bir insan durduk yere niye çocuk sahibi olmak ister ki? hiç akıl işi değil. peki neden ister öyleyse? cevap basit: elbette akıl etmediği için. evet.
toplumun %99.9'u karambole çocuk sahibi oluyor. ilkel bir kodlanmaya yenik düşüp durduk yere ömürlerini ipotek etmeyi marifet sanıyorlar. üremeye kodlanmak ne lan? ürememiz gerektiğini kim söyledi? doğanın işleyişiymiş evrimmiş falanmış... çok da s..mdeydi. ben öldükten sonra değil insanlık, komple evren de yok olabilir. çok derdimdi insanlık türünün devamı...
kimisi de öldükten sonra hatırlanmak ve iz bırakmak istiyormuş dünyada. göt vasıtası ile gülünecek şeyler bunlar. seni max torunun hatırlar. ki o da çok bi tarafına takmaz. üç beş yılda bir anımsarsa işte... torundan sonra yine yoksun zaten. izin mizin kalmayacak. kaldı ki izimi s..yim. ben ölmüşüm gitmişim neymiş efendim? izim kalıyormuş. komik. haberim olacak mı bari?
çocuk sahibi olanların max motivasyon: yaşlanınca büze kim bakacah? he?
bir insan niye hiç var olmamış birinin özlemini duyup da onu durduk yere var edip hadi tüm sevgimi ve ömrümü sana adıyorum der ki? bu, "bana rahat battı" demekten başka bir şey değildir. nedeni basit. hayatın anlamsızlığını idrak edecek bir akla sahip olmasa da bunu içsel olarak hisseder ve kendince tutunulacak bir anlam uydurmak için bu yola başvurur. diğer yandan kendi değerini inşa edemeyenler de daima başka şeylerden medet umarlar.
geçenlerde bir video çıktı karşıma, videodaki adam "çocuk sahibi olmak bana göre dünyadaki en büyük bela" diyor. videonun yorumlarında da insanlar konuyu tartışmışlar. dikkatimi şu çekti ki adama sinirlenen kitle ya dindar tiplerden ya doğru düzgün türkçe bile yazamayan kişilerden ya da anlattıkları asla anlaşılmayan tiplerden oluşuyor. işte çocuk sahibi olmayı matah bir şey sananların nasıl tipler olduğuna dair ufak bir sinyal. idrak yetisi gelişmiş biri çocuk sahibi olmayı elbette özgürlüğe vurulan bir pranga ve külfet olarak görür. var oluşuna fellik fellik anlam icat etme gafletiyle uğraşmaz. uydurma işler peşinde değildir.
insanın bu tip acziyetleri ve yoktan var ettiği şeylere tapınması beni her zaman rahatsız etmiştir.
sözlükte kendini ifade etme avuntu ve sanrılarına son vermek için ideal bir ortam. ne de olsa her yerde ve koşulda lafımızı suya anlatıyoruz. ya da duvara.
platonik durumları ve benzeri takıntısal halleri devre dışı tutarsak (çünkü bu tip şeyler zaten gerçek bir sevgi değildir) hiçbir karşılık görmeyi beklemeden sevmek kutsal gibi geliyor kulağa fakat değil. daha çok enayiliktir. bir taraf sürekli alacak hiçbir şey vermeyecek. sen de onun tatmin aracı olacaksına döner o iş. kaçınılmaz.
çünkü hiçbir şey beklemesen bile karşındakinin bir duvardan ibaret olmadığını görmek istersin en azından. "bir robotla sevgi paylaşıyorum" hissine girmemeyi beklersin vs. günümüzde öylece durup hiçbir varlık ortaya koymadan sonsuza dek sevileceğini sanan insanlar çoğaldı. sanırım kul köle olmaya hazır abaza erkeklerimizin bir eseri bu. hint kumaşı kompleksi diyor uzmanlar buna (uzman: ben).
bu şekilde bir saçmalık mümkün değil. sevgi o kadar da kutsal değildir. nedeni nasılı olan bir şeydir ve paylaşımdan doğar. ortalıkta yoksan er geç tamamen yok olursun. gözden ırak gönülden ırak.
lütfen biraz daha kütük gibi ol. bak komünitenin çoğu kalas gibi yaşıyor. dert yok tasa yok. adapte olmak da bir yetenektir. 85 yaşına geldin ölmeden önce bu yetini geliştir artık. hepsi bir bakkal hilmi algısıyla görüyor hayatı. nato kafa nato mermer. sığ ol. nedenini nasılını düşünme. gerçeklik veya anlam peşinde koşma. sadece yemek yediğin için bile mutlu olacak kadar tasasız ol. bir maymun gibi yaşa. maddeci bir p.zvk ol. deneyim esastır diyerek 3 iq'luk her eylemden haz al. ottan boktan keyiflenen ilkel bir hayvan gibi yaşa. belki de kuş uçtu diye bile sevinen, ağzının suyu akarak mutlulukla el çırpan bir geri zekâlı olmayı da deneyebilirsin. id'den ibaret ol. bu dünya sığlığın taçlandırıldığı boktan bir yer. pes et ve bokluğa uyum sağla. boka kucak aç, boka teslim ol ve boktan olan her şeyi sev. senin inceliklerini s...m.
