#ödüllü filmler
drama / bilim kurgu / macera
9.3 / 10
puan ver

öne çıkanlar | diğer yorumlar

22 ekim’de çıkacak filmi için yeni karakter posterleri yayınlanmış ve hepsi birbirinden güzel!
şahsen en beğendiğim posterler, barın harkonnen ve piter de vries oldu. bu filmle ilgili her detaya bayıldım şu ana kadar.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
fragmanları yayınlandıkça birçok tartışmayı da beraberinde getiren seri. pek tabii bu tartışmalar dune’a özgü değildir. sıkı bir fanbase’i olan tüm kitaplar filme çevrilirken bu tip sıkıntı ve tartışmalar yaşanmaktadır. bu girdimde bunlardan birkaçına değinmek istiyorum.

ilk ve en önemli tartışma tabiki de oyuncuların ten rengi ve cinsiyetinin kitap tasvirleri ile uyuşmaması. bir kısım fanlar bu durumdan fazlasıyla şikayetçi. dune, eser itibariyle neredeyse en önemli bölümleri çölde geçen bir yapım. pek tabi burada yaşayanlar da araplarla ilişkilendiriliyor. filmin cast’ına baktığımızda ise oyuncu tercihleri başka ırklardan olduğunu görüyoruz. bu olay bir kısım fanların tepkisini çekiyor ve yönetmen tayfasını kitaba sadık kalmamak ile suçluyorlar. neymiş efendim, tüm fremenler arap kökenli oyuncular tarafından canlandırılmalıymış. şahsen ben buna katılmıyorum. zira bu seçimler hikayenin gidişatını ve verilmek istenen mesajı zerre etkilemiyor.
hem duyduğum bir diğer teori ise fremenlerin aslında arap bedevisi olmayabileceği yönünde ki, bu teori hiç yabana atılmayacak kanıtlar sunuyor. bu ise başka bir girdi konusu olur.
bir diğer unsur ise karakterlerin cinsiyetinin değiştirilmesi. bilindiği üzere liet keynes karakteri kitaplarda bir erkek iken, filmde bir kadın tarafından canlandırılıyor. hal böyle iken söz konusu bir kısım fanlar iyice küplere biniyor. kaldı ki bu da çok yersiz bir tartışma. liet keynes’in cinsiyetinden bize ne? oyunculuğu ve filmdeki rolü ile ön plana çıkması gereken bir karakterdir fakat kitapta cinsiyeti üzerinde hiç durulmuyor desem yeridir.

gelelim şu meşhur “white savior” konusuna…
film fragmanı düşer düşmez twitter tayfada bir “beyaz kurtarıcı” senaryosu aldı yürüdü efendim. neymiş, beyaz adam gelir, toplumu aydınlatır, insanları kurtarır, önderlik eder vs. söz konusu toplum ise geri kalmıştır güya.
yalan yok, bu senaryoda film sayısı çok fazla. ama dune öyle bir yapım değildir. bu iddiaların sahiplerinin, kitapları okumadığı apaçık bellidir. zira dune kitaplarında bir kurtarıcı yoktur. paul atreides’in kurtarıcılıkla yakından uzaktan alakası yoktur hatta. üstelik paul fremenleri, kendi kültürüne adapte etmemiş, aksine bir fremene dönüşmüştür. tüm bu olaylar ışığında bu tarz mesnetsiz iddialar bir zaman sonra sıkmaktadır.

dune için belki de en ilginç tartışma ise “jihad” ve “crusade” terimlerdir. paul romanlarda bir cihatçıdır. ve frank herbert bu olayı tasvirlerinde sürekli olarak “jihad” kullanmıştır. kitaplarında 99 kez “jihad” terimi kullanırken, “crusade” terimini ise sadece 2 kez kullanmıştır. her iki kelime de “sefer” manası taşımakla beraber, birbiri yerine kullanımı pek de yanlış değildir. buradaki tek sorun, fremenlerin islam kökenli bir dini inanışa sahip olmaları ve dillerinin de bu yönde evrimleşmiş olmasıdır. hal böyle olunca fanlar çok da haksız olmamakla beraber, fragmanda paul’ün yaklaşan seferi anlatırken kullandığı “crusade” terimini yadırgadılar.
ben bu konuda biraz kararsızım. zira frank herbert islam terminolojisine ve aşina bir isim. yani defaatle cihad terimini tercih etmesi boşa değildir. gelelim işin şimdiki boyutuna. öncelikle filmi henüz görmedik. yani sadece fragman üzerinden bir çıkarım yapmak yanlış olur. kaldı ki filmin test gösterimine katılanlar, filmde “jihad” kelimesinin de geçtiğini söylediler.
tüm bunlar bir yana, dune yüksek bütçeli bir yapım ve satması lazım. bağımsız bir yapım şirketi değil, warner bros. finanse ediyor. yanisi ekonomik bir kaygı var ortada. filmin genel izleyici kitlesi herkesin tahmin edebileceği gibi amerikalılar ve çinliler. bu iki kesimin de islami olay ve terimlere nasıl yaklaştığı ortada. bu yüzden yapılmış değişimler öngörülürdür. gönül isterdi ki, her olay romanlara sadık kalınarak aktarılsın ama film sektörü maalesef böyle.
benim şahsi görüşüm; iki kelimeye de okeyim ama seçme şansım olsaydı, “jihad” derdim.:)
devamını gör...
dune, 22 ekim 2021 tarihinde vizyona girecek yönetmenliğini blade runner 2049 ve arrival gibi filmlerden tanıdığımız denis villeneuve'in üstleneceği çok beklenen bir filmdir. muhtemelen çok sevilen bir seri haline dönüşecek ve sonralardan çok daha fazla hayranı olacaktır. (yani umarım)
devamını gör...
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kaçak yayın*

bir zaman önce kitabı mı daha iyidir yoksa filmi mi diye konuşmuştum.tabi ki kitap diye seslenmek istiyorum.tamam iyi güzel sahneleri var ancak bana çok kesik kesik geldi.burada dune serisini inceleyen çok iyi iki yazar gördüm.eminim onlar daha güzel anlatırlar.ilk kitabı bitirmemiş film.beklediğim etkiyi bulamadm.sakin ve hızlı ilerliyor.
devamını gör...
seneler süren bekleyişimin ardından nihayet izleme fırsatı bulduğum(hem de 2 kez) film. 3 eylül’de venedik film festivalinde ilk gösterimi yapılda. 15 eylül’de ise çoğu ülkede vizyona girdi. ne hikmetse aralarında ülkemizin de bulunduğu, büyük pazar payına sahip çin, amerika ve ingiltere gibi ülkelerde ise gösterim tarihi 22 ekim olarak belirlenmişti. hbo max için çıkış tarihi de 21 ekim idi. yani ilginç şekilde daha sinemada gösterilmeden, orjinalini stream platformlarında yayınladılar. değişik bir karar. yine de vardı bi bildikleri diyor ve filme geçiyorum.

2 saat 35 dakika uzunluğunda film. denis villeneuve yönetiyor ve görüntü yönetmenliğini de greig fraser yapıyor. bu arada müzikler de hans zimmer’dan çıkma. oyuncu kadrosu desen yıldızlar geçidi gibi. hal böyle iken kötü bir film tabiki de beklemiyorduk. ki on numara beş yıldız bir film olmuş. keşke sinema salonu yakın olsa da her gün gitsem izlemeye hazır vizyondayken diyorum. o derece güzel.
14 yaşından beri bir dune filmi çekme hayali olduğunu belirten denis villeneuve, yönetmenliğe de bir nevi bu yüzden karar verdiğini belirtiyor ve ekliyor; keşke frank herbert bu filmi görseydi ve romanına duyduğum eşsiz saygı ve sevgiyi bilseydi…

filmin görsellik kısmı tek kelime ile şahane. kısaca kullanılan kameradan da bahsedecek olursak, imax kamera kullanmış denis abimiz çekimlerde. peki nedir bu kamerayı değişik yapan? pek tabi ekran oranıdır efendim. teknik detaylara girmeden açıklayacak olursak, ekranın alt ve üst kısmında basıklık olmayacak şekilde bir görüntü sunuyor bize.

