ray carmine yazar profili

ray carmine kapak fotoğrafı
ray carmine profil fotoğrafı
rozet
karma: 428 tanım: 19 başlık: 0 takipçi: 5

son tanımları


richard mille

lüks saat piyasasına 20 küsur yıl önce dahil olup senede 5-6 bin saat üretimiyle milyar dolarlık ciroya ulaşmış bir marka. bazı modelleri milyonlarca dolara satılır. isviçreli saat markaları içinde ilk ondadır.

gel gör ki, bazen övülür, çoğunlukla aşağılanır.

neden?

birincisi, bu başarının asli unsuru pazarlama stratejisidir.

richard mille, dünyanın en popüler insanlarına saat temin ederek (!) çok hızlı şekilde popülerleşmiştir. ne var bunda? bu temin sürecinde talep eden tarafın richard mille olduğu söylenir. bir diğer deyişle; reklamını en çok yapacak sporculara gidip bedavadan ve hatta ödeme karşılığı kendi saatlerini takmalarını talep ediyorlarmış. mış, müş, kısmı ne kadar doğru bilinmez ama sürece bakılınca çok mümkün gözüküyor. zira richard mille takan popüler tiplerin çoğu saatten anlamaz. anlayanların da gidip o saate para ödeyerek koleksiyonuna kattığına, ben de pek ihtimal vermiyorum açıkçası.

aslında bu saatin koleksiyon değeri olduğuna da pek ihtimal vermiyorum. evet, milyon dolar verdiğin saati 10 yıl sonra daha yüksek fiyatlara satmak mümkün ama bir şeyin zaman içinde fiyatlanması koleksiyon değerine tekabül etmez. bir şeyin koleksiyon değerine sahip olması, azlığınının yanında, hikayesi, geçmişi ve sembolik olarak temsil ettiği şeylerle ilgilidir. richard mille için henüz bir marka geçmişinden bahsetmek, herhangi bir modeline yönelik bir hikaye inşa etmek için baya erken. şu an için sadece x kişisinin kullandığı saat veya bilmem ne turnuvasında takılan saat temsiline müsait.

diğer yandan, ürünleri marvel film karakterlerini anımsatıyor. temelde açıklanabilir sembolizm söz konusu olsa da bütün olarak baktığınızda tasarımlar kaotik. dahası, herhangi bir modelin yıllar içinde temel hatlarıyla tekrar tasarlanıp piyasaya sürülüp sürülmeyeceğine dair hiçbir fikriniz yok. bu da, ikonik bir modele sahip olup olmadığınıza dair bir fikrinizin olmaması demek.

saat koleksiyoneri ve saat sever bileğindeki modelin ilk kez örneğin 1960’larda piyasaya çıktığını, o günden bugüne kasa çapının, mekanizmanın vs özelliklerinin ne kadar değiştiğini ancak her şeye rağmen aslına ne kadar sadık kalındığını bilir. yani takip edilebilir bir model evrimine aşinadır. richard mille için böyle bir şeyden bahsetmek henüz mümkün değil. böyle bir süreç takip edeceklerine dair herhangi bir işaret de yok.

popüler insanların saati kullanması, filmlerde yer verilmesi eleştiri konusu olmamalı elbet. rolex’ten patek’ine kadar bu tür reklam stratejileri her zaman kullanılmıştır. gel gör ki, rolex ya da bilinen diğer markaların tanıtım stratejilerinde bu da sınırlıdır. en azından şunu hissedersiniz; o filmdeki o karakterin o saati takması zaten muhtemeldir. dahası, bu tür köklü firmaların tanıtım girişimi olmadan modellerinin filmlerde kullanıldığı da görülür. işte omega ay’a giden ilk saattir ve bu seçim özel olarak omega’nın girişimiyle olmamıştır. (en azından öyle anlatılır) ya da birçok holivud starı, müzisyen, sporcu bu köklü markaları özel hayatında zaten kendiliğinden satın alıp kullanır. richard mille için böyle bir genelleme yapmak (hele de bu fiyat skalasında) pek mümkün değil.

gelgelelim, richard mille’i tamamen zengin kazıklama amaçlı görgüsüz tercihi olarak etiketlemek de mümkün değil.

zira, mekanizmaları muhteşemdir. bu işin içinden gelmiş insanlarca tasarlanmıştır ve her bir saat bizatihi el işçiliği ile bir araya getirilmiştir. saat kompenantlarının üretiminde ise en ileri teknoloji ürünleri ve yöntemleri kullanılır. uzay teknolojilerinden tutun da, en modern metalurji tekniklerine kadar her yönteme başvurulur. tabi ki bunlar maliyeti artıran unsurlar ancak ürün başına milyon dolara çıkaracak derecede değil. diğer yandan, mekanizmada halat sistemleri kullanmaksa estetik, yenilikçilik ve komplekslik açısından ciddi fark yaratan bir unsur. ürün kalitesinde çok üst seviye olduğunu teslim etmek lazım.

yani, geleneksellik açısından henüz ortaya bir şey koymamış, koymaya yönelik bir işaret görülmeyen richard mille yenilikçilikte oldukça iyi durumda.

ancak ne de olsa ürünün marka değerinde ve ikonikleşmede en önemli unsur alıcıdır. richard mille, seçtiği hedef grupla (milyonerler) fiyatlama stratejisinde başarılı olurken hedef grubun sosyolojik olarak temsil ettiği skala görgüsüzlük, şımarıklık, (saat anlamında) cahillikle özdeşleşmiş durumda. hızlı bir şekilde böyle bir ciroya ulaşmanın başka bir yolu da yoktu sanırım.

“richard mille şımarık milyonerlerin g-shock’ıdır.” görüşünün temelinde yatan da aslında bunlar. ki hem saat tasarımları hem de alıcı portföyüne yönelik eleştiri bağlamında (biraz acımasız da olsa) güzel saptama. mekanizma ve kaliteyi görmezden gelsek katılabilirdim.

markalarının fanboyu veya hater’ı olmak bana salakça geliyor. beğensen de, beğenmesen de hakkını teslim etmek lazım.

gel gör ki, seçim yapmam gerekse, örneğin üst düzey saat markalarından hiçbir zaman satmamak kaydıyla saat seçmem gerekse, richard mille ilk 10’da olmazdı sanırım. sanırım, diyorum, çünkü birçok modeline hakim değilim. tasarımları pek ilgimi çekmiyor. koleksiyoner olsam, hani bütün ikonik markalarda doyuma ulaştıktan sonra bir tane modelini (en farklı ve en iyi mekanizmaya sahip olanını) eksik kalmasın diye belki alırdım.

ancak tasarım başka bir dünya ve doğrudan şahsi zevkle ilgili. gösteriş, çarpıcılık, ön planda olma gibi kriterleri önemseyenlere de saygı duymak lazım tabi.
devamını gör...

şarkiyatçı

doğu’ya ilişkin uzmanlığı tariflemek için kullanılan bir kavramdır ancak edward said’in kullandığı oryantalist kavramı da şarkiyatçılık diye çevrilmiştir.

gelgelelim, edward said’in oryantalist’i aslında bir terimdir. doğu’yu, batının sömürgeci kültüründe klişe işleniş şekliyle, yani, ortalama bir batılının zihnindeki imgelemle (geri kalmış, develere binen, mistik bir dünya) algılayan ve o şekilde değerlendiren batı düşünürlerini tariflemek için kullanmıştır.

o nedenle, ‘şarkiyatçı’ bir uzmanlık/çalışma alanını tanımlarken, ‘oryantalist’ bir algıyı, zihin yapısını tariflemektedir.
devamını gör...

rolex

dünyanın en ünlü saati. hiç şüphesiz. dünyanın ikinci el piyasası en iyi saati.

ama dünyanın en iyi saati değil. hangi yönden? hiçbir yönden değil.

rolex dünyanın en sağlam saatlerini satmıyor. en iyi mekanizmalar rolex’te değil. en iyi cam, en iyi işleme, en iyi kordon, en iyi kasa rolex’te değil. en nadir saatleri üretmeyi bırak, yıllık ortalama üretim miktarı 1 milyonun üzerinde. birkaç model dışında limited edition yanı da yok.

ancak dünya lüks saat piyasasının açık ara lideri. öyle ki, kendinden sonraki en yüksek cirolu 9 isviçre markasının toplamından daha büyük bir ciro yapıyor; 11-12 milyar dolar. (patek philippe’in toplam piyasa değerine tekabül ediyor.)

neden?

işin pazarlamacılık kısmını bir kenara bırakırsak (onu richard mille’de konuşabiliriz) rolex bu yukarıda saydığım özelliklerin hiçbirinde en iyi olmasa da, her birinde çok iyi.

bir özellik diğerine göre hiçbir zaman ciddi oranda geride kalmadığı gibi her bir özellik ayrı ayrı dünyadaki sıralamada her zaman ilk 4-5 içinde. bir rolex satın aldığında, hangi model olursa olsun, vasat bir mekanizma beklemezsin, vasat bir cam işçiliği beklemezsin, vasat bir bilezik/kasa beklemezsin. “her şeyi iyi ama şu pek olmamış” demezsin. her zaman her şeyiyle iyidir.

tasarımı bir audemars piquet değildir, sağlamlığı bir vacheron konstantin değildir, philippe patek kadar ikonik değildir ama her zaman her bir özelliği diğerleriyle bir anılır. ki diğer saydıklarım ikonik modellerini 200-300 bin dolardan piyasaya sürerken rolex 6 ila 50 bin dolar aralığında satış yapar.

senede 1 milyon saat satan bir marka olmasına rağmen internetten siparişle rolex satın alamazsın. gider bayisinde talebini dile getirirsin varsa alırsın yoksa sıraya girersin ki, bekleme süresi 8 yılı bulabilir. (bu yüzden bazı modellerin ikinci eli aynı modelin güncel piyasa değerinden yüksek olur)

işte buna mühendislikte optimizasyon deniyor.

mevcut bağlamda, tek tek hiçbir şeyde en iyi olmayıp ortalamada en iyiyi yakalamak, diyebiliriz.

pazarlama stratejilerinde sınırlı üretim var mı? tabi ki var. bu çoğunlukla talebe yetişememekle ilgili olsa da, bazı durumlarda ülkelere belirgin kotayı kesinlikle aşmıyorlar. arz-talep dengesine yapay dokunuşlar elbette var.