bir kişiden soğumanın en kolay ve hızlı yoludur. insanların çok ciddi bir kısmında iletişim sorunu var. gerçi iletişim sorunu demek hafif kalır. zira iletişimin ne olduğunu bildiklerini asla düşünmüyorum. onlar da büyük ihtimalle hayatları boyunca "iletişim" üzerine düşünmediler. ne garip... öyle dümdüz yaşıyorlar. onların normali bu yani. gerçekten garip bir şey. allah yardım etsin.
mevzu senin ne konuda ne bekleyeceğini bilebilen biri olmandan ibaret. zira beklenti dengen bozulunca olay mutsuzluğa gider. beklentileri de yönetebilmek gerekiyor. kediden kuş gibi uçmasına yönelik bir beklentin olmayacak misal. ha bu kedi lan yapabilecekleri bu kadar deyip geçeceksin. evet çok basit geliyor kulağa ama ona rağmen ömrümüz kedilerden uçuş performansı beklemekle geçiyor. çünkü insan aciz ve düşkün bir mahluk. bile bile saçma şeyler yapmayı sever. böyle şeylere tutunmadan edemez.
durduk yere alakasız şeylere karşı beklenti içine girmek mutsuzluğun formülü gibidir aslında. gözündeki perdeyi kaldırıp manasız beklentilerinden sıyrılana dek sürer.
devrin motivasyonu patron ve müdür olmak. bu motivasyon aslında sanıldığı kadar yeni de değil. ne demiş eskiler: baş ol da soğan başı ol.
neyse ki y...k başı ol falan dememişler. ama bence içlerinden onu da diyorlardır. çünkü yeter ki baş olunsun...
sistem, çalışana hak ettiği değeri vermiyor. eskiler de haksız değil o açıdan. rezillik, patron-müdür olmaya kilitlenmekte değil esasen. rezillik, sistemin ta kendisidir. insanı buna iten de o zira.
işte böylesi bir çaresizlik içinde herkes patron oldu. fakat diğer yandan bakkal da kendi işinin patronu. önemli olan kendi işim dediğin iş ne? zira bizim kastettiğimiz, patron denince aklımızda beliren şey aslında adnan ziyagil gibi bir şeyken zaman içinde yoksulluktan kırılan patronlara sebep oldu bu patroncu anlayış.
adamın götünde don yok ama o da patron falan...
s...m böyle patronluğu.
toplumumuzda dikkate alınmayacak tiplere nasıl hitap ediyoruz mesela: başkan! müdür! şüphesiz ki bunda dahi alınacak ibretler vardır.
adnan ziyagil olabiliyor musun kardeşim? mesele o.
her neyse bu rezil sistemin ve bu iğrenç çağın içinde bana göre yapılacak en iyi şey tüm ünvanlardan arınarak kendi sistemini inşa etmek ve kuracağın kendi sisteminin içine patronluk-müdürlük gibi boş kelimeleri karıştırmamaktır. zira bu devirde anlamından saptı her şey.
yeni bir çağın arifesindeyiz. çalışma anlayışları da değişecek, değişiyor. her gün kravatını takıp sabahın köründe işe gitmekten memnun olanlar bunları pek anlamaz. onlar geleneksel çalışma sistemleri içinde yer almayacak kadar dert etmediler bunları hiçbir zaman.
unutma ki sistemi alt etmek için sistemden daha zeki olunmalı. yoksa "sen patronsun" deyip sabah akşam s...ler.
toplum her zaman şekilci olmuştur ve öyle de olacaktır. sosyal medya öncesinde yüz yüze iletişimlerde ne varsa sosyal medyaya yansıyanlar da aynı şeyin farklı formu sadece. "aynı bokun laciverdi." ki bunları artık hepiniz biliyorsunuz zaten.
eskiden evdeki mobilyayla, gidilen 5 yıldızlı otel tatiliyle vs kendilerini "tam" hisseden insanlar nasıl bunları sohbet kisvesiyle çevresine aktarıyorsa şimdi de "paylaşım, deneyim" kisvesi altına saklayarak sosyal medyada paylaşıyor. tabi sosyal medyada görünürlük arttığı için de daha da fazla içerik çılgını halini alıyorlar. zira görünürlüğün artışı onay potansiyelinin artışı demek.
şu bir gerçektir ki insan daima eksik olmadığını kendine kanıtlamaya çalışan aciz bir mahluk. bunu kendine kanıtlama aracı olarak da "toplum onayı" en geçerli görülen sanrıyı sunuyor. böyle sığ işler peşindeki insanların hayatının kalitesini s...m.
yoksa siz hâlâ kendi değerini toplum onayı denen düşkünlüğe kurban etmiş insanları ciddiye alanlardan mı olacaksınız?
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.