maniheizm, roma imparatorluğu’nun dört bir yanında etkili olmuş bir inanç sistemiydi. elbette herkes maniheist olmuş değildi ama bu inanç neredeyse tüm roma topraklarında güçlü bir etki yaratmıştı. öyle ki güney galya’da yani bugünkü fransa’da bile maniheist tapınaklar vardı. bu öğreti, çin’den avrupa’ya kadar geniş bir coğrafyada iz bırakmıştı. hristiyan dünyasının en önemli azizlerinden biri aziz (bkz:
aurelius augustinus) önceleri maniheist’ti. hatta itiraflarım adlı eserinde, bir dönem mani diniyle büyülendiğini ama sonunda hristiyanlığın doğru yoluyla karşılaşıp aydınlandığını anlatır.
mani dini, kapsayıcı bir inançtı. isa’yı mesih olarak kabul ederdi, zerdüşt’ü de peygamber olarak tanırdı. temel felsefesi, iyi-kötü ikiliğinden çok; ruhun iyi, bedenin ise kötü olduğuna dayanıyordu. bedenin arzu ve maddeselliği, ruhtan uzaklaştırılması gereken bir yüktü. bu yüzden, maniheist anlayışta dünya bir tür hayal perdesi olarak görülürdü. gerçek olan yalnızca ruhtu. aslında maniheizm o zamanların “ne olursan ol gel” diniydi. yani (bkz:
mevlana celaleddin-i rumi)’nın söylediği her şeyi zamanında mani zaten söylemişti.
hatta bazı kaynaklarda mevlana için gizli bir maniheist ya da budist dendiği bile olur. bu çok da şaşırtıcı değil; çünkü mevlana’nın düşüncesinde de ruh göçü, dünyaya yeniden geliş, aşama aşama yükseliş ve çilecilik gibi öğeler vardır. mesela mevlana'nın meşhur bir hikayesi vardır, bir kasaptan kaçan bir inek, mevlana’ya sığınır. mevlana da onu ne keser ne kesilmesine izin verir. bu yaklaşım, tipik olarak hindulara özgüdür. kaldı ki mevlana’nın memleketi olan afganistan’daki belh kenti, o dönemde çok önemli bir budist merkezdi. budizmin en kutsal yapılarından biri olan nava vihara tapınağı da burada bulunuyordu.
devamını gör...