jung bu kitabı, içsel gözlemlerden, bilindışından ve rüyalardan yola çıkarak bizlere anlatır. rüyalarında (bkz:
arketip) yüzleşir ve nasıl bir yüzleşme gerçekleştiğini, yüzleşmelerin sonunda "ben" ile ilgili nasıl bir aşama kaydettiğini (bkz:
diyalog) ve (bkz:
monolog) eşliğinde okuyucuya aktarır.
evet jung kitabında; "bilinc"ini, rüyalarında, kendi arketipleriyle yüzleşmesini anlatıyor ama benim için de bu kitap tam olarak bilincimi tanımamı, diğer "ben"imi (bkz:
gölge benlik) keşfetmeme, tanımama yardımcı oldu. bu kitap gerçekten de "kendime yolculuk" niteliğinde olmuştur.
tabii ki arketipler için diyalog, hikaye ve monologlar ayrı bir yüzleşmeyi ve "ben"in hangi aşamada olduğunu anlatıyor ama benim kendimle yüzleşmemi, kendimi, bilincimi, gölge benliğimi tanımamı sağlayan, kitaptaki aşağıya yazdığım şu cümleler olmuştu:
[[alıntı]]
''karşı çıkıyorum. bu halimi, boş bir hiçlik olmayı kabul edemem. neyim ben? adım ne? ben'imin hep var olduğunu farz ettim. şimdi ise önümde duruyor. ben'imin önünde ben. seninle konuşuyorum, ben'im:
yalnızız ve birlikte olmamız katlanılmayacak kadar sıkıcı olma tehlikesi taşıyor. bir şeyler yapmalı, zaman geçirmenin bir yolunu bulmalıyız; örneğin, seni eğitebilirim. hemen gözüme çarpan en önemli kusurunla başlayalım, gerçek anlamda bir özsaygın yok. gurur duyabileceğin tek bir iyi özelliğin bile yok mu? yetenekli olmanın bir sanat olduğuna inanıyorsun. oysa bu beceriler bir dereceye kadar öğrenilebilir. yap bunu, lütfen. bu sana zor geliyor. evet, ama bütün başlangıçlar zordur. yakında daha iyi olmaya başlayacaksın. bundan kuşkun mu var? hiç faydası yok; yapabilmen gerekiyor, yoksa seninle yaşayamam. o halde kendini geliştirmeyi düşünmeye başlaman gerek, yoksa birlikte sefil bir yaşamımız olur. öyleyse kendini toparla ve değer ver kendine! bunu yapmak istemiyor musun?
acınası yaratık! çaba göstermezsen sana biraz eziyet edeceğim. neden sızlanıyorsun? belki kırbacın bir yararı olur.
nasıl, derinin içine işliyor, değil mi? al bakalım, al. nasılmış tadı? herhalde kan tadında değil mi?
yoksa sevmeyi ya da sevmek diye bilinen her ne ise onu mu istiyorsun? darbelerin yararı olmazsa sevgi de öğretilebilir. öyleyse seni sevmeli miyim? seni sevecenlikle bağrıma mı basmalıyım?
bana öyle geliyor ki esniyorsun sen.
nasıl, konuşmak mı istiyorsun? buna izin veremem. yoksa en sonunda benim ruhum olduğunu söylemeye başlarsın. benim ruhum ateş solucanıyla, yukarılardaki göklere, üst kaynaklara uçtu gitti kurbağanın oğluyla birlikte. orada ne yaptığını biliyor muyum? iyi ama sen benim ruhum değilsin. sen benim çığlak, hiç-ben'imsin, kendini değersiz görme hakkının bile yadsınamayacağı nahoş varlık. insan senin için umutsuzluğa kapılabilir: duyarlılığın ve istekliliğin bütün makul ölçüleri aşıyor. diğer herkes dururken, benim de seninle yaşamam gerekiyor, öyle mi? evet, öyle çünkü tuhaf bir talihsizlik bana bir oğul verdi ve aldı onu benden. bu gerçekleri sana anlatmaktan pişmanlık duyuyorum. evet, gülünç bir duyarlılığın, bilgiçliğin, serkeşliğin var. güvensiz, kötümser, ödleksin, kendine karşı dürüst değilsin, kinle, hınçla dolusun; çocuksu gururunu, güce olan açlığını, itibar isteğini, gülünesi hırsını, şöhrete duyduğun açlığı midesi bulanmadan kim anlatabilir? yapmacıklık ve kendini beğenmişlikle dolusun ve olabildiğince kullanıyorsun bunları. seninle yaşamanın yıldırıcı değil de hoş mu olduğunu düşünüyorsun? hayır, üç kere hayır! sana söz veriyorum, seni saran mengeneyi daha da sıkacağım ve derini yavaş yavaş yüzeceğim. sana kabuk değiştirme olanağı vereceğim.