müziklerde hans zimmer var dedik ama orada da bir detaya değinelim. şöyle ki; kendisi dune için 3 ayrı albüm hazırlamıştır. birincisi “the dune sketchbook” adıyla 3 eylül’de çıkmıştır. ikinci ve “original motion picture soundtrack” adıyla bilinen albüm ise 15 eylül’de çıkmıştır. üçüncü ve son albüm ise 22 ekim’de çıktı. son albüm daha çok bir kitap okuma soundtrack’i olarak da görülebilir. zira “the art and soul of dune” kitabı ile beraber yayınlanmıştır.
bu soundtrack’lerden şahsi favorilerimi de belirteyim yeri gelmişken.
en çok beğendiğim iki parçadan birinin adı “song of the sisters”. bu parça bene gesserit’ler için bestelenmiş ve kadın vokallerden oluşan bir koro halinde seslendirilmiş kısımları çok çarpıcı. dinlerken o ihtişamı ve kadim yapıyı hissediyorsunuz ister istemez. bir diğeri de
“house atreides”. atreides hanedanlığını anlatan bu parçada beni kendine çeken şey ise muhteşem gayda performansı oldu. sene 10.191’de böylesi ezgiler olduğunu bilmek beni mutlu etti.

biraz da spoiler’lı anlatayım madem;


film chani’nin arrakis’te son 80 yılda yaşananları anlatması ile başlıyor. burada ilk kez bir harkonnen harvester’ı görüyoruz. görsel açıdan, canlı bir şeye yapışmış bir kene’yi andıran harvester’ın nasıl baharat hasat ettiğini ve arrakis’in yeri geldiğinde nasıl bir kabusa dönüştüğünü harika bir şekilde görüyoruz.
akıllara ister istemez kitaptaki şu dizeler geliyor;

burada ne çektiğimizi bilenler dualarınızda bizi de unutmayın.

sonrasında paul’ün, annesi ile yemek sekansını görüyoruz. bu sahnenin önemi ise ilk kez ses’i duyuyor olmamız. paul ikinci denemesinde başarıyor ve iç içe geçmiş birkaç sesi aynı anda duyuyoruz. yönetmen denis ses’in oluşturulmasındaki faktörlerden birinin de kendi bilinçaltı olduğunu belirtiyor. bence gayet iyi olmuş.

ardından “herald of change” sekansı geliyor. kitaplarda böyle bir sahne yoktu sanırım. neyse efendim bu sekansta dikkat çeken ilk şey “galach” dilini kağıt üzerinde görmemiz. bir diğer detay ise kostüm tasarımları ve arka planda bekleyen değişimlerinin ilk aşamalarında olan lonca yönbulucular olduğunu tahmin ettiğimiz kişiler. bu kişilerin kostüm tasarımı ilginç şekilde kozadan çıkmak üzere olan kelebeklere benziyor. ki bu, hayatlarının sonrasını sürekli başkalaşım geçirerek yaşayan yönbulucular için güzel bir gönderme olmuş.

bir sonraki sahnede duncan idaho’yu görüyoruz. paul’ün ısrarlarına rağmen arrakis’e yalnız gitmekte kararlı. yine paul ile aralarında çok yakın bir ilişki olduğunu anlıyoruz zira paul’ün babası ve annesiyle bile bu kadar samimi olmadığını geçmiş ve gelecek sahnelerde görmüyoruz. yalnız sekansın ilerleyen sahnelerinde iki ilginç detay beliriyor paul’ün görülerinde. birisi duncan’ın çöldeyken karşılaştığı siyah minik bir böcek. ki bu böcek tleilax işi olabilir ve hikayenin ileri kısımlarında axolotl tanklarında yeniden canlanan idaho’nun genlerinin nasıl ele geçirildiğini anlatıyor olabilir. tabiki bu çok ufak bir teori. diğer görüde ise çöle doğru yürüyen arkası dönük bir kişi. bu kişi ilk film için duncan olabilir evet ama eğer ki yönetmen 3 film çekmeyi kafaya koyduysa, bu sahnedeki kişinin paul olması da pek bir olasıdır. zira 2. kitap buna yakın bir son ile bitmekte.

hemen ardından leto’yu aile kabristanında görüyoruz. paul ile burada yaptığı konuşmada paul’ün büyükbabasının yaptığı boğa güreşinin sonuçlarını da az çok öğreniyoruz.

veee gurney halleck giriyor bir sonraki sekansta. ama öyle böyle değil. harbi harbi giriyor sahneye. paul ile ufak bir bıçak dövüşü yaptıktan sonra harkonnen’ler hakkında birkaç bilgi veriyor. ama akıllarda tek soru var; baliset sahneleri neden filmde yok??? gerçi baliset’in kendisini birkaç saniye de olsa görüyoruz ileri sahnelerde ama keşke çalsaymış diyoruz. haa unutmadan yine bu sekansta ilke kez holtzman kalkanı nasıl işler görüyoruz. bence efekt olarak baya iyi olmuş. sevdim.

geidi prime… harkonnen’lerin ana gezegeni ise bir sonraki sekansın konusu. glossu rabban’ın gemisini görüyoruz ilk olarak baron harkonnen’in kalesine girerken. rabban sinirli. sekansın diğer iki önemli unsuru ise piter ve baron harkonnen. piter’ı ilk çekimde mentat hesaplaması yaparken görüyoruz. zira gözlerinin sadece akı görünüyor. baron ise uykusundan yeni uyanmış gibi cıbıl oturuyor sisler içinde. baron harkonnen’ı ilk kez yakından görme fırsatı bu sahnede evet. öylesine etkileyici ve korkutucu bir ses tonu işe konuşuyor ki tüyler diken diken…”the emperor is a jealous man, dangerous jealous man..”

ardından o muhteşem “song of the sisters” soundtrack’inin ilk bölümü eşliğinde bene gesseritler ve rahibe ana helen mohiam büklüm gemisi ile yapılmış bir yolculuğun ardından arrakis’e iniyor ve en ikonik sahnelerden biri olan gomcebbar(gom-jabbar) sahnesini izliyoruz. oğlunun bu sınavdan canlı çıkıp çıkamayacağını bilmeyen jessica’yı “litany against fear” okurken buluyoruz. bu sahnede kendisine söz geçirmede pek bir zorlanıyor zavallıcık.
bu sekansın çoğu kütüphane gibi bir odada geçiyor. odanın ortalarında o müthiş giysisi ve siyah taşlı peçesi ile helen mohiam oturur halde karşılıyor paul ve jessica’yı. ardından birkaç beylik laf ederek jessica’yı kapı dışarı ediyor ve paul’ün üzerinde ses kullanıyor. yönetmen burada ilginç bir teknik kullanmış. zira paul’ün bulunduğu konum odanın orta yerine uzak. ses kullanımından sonra ekran kenarlardan kararmaya başlıyor. ardından bir nevi bilinç kararması yaşayan paul kendini odanın ortasında ve yere çökerken buluyor.
itiraf edeyim çok çok güzel kurgulanmış bir sahneydi.
derken o heybetli duruşu ile helen mohiam paul’e üstünlük kurduğu bir pozisyonda, elini kutuya koymasını emrediyor. ardından da o meşhur gomcabbar sahneye giriyor. paul acıdan kıvranırken zevk alır gibi bir halde duran rahibe ana, paul’ün acıyla beraber kazandığı bilinçle nasıl birdenbire daha gözü kara ve tehlikeli birine dönüştüğünü görünce eski kibrinden eser kalmıyor. aniden odadaki en güçlü ikinci kişi konumuna düşen rahibe ana’nın durumu gözlerinden anlaşılıyor. zira korkuyu görüyoruz az da olsa o gözlerde.

bir diğer ilginç benzerlik ise atreides sancak gemilerinde gözümüze çarpıyor. zira hepsi şekil olarak boğalara benziyorlar ki bu benzerlik aşırı güzel olmuş.

ve arrakis’e yolculuk başlıyor. bu sekansta kullanılmış her kostüm efsanevi. özellikle lady jessica’nın kostümüne aşık oldumm.
derken gemiler iniş yapıyor ve dune’un o müthiş aurası bizleri kuşatıyor daha ilk saniyeden. bu sahnelerde atreides muhafızlarının giydikleri siperliklerin de şahin kafasına benzediğini görüyoruz.

lisan al-gaib… arrakis hacıları, daha görür görmez paul’e bu şekilde sesleniyorlar bir ağızdan.

ah o topterler ve o müthiş kanatları… tam bir yusufçuk böceği diyor insan içinden. gerçek hayatta da olsa denilen teknolojilerdendir bana göre. bu sırada arrakeen şehrini ve kalkan duvarını görüyoruz. yapılar tam olarak eski mısırdan kalma heybetli yapılara benziyor. hele ki ana kale.

derken duncan geliyor. fremenlerle kaynaşmak ve olası bir ittifak için bir süredir çölde olan duncan, fremenleri tasvir ederken “they fight like demons” diyor. bu repliği fragmanlarda kendisi için “lets fight like demons” olarak duymuştuk. filmde bu şekilde gösterilmesine sevindim zira duncan o cümleyi kendi için kullanacak bir karakter değildi. neyse efendim kendisi beraberinde stilgar’ı da getirmiş dük ile görüştürmek için. stilgar kapıda öylesine belirince aklıma o replik geldi. “işte o an mükremin kapıda belirdi. bir insan ancak bu kadar kapıda belirebilirdi”

javier bardem bu rol için harika bir seçim olmuş. uzattığı sakalı ve daha koyu duran teni ile tam bir çöl insanı. ayrıca mavi gözleri de ayrı bir karizma.

bu sırada lady jessica shadout mapes’i tanıyor. bu sahne aşırı etkileyiciydi. mapes’in gizli bir silah taşıdığını söyleyen jessica’yı çakobsa dilini kullanırken görüyoruz. mapes ise alametler bu kadar açıkken daha fazla dayanamıyor ve basıyor çığlığı. bu sahne sinemada izlerken gerçekten aşırı etkileyiciydi. tüylerim diken diken oldu o çığlık esnasında.

derken liet keynes’ı görüyoruz. bilindiği üzere kitapta erkek olan bu karakter filmde kadın bir oyuncu tarafından canlandırıldı. bence harika bir seçim olmuş. konuşması ve duruşu ile beni etkilemeyi başardı. tebrikler diyorum kendisine.

ve çöle gidiyor ekip. baharat hasadını takip amaçlı, topterlerle yola çıkıyorlar. filmin başlarında pilot olma hayali olan leto’nun efsane şekilde topter kullandığına şahit oluyoruz. bu sahneler başlı başına bir sanat eseri. çölün büyüklüğünü ve etkileyiciliğini iliklerimize kadar hissediyoruz. derken hasat alanına varan ekip ilk kez bir solucan görüyor. şans bu ya, taşıyıcı arıza yapıyor ve leto topteri indirerek mürettebatın tahliyesine yardımcı oluyor. bu sahnenin önemi ise paul’ün ilk defa bu kadar yoğun biçimde baharata maruz kalmasıdır. sonuç olarak da derin bir trans-görü haline geçiyor ve olduğu yere yıkılıp kalıyor. sağolsun gurney yetişiyor yardıma ve son anda kurtarıyor. yine ilginç bir detay; paul burada şu şekilde konuşuyor; “i recognize your footsteps old man”. bunu gurney için de söylemiş olabir, solucan şeyh hulud için de. zira şeyh hulud da çoğu zaman “yaşlı adam” olarak anılıyor. solucan hasat toplayıcıyı yutarken liet kynes şu dizeleri mırıldanıyor; “bless the maker and his water. bless the coming and going of him. may his passage cleanse the world. may he keep the world for his people.”

ardından geidi prime’a dönüyoruz. burada rahibe ana helen mohiam imparator’dan aldığı emirleri iletiyor baron’a. yalnız o sahnenin hemen öncesinde yemek yiyen örümceğimsi bir varlık göze çarpıyor. bu varlık nedir tam çözemedim ama insan olması muhtemel zira ses’ten etkileniyor.
neyse efendim, leto’nun ölüm kalımının rahibeliğin umrunda bile olmadığını görüyoruz. onlar sadece paul ve jessica için sürgün talep ediyor. baron da hile hurda ile onlara zarar vermeyeceğini dile getiriyor ve o meşhur sözler ağzından dökülüyor akabinde; “but arrakis is arrakis, and desert takes the weak. my desert, my arrakis, my dune!”


derken paul’ü odasında görüyoruz. bir diğer film kaset izlerken daha sonra kendine verilecek o simi taşıyan bir çöl faresi(muad’dib) görüyor. nasıl da minnoş bi hayvan:3 demeye kalmıyor ki odaya bir hunter seeker giriyor. canımı sıkan tek şey ise odaya girerken güzelim duvar resiminde açtığı o deliktir. aşırı sinir oldum. halbuki ne güzeldi o.

olaylar gelişiyor falan derken konu dük leto’nun esir düşmesi, paul ve jessica’nın çöle götürülmesi, duncan’ın ise topter ile tek başına koca sardaukar taburuna kafa tutmasına geliyor.

bu sahnelerde ise holtzman kalkanlarını yine aktifken görüyoruz. görsel açıdan yine harika olmuş. bombalı saldırıların kalkanlardan sekmesi, düşen bombaların ise kalkan ike temas ettikten sonra yavaşlayarak patlamasını görmek güzeldi.

çöle götürülen paul ve jessica’yı da topterin içindeyken görüyoruz. bu sahnede göze çarpan bir detay; topter’in içinde suk okulu’nun ibaresi kazılı. buradan anlıyoruz ki ihanet eden doktor yueh aynı zamanda jessica ve paul’ün kaçışı için gerekli ortamı sağlamış. ileri sahnelerde önce paul’den sonra da jessica’dan ses’i duyuyoruz. ama yok böyle bir ses dizaynı… jessica ses kullanırken benim bile o ne söylerse yapasım geldi bir an. o derece etkileyici. umarım daha çok duyarız.

bu esnada dük leto sandalyede cıbıl şekilde uzanırken ağzında doktor yueh’nin yerleştirdiği diş bulunmakta. karşı sandalyede ise baron harkonnen hunharca yemek yiyor. daha sonra süspansörlerle süzülerek leto’nun yanına geliyor. tabi leto dişi kırınca baron’un yüzünde ilk kez korkunun izlerini görüyoruz. piter sizlere ömür, baron ise örümcek gibi duvara tırmanıp saklanarak bir şekilde hayatta kalıyor maalesef.

jessica ve paul çölde bir başlarına damıtıcı çadırda mahsur bekliyorlar yardım için. bu esnada paul daha çok görü ile artık kafayı yeme noktasında. jessica ise dük’ünün ölüm haberi ile bitap halde. neyse ki duncan yardıma geliyor ve ikiliyi, liet kynes ile birlikte eski bir imparatorluk tesisine götürüyor. burada artık paul’ün yavaş yavaş başka birine dönüşümü başlıyor. aynı zamanda fremen yaşantısına dair birkaç minik ve hoş detaylar görüyoruz. sardaukar baskını ile fremenlerin ne kadar kolay şekilde kamufle olabildiklerini anlıyoruz. gerçekten de they fight like demons… derken yine duncan ve yine o minik siyah böcek. bu kez böcek duncan’ın parmaklarında geziniyor. ve duncan, sardaukarlarla yaptığı asil dövüşten sonra hayatını kaybediyor ama beraberinde düzinelerce sardaukar’ı da götürüyor. derken kynes da aynı kaderi paylaşıyor ve suyu çöle dökülüyor. o ise beraberinde birkaç sardaukar ile birlikte şeyh hulud’a yem oluyor. onurlu bir ölüm.

olay yerinden kaçan paul ve jessica, topterle beraber bir coriolis fırtınasına balıklama atlıyor. metali bile parçalayacak güçte bu fırtınada hayatta kalmaya çalışan paul şu sözleri duyuyor görüsünde; hayatın gizemi çözülecek bir sır değil, tecrübe edilecek bir gerçekliktir.” ardından direksiyonu serbest bırakıp topteri rüzgarın kollarına bırakıyor ve sonunda sert de olsa iniş yapıyorlar. inişten kısa süre sonra bir kum davuluna basan paul, solucanın dikkatini çekiyor ve o müthiş sahne başlıyor; paul vs şeyh hulud… solucan o kadar devasa ve korkutucu ki, titrememek elde değil.

derken başka bir gümleyici duyuluyor ve solucan rotayı değiştiriyor. paul ve jessica ise bu kez fremenlerin kucağına düşüyor. stilgar ve ekibi.
stilgar ise jessica’yı gözüne kestirmiş. illa öldürecek. stilgar jessica ile dövüşürken paul ise birkaç fremen’i alt ediyor ve jessica stilgar’ı rehin alıyor.

stilgar az çok kehanetten haberdar olduğu için jessica’ya “seyyidina” olarak sesleniyor ve barış istiyor. bu esnada ise filmin başından beri gelmesi beklenen chani nihayet görünüyor. paul ile karşılaşmaları ise güzeldi. sonunda bee, dedirtti. paul’ün çocuk gibi laflarını yutması falan güzeldi.

sonlara doğru gelirken jamis yine jamis’liğini yapıyor ve paul’ün sınanmadan siyeç’e kabul edilmemesi gerektiğini söylüyor. ardından son sekans olan dövüş başlıyor ve paul yine görülere gark oluyor. bu görülerde ilginç bir ses duyuyor; “kwisatz haderach’ın doğması için paul atreides ölmeli. ölümün bir diğer yolu ise öldürmektir.” pek tabii paul chani’den aldığı billurbıçak ile jamis’i öldürüyor ve muad’dib’in macerası başlıyor.
“my roads leads to the desert” diyor ve film bitiyor. baştan sona bir sanat eseri niteliğinde olan bu film benim için hiç unutulmayacaklar arasına girdi bile.
teşekkürler villeneuve, teşekkürler zimmer, teşekkürler fraser… teşekkürler frank herbert…
devamını gör...
bu işin sonunun çok uzaklardan gelen seks tanrıçalarına kadar uzanacağını bilenler için, arrakis'e gidiş ve "birkaç gün" sonrasını kapsayan bu "sıkıcı" hikaye, ancak bu kadar iyi film olabilirdi. film ilk açıklandığında, kitabın aha şurasında biter dediğim yerde film bitti.

filmi izlemeden önce yapılan birkaç yoruma bakmıştım. geneli pek tatmin olmamış yorumlardı. dune nedir bilmesem, ben de hiç tatmin olmazdım, o derece iyi film yani.
devamını gör...
denis villeneuve'un taze çıkmış, frank herbert'in dune adlı kitabının serisinden uyarlama filmidir. açıkcası filmin atmosferini yakalayabilmek, müziklerini iyi dinleyebilmek ve daha bir çok avantajı yakalayabilmek için sinemada izlemek daha iyi bir seçenektir. ama tabii ki bilet fiyatları uçmuş, o ayrı konu. ha, bir de kitabı okumamış olsanız bile izlenebilecek bir filmdir kendisi. tabii ki kitabı okumak her zaman önceliğiniz olsun.

paul'u oynayan genç arkadaşımız timothee chalamet, gerçekten baktığınızda ergenlik ile yetişkin olmak arasında kalmış, bu durumdan zorlanan bir karateri iyi oynuyor. ama bu rolü canlandırırken, öyle ortalığı kırıp döken ergenlerden değil, sonuçta kendisi bir baronun oğlu ve hareketlerinin sorumluluğunu alması gereken bir durumda. yani durgun bir yapıda ama bazen içindeki o hâli göstermekten de çekinmiyor. babası leto'yu oynayan oscar ısaac ise otoriter fakat gerektiğinde de oğlunun ihtiyacı duyduğu yakınlığı verebilecek biri. hatta kendisinden daha otoriter olan paul'un annesine baktığımızda(rebecca ferguson), onun daha duygusal olduğunu görebiliriz. belki kitaptaki çizgisinden çıkarak bu karakteri böyle sunmaları uygun olmasa da, benim çok tuhafıma gitmedi. hatta en beğendiğim karakterlerden biri oldu. tabii başka bir hayal kırıklığı da, çok göz önüne sokulan zendaya'nın sadece paul'un rüyalarında ve filmin sonunda, kısa bir an içim gösterilmesi oldu. yani çok bir beklentim yoktu ama bunu beklemediğim açıktı. her neyse, film başlaması gerektiği yerde bittiği için ikincisinin geleceği zaten açıktı. ama ikinci partta umarım film bir bütünlük oluşturur. benim için birçok şey yerindeydi filmi izlerken ama eksik bir şeyler vardı, hikaye kesik kesik ilerliyordu. filmde o yönden bir bütünlük bulamadım. ama şu an için güncel sinemada izlemeye değer tek film olduğunu düşünerek tavsiye ediyorum.
devamını gör...
film kitabı izlemeyenler için karışık ve anlaşılmaz olmuş. ben kitabı okuyan biri olarak gayet başarılı buldum, beraber izlediğim arkadaşım anlamsız, film arasında ve sonrasında detayları anlatmak durumunda kaldım ancak o zaman biraz daha anlaşılır oldu sanırım.
devamını gör...
bir iki unsur haricinde kitaba sadık kalarak ilerleyen film. millet müziklerini çok övmüş ama ben gürültüden filme konsantre olamadım. müzik güzeldir ama her sahneye konuşmaları bastıracak kadar müzik dayamanın da anlamı yok.
devamını gör...
kitabı okumadım. değerlendirmem salt film içindir.

çok fazla gaz verici buldum, aşırı müzik yüklemesi ve aşırı mehdi pohpohlaması. sıradanlık…

bununla birlikte kendi dünyasını muazzam şekilde inşa etmiş, izleyiciyi o dünyaya çekip alıyor.

casting mükemmel. normalde pek hoşlanmadığım oyuncular dahi cuk oturmuş. karakterlerle bire bir uyum.

araç, alet edevat, endüstriyel tasarım vs şahane. kendi kültünü oluşturacak tarzda olmuş tüm nesneler.

10 binli yıllara gelinmesine rağmen insanın değil de, evreninin değişmiş olması…

izlenesi bir film. ikincisini bekliyoruz.
devamını gör...
bir kitap serisidir aynı zamanda filmi yakın zamanda vizyona girmiştir. bildiğim tek şey buydