi o şerit de öldü mü!?
normalde o trafik yağ gibi akacakken, o yol ayrımının başladığı yere kadar metrelerce hatta km'lerce trafik oluyor. ve yola ayrımının başladığı yerde bir anda trafik akmaya başlıyor.

bu insanımsı şey, aklınca uyanıklık yaparak aslında kendisinin de zor durumda olduğu bir trafik oluşturuyor.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


bunun bir diğer çeşidi de şöyle.
bu sefer trafik yoğunluğu düz değil, sağa dönüşlerde. sen aracını almış sol şeritte ilerliyorsun. nasıl olsa yol boyunca sola dönüş yok. o yüzden sol şerit akmalı değil mi?
değil işte. çünkü aynı hayvan bu sefer sağa döneceği halde 6 şeritli yolun en sol şeridinden gidiyor. sonra döneceği yere 5-10 metre kala bu hayvan bi kırıyor sağa doğru sen sağ ben selamet.
hem sağ şerit iptal hem de utanmasa 90 derece açıyla sağ şeride girdiği için 6 şeridin 6'sı birden iptal.

bu tür yaratıklar yüzünden, o trafik kaftanın 5 günü hiç sekmeden orada olacak, taa ki bu hayvanlar eğitilene kadar.
devamını gör...

hiçlik vs sonsuzluk

bu başlığı daha sonra bayağı bi dolduracağım ama bi giriş yapayım. son haline ulaştığını bu satırı sildiğimden anlarsınız

ikisi de korkunçtur. ama birisi korkutucu anlamında diğeri ise muazzam anlamında korkunçtur. ayrıca başlıkta yazmasa bile sonsuzlukla alakalı bir kavram daha var o da ezeli olmak. yani başı da olmamak, yani sonsuzluktan gelip sonsuzluğa gitmek.

yazımı devam ederken islami argümanlarla devam edeceğim. çünkü içinde bulunduğumuz ve sınırına ulaşamadığımız için sonlu olup olmadığını bilmeyerek sonsuz olarak tanımladığımız evrenin hem inancımızda hem de metacı bilimde bir gün son bulacağını biliyoruz (bkz: entropi). bu sebeple sonsuzluğu, bir inancı referans olarak almadan ele almak pek mümkün değil.

hiçlik

öncelikle hiçlik üzerine konuşalım. bazen oturup hiçliği anlamaya çalışıyorum.
aklıma nedense şu video geldi. paylaşmadan edemeyeceğim


insanı diğer tüm canlılardan ayıran özellik akıllı olması ve bir bilince sahip olması. bu bilinç ile düşünüp varlığını idrak edebiliyor. bedeni, elleri hatta ve hatta bunları yönettiği beyni gerçekten var mı, sahiden yapraklar yeşil mi bu soruların cevapları dünyayı idrak etmemizi sağlayan beynin elektrik sinyallerini yorumlamasından ibaret. ama bir şeyden kesinlikle eminiz: düşünüyoruz, o halde varız.

işte hiçlik bunun tam anlamıyla zıttıdır. hiç olmamak, ya da varken bir anda yok olmak. kendi varlığının bilincinde olmamak...

bakın ölüm demiyorum. ölüm bir tüm inanışlarda dünya değiştirmektir. kiminde ruhlar alemine gitmek, kiminde uykudan uyanmak, kiminde uykuya dalmak kiminde enerji dönüşmek vs. vs.

ama hiçlik... bu çok acayip bir şey...
şu an iyi kötü bir şekilde yaşıyorsun. belki hayatın çok iyi, belki de çok kötü.


bu arada bir parantez açmak istiyorum. gerçek anlamda hayatı cehenneme çevrilmiş insanları istisna tutarsak çoğu insan için hayatın kötü olması demek zaten kısa olan bir ömrü yeterince iyi geçirememek anlamına geliyor. sonsuzluk başlığının konusu ama eğer mesela 100 yıl değil de sonsuz bir ömrü olsaydı bazı konular onun için artık önemsiz olurdu ve üzülmeye değer bulmazdı.


ama yine de hiçliğin üzerine düşünen ve hiçlik, önüne gerçekten bir seçenek olarak önüne gelen aklı başında birisi her koşulda varlığı yokluğa tercih eder.


biraz sataşma gibi olacak ama ölümden sonra hayat olmadığını iddia eden ateistler bile bundan hiçbir zaman kesin olarak emin olamazlar. içlerinde hep bir acaba hep bir şüphe olacaktır. kendi iddialarına göre -allah diye bir varlık işime karışmasın- dedikleri için değil de bilim ile buna ulaştığını iddia eden bir ateistin böyle bir şeye kesin vardır ya da kesin yoktur demesi kendi bilim inancı ile çelişmek zorundadır.


biraz yukarıda --hiçliğin üzerine düşünen-- dedim. evet...

oturup bir süre bunun üzerine düşününce öyle bir noktaya geliyorsun ki bu işin korkunçluğu seni bir anda kendini silkme ve düşüncelerden uzaklaşma eylemine itiyor. o derece korkunç, o derece belirsiz...

hiçlik üzerine düşünmek için, hiçlik üzerine olan algılarımızı aşama aşama değiştirmek gerekiyor. tabiri caizse kilit kapıları birer birer açmalıyız. ama bu bile hiçliği anlamaya, idrak etmeye yetmeyecektir.

1. kapı:*
öncelikle yazının başlarında düşünüyor olmamız var olduğumuzun kesin olarak delilidir demiştik.
öyle ise yokluğun ya da hiçliğin ilk kapısı, artık düşünmüyor oluşumuzdur diyebilir miyiz?
yani, eğer ben artık düşünmeyi bıraktıysam (bkz: ölüm) kendi varlığımın bilincinde değilsem. artık ne evren benim için var ne de ben evren için varım. çünkü artık ben diye bir şey yok. varsa da ben benim farkında değilsem var olmasının bir anlamı yok.
bakın daha diğer kapıya gelmeden aslında korkunç bir şeyle yüzleşiyoruz.

ben diye bir şeyin olmaması. yani diğer her şey bir şekilde devam ediyor, ben sandığım o ceset de orada bir yerde. ama o ceset aslında ben değilmişim meğer. çünkü kalan herkes o cesede bakıyorken ben bunun farkında bile değilim.

şu an bu satırları yazarken halen benim olmadığımı iddia etmem bile bir benlik durumu iken artık bunu bile yazmayı geç düşünecek bir ben yok.

yani oturup kendimin olmayışına üzülemiyorum bile, yukarılarda bir yere çıkıp aşağıdaki bedenime bakmak gibi bir şey değil bu. ah canııım! ne kötü hayat yaşamışım yazık bana, ama artık yokum diyemiyorsun. çünkü yoksun ve bunun farkında bile değilsin. birileri senin için üzülüyor belki ama sende bunu takdir edecek bir bilinç yok, sen diye bir şey yok. adalet/adaletsizlik yarım kalmış hayatlar bunları geçtim. bunlar için sevineceğin veya üzüleceğin bir varlığın yok.

bu çok ağır bir şey arkadaşlar. bilinç halinde olmama fikri. daha 2. ve 3. kapıya gitmeden bile kendi hesabınıza bu asla kabul edemeyeceğimiz/istemeyeceğimiz eğer kabul ediyorsak halen bir şeyleri anlamadığımız korkunç bir durum.

yani aslında en az sonsuzluk kadar, üzerine ne kadar düşünürsen düşün idrak edemeyeceğin bir durum.

2. kapı
ilk kapıyı kendi varlığımızın var olduğunu kabul ettiğimizi bu meta dünyada kabul ettiğimiz kurgu kadarıyla fiziksel olarak son bulmasa da bilincimizi yitirdiğimiz anda bizim için hiçliği başladığını, --aslında olmayan bir şey başlayamaz da-- söyleyerek araladık.

peki 2. kapıya hangi adımı koyalım öyleyse? benlik dediğimiz bazılarını beyin ile sınırlandırdığı benim ise beynin kendisini bile sinirleri yeterince uzatıp bir masaya koymamız halinde gözlerimizle görebiliyorsak elektrik sinyalinden ibaret bir şey olması durumunda benlik değil de "ben" dediğimiz şey için bir transmitter, bir aracı ya da bir kapasite sınırlayıcı olarak görmemden dolayı beyinden de öte bir şeyin artık olmayışı senaryosu ile başlamıştık.

madde ötesi bir varlık olan bilinci 1. kapı olarak kabul ettiysek bu durumda 2. kapı olarak cesedimiz ve madde ile devam edebiliriz.

ama... bugün kendime ayırdığım sürenin sonuna geldim.
yazım editleye editleye devam edecek inşallah.
devamını gör...

israil terör örgütü

böyle bir şeydir

kendine devlet diyen ve 75 yıldır filistin'i işgal ederek katliam yapan ve filistin ile işi bitince türkiye'nin doğusu ve güneydoğusuna (bkz: arz-ı mevud) göz dikecek olanterör örgütü.

israil'in büyük ortadoğu projesinde türkiye'nin doğuanadolu ve güneydoğuanadolu bölgesinin bir kısmını da almak vardır.
türkiye'deki israil seviciler bunu bilmesine rağmen yine de israil'i desteklemekte ve günü geldiğinde manda ve himayeciler gibi israil bayraklarını balkonlarına asmaya hazır bekliyorlar. bunun başka izahı olamaz.

israil terör örgütünü, tamam hamas sivilleri katletti ama... diye cümleye başlamadan eleştiremeyenlerle başlayalım önce:

1. katliam için bahane olarak öne sürdüğü 7 ekim olayında sivilleri israil kendisi katletti. israil terör örgütünün kendi medyası ve helikopter pilotu bunu itiraf etti. hamas idf denilen teröristleri gebertmek için geldiğinde panikleyip "ya aralarında hamas varsa" diyerek herkesi vurmuşlar. yanlış hatırlamıyorsam görüntüleri de paylaştı
2. o aracın arkasında soyulup tecavüz edildi denilen kadın, ne soyuldu ne de tecavüz edildii. kadının yakalanmadan önceki kendi poz verdiği resmini gördüm zaten üzerinde elbisesi neredeyse yok gibiydi, bikiniden hallice bir elbise ile dolaşıyordu. servis edilen görüntülerdeki elbise(!) ile aynı elbise idi. millet de "aha soymuşlar" diye hemen atladılar. tecavüz ise zaten tamamen yalan.
3. bebekleri öldürdü diye yalan atan israil köpeklerinin bu sıçtıkları yalana sözlüktekiler denize düşenin can simidine sarıldığı gibi sarıldılar.
4. ulan israilli esirler bile hamas'ın şerefli duruşundan etkilenirken halen bu iftiralara tutunan şerefsizler şerefsizliğe devam ediyor.
5. 75 yıldır katliam yapan israil terör örgütünün icratlerini kalkıp da hamas'a bağlayan da ayrı bir şerefsizdir.
6. hamas 75 yıldır katliam yapan israil'e karşı filistin'i savunan onurlu ve şerefli bir direniştir.
7. vay efendim israil'deki müslümanlar namazlarını rahatça kılıyormış. onların namazları başında paralansın! mezbağada beslediğin koyunlar için de "bak! koyunları besliyorum" demek gibi bir şey. madem o kadar rahat kılıyorlarsa her cuma kudüs'te yaşananlar ne?! kudüsün etrafına sıkılan lağım kokulu sıvılar ne?!
8. halen israil'i savunan akılsız! anla artık filistin düşerse sırada sen varsın. türkiyenin toprakları israil terör örgütünün hedefinde. bugün filistin'de ne yapıyorsa aynısını yarın türkiyenin doğusunda yapacak! (bkz: vadedilmiş topraklar)


dünya üzerinde ingiltere ve amerika'da bile halk artık durumu anlamış protestolar düzenliyor ve israil'in işgalini artık her şekilde ifade ediyorlar. ama halen bazıları bunu anlamak istemiyor. başka bir bilal'e anlatma denemesi


şimdi görelim terörizm nasıl oluyor:

israil denen bu terör örgütü, 75 yıl önce sağdan soldan topladığı siyonistlerle gelip kudüsü işgal etmiştir. sonrasında ise katliam üzerine katliam gerçekleştirmiştir.
üstelik artık bunu gizlemek için de çaba sarfetmemektedir. buna rağmen sözlükteki terör sevici israil yalakaları hamas'a terör örgütü diyecek kadar şerefsizleşmişlerdir.

bakın! size yıllara yayılan terör eylemlerini anlatmayacağım. sadece bu yıldan birkaç örnek koyuyorum.

aşağıda paylaştıklarım bu teröristlerin vahşetlerinin binde birini bile göstermemektedir. hastanelerde ölüme terkedilmiş bebekler, israil örgütü tarafından organları çalınan cesetler, tecavüze uğrayan esirler. bunları da koyardım ama gerek yok.

piyanist filmine ağlayanları buraya alalım
çocukları hususi olarak vuran teröristler
israil terör örgütü hamas ile savaşırken
açlıktan kıvranan insanlar yemek sanıp açarken ölsün diye bomba yerleştiren teröristler
rastgele insan vuran keskin nişancı teröristler
güvenli bölgede masumları katleden teröristler
çocukları diri diri yakan teröristler
masumları bombalayan teröristler
teröristler tarafından vurulan çocuğun ilaç olmadığı için anestezi olmadan bacakları kesilmek zorunda
bebek katili teröristler
buna artık bir şey yazamıyorum
buna da
buna da
buna da
tonlarca bomba ile evleri yıkarken geberen teröristler
mezarları tahrip eden teröristler
neyse ki bu sefer kadın ce çocukların üzerine attıkları bomba patlamamış ama bunun gibi binlercesi masumlar üzerine atıldı
hırsızlık yapan teröristler
eğlencesine ev vurup sosyal medyada paylaşan teröristler
drone ile basın avlayan teröristler
katliam ile dalga geçen teröristler
tank ile sivillerin üzerinden geçen teröristler
terörizmi olağan karşıalayan teröristler
hristiyanlardan bile nefret etmek üzere yetiştirilen küçük çocuklar
yine birgün de-dust oynuyorken
teröristler yıktıkları okulla gurur duyarken
binlerce çocuktan birisi
terörist her yerde teröristtir
eski yıllardan bu teröristlerin zihniyetini gösteren bir video
bunların sivilleri bile terörist
---
yorumsuz
bombalan hastanede hamas vardı diyorlardı ya hani

filistin'in meşru görülen hükumetinin vatanını satmaktan başka bir faaliyeti yokken vatanını savunan hamas'a terörist diyenin kendisi aşağılık bir teröristtir

terörist ile müslüman mücahid arasındaki fark
devamını gör...

left-pad

2016 yılında gerçekleşen bu hikayenin kahramanları (bkz: npm) (bkz: kik) ve olayın gerçekleştiği tarihte 28 yaşında olan adam gibi adam (bkz: azer koçulu)'dur.

öncelikle azer koçulu'dan kısaca bahsedelim.

(bkz: richard stallman)'ın the gnu manifesto'sundan etkilenen azer koçulu açık kaynak topluluğu ile ilgili olarak "sahip olduğum her şeyi açık kaynak felsefesinden asla vazgeçmeyen insanlara borçluyum." der bu sebeple.

koçulu'nun npm üzerinde yayınladığı irili ufaklı paketleri bulunuyordu. bunlardan birisi de kik adında, programcıların şablon hazırlamalarına yardımcı olan bir paket.

aynı zamanda kik; bir mesajlaşma uygulamasının da adı imiş.

bu uygulamanın sahipleri de npm de kik için kendi paketlerini yayınlamak istemişler. bu sebeple de koçulu'ya 11 mart'da bob stratton'dan paketinizin ismini değiştirebilir misiniz? konulu bir mail gelmiş.

koçulu da ben bu isimle geliştiriyorum diyerek reddetmiş.

bunun üzerine "hıyarlık yapmak istemeyiz ama inatlaşırsanız avukatlarımızla bu işi çözmek durumunda kalacağız" diye cevap gelince koçulu bunlara s**tiri çekiyor.

başta avukatla tehdit ettiği için mi artık neyse para teklifi de koçulu'yu inadından vazgeçirmeyince bu sefer şirket (gbkz:npm) ile iletişime geçiyor.

npm'in ceo'su isaac schlueter kik adını stratton'a vermeyi kabul ediyor.

koçulu "sizi yıllardır tanıyan birisi olarak açık kaynak koda katkıda bulunanları tehdit eden kurumsal patent avukatlarının tarafını tutacağınıza asla inanmazdım" diye cevap veriyor bu harekete karşılık olarak. devamında ise "ya bana ait tüm paketleri derhal silin ya da bana nasıl sileceğimi söyleyin ben sileyim" diyerek postayı koyuyor.

yazışmaya buradan erişebilirsiniz


koçulu'nun bu son mailinden 2 gün sonra 22 mart'ta left-pad is not in the npm registry hatası ile başlıyor güne bir çok web sitesi.

işin ilginç tarafı bu sayfaların çoğu left-pad paketini bile kullanmıyordu. --en azından doğrudan--

işte krize sebep olan 11 satırlık kod

evet, bu siteler left-pad'i kullanmıyordu ama bu sitelerin çoğu facebook'a ait react paketini kullanıyordu. ve react de başka bir paketi o da başka bir paketi ve o da left-pad kullanıyordu. bunun gibi left-pad kullanan birçok paket vardı.

react - install fails - left-pad
npmjs.org tells me that left-pad is not available
(bkz: web of dependencies)

işin ironik tarafı bunlara sebep olan kik firmasının web sayfası da bu sorunla karşı karşıya kalmıştı *

sorunun farkedilmesinden bir saat kadar sonra koçulu, medium'da olayı anlatan bir yazı yazarak olayı kısaca açıkladı. ve protesto amacıyla şimdiye kadar yayımladığı 273 adet paketi protesto amacıyla sildiğini söyledi.

koçulu, "bu durum, npm'in, şirketleri halktan daha güçlü gören birisinin özel arazisi olduğunu anlamamı sağladı, ben ise halka güç vermek için açık kaynak yazıyorum" demişti.

kısa bir araştırma ile edindiğim bilgiler böyle. bu bilgiler ışığında azer koçulu'yu takdir ve tebrik ediyorum.
devamını gör...

koronal ısınma problemi

bu probleme girmeden önce bazı temel bilgiler.
1. fotosfer ya da ışıkküre: güneşin yüzeyidir. bu yüzeyde sıcaklık yaklaşık 5.500-6.000 santigrat derecedir. çıplak gözle rahatlıkla görünür.

2. korona ya da taç küre: güneş tutlmaları sırasında görülebilen katmandır. bu katmanda sıcaklık yaklaşık 1.000.000santigrat derecedir.

3. termodinamiğin ikinci kanunu: sıcaklık akışı sıcak cisimden soğuk cisme doğru gerçekleşir.

şimdi bu 3 bilgiye ek olarak

4. korona katmanı güneşin yüzeyi olan fotosfer'den daha dışarıda ve oldukça geniş bir alana yayılmaktadır.

işte koronal ısınma problemi de tam bu noktada oluşmaktadır.
güneş sıcak, uzay soğuk.
güneş'imizin çekirdeği 15 milyon santigrat derece civarındadır. yüzeyi ise yaklaşık 5.500-6.000 santigrat derece sıcaklığında bulunuyor. buraya kadar herhangi bir sorun yok.

ancak az önce de belirttiğimiz gibi korona katmanı başka hiçbir ısı kaynağı yokken ve fotosferin dışında olduğu halde sıcaklık bir anda 6.000 dereceden 1milyon dereceye çıkmaktadır.

bu olayı açıklamaya çalışan (bkz: dalga ısıtma hipotezi) ve manyetik (bkz: yeniden birleşme hipotezi) gibi hipotezler olsa da henüz bir teori oluşturulamamıştır.
devamını gör...

dohad'ın ısrarla dikkate alınmaması

öncelikle (bkz: dohad) özetle deprem işine gönlünü ve yıllarını vermiş bir topluluk. bu topluluk sadece depremle değil (bkz: istemezük)çülerle de uğraşıyor maalesef. çalışmalarını takip eden birisi olarak tutarlı ve isabetli veri ve uyarılarına bizzat şahidim.

bu topluluğa gönül vermiş bir kişinin feryadını aşağıda paylaşıyorum. kaynak linkini de en sonda paylaşıyorum. takdir akl-ı selim okuyucularındır.

yazı uzun olduğu için iki paragraf ile özet geçmek istiyorum. özetle yazıda şöyle demektedir:

deprem tahmin edilebilir bir doğa olayıdır. türkiye'de japonya'nın aksine depremler yüzeye yakın olduğu için kayaç gerginliği ölçen istasyonların sayısı arttırılarak bile depremin tam olarak nerede gerçekleşeceği tahmin edilebilir.

nitekim (bkz: itü)'nün marmara'da kurduğu istasyonlar sayesinde ülkenin doğusunda olacak olan depremler tahmin edilebilmiş ama doğuya en yakın istasyon sakarya'da olduğu için daha net bilgiye ulaşılamamıştır. doğuda kurulmasına ise ideoloji * mühendisleri engel olmuşlardır.

yazının tamamı


çevremde beni yakından tanıyan herkes deprem'e karşı hassasiyetimi çok iyi bilmektedir. bu konuda birçok kez çalışmalar yürüttüğümü de bilirler. 20 yıldır hep çevreme maraş'taki fay kırılırsa bütün bölge yıkılır demekteydim. buna birçok kişi şahittir. çünkü tarihi kayıtlarda öncki kırılmanın da büyük olduğu ve tüm bölgeyi ciddi şekilde etkilediği biliniyor.
her nedense! birçok jeoloji mühendisi ısrarla işin kolayına kaçıp deprem asla tahmin edilemez diye orta çağdan kalma fikirlerini hala yazıp çizmektedirler. bu durumu büyük bir üzüntüyle takip etmekteyim. bu durumu bir jeoloji mühendisinin aldığı eğitimin deprem rahmini yapabilecek seviyede olmadığını düşünüyorum.
çünkü deprem tahmini yapmak için jeoloji bilmek maalesef yetmiyor. makine, elektrik, elektronik, bilgisayar, yazılım, fizik, jeofizik, astroloji, yapay zeka, kimya, biyoloji, inşaat, geomatik, metalurji, meteoroloji, mekatronik, biyoloji, tıp vs. bir çok ilim dalını bilmeyi gerektirir.
yıllardır amatör olarak birçok insan deprem tahmini yapmak için kendilerince birçok çaba sarfretmiştir.
en ciddi çalışmayı ise istanbul teknik üniversitesi yapmıştır. kayaç gerginliği ölçen istasyonlar kurmuşlardır. üyesi bulunduğum dohad ise bu projeyi devam ettirme mücadelesini vermektedir.
ama her nedense hep bu çalışmalar jeoloji mühendisleri tarafından engellenmiştir. çünkü ısrarla depremin tahmin edilemeyeceğini iddia ediyorlar. ya da arka planda başka bir gizli sebep var mıdır bilemem.
deprem tahmin edilebilseydi japonya tahmin ederdi diyenler de cabası. japonya'da deprem zaten tahmin edilemez. çünkü japonya da depremler karasal değil denizde olur. sığ değil 100'lerce km derinde olur. yani derin deprem zaten tahmin edilemez.
ancak ülkemizde durum çok farklıdır. ülkemizde depremler sığdır. 5-10 km derinlerde oluyor. derin olmadığı için manyetik, fiziksel vs bir çok belirtilerin tespiti mümkündür.
örneğin:
8 mart 2010 karakoçan depreminden 3 hafta önce
23 ekim 2011 van depreminden 4 hafta önce
20 ocak 2020 depreminden 3 hafta önce
30 mart 2020 depreminden 3 hafta önce
6 şubat 2023 pazarcık depreminden 5 hafta önce
tamamı marmara bölgesinde bulunan itü kayaç gerginliği istasyonları sinyal vermiştir.
ülkenin doğusunda büyük deprem olacağı net şekilde tespit edilmiştir.
ancak doğu anadolu bölgesinde ekstra istasyonlar olduğu için bu depremlerin net yeri tespit edilememiştir.
çünkü doğuya en yakın istasyon maalesef sakarya'da yer almaktadır.
şayet doğu anadolu bölgesinde de bu istasyonlar yer alsaydı yukarıda saydığım 5 tane depremden 4 tanesi haftalar öncesinden nerede olacağı çok net tahmin edilebilirdi.
yıllar evvel bu istasyonlar elazığ'da kurulmak istendi ancak sağolsun şehrimizin jeoloji mühendisleri bu işe de engel oldular!!! çok görmemek lazım yukarıda da belirttiğim gibi deprem tahmin etmek için jeoloji bilmek yetmiyor.
şu anda istasyon tekrar sinyal veriyor. tüm riskleri göze alarak artık açık açık yazmak zorundayım. doğuda yeni bir deprem daha bekleniyor. ama yeri neresi diye sormayın. bilinmiyor. çünkü doğuda ölçecek istasyon yok!!!
deprem tahmin eddilebilir bir olaydır. bu ülkede yeterince ekipman kurulursa ve uzmanlar bu monitörleri takip ederse hava tahmin raporu gibi deprem tahmin raporları yayınlanabilir!!!
bu yazdıklarım burada dursun. yarın belki bu işe engel olan jeoloji mühendisleri görür de yüzleri kızarır!!!


kaynak twitter
devamını gör...

the thirteen club

1881 yılında william fowler adında bir amerikalı tarafından 13 rakamının uğursuzluğunun veya lanetinin olmadığını herkese ispatlamak için kurulmuş olan kulüptür.

öncelikle fowler'in hayatında 13'ün yerine kısaca bir bakmak lazım.

kaptan william fowler
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel



13 yaşında ps 13'ten mezun oldu. mimar olarak kısa bir süre görev yaparken, 13 kamu binası inşa etti. daha sonra, 13 savaştan sağ kurtularak 13 ağustos 1863'te savaştan emekli oldu. kısa bir süre sonra, ayın 13'ünde bir kulübe satın aldı. 13 nisan 1883 cuma günü sattı.


bir hikayeye göre fowler, bir masada bir kadının oturan sayısı 13'e ulaşmasın diye 9 yaşındaki kızını masadan kovmasına şahit olunca bu olaya tepki olarak bu kulübü kurmaya karar vermiştir.

yemek toplantısı görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

13'ler masası görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


13 ekim 1881'de (13 eylül ya da 13 ocak da olabilir) ilk toplantısını yaptı. toplantıda masada 13 kişi vardı. ve tahmin edersiniz ki toplantı sonrası kimseye bir şey olmadı.

yemekle ilgili paylaşılan açık mektup
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


bu toplantılar böylece devam etti. artık toplantılarda ayna kırma, merdiven altından geçme, kara kedi, tuz dökme vb batıl inançların hepsini yapıyorlardı ve takdir edersiniz ki hiçbir şey olmuyordu.

13 kulüp üyeleri gezinti düzenlerken
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


diğer 12 üyeyi toparlaması yaklaşık bir yıl sürmesine rağmen, ilk toplantılarından sonra, büyük ölçüde fowler'ın mizah anlayışı ve gotik için mükemmel yeteneği sayesinde on üç kulüp büyümeye başladı. menüler genellikle 13 çeşit olarak numaralandırılırdı ve şarap listeleri genellikle mezar taşları şeklindeydi.

13 menüsü
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

theodore roosevelt için onursal üyelik sertifikası
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


bu kulübün üye sayısı 400'e kadar ulaşmıştır.

new york'ta 13 aralık 1886'da on üç kulüp'ün toplantısında robert green ingersoll, kadeh kaldırışında sözlerini şu şekilde bitirmiştir.

yeterince vasatlığımız, yeterince politikamız, yeterince batıl inancımız, yeterince önyargımız, yeterince taşralılığımız oldu ve amerikan vatandaşının şunu söylemesinin zamanı geldi: "bundan sonra sadece büyük cumhuriyet ile değil, on dokuzuncu yüzyıla layık insanlar tarafından da temsil edileceğim."

kaynaklar
1
2
3
devamını gör...

yazarlara göre mutluluğun resimleri veri tabanı

benim rüya alemim çok geniştir. oturup gördüğüm rüyaları metne döksem film scripti ya da güzel hikayeler çıkar. gerçi yazmadığım için daha sonra hepsini unutuyorum ama olsun, verdiği mutluluk hissi kalıcı.

ama bir rüyam var ki her yıl düzenli olarak yılda 1-2 bazen 3-4 kez görürüm. stresli olduğum zamanlarda rüyamda akdeniz'deki hayali mekanıma gidiyorum. orada her zaman günbatımı var. hiç bitmeyen bir günbatımı. etrafta neşeyle koşuşturan çocukların sesi. bambudan yapılma bir evim, sandalyelerim ve hamağım var. orada öylece uzanıyorum ve tüm dertlerimi unutuyorum. yaklaşık 1 yıldır görmediğim için üzülüyorum biraz. bugün (bkz: chatgpt)'ye mekanımı anlattım... çizer misin dedim, çizdi sağolsun.

en azından böyle avutuyorum kendimi be sözlük!...
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

edit: diğer 2 çizimini de ekledim
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kemalist devrim 2 - din ve allah

bir doğu perinçek kitabıdır.

kitabında m.kemal'e ait el yazması bazı yazıları paylaşıyor. bu yazılardan yola çıkarak şunu söylüyor

1. atatürk dindar değildir tam tersine din ve allah kavramlarının insanlar tarafından oluşturulmuş olduğunu savunmaktadır . kitapta şöyle bir cümle geçmektedir: (bkz: allah mı insanları yarattı insanlar mı allah'ı).

hadi dindar kısım atatürk'ü şirin göstermeye çalışıyor peki kemalist geçinenlere n'oluyor?! onlar neden atatürk ile dini barıştırmaya çalışıyor? (burada kastettiği 1960'larda yapılan atatürk ile dini barıştırma çalışmaları)

2. atatürk'ün ilke ve inkılapları diyoruz. inkılap demek bir şeyi devirip yerine başka bir şey koymak demek. burada devrilen sadece saltanat değil aynı zamanda hilafet. saltanatı kaldırıp hilafeti bırakabilirdi zira ikisi birbiriyle alakasız şeyler. ancak kemalizm devrimi özünde tam da dine karşı yapılmış bir devrimdir ve henüz tamamlanmamıştır. dolayısı ile bu yarım devrim tamamlanmalıdır. biz de bunu gerçekleştirecek kişileriz (biz diyen de perinçek)

3. türk milletini din'den kurtardığımızda devrim tamamlanmış olacaktır. ne pahasına olursa olsun bu devrim tamamlanmalıdır. (bkz: kemalist devrim tamamlanmalıdır)


bu kitabı okumamın üzerinden epeyi bir zaman geçti. bununla birlikte çokça olaylar oldu. bu olaylar olmadan önce bu kitapla beraber sanki bir şeyler yerine oturmaya başlamıştı. şimdi bundan bahsedelim.

bölüm 1
bu kitabı okuduğumda halen akp, daha yeni yeni dindar nesil yetiştireceğiz söylemlerine başlamıştı, dinleyenler de hüloooğ diye zikir çekiyordu. geziden önce miydi sonra mıydı hatırlamıyorum. gülen cemaati ile araları daha bozulmamış ve ekonomiyi henüz katletmemişlerdi ama altyapı çalışmaları çoktan başlamıştı.
perinçek cezaevinden çıkıp daha kapıda iken ve henüz hiç kimseyle görüşmediği halde "cemaatlerin tarikatların kökünü kurutacağız, kınından çıkmış kılıç gibiyiz, görevlere hazırız" dememişti.
ama o zamanda bile azıcık aklı ve vicdanı olan birisi erdoğan'ın başa gelmeden önce, gelirken ve geldikten hemen sonraki irtibat ve konuşmalarını gözlemleyerek bunu asla yapamayacağını ya da yapmayacağını bilirdi.

neyse bu giriş bilgisiyle beraber kitabı okuduktan sonra kendi kendime demiştim ki, devrimi nasıl tamamlarsın? yasaklayarak olmaz çünkü yasaklarsan herkes teyakkuzda olur. nitekim 28 şubatta bunu gördük.

onun yerine; zaten müslümanların çoğu islam'ı bilmiyor 1930-60 arası bayağı bir kopukluk oldu. kalanların da islam diye bildikleri sadece ibadet ve hurafelerden ibaret. geriye kalan bu hurafeleri kullanarak;

a) müslüman görünümlü birisini getirirsin, din adına her türlü pisliği ona yaptırırsın, öyle ki artık bok kokuları arşa kadar yükselir, ama kimse sesiniz çıkarmaz, "vardır bir bildiği" der. iş işten geçtiğinde ise artık bir daha da kimsenin islam demeye mecali kalmaz. islam diyenin ağzına kürekle vurulur hale gelinir. gördük ulan islamınızı derler

diğer seçenek ise müslümanları öcü gibi gösterirsin ama 28 şubatta denenmişti tutmamıştı. şimdi; 1000 yıl devam edecek olan 28 şubat sürecini artık görünürde dindar(!)lar yönetiyor. o yüzden üstteki seçenek olabilecek en etkili ve aslında kitaptaki en eski oyundur.

b) bu kişilere her türlü pisliği yaptırırken devrim için ileride kullanılabilecek her türlü yasayı da onlara çıkarttırırsın, sonra o yasayla önce "müslüman görünümlü birisini" sonra onun çatısına girenleri en son da geriye kalanları halledersin (bkz: sarı öküz hikayesi). yasayı çıkarman zor olmaz. çünkü zaten bunların hepsinin mutlaka elinde bir şeyleri vardır. kaldı ki hükumet değişse bile ipler hiç bir zaman onların elinde olmaz. bunu tansu çiller'in açıklamasından da hatırlıyoruz.

c) son aşamada artık gerilen ipleri tıngırdatır birbirlerini yemelerini beklersin, baktın olmuyor gerekirse iç savaş bile çıkarır, hatta kangren bazı toprakları verir (mesela vadedilmiş topraklar), suçu da siyasal islam'a yıkar, kalanında da mutlu mesut bir şekilde atatürk'ün ilke ve inkılaplarıyla yaşarsın.

zaten o durumdan daha kötü hale getirmen mümkün değildir. bu temizlik ve devrim sonrasında yine normalleşmeye başlarsın ve zaferini pekiştirmiş olursun.

bir taşla bir sürü kuş vurmuş olursun, uzun bir süre kimse artık islam da islam diye konuşamaz, yasalar istediğin gibi olmuştur ve inkılap esnasında asmayı unuttuklarını ya da onların çocuklarını da bu şekilde temizlemişsindir. sonunda aydınlanma tamamlanmıştır ve özlenen medeniyete ulaşılmıştır.

bölüm 2

bu yaklaşımın en ilginç tarafı bence bu devrim planı uygulamaya koyarken kullanılan kaynaklardır.
1. ilk silah olarak dinin kendisini kullanmak, ki zaten onu yukarıda anlattık
2. ikinci silah ise ne ilginçtir ki aslında yine dine dayalı bir hareket olan israil siyonizm hareketinin tam da bu plana cuk diye oturan bir kesişimi olması.
3. üçüncü silah ise (yukarıdaki kurgu için) biraz karışık, tam şöyledir diyemem ama ya rusya'nın 1 asır önce yaptığı teklifi yeniden değerlendirmeye almak (mao'cu perinçek'in rus-çin sevdasını bilmeyen yok) ya da amerika'ya sırtını dayamak.

bölüm 3

peki bu kitabı okuduktan ve ben olsam bu devrimi böyle yapardım dedikten sonra ne oldu? (bu çıkarımı gaipten yapmadık elbette, mevcut iktidar herkese şirin görünürken dikkatli bir gözlemle buna müsait olduğunu gösteriyordu zaten. kitapla beraber daha da anlam kazandı)

üstünden yıllar geçtiği için ve ben balık hafızalı olduğum için tek tek saymak yerine şöyle kabaca bir değineyim. (sadece bu devrime yarayacak icraatlar)

1. mesela ilk geldiği zamandan beridir çıkan kanunlara bir bakalım. dindar nesil geyiği adına yapılanlar da dahil olmak üzere. çıkarılan yasalar;
- ya o dönemde çıkarılınca "bu ne şimdi?!", "kel alaka" dedirten anlamsız yasalar olup ama aslında devrim penceresinden baktığında "bu ilerde işimize yarar" türünden yasalar.
- ya da görünürde bir yasağı kaldırıyormuş gibi görünen ama aslında o yasağı mevzuat olmaktan çıkarıp yasa haline getiren (örnek: şurada serbest, -alt metin/tersten yorumla- kalan diğer yerlerde yasak) şeklinde yasalar.

2. yine geldiğinden beridir bu devrim'in ekmeğine yağ sürebilecek iç ve dış politikalara bakalım. (aklıma gelenler şunlar)
- daha ayağının tozuyla gelir gelmez, amerika; ırak'taki müslümanları 300bin ton bomba ile bombalayıp, erkeklere işkence kadınlara tecavüz etsin diye incirlik üssünü açmaya kalkışması ilk seferde başaramayıp ikincisinde jet hızıyla tezkere çıkarması (bir komşu gitti)
bu arada amerika ışid'i ırak'ta hortlattı. ne ilginçtir ki ışid israil'e dokunanı yakarım derken, müslümanları da kafir ilan ediyor ve kadınlarını da kendilerine cariye yapıyordu.

- suriye'deki iç savaşı tetikleyen politikası (bir komşu daha gitti)
ne ilginçtir ki bu iş savaş'ın da hemen ardında ışid oraya da ışık hızıyla konuşlandı. amerika ve rusya orada ne ekmek yedi be!

- mavi marmara fiyaskosu

- rus uçağını düşürüp sonra özür dilemesi ve o zamandan beridir de hem ağır bedeller öderken hem de rusya ile çok garip ilişkilerde bulunması

- demirel'in bile veto ettiği israil'i nato'ya sokması.

- kendisi de dahil olmak üzere milyonlarca insanı; "üzerinde vakıfbank reklamı olan banka oturan kafir olur" noktasından alıp demokrat ve laik yapması.
yaşı müsait olanlar bilir ki, bu bahsettiğim şimdiki demokrat ve laikler, akp hukümetinden önce 28 şubat sürecinde bunun 10'da 1'ini değil söylemek ima edenlerin, sırf saadet, mhp gibi sağ ya da merkez sağ olmadıkları için ne dinsizliğini bırakırlardı ne imansızlığını, her cuma namazı çıkışında slogan eksik olmazdı.
yani (yanlış hatırlamıyorsam) o yıllarda cumhuriyet gazetesinden bir yazarın dediği gibi, akp hukümeti aslında rejimi kurtarmıştır, ya da erdoğan'ın dediği gibi milletin gazını almıştır.

- gülen cemaatinin faturasını bütün dini oluşumlara kesmesi, her türlü etkinliğe izin verilirken tüm dini etkinliklerin yasaklanması, bu süreçte ana muhalefetin bile çıkamadığı ekranlarda her gece %0.02 perinçek'in boy gösterip, şurayı temizledik burayı temizledik, sıra şunlarda diye boy gösterip bol bol spiker fırçalaması

- yine 15 temmuz bahanesiyle, milyona yakın kişiyi gözaltına alıp uzun süre sonra bırakması, bunu yaparken hep cemaat ve din kelimelerini kullanması, ilk yasakların nedense hep dini kavramlara gelmesi öyle ki artık insanların bilerek ya da bilmeyerek cemaat ve din kelimesini duyduğunda sırtında bir ürperti hissetmesi.

- doğu türkistan'daki soykırıma rusya ve çin'in politikalarına uygun bir şekilde sessiz kalınması.

ne ilginçtir ki akp öncesi hükümetlerden bahçeli hariç kimse kalmamıştır. ya sandıkta gömülmüşler ya da kasetle gidip yerine tırt adamlar getirilmişler, ya da suikaste kurban gitmişlerdir.
ve akp, 3'lü koalisyon ve önceki devirlere baktığımızda bir tek perinçek hep oralarda bir yerlerdedir.

olamaz mı? olabilir. ama olmaz olan ne biliyor musunuz?
tv'ler, gazeteler, sosyal medya ana muhalefete bile yasaklanmışken,
yandaş olmayan hiç kimsenin tek kelimesinin bu medyalarda esamesine ulaşılamazken,
en ufak eleştiride silivri soğuktur esprileri yapılırken,
eleştirenler hapse girdiğinde yere göre haber yapılıp,100 çeşit iftira ile süslendiği halde, beraat ettiğinde tek kelime haber geçmezken;

perinçek akp için; elimde 39 dosyan var dediğinde bir kişinin de çıkıp "ne diyorsun sen be!" dememesi
perinçek şurayı şöyle temizledik, burayı böyle temizledik dediğinde bir kişinin de çıkıp "sen hayırdır birader, neyinle nereyi temizliyorsun, hükümet sen misin yoksa ben miyim" dememesi
perinçek "akp bizim çizgimize geldi" dediğinde bir kişinin de çıkıp, "sen çubuğun bir ucundasın, akp diğer ucunda, sen kimsin ki senin çizgine geldi dememesi"
perinçek spikerlere ve hükümete parmak salladığında perinçek'ten özür dilenmesi ya da sessiz kalınması
ama sokaktaki vatandaşın bile röportajından dolayı gözaltına alındığı bir devirde bütün bunları söylediğinizde "yaw perinçek kim ki, ne cevap verilsin" diye geçiştirilmesi.
işte bu olmaz, olmamalı... ama oluyor.

sonuç olarak;

bahsettiğim kitap ve gerçekleşen olaylar bu plana (ya da benim kitabı okuduktan sonra oluşan hezeyanlarımdan ibaret olan komplo teorisine) göre, nereden baktığına bağlı olarak değişkenlik gösteren bir planlar silsilesine işaret etmektedir.

ancak insanoğlunun en büyük zaafı, gücüdür. ne kadar ince düşünürse düşünsün, hedefe yaklaştıkça gardı düşüp pervasızlığı artmakta bu pervasızlığı ise ona çok absürt hatalar yaptırmaktadır diyerek bitiriyorum.
devamını gör...

tr1.in

(bkz: şahsım) tarafından geliştirilen url kısaltma sitesi. blazor ile geliştirilmiştir. tr1.in/evet-tarafindan

oluşturulan urller için istatistik ve yönetim özelliği de mevcuttur.
ileride daha gelişmiş istatistikler eklenecektir
kayıtlı kullanıcı özelliği de planlamalar arasında.


web socket ile çalıştığı için vpn açık tarayıcılarda link oluşturma ekrarnında şöyle bir hata
vermesi olasıdır
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim