uzunca yazılan bir girdiyi, her şeyi geçtim, nezaketen de olsa sahibine bildirmeden sildiği / sildikleri için tekrar kopyalayıp yapıştır yapıyorum.
ayrıca öz kardeşim gibi gördüğüm iki insana sadece bu akşamki yayının nasıl son yayın olduğunu açıklayacağımı düşünürken, ne kadar da doğru bir karar olduğunu tekrar anlamış oldum. neyse, silenin de vardır bir bildiği. itirazım girdinin "silinmesine" değil, en temel "nezaket" kurallarından bihaber olunmasınadır.
ön tanım : uzunca bir girdidir; okumanıza gerek de yoktur. kendimce bir durum tespiti, günümüz dünyasına dair dertleşme metnidir.
neyse, 21:30'da görüşmek üzere;
----------------------------------------------------------------------------------------------
edit : üstteki yazıyı çocukça bir tavır almış gibi gözükmemesi için silmiyorum. ilgili yönetici tarafıma ulaşmış ve kibarca izah etmiş, bilgilendirmiştir. kendisine de teşekkür ederim.
ilgili tanımın editlenmiş hali aşağıdaki gibidir;
-------------------------------------------------------------------------------------------------
sanırım biraz format dışı (gerçi formatın çok önemsendiği bir yer olduğumuzu düşünmüyorum artık), biraz da uzun bir duyuruyla yıllık izne çıkacak yayındır. şöyle ki;
ben, 17 yıl malum sitede yazarlık yapmaktan (2 sene önce aynı sebeplerden ötürü silmiştim hesabımı) ve kurumsal yaşam yönelik bulunmanın zaruri olduğu platformlar hariç hiçbir sosyal medya platformunda bulunmadım.
esasen bizim jenarasyon, gayet iyi hatırlayabilecekleri gibi (bkz:
internet devrimi) ile (bkz:
mirc), (bkz:
icq)gibi (bkz:
irc)programları ile tanışmış; belki de yüzyılın sosyolojik devriminin ilk oyuncuları olmuştuk. bunu bir marifetmiş ya da tarihi bir lütfa ilk tanıklık eden kişiler olarak "ehey ehey, siz kimsiniz olm, kanki, bro. biz kimiz biliyor musunuz ollim?" minvalinde söylemiyorum. bilakis yaklaşık 20-25 sene sonra tüm platformların, insanların iletişim şekillerinin ilk zamanına geri döndüğünü gözlemlediğim için söylüyor ve insanların bu iletişim şeklini tercih etmelerini ve onlara izin veren yönetimleri eleştirmediğimi belirtmek için söylüyorum.
şimdi hiç toplum psikolojisi, sosyolojik tespitler ve ülkenin yakın tarihine girerek bizim jenarasyon ile diğer kuşakların yaşadığı dönemlerin birbirlerine avantajlarını, dezavantajlarını sıralayacak veya bir düşünce tahakkümü çabası altına girmeyeceğim.
türkiye ve tüm dünyada elektronik müziğin tüm genreleriyle birlikte patlama yaşadığı, tabir-i caizse underground kültürün yer altından, yer üstüne / sahneye çıktığı 1998-2008 arası dönemde diskjokeyliğe başladım. almanya'da (bkz:
berlin)'i ve ülkece bir bütün olarak (bkz:
hollanda)'yı saymazsak, tüm dünyayla eş zamanlı olarak türkiye'de de bu müzik tarzı zirveye ulaştı ve beklenenden çok hızlı şekilde gece hayatı da ona göre şekillendi ve nasıl ki üç insan bir araya gelince muhakkak bir gruplaşma oluyorsa, gece hayatında da keskin bölünmeler başladı.
şimdi kimisi gülümseyerek o günleri hatırlayacak; kimisi ise inanmayacaktır ama o dönem "(bkz:
metalciler)" , "(bkz:
rapçiler)" , "(bkz:
clubberlar)", "(bkz:
popçular)" gibi bölünmelere tanıklık ettiğimiz ama ayrıştığımız bir dönemden bahsediyorum. esasen günümüzle kıyasladığımızda çok daha masum ve sevimli ayrışmalardı bunlar. şahsen ben metal müzik dinlemezdim, bir başka arkadaşım hayatta kulübe (club, clup, kılap, kılab değil) kesinlikle gitmez; bir metalci ise (bkz:
tarkan)'ın şarkılarından nefret ederdi. haliyle böylesi bir dönemde her müzik dalı, kendi uzmanlık alanını ve o alana sadık temsilcilerini geliştirdi. ve istisnasız o dönem bu ortamlarda önce dinleyici, sonra da icra eden kişiler olan bizler; o dönemin en iyi temsilcileri olduk. fazla tevazu, aptalla muhatap eder derler ya, o hesap. çünkü herkes, aidiyet duyduğu o güruhu çok iyi temsil etmek zorundaydı :) (saçma ama öyle) . haliyle bir baterist, şimdikinden çok daha araştırmak, çok daha pratik yapmak zorundaydı. keza diskjokerler de öyle. malumunuz; youtube gibi bu gün "tırnaklarımı nasıl keserim?" yazsanız cevabını bulabileceğiniz platformların olmadığı bir dünyada, tamamen analog sistemler üzerinden, otodidakt bir şekilde ileri gitmek ve yaptığımız iş her ne ise daha iyi yapmak zorundaydık. yoksa sistem affetmezdi. çünkü kitle kaliteliydi.
ben de naçizane böylesi bir dönemde akademiden değil, fırından yetişmiş bir alaylı olarak zaten toplasanız ülkede 20 diskjokeyin olduğu bir konjonktürde var olmaya çalışmış, kendince de var olmuş ve akabinde farklı yerlere, şehirlere, ülkelere savrulmuş bir abiniz, kardeşiniz, arkadaşınızım. aranızda birkaç kişinin de bildiği üzere sonraki yıllarda tüm diskjokeylerin geçirdiği evrimi ben de geçirerek "prodüktörlük" (producerlik) yoluna girmiş ve yaşanan birkaç majör olay neticesinde ise tüm gençliğimi, plaklarımı, cihazlarımı bırakmıştım. bir günde, beş dakikada. (şu anki cihazlarım dijital istasyonlara set yaptığım cihazlar ve onlar duruyor; çok eski bir çift pikap, bir mixer ve kulaklık, o kadar :) )
neyse, bu kadar söze ne gerek vardı ben de bilmiyorum ama bireysel saygının, tahammülün yerlerde olduğu son yıllarda ben de çat diye gideyim veya dinleneyim demeden, sizlere bir izahat getirmek istedim.
ben, üretilen her metanın, üretilmesine vesile olan ortam ve kitleye uygun yerlerde icra edilmesi ve tüketilmesi taraftarıyım. o yüzden (bkz:
sesli kitap), (bkz:
radyo tiyatrosu) gibi muhakkak özünde çok kıymetli olan oluşumları hep reddettim. kitap "okunmalı", "radyo izlenmeli", "fotoğraf çekilmeli", "resim çizilmeli" gibi doğrusuyla yanlışıyla bu düsturda oldum hep. dolayısıyla elektronik müzik kulüpte, ne bileyim metal müzik konserde dinlenmeli gibi bir önkabulle yaşadım yıllarca ve çok uzun seneler de kendime verdiğim söz gereği diskjokeylik ve prodüktörlük yapmadım. ama tek bir istisnam vardı; herhangi bir maddi karşılığı olmadan ve kalitesine güvendiğim ortamlarda çalabilirdim. ne bileyim belki bir radyo, belki bir lounge. yani bazı sözde ünlü şarkıcıların peçeteyle şarkı istediği hale geldiği mekanlar değil.
son yıllarda da polonya menşeili itaka firmasının talebi (eski dostluklar neticesinde) ile polonya'nın en büyük ve global yayın yapan dans istasyonlarından birisiyle 3 yıllık; ukrayna menşeili aynı minvalde bir istasyonla da 2 yıllık bir sözleşme imzalamıştım. bu yayınlar devam ederken tamamen tesadüfi şekilde gomercan rumuzlu kardeşim ve şu an rumuzunu söylemek istemediğim (belki kendisi istemez diye) başka bir arkadaş ile tanıştık. neler yapabiliriz, nerelere varabiliriz; birbirimize artı değer olarak neler katarız veya katabilirizi uzun uzadıya konuştuk ve üzerinden bir seneyi aşkın zaman geçti. dedikleri gibi zaman çabuk geçiyor; bok var sanki. neredeyse andropoza girmek üzereyiz, biz hala diceylik, dımtıs dımtıs peşindeyiz. bu dımtıs lafına da çok ayarımdır ama kalıplaşmış işte ne yapayım; zaten bu zamana kadar tüm arkadaşlarım bana "abi arabama bir cd yapsana, şarkılar vurmalı olsun." dedikleri için kanıksadığım bir durum. güzel de şeyler yaptık; 1 yıl boyunca gerek tüm istasyonlardan istatistikleri rica ettiğim zaman gördüğüm tablo hiç de fena değildi. özellikle türkçe 90'ları mixlediğimiz yayınların batı avrupa'da ve ukrayna lokasyonunda talep görmesi açısında çok da güzel bir manzaraydı. geçenlerde 90'larla ilgili bir başlığa denk geldim (artık standart hale gelmiş niteliksiz, kalitesiz, buram buram trollük kokan başlıklardan bir diğeri) ama cevap vermeye tenezzül bile etmedim; harcayacağım nefese, parmaklarıma yazık olacak diye düşündüm. yoksa "kimse" tarafından önemsenmeyen ama sözlükleri sözlük yapan "format" gereği, gerekse de içeriğinin niteliksizliğinden ötürü boka sokup çıkarmalık bir başlıktı ama boş ver ihtiyar, huysuzlanma deyip kenara geçtim.
neyse, fazla uzattık; misafirliğin ve hitabın kısa olanı makbuldür derler.
istisnasız hepimiz dünyamızı değil, dünyayı değiştirmek ve kendimize uydurmak, güneşi değil de bizi merkez alarak etrafımızda dönmesini istiyoruz. z kuşağı, y kuşağına boomer diyor; öbürü diğerine (ben de bu gruba dahilim ve utanıyorum) ergen diyor, bir başkası başka bir şekilde hakaret ediyor ama işin özü en başta dediğim gibi; herkes kendi ait olduğu jenerasyonu yüceltmek için, bir diğerini 4 ayaklı bir hayvanın arka mabedine sokma çabası içerisine giriyor.
hep dediğim gibi espri yapmak, şakalaşmak, birbirini kızdıracak ölçüde ince zeka gerektiren trollükler yapmak güzeldir, dinamiktir, insanı ayakta ve canlı tutar. hiçbirimiz bir çember çizip, o dairenin içerisine kendi kurallarımızla dikte ettiğimiz bir ortamı akvaryuma çevirip, standartlaştırılmış insanlarla bir arada yaşamak zorunda değiliz.
işin özü; ben bir şeyleri değiştiremeyeceğimin ve değiştirmem gerekmediğinin farkında olmakla beraber kendimin de değişmeyeceğini bildiğimden ötürü başkaları için "eğlenceli, esprili, şakalaşmalı, kaliteli" olarak tanımlanabilecek ama bana göre 90'ların ilk başlarında bahsettiğim "chat" ortamının yaratıldığı ama dönemin espri manasında da olsa kalitesinden oldukça uzak olan ve adına "sözlük" denilen bir yere ne kadar daha katkıda bulunabilirim noktasında ne kadar daha katkı verebilirim noktasında kendimle çelişkiye düşündüm ve belki de biraz izne ihtiyacım olduğunu düşündüm.
dedim ya üretilen her şey, mekanına göre olmalı diye. belki de elektronik müzik gerçekten kulüplerde icra edilmelidir; radyolar da bu işin uzmanlarına bırakılmalıdır. ama derseniz ki "e madem böyle düşünüyordun, niye bir yıldır cumartesi gününü işgal ediyorsun be adam?" haklısınızdır. dile getirmeden, içte içe güttüğüm tek amaç şuydu:
bizim dönemimizde bira öğrenci içeceği, hamburger öğrenci yemeğiydi. siyasetten bağımsız olarak söylemek isterim ki, biz bir kız arkadaşımızla / erkek arkadaşımızla haftada 3 kere sinemaya gidebilecek, hafta sonları bir mekanda / aktivitede eğlenebilecek maddi refaha ve buna izin veren sosyal zihniyetine sahip bir dönemdeydik. ama milletin bencilce eleştirdiği ve kendilerini onların yerine koymadan "eehh" dedikleri z kuşağına mensup gençlerin bugün dışarıda bırakın bir bira içmeyi, bir arkadaşıyla veya arkadaş grubuyla bir yerde eğlenmeyi; tavuk döner yemenin bile lüks olduğu bir dönemde yaşadıklarını unutuyorlar / unutuyoruz.
bu gençlerin elinden öğrenciliklerini ,gençliklerini yaşama zevkinin alındığı; bizim jenerasyonun ise eski kalitedeki mekanları bulamayacağı bir dönemde (ki baya uzun sürdü bu dönem) en ucuz şekilde o dönemleri yaşamalarını istedim. yapabilecekleri en ucuz aktivitenin evlerinde oturup, radyo dinlemek olduğunu düşündüğüm için ben de bu dönemde karınca kararınca destek vermek istedim. tabii ki bir gece kulübüne ,konsere, festivale arkadaşlarınızla gidip, çay / bira / kahve içerek eğlenmek gibi olmaz biliyorum ama ne bileyim;
90'ları tanısınlar istedim, kaliteli elektronik müzik dinlesinler istedim; birileri "cumartesi gecesi evde oturan ezik" diye başlık açarken, ben ezikliğin evde oturmak değil; kalitesiz bir ortamda sözde eğlence olduğunu, peçeteyle şarkı istenip, dişisine seslenen öküzlerin bir ortamda olmak olduğunu göstermek istedim.
umarım az da olsa başarmışımdır. çok konuştum; yıllık izne çıkıyorum , dinlenmeyi hak ettim değil mi ? :)
bu akşamki tatil öncesinde yayında 90'lar da miksleyeceğim, 2000'ler de miksleyeceğim, oldies da mixleyeceğim, şaşıracaksınız ama rock müzik de mixleyeceğim.
hiçbiriniz ezik değilsiniz; hepiniz tertemiz insanlarsınız ve bu dönem evde oturmak zorunda olmanız sizin suçunuz değil.
boş verin her şeyi, boş verin hepsine, gelin akşam 21:00'de hep birlikte "ezik" olmanın tadını çıkaralım, sonra da eyvallah diyelim.
(bkz:
aykut), seni de unuttum zannetme sakın, editleyeceğim :)
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------
devamını gör...