herkes bir yanda dururken sen mi söyleyeceksin insanlara ne yapacaklarını?
gel buraya, sana yeni bir deri dikeyim de etkisini hissedebilesin. başkalarından yakınmak, birinin sana haksızlık ettiğini, seni anlamadığını, yanlış anladığını, incittiğini, görmezden geldiğini, tanımadığını, yok yere suçladığını, daha neler neler söylemek söylemek istiyorsun. bunun ne kadar boş olduğunu, kibrinin nasıl da gülünesi, sonrasızca boş olduğunu görmüyor musun?
çektiğin eziyet bitmedi diye mi yakınıyorsun?
sana söyleyeyim; daha yeni başladı. ne sabrın ne ciddiyetin var. yalnızca zevkin söz konusu olduğunda sabrını yüceltiyorsun. çektiğin eziyeti iki katına çıkarayım da sabrı öğren.
acıya katlanamıyorsun. oysa insanın canını çok daha fazla yakan şeyler var ve sen bu acıları en büyük saflığınla başka insanlara çektirip her şeyden habersiz kendini aklayabiliyorsun.
şimdi susmayı öğreneceksin çünkü alaya almak, kutsala küfretmek -daha da kötüsü- şaka yapmak için kullandığın dilini sökeceğim. kötü sözlerin insana saplandığını öğrenesin diye bütün haksız ve ahlaksız laflarını iğnelerle bedenine tutturacağım.
bu eziyetten sen de zevk alıyorsun, bunu kabul ediyor musun? kendine eziyet etmekten haz duymanın ne demek olduğunu öğrenesin diye zevkten kusana dek artıracağım bu hazzı.
bana baş mı kaldırıyorsun? mengeneyi biraz daha sıkarım olur biter. içinde katılığın izi kalmayana dek kırarım kemiklerini.
seninle iyi geçinmek istiyorum ve seni lanetlemeliyim bunun için. sen ben'imsin ve seni mezara kadar yanımda götürmem gerekiyor. bütün hayatım boyunca bu budalalığı çekmek istediğimi mi sanıyorsun? ben'im olmasaydın çoktan seni paramparça etmiştim. oysa seni araf boyunca çekmem gerekiyor ve bu da benim lanetim.
tanrı'yı mı çağrıyorsun yardımına?
sevgili ihtiyar tanrı öldü, iyi de oldu, yoksa tövbekar günahkarlığına acır ve seni affederdi. ben de senin cezanı veremezdim. bilmen gerek, ne sevginin tanrısı ne de seven bir tanrı doğmadı daha. ateşten bir solucan tırmandı yukarıya, yeryüzüne ateş, feryat figan yağdıran muhteşem, korkunç bir varlık. şimdi yakar tanrı'ya ki günahlarının bağışlanması için ateşe boğsun seni. dolan kendine ki kan aksın terinden. ne zamandır böyle bir ilaç gerek sana.
evet -başkaları hep yanlış yapıyor- peki, ya sen? sen suçsuzsun, doğrusun, tartışmasız hakkını savunmalısın, yanında da sevgi dolu bir tanrı, acıyarak bütün günahları bağışlayan. başkalarının içgörüye erişmesi gerekir ama sen tekeline almışsın içgörüyü ve her zaman haklı olduğundan eminsin. yakar o zaman sevgili tanrına; o seni işitecek ve tepene ateş yağdıracak. tanrı'nın yassı kafatasıyla yeryüzünde sürünen, köze dönmüş kızgın bir solucan olduğunu göremedin mi?
demek üstün olmak istedin! ne gülünç. aşağıydın ve hala da öylesin. kimsin sen o zaman? beni iğrendiren bir pislik."
) yüzleşmesidir. kullandığı tanrı metaforu da aslında "ben"dir. dikkat ederseniz "tanrı öldü" diyor. burada, nietzsche'nin (bkz:
) aklınıza gelebilir. "ben"in bu yüzleşmesi; gölge benliği dönüştürüyor, yeniden yontuyor.
bu satırları okuduğumda, kendimin, karanlık tarafımın, bilincimin,bilinçdışımın aslında farkında olan bir birey olmadığımı farkettim.