sanyasi - öne çıkan tanımları (1. sayfa)
1.
dune: çöl gezegeni (2021)
kitabın türkiye ayağında çok az kimsenin bildiği bir hikayesi var.
kitap ilk olarak mavi ada isimli yayınevinden çıkıyor. çevirilerini ise arzu taşçıoğlu ve deniz vural yapıyor. elimde ikinci baskısı olan kitap 2000 adet basılmış.
peki bu bilgi neden önemli.
arzu taşçıoğlu ve deniz vural harikalar yaratmışlar. dune gibi kendine has bir evreni olan zorlu bir yapıtı şairane bir üslupla çevirmişler. daha sonra sarmal yayınevinin çevirisi mavi ada'nınki yanında cin ali gibi kalmış.
misal sarmal yayınevi face dancer'ı surat oynatıcısı olarak çevirirken mavi ada çevirisnde sima dansçısı olarak çevrilmiş. orijinalinde kâh bürokratik üsluba geçiliyor kâh avam halk konuşturuluyor, ya da diğer ırkların ifade biçimlerine geçiliyor. bunu geçişleri mavi ada çevirisinde olduğu gibi hissederken sarmal'da hepsini tek bir üslupta görüyorsunuz. anlatım katmanları belirtilememiş. çok etkili bir eserin sadece tortusunu koklayacak kadar çevrilmiş.
uğraşıp didinip ulaştığım arzu taşçıoğlu yayınevi sahibinin kendilerine haksızlık yaptığını bu nedenle dune evrenini çok sevmelerine rağmen sömürülmemek için çeviriyi bıraktıklarını söyledi.
muhtemelen sarmal yayınevi de daha az bir ücrete çevirttikleri kitabı piyasaya sürdü yani iş gerçek ehline verilmedi. tavisyem zor da olsa özgün metninde okunması yönündedir.
kitap ilk olarak mavi ada isimli yayınevinden çıkıyor. çevirilerini ise arzu taşçıoğlu ve deniz vural yapıyor. elimde ikinci baskısı olan kitap 2000 adet basılmış.
peki bu bilgi neden önemli.
arzu taşçıoğlu ve deniz vural harikalar yaratmışlar. dune gibi kendine has bir evreni olan zorlu bir yapıtı şairane bir üslupla çevirmişler. daha sonra sarmal yayınevinin çevirisi mavi ada'nınki yanında cin ali gibi kalmış.
misal sarmal yayınevi face dancer'ı surat oynatıcısı olarak çevirirken mavi ada çevirisnde sima dansçısı olarak çevrilmiş. orijinalinde kâh bürokratik üsluba geçiliyor kâh avam halk konuşturuluyor, ya da diğer ırkların ifade biçimlerine geçiliyor. bunu geçişleri mavi ada çevirisinde olduğu gibi hissederken sarmal'da hepsini tek bir üslupta görüyorsunuz. anlatım katmanları belirtilememiş. çok etkili bir eserin sadece tortusunu koklayacak kadar çevrilmiş.
uğraşıp didinip ulaştığım arzu taşçıoğlu yayınevi sahibinin kendilerine haksızlık yaptığını bu nedenle dune evrenini çok sevmelerine rağmen sömürülmemek için çeviriyi bıraktıklarını söyledi.
muhtemelen sarmal yayınevi de daha az bir ücrete çevirttikleri kitabı piyasaya sürdü yani iş gerçek ehline verilmedi. tavisyem zor da olsa özgün metninde okunması yönündedir.
devamını gör...
2.
şimdi'nin gücü
eckhart tolle vasıtasıyla insanlığa armağan edilmiş bir değer
evreni, maddeyi ve dünyayı anlama gayretinde olarak "dışarıya yönelen" anlama arzusunun fiili bir sonucu olarak bilim ve tekniğin yarattığı dünya, yalnızlık, depresyon, tatminsizlik, terk edilmişlik, endişe, sosyal fobi ve bilimum kemikleşen duygudurum bozuklukları. işte modern dünya dediğimiz şey
keza aynı minvalde bu mezbeleliği sürdürmeye yarayan tamamı teknik bilgiye dayalı zorlayıcı ve dayatmacı basmakalıp eğitim sisteminin tornasından geçip, kafasının içinde bu eğitim sonucu kurgulaşan "olması gereken yaşam" ile "olan yaşam" arasında sıkışan "modern insan"ın dramatik öyküsü. eğitimli insan dediğimiz şey.
içinde bulunduğu - doğal olmayan sıkışıklığı aşmak için kullandığı yine aynı bilimin ilaçları kişisel gelişim kitapları ve psikolojik süreçler...
bize sürekli konuşup duran zihnimizle ne yapacağımızla alakalı hiç bir şey öğretilmedi. acılarımız ve korkularımızla yanak yanağa süregiden şu yaşantımız içerisinde haz için katlandığımız acı süreçlerinin üzerine kurulu bu dünya sisteminin içerisinde "bilimsel" olarak hiç bir değerimiz yok.
tolle'nin bu kitabı bir kişisel gelişim hedehödösü değil, bize bir şey öğreten bir kitap değil. bize unuttuğumuz kadim bir olguyu hatırlatan bir hatırlatıcı sadece. bunu yaparken de günümüzün eğitimine maruz kalmış "modern insan"ın dilini kullanarak anlatıyor. onun cümleleri, sürekli bir şeyler arayan dışarıya dönük huzursuz zihnin gasp ettiği dikkatimizi içe yönetlmemizi sağlıyor. okudukça kontrolden çıkmış zihnin tüm oyunları, tüm tuzakları, kendimiz olmayan - öteki ben - in tüm kalıpsal davranışlarını tespit edip hayretler içinde kalıyoruz.
ve zihin sustuğunda... onun bağıran sesi azaldığında, bir masal ülkesinin dev kapılarının önünde buluyoruz kendimizi. ve en başından beri zaten hep orada olduğumuzu, en başının aslında en son olduğunu anlıyoruz. sonsuzluğun aslında an'ın içinde olduğunu, şimdi'nin öncesiz ve sonrasız tek bir an olduğunu idrak ediyoruz.
bilincin kişiye özel bir şey olmadığını, her bir insanın ayrı ayrı bilinçleri olduğu yanılgısından, tüm evrenin tek bir bilincin ışığını paylaştığı gerçeğine uyandırmak için bizi "modern" uykumuzdan sarsarak uyandırıyor.
evreni, maddeyi ve dünyayı anlama gayretinde olarak "dışarıya yönelen" anlama arzusunun fiili bir sonucu olarak bilim ve tekniğin yarattığı dünya, yalnızlık, depresyon, tatminsizlik, terk edilmişlik, endişe, sosyal fobi ve bilimum kemikleşen duygudurum bozuklukları. işte modern dünya dediğimiz şey
keza aynı minvalde bu mezbeleliği sürdürmeye yarayan tamamı teknik bilgiye dayalı zorlayıcı ve dayatmacı basmakalıp eğitim sisteminin tornasından geçip, kafasının içinde bu eğitim sonucu kurgulaşan "olması gereken yaşam" ile "olan yaşam" arasında sıkışan "modern insan"ın dramatik öyküsü. eğitimli insan dediğimiz şey.
içinde bulunduğu - doğal olmayan sıkışıklığı aşmak için kullandığı yine aynı bilimin ilaçları kişisel gelişim kitapları ve psikolojik süreçler...
bize sürekli konuşup duran zihnimizle ne yapacağımızla alakalı hiç bir şey öğretilmedi. acılarımız ve korkularımızla yanak yanağa süregiden şu yaşantımız içerisinde haz için katlandığımız acı süreçlerinin üzerine kurulu bu dünya sisteminin içerisinde "bilimsel" olarak hiç bir değerimiz yok.
tolle'nin bu kitabı bir kişisel gelişim hedehödösü değil, bize bir şey öğreten bir kitap değil. bize unuttuğumuz kadim bir olguyu hatırlatan bir hatırlatıcı sadece. bunu yaparken de günümüzün eğitimine maruz kalmış "modern insan"ın dilini kullanarak anlatıyor. onun cümleleri, sürekli bir şeyler arayan dışarıya dönük huzursuz zihnin gasp ettiği dikkatimizi içe yönetlmemizi sağlıyor. okudukça kontrolden çıkmış zihnin tüm oyunları, tüm tuzakları, kendimiz olmayan - öteki ben - in tüm kalıpsal davranışlarını tespit edip hayretler içinde kalıyoruz.
ve zihin sustuğunda... onun bağıran sesi azaldığında, bir masal ülkesinin dev kapılarının önünde buluyoruz kendimizi. ve en başından beri zaten hep orada olduğumuzu, en başının aslında en son olduğunu anlıyoruz. sonsuzluğun aslında an'ın içinde olduğunu, şimdi'nin öncesiz ve sonrasız tek bir an olduğunu idrak ediyoruz.
bilincin kişiye özel bir şey olmadığını, her bir insanın ayrı ayrı bilinçleri olduğu yanılgısından, tüm evrenin tek bir bilincin ışığını paylaştığı gerçeğine uyandırmak için bizi "modern" uykumuzdan sarsarak uyandırıyor.
devamını gör...
3.
don't look up
diğer netflix içerkleri gibi bomboş filmdir.
sadece kendi algoritmalarına göre içerik üreten netflix tiranlığının, bu filmle eleştirdiğini varsaydığımız günümüz dünyasını bu hale getiren yapılardan biri olduğunu hatırlatmakta fayda var.
sosyal medya'nın ve onun vahşi algoritmalarının tüm dünyayı yozlaştırıp, yeniden kendine göre düzenlediği böyle bir zaman diliminde, bu yapının büyük oyun kurucusu olan netflix yozlaşmasına sebep olduğu dünyaya bakıp "aa ne kadar da dejenere" diyerek, dünya'nın aklıyla alay edip, bir de üzerine sebep olduğu yozlaşma üzerinden de kâr ettiği bir filmdir don't look up.
kısacası film, insani değerleri hiç eden, ve bunun eleştirisinden de gelir elde eden bu büyük yapıyı anlatıyor. çoğunluk da bir yaraya parmak bastığını falan zannededursun, yarayı açan da, bakın burada yara var diyen de yine kendisi oluyor.
sadece kendi algoritmalarına göre içerik üreten netflix tiranlığının, bu filmle eleştirdiğini varsaydığımız günümüz dünyasını bu hale getiren yapılardan biri olduğunu hatırlatmakta fayda var.
sosyal medya'nın ve onun vahşi algoritmalarının tüm dünyayı yozlaştırıp, yeniden kendine göre düzenlediği böyle bir zaman diliminde, bu yapının büyük oyun kurucusu olan netflix yozlaşmasına sebep olduğu dünyaya bakıp "aa ne kadar da dejenere" diyerek, dünya'nın aklıyla alay edip, bir de üzerine sebep olduğu yozlaşma üzerinden de kâr ettiği bir filmdir don't look up.
kısacası film, insani değerleri hiç eden, ve bunun eleştirisinden de gelir elde eden bu büyük yapıyı anlatıyor. çoğunluk da bir yaraya parmak bastığını falan zannededursun, yarayı açan da, bakın burada yara var diyen de yine kendisi oluyor.
devamını gör...