bir de rolex satın alıp kısa zamanda sattığını duydukları/bildikleri (yani ticaretini yapan) kişilere de sıra hiç gelmiyor. satın alması imkansız değil tabi ama zorluk derecesi ayarlanıyor, diyebiliriz. ayrıca, ilk defa rolex satın alacak birinin daytona bulma olasılığıyla yıllardır rolex müşterisi olan birinin bulma olasılığı aynı değil. datejust ya da submariner’ın baz versiyonlarını bulmak daha olası. hulk, pepsi, starbucks, batman gibi ikonikleşmiş olanları bulmaksa aşırı zor.

rolex, piyasaya somut bir tüketim nesnesi sürüp böylesi bir başarı elde etme açısından sadece saat piyasasında değil, bütün piyasalarda tek örnek olabilir. rakiplerinle kıyaslandığında en kaliteli değilken, rakiplerinin yüzlerce katı üretirken, limited edition’a yaslanmadan rakiplerinden onlarca kat fazla ciro ve kar yapıp hala ikonik/lüks bir arzu nesnesi olabilmek çok büyük bir başarı. bunu sadece, rolex’in tarihiyle, otomatik saat piyasasındaki bazı ilklere imza atmış olmasıyla açıklamak da mümkün değil.

lüks tüketimin yaygın olduğu otomotiv veya elektronik piyasasında böyle bir örnek yok mesela. (ki, otomatik saat piyasasında planlı eskitme stratejisinin uygulanmadığına dikkatinizi çekmek isterim, bilakis, 150 yıldır çalışan bir saat o markanın gurur kaynağıdır)

aşırı lüks tüketim moda markalarında dahi böyle bir örnek yok.

bu nedenle rolex her zaman rolex’tir.
devamını gör...

floyd mayweather

boks tarihinin en çok para kazananı. iyi bir boksör. ve hepsi bu kadar.

tüy sıklet ve hafif orta sıklette 50-0 istatistiğe rağmen hepsi bu kadar. (sirk soytarılığı olarak conor mcgregor maçını saymazsak profesyonel anlamda 49-0)

çok kazanmıştır, çünkü internetin geldiği noktada gerçek bir organizasyon için menajerlik fonksiyonunu yitirmiştir.

gelgelelim tekniğine; hızlıdır ama savunmacıdır. hepsi yine bu kadar. maçları genel olarak sıkıcıdır.

bu salağın “ben muhammed ali’den daha iyiyim” diyecek cesareti nereden bulduğunu bilmiyorum ama antrenörlüğünü yapan öz babası ve amcasının bile bunu duyduklarında dişlerinin kamaştığına şüphem yok.

garip istatistikler vererek bu salaklıktaki ısrarını sürdürür. ali yenilmiştir, o hiç yenilmemiştir.

gel gör ki dünya ağır sıklet tarihinde 49-0-0 istatistik sahibi olan bir rocky marciano var. üstelik 25 yaşından sonra profesyonel olan birisi, üstelik, ağır sıklet haliyle bile bu salaktan daha hızlı, muhtemelen dünyanın gelmiş geçmiş en hızlı boksörlerinden biri. yine dünyanın en sert puncher’larından birisi.

e kendi sıkleti desek, sugar ray robinson gibi efsaneler efsanesi biri var. ali’nin bile hayranlığını kazanmış birisi. kim siker tüy-orta sıkletteki yenilmezliğini. (ki bu maçlardan birini rakibi gard indirip kendisinden özür dilerken kahpece yumruk atarak kazanmıştır.)

yok, boksa etki desek, en basitinden, boksla ilgilenmeyen hiç kimse bunu tanımaz. ağır sıkletin alt sıkletlerinde herkes bundan 50 yıl sonra hala sugar ray robinson’ı hatırlıyor olacak. hani illa biri hatırlatırsa floyd soytarısı için de “iyi boksör, iyi istatistik” deyip konuyu kapatacaklar.

yok eğer izlenmeyse, ali’nin ünlü, joe -smokin- frazier maçını tv’den 300 milyon kişi izledi ki, o zamanlar dünya nüfusu 4 milyardı, sscb hakkında izlenme bilgisi yoktu.

türkiye’de 100-150 kişi bir araya gelip kıraathanede tek televizyondan maç izlemek zorundaydı. 70’lerin boksu büyük oranda ali sayesinde dünya spor gündeminde futbol kadar yer işgal ediyordu. hatta savaş olan bölgelerde resmi/gayriresmi ateşkes ilan edilip ali’nin maçları izleniyordu. dünyadaki bütün insanlar içinde muhammed ali’yi hiç duymamış insan sayısı, muhtemelen bilenlerden çok daha azdır.

en çok para kazanmayı bile argüman olarak sunuyor bu salak, ki, ali’nin ünlü 3-4 maçını şu teknolojik şartlarda canlı yayına verseler, menajersiz sistemle ali muhtemelen maç başına 1 milyar dolara para demezdi. çünkü o maçı en az 4-5 milyar kişinin izleyeceğine şahsen hiç şüphem yok.

geri zekalı bir mal olmak çoğunlukla çok dikkate alınmaz ancak bazı örnekleri ise hiç unutulmaz. floyd mayweather de yıllar sonra bile bahsi geçerse bu salaklığı ile anılacak.
devamını gör...

kuru otlar üstüne

filme dair aklımda kalan 2 rahatsız edici öge var;

1- ideoloji/din/dünya görüşü üzerine sinik mesajları:

filmde kadın karakter ideolojik olarak ‘marjinal sol’ çizgiyi temsil ederken erkek karakterlerin temsil ettiği net bir çizgi yok. birinin bulunduğu coğrafyadan memnuniyetsizliği diğerinin görece memnuniyeti, oranın insanı olup olmama gibi yüzeysel bir ayrımla anlamlanırken, işin içine kadın için rekabet girdiğinde bu ikisinin farkına dair izdüşüm (kadının ideolojik perspektifiyle) kürt-türk/doğulu-batılı farklılaşması halini alıyor.

bir diğer deyişle; nuray için eleştiri konusu olan samet’in apolitikliği zaten batılı olmasıyla, bu nedenle onun duruşunu anlamıyor ve istese de anlayamayacak olmasıyla ilişkili. kenan’ı apolitik duruş anlamında samet’ten ayıran -bildiğimiz- hiçbir şey yokken nuray’ın gerçekte kenan’dan hoşlanıyor olmasının başka bir açıklaması da yok zaten.

diğer yanda ise müesses nizam eleştirisi olarak iktidar yanlısı olduğu için müdür olan bir başka öğretmen; kamu kurumu çalışanlarının oranın insanının şikayetlerini umursamaya çok hevesli olmadığına işaret eden milli eğitim müdürlüğü personeline dair oldukça klişe ve zayıf göndermeler.

nuri bilge ceylan, bir önceki filmi ahlat ağacı’nda bu sözümona müesses nizam eleştirisini, kurumsal inanç çerçevesinde yine kamu personeli olan iki imamın olabilecek en yüzeysel, içeriksiz diyaloğu üzerinden dostlar alışverişte görsün misalı yapmış, hatta ebuzer el gifari gibi bir sahabiyi hemen şöyle iki kelime konu ederek adeta süs gibi kullanmıştı.

gerek ahlat ağacı gerekse kuru otlar üzerinde filmindeki bu tür girişimler o denli yapay, o denli zayıf ve o denli hesapsız gözüküyor ki, hiç olmasa daha iyi dedirtecek cinsten. bu sözleri, eleştirilen (!) olguların karaktere uyumu ve gerçekçiliği üzerinden söylemiyorum, doğrudan filmin mesajı ve senaryosu üzerinden söylüyorum. yoksa nuray veya samet karakterlerinin gerçekçiliği yahut oyunculuk performanslarıyla ilgili değil, doğrundan hikayenin dokunmaya çalıştığı şeylerde başarısız olmasıyla ilgili bir durum. bunun iki sebebi olabilir; ya olguları değerlendirmede yetersizlik yahut cesaretsizlik. bana ilki daha yüksek bir olasılık gibi gözüküyor.

sosyal gerçekçiliğe dair herhangi bir şeyi sosyal sınıfların güncel yaşamını gözlemleyerek vurgulamak ayrı, bunları din ve ideoloji perspektifindeki izdüşümleriyle sorgulamak çok ayrı şeyler ve nuri bilge ceylan yeni yeni çıktığı bu yolda çok sinik ve başarısız iki denemede bulunmuş durumda.

2- diyalogların sentetikliği:

aslında bu sorun ilkinin bir sonucu. nuray ve samet filminin sonunda üzerine 8-10 cilt ideolojik/felsefi yorum yapılabilecek konulara dair cümleleri birbirlerine adeta savuruyorlar. kar topu savaşı yapar gibi bir cümle diğerini kovalıyor. karşı taraf bunu hemen değerlendirip ziplenmiş başka bir mana içeriğiyle mukabele ediyor.

şunu çok net söyleyebiliriz; böyle bir dünya yok. böyle bir diyaloğun filmdeki karakterler için mümkün olmaması bir yana, herhangi bir bağlamda herhangi iki insan için de mümkün değil. birbirinin söyleyeceklerini önceden öğrenen insanlar dahi bu serilikte ve bu denli kilitlenmiş, adeta karikatürleşmiş şekilde konuşmazlar.

nuri bilge ceylan gibi, en basit mimiği bile 500 tekrarla çeken birinin herhangi bir oyuncu için oynanması mümkün olmayan böyle bir diyalogu yazmış olması, o çekimler sonucunda bunun gerçekçiliğine ikna olması çok garip.

gerçekçiliği ideolojik zemine oturtmak için gerçekliği ortadan kaldırıp mektuplaşma içeriği olabilecek cümleleri alt alta vermenin ve oyuncuları setteki sufleci haline getirmenin ne gibi bir manası var acaba?

bu deneme, ahlat ağacı’nda iki imamdan kötü niyetli/umursamaz olanın bir yerlerde kurumsal din söylemini de terk ederek hafiften gollumvari bir karaktere dönüşmesine sebep olmuştu ki, bu oyuncunun performans yetersizliği değil, diyalogun matematiğinin bozukluğuyla ilgili bir şey. ki orada bu denli ziplenmiş yoğun bir diyalog söz konusu olmadığından yapaylık kendini bu kadar belli etmemişti.

üstüne üstlük, böylesi sentetik bir diyalog süreciyle seyircinin filmden hepten kopup rahatsız olacağını öngöremeyip bir de karaktere en fazla kapılacağı noktanın burası olacağını varsayıp dördüncü duvarı yıkma denemesini burada yapmak ciddi ciddi abuk bir durum oluşturmuş. keşke burada denemeseydi, diyemeyeceğim, keşke bu filmde böyle bir şeyi hiç denemeseymiş.

—-

nuri bilge ceylan, son iki filmiyle, gerçekçiliğini kucağına alıp yapay zeminler üzerinde tekrar inşa etmeye çalışıyor gibi gözüküyor.

artık; ideolojik, dini, felsefi mesajlarını toplumsal gerçeğin içinden çekip çıkarmak ve merkezden çevreye ilerlemek yerine; kuramsal olandan yola çıkıp toplumsal gerçeğe (çevreden merkeze) ulaşmaya çalışıyor gibi gözüküyor. tümevarım’ı bir anda terk edip tümdengelim’e böylesi keskin bir şekilde dümen kırınca ortaya böyle bir garabet çıkıyor işte.

deneye deneye daha iyi olur mu bilmem ama şimdilik pek umut vermiyor gibi.

mezar taşlarını nuri koyun mu sandın, yöntem değiştirmeyi nuri oyun mu sandın, diyelim bari.
devamını gör...

baccarat rouge 540

extrait de parfum versiyonunda baskın bir badem açılışı vardır. odunsu notaların baskınlığı daha azdır. ikisi de daha çok kış kokusudur.

extrait’i haddinden biraz fazla sıkmak çok rahatsız edici olabilir.

bazı kadınların bunu yaz günü kapalı ortamlarda kullanmak gibi huyları vardır, evlerden ırak.
devamını gör...

zampara seyfettin

birkaç yılda bir izlediğim film.

bence yeşilçam’ın en kendine has filmidir. osman cavcı’nın mükemmel ötesi performansı filmi film haline getirmekle kalmamış, aynı zamanda kült haline getirmiştir.

budala tiplemesi gibi bir klişe, olaylar anlamında pek ciddi absürtlükler barındırmayan bir senaryo, düşük bütçeli proje ve sonunda harika bir film.

seyfettin, hiç görmediğimiz zengin babası hurdacı şaban’dan saygı ve maddi destek görmeyen, eğitimsiz, budala ama zararsız birisi. ancak sapitop’tan çıkacak kurayla ilk defa tatile gidecek. kültürel uyumsuzluk, saflık, karşı cinse başarısız girişimler vs gibi öngörülebilir olaylar gelişir. şaşırmayız.

gel gör ki, seyfettin, ne gelişen olaylar silsilesiyle şark kurnazına dönüşür, ne aşağılanmışlık ve hor görülmüşlük nedeniyle bir yerlerde bir drama konusu olarak izleyiciye mesaj verme kaygısı güder, ne de işin sonunda kızların “gerçek” değerini anladığı bir erkeğe dönüşür.

seyfettin baştan sona aynı kalır; hafif sinir bozucu, hafif patavatsız, çoğunlukla realiteden ve insanların niyetlerinden bihaber ve kaygısız biri. saflığı da meleksi bir saflık değildir, beğendiği kızı düşürmek için kendince çaba sarf eder.

işin sonunda tek fark hurdacı şaban’ın ölümüyle zengin olmasıdır. beğendiği kız da açıkça o zenginliğe tav olup evlilik teklifinin hala geçerli olup olmadığını sorgular. seyfettin sadece o zaman seçen konumunda olduğunu fark edip “bakarız” diye cevaplar. bu da hayatın olağan akışına gayet uygundur ve o anda bile paraya tamah etme vs üzerinden seyirciye mesaj verme kaygısı güdülmez.

film boyunca en belirgin şey, seyfettin’in oluşundan ve hayattan memnun, mutlu bir adam olmasıdır. sanırım tam da bu yüzden bu filmin çok rahatlatıcı bir yanı var.
devamını gör...

aytunç altındal

ciddi bir yazardı, boş beleş konuşan biri değildi. özellikle sembolizme ilişkin yazdıkları ve bazı konularda verdiği bilgiler türkiye’de ve hatta dünyada eşine az rastlanır niteliktedir. alanında ciddiye alınır biridir. kitaplarının bir kısmı ingilizceye çevrilip farklı ülkelerde yayımlanmıştır. keza, isviçre üniversitelerinde aksiyoloji üzerine ders vermişliği vardır.

gelgelelim, iştigal ettiği alan (sembolizm, gizli örgüt ve tarikatlarlar, vatikan vs), zaten çok yoğun bilgi kirliliğinin olduğu ve çoğunlukla komplo teorisine kaymaya teşne bir alandır.

bilginin gizli olduğu ve bilgiyi gizlemenin amaç olduğu bir alanda doğrulanabilen/ispatlanabilen bilgileri işleyip veri üretmek zor bir iştir. ancak tarih boyunca her zaman ehemmiyet arz etmiştir. bunun bir de geleceği yönelik çıkarım amacıyla kullanılması elbette ki bir yönüyle (kaçınılmaz olarak) spekülatiftir.

kitaplarında verdiği birçok bilgiyi referanslandırmayı önemseyen biriydi. diğer yandan, bazı kitaplarında (muhtemelen yine o alanın fluluğu nedeniyle), bütüncül anlamda bir tablo çizmekte ya zorlanmış ya da bundan kaçınmıştır. bu nedenle bazı kitaplarından net çıkarımlar yapabilmek oldukça zordur.

komplo teorisi diye nitelenen şeylerin aşağılanması yahut alaya alınması şahsen pek önemsediğim bir şey değil. bu meyanda yazılan yahut bu çerçevede gösterilerek alaya alınan birçok eser, bazı konuları anlamakta veya zihnimde yerli yerine oturtmakta bana çok fayda sağladı. örneğin, apokalips’in atlıları yahut dulles kardeşler gibi birkaç kitaba kitaplığımda her zaman yer vardır.

aslında türkiye’de bu alanda çok pespaye şeyler üretildiği için komplo teorisi boş goy goy olarak algılanıyor. ama özellikle abd ve batı avrupa’da bu alanda ciddi eserler mevcut. örneğin vakti zamanında anaakım medyada kenedy suikastine dair komplo teorisi diye nitelenen birçok şey şu günlerde pek inkar edilebilir durumda değil. öyle ki -en azından- bu cinayetin dönemin araştırma komisyonunca ört bas edilmeye çalışıldığına, delillerin karartılması için çaba gösterildiğine, kamuoyunu yanıltmak üzere kasıtlı davranıldığına dair, kısacası, kati olarak çözülmemiş olsa da resmi ağızdan yapılan açıklamanın kesinlikle yalan olduğuna dair neredeyse toplumsal bir mutbakat mevcut.

hatta batıda, bırakın bilimsel genel alanlarda (tarih vs) uzmanlığı; jfk uzmanı, kgb uzmanı, soğuk savaş dönemi uzmanı gibi, kişilere kadar inen mikro uzmanlıklar mevcut ve bu alanlarda baya baya akademik unvan sahibi kişiler iştigal ediyor.

bu insanlar, o güne kadar hakkında 1 tane makale yazılmamış bir konuda yüzlerce teyitli bilgi ve belge sunabiliyor, dahası, anlı şanlı medya organlarında belgeseller hazırlayabiliyorlar.

ben şahsen, aytunç altındal’ın yazdığı bazı konuları, yüzeysel bilmek bir kenara, daha önce hiç duymamıştım bile. geleceğe dair öngörüleri isabetli olur ya da olmaz; ancak tarihsel anlamda değerli birçok şeyi belgesiyle ortaya koyduğu açıktır.

konuşma üslubu biraz sıradandır, çok fazla entelektüel jargonla ilerlemez ama söyledikleri her daim dikkat çekicidir.
devamını gör...

feministlerin açmazları

hali hazırda toplumun tamamının açmazlarıdır ve daha çok tarihsel sosyolojik olgulardan kaynaklıdır.

teknolojik gelişimin kas gücüne ihtiyacı azaltması, emek yoğun sektörlerin daralmasına sebep oldu. gerek üretim, gerekse askeri anlamda erkek gücünün belirleyiciliği, yerini zekanın gücüne bıraktı.

gücünü kullanarak erkini parayla tahkim eden ve böylelikle karar alıcı rolünü satın alan erkek kimliğinin altı oyulmuş oldu.

teknik gelişmelerde erkek zekası çok daha etkin olsa da, toplam erkek nüfusunun (hatta toplumun tamamının) çok küçük bir oranına tekabül eden bu azınlığı bir kenara bırakırsak, kadın, ilk defa diğer sıradan erkeklerle birlikte erk’e ulaşma imkanı elde etmiş oldu.

böylelikle, çekirdek ailede karar alıcı ve dolayısıyla otorite konumunu doğuştan elde eden erkeğin bu rolü sorgulanır hale geldi.

diğer yandan, emek gerektirmeyen işle iştigal eden erkek ve kadın için değişim farklı yönlerde ortaya çıktı. kadın için bu yeni durum yeni ve taze bir kimlik inşası anlamına gelirken, erkek için eskiye göre daha zayıf bir kimliğin kabulü gerçeğiyle yüzleşme manasına geliyordu. dahası, yoğun bedensel faaliyet rutininin verdiği kendini gerçekleştirebiliyor olma hissi, erkeği içsel çatışmaya karşı koruma işlevi görmekteyken, daha az bedensel faaliyet ve toplumsal işlev, içsel çatışmayı beraberinde getirdi.

hani şu, eskiden depresyona girecek zaman yoktu, söyleminde olduğu gibi, erkeğin işlev yitimi, içsel çatışma ve kendini gerçekleştirememe duygusunu beraberinde getirdi.

bu noktada kadın erk’e sahip olmanın avantajlarından yararlanırken elde ettiği bu konumda ‘kendinden daha işlevsel erkek’ nüfusunun oldukça daralmış olduğu gerçeğiyle yüzleşmiş oldu.

karar alabilecek konuma gelmenin en kötü yanı, sürekli karar almak zorunda olmaktır ve bu, genel olarak kadın için daha yıpratıcı bir süreçtir.

erkek ve kadının karar alma sahasını bölümlendirmek yerine her alanda birlikte karar almaya başlaması, örtülü bir rekabeti beraberinde getirdi.

erkek işlev yitimiyle içsel çatışma yaşarken, kadın, erkek olarak stabil olması gereken ancak kararsız, itaatkar ve depresif erkek gerçekliğine karşı farkında olmadığı bir küçümseme ve öfkeye savrulmaya başladı.

bu anlamda, sadece erkekler değil, kadınlar da bir kaosun içine sürüklenmiş oldu. böylelikle toplum, sadece babasız değil, annesiz de kaldı. depresif ve kırılgan babalar ile saygısız ve öfkeli annelerin yetiştirdiği çocuklar…

bir diğer deyişle; aslında zaten eski nesillerdeki erkeklerin çoğu kendiliğinden maskülen, kadınların çoğu kendiliğinden feminen değildi. toplumsal dinamikler maskülen ve feminen kimlikleri süreçle inşaa ediyordu. süreçler akamete uğrayınca roller yıkıma uğradı ve bu kaos sağlıksız çocukların yetişmesine sebep oldu.

evet, birinci dalga feminizm geleneksel toplumda kadının yok sayılmasına, baskılanmasına, yeteneklerinin görmezden gelinmesine karşı oldukça isabetli ve sonuna kadar haklı bir serzenişti. gelgelelim bu serzeniş, zamanla devrimci bir ruha bürünme iddiasıyla anarşist bir savrulmaya dönüşerek kapitalizmin getirdiği yeni sosyal düzenle birlikte geleneksel toplum dinamiklerini geri dönülmez şekilde tahrif etti. anarşist bir savrulma, çünkü bu dinamiklerin yerine bir şey koyulmadı.

bu belirsizlik, erkeklik “olgusu” üzerinde doğrudan tezahür ederken kadınlar üzerinde dolaylı etki yaratıyor. ve her ikisi de yıkıcı sonuçlar doğurmaya devam ediyor. pratikte erkeği karar alıcı olarak yetiştirecek (buna zorlayacak) geleneksel toplum yok artık. kadınlar içinse bu özelliklere sahip erkek sayısı artık çok az.

ve bu kriz, psikolojik veya sosyolojik tahlillerle yaşanacak aydınlanmayla veya erkekliğe veya kadınlığa dair öğretilerle çözülecek cinsten değil.
devamını gör...

necdet sezer ve bülent ecevit tartışmasında kim haklıydı

ahmet necdet sezer bir bürokrat olarak hiçbir zaman hatırlanmayacak bir tiplemeyken bülent ecevit sayesinde rüyasında dahi göremeyeceği bir makama oturdu ve kendisini oraya getiren adama iğrenç bir saygısızlık yaptı.

bülent ecevit’in siyaset hayatı, bu ülke için çabası, yaşadıkları, yaptıkları ve bir insan olarak varlığının yanında ahmet necdet sezer bir hiç bile değildir.

elinde çekiç olanın her şeyi çivi görmesi gibi, o da her olguyu anayasa mahkemesi karar şerhi olarak görebiliyordu. kavrayışı, dünyaya bakışı ancak o kadardı işte.

ecevit’in hatası; anayasayı değiştirerek kendisine cumhurbaşkanlığı yolunu açma teklifi yapıldığında, bunu kabul etmeyip bürokratlık dışında hiçbir vasfı, birikimi, dişe dokunur bir zekası, ülkeye dair en ufak bir fikri olmayan sıradan birini cumhurbaşkanı yapmasıydı.

bu hatasının bedelini; hangi makamda olursa olsun, köhnemiş kasaba zihniyetinden asla kurtulamayan bir nankörden saygısızlık görerek ödemiş oldu.

ahmet necdet sezer, anayasa mahkemesi sonrası emekliye ayrılıp balgat’ın bürokratlar kıraathanelerinde emekli 3-5 hakim ve paşayla emin çölaşan’ın köşe yazıları üzerine boş beleş goy goy muhabbetlerinde ömür tüketecek biriyken ülkenin en önemli makamını gereksiz yere yıllarca işgal etmiş birisidir.

ecevit sonrası akp’ye muhalif duruşu bu gerçeği yıllarca örtmüş olsa da kalibresi ve çapı bundan daha fazlasına zaten müsait değildi.
devamını gör...

okuduğunuzda ağladığınız kitaplar

genç yaşlarda dostoyevski’nin insancıklar’ını okuduğumda boğazım düğümlenmişti.
devamını gör...

psikolog olmak

psikoloji bir öğüt verme disiplini değildir.

açık ve net şekilde bilimsel bir disiplindir.

bütün bilim dünyasında kabul gören belirgin tanı metodolojileri vardır.

işin klinik ve psikiyatrik boyutu bir yana, insanoğlu var olduğundan beri en temel problemlerinden biri, kendine yönelik nesnel değerlendirme problemidir ve çoğu insan bunu yap(a)maz.

sadece bu bile, birçok insanın içsel sorunlarına dair profesyonel psikolojik danışmanlığı zorunlu kılmaya yeter.

insanlar 0-6 yaş döneminde yaşadıklarını çoğunlukla hatırlamaz bile, gel gör ki, ruh sağlına ve hayatın geri kalan seyrine en ciddi etki eden dönemdir.

insan, değerler hiyerarşisini çevresel şartlarla oluşturur ki, o hiyerarşinin isabetliliği, doğruluğu ve sağlığı o değer hiyerarşisi içerisinde tespit edilemez. bir diğer deyişle; ol mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler.

a beautiful mind filminde john forbes nash’le psikiyatrın bir tartışması vardı hani; ben matematikçiyim işim problem çözmek, kendim neden çözemeyeyim diye itiraz ediyordu. psikiyatr cevap veriyordu, çözemezsin, çünkü sorun zaten beyninde başlıyor. o konu psikiyatrikti ama psikolojiye uyarlamak da mümkün.

örneğin, çevreniz tarafından sömürülme/baskı altına alınma/aşağılanma/değersizleştirilme vs nedeniyle aşırı yorgun, depresif veya öfkeli hissediyorsanız ve bu süreç sizin değer hiyerarşinizde fedakarlık, iyilik, merhamet, olması gereken olarak kodlanmışsa hiçbir zaman sömürüldüğünüzü, baskı altında olduğunuzu, aşağılandığınızı veya değersizleştirildiğinizi tespit edemeyebilirsiniz. bunun zeka, iq, algı kapasitesi, kavrayış gücüyle bir ilgisi yoktur. prosesi nesnel ve profesyonel bir şekilde analiz edecek birine ihtiyacınız vardır.

50-70 yaşında psikoloğa gidip “ulan keşke 30 yıl önce…” dememek için bile psikolojiyi yabana atmayınız.

en basitinden, dünyanın en zeki, en başarılı, en popüler, en zengin, en güçlü insanları bile zaman zaman danışmana ihtiyaç duyuyorsa bir hikmeti olabilir.
devamını gör...

amazon.com.tr

satıcısı ve göndericisi amazon olan ürünler genellikle çok iyi ve uygun fiyatlı oluyor. satıcısı amazon olan ürünlerden hiç pişman olmadım.
devamını gör...

bir erkekten duyulacak en güzel söz

“allah seni bana vererek bugüne kadar vermediği her şeyi telafi etmiştir.”

ali şeriati
devamını gör...

emrah ablak

son dönem mizahi anlatıları karikatür haline getirerek bir nevi çizgi hikaye yaratmasıyla dikkat çekti ki, bence çok başarılı bir akım.

bunun dışında, çizerliği de oldukça iyi ve her yönüyle 90’lar karikatürünün en güzel örneklerinden birisi.
devamını gör...

patek philippe

dünyanın en komplike mekanizmalarını icat etmiş saat markası. perpatual calendar’ın patentini 1898 yılında almıştır. ki, bugün anlı şanlı nice büyük saat markası içinde bunu taklit etmeyi bile denemeyen markalar var. patek phlippe için saatçiliğin en elit düzeyi, denilebilir.
devamını gör...

kızların yaralı erkeklere ilgisi

iki cins için de eksikli olana ilgi eksikli hissediyor olmaktan gelir. kendini sorunsuz birine layık görememe sendromu.
devamını gör...

dünyanın ihtiyacı olan

sümer tabletlerinden beri yeni nesillerin kötüye gittiği, her şeyin boka sarmak üzere olduğu yazılagelir.

dünyanın halinden şikayetçi olanlar, taa o zamanlardan beri, hep dış çevre ile ilgili gidişattan memnuniyetsizliğini ifade etmekte.

insanoğlu kendinde bir problem görme eğiliminde değil yahut kendindeki problemleri dış çevreden kaynaklı olarak görmekte ve bu düzelirse otomatikman kendi problemlerinin çözüleceğine de inanmakta.

değişimin her zaman dıştan içe doğru olduğunu varsayıyor, içten dışa bir değişime ihtimal vermiyor.

oysa dünyayı değiştirenlerin tamamına yakını ikinci ilkeye göre hareket etti.
devamını gör...

ahlak

felsefi anlamda çok fazla teorize edilen bir konu olmakla birlikte, edebi (sanatsal) anlamda en pratik ve kat’i ilkelerini tolstoy ortaya koyar.

bu anlamda tolstoy ahlakçı bir yazardır, diyebiliriz.

zira ona göre eser, ahlaklı olmak zorundadır. herhangi bir romanda ahlaksızlık galebe çalabilir, ahlaksızlar galip gelebilir, ahlaki olmayan hakim olabilir ancak roman ahlakı ve ahlaklı olmayı yüceltmekle mükelleftir.

insan ne için yaşar’dan da anlaşılacağı üzere, tolstoy’un ahlak’ı göreceli değildir. tanrının emrettiği iyilik, fedakarlık, paylaşım vb ilkeler ahlakın pratiğidir.

bu nedenle bir kısım ingiliz yazarla hiç anlaşamaz. öyle ki, eğer, der tolstoy, kendisi bana eserini tenkit etme izni verirse onu yerden yere vurmaktan mutluluk duyarım.

çünkü, hiçbir yazar ahlaksızlığı yüceltmemeli, romanın alt metni okuru ahlaki olmayana yöneltmemelidir.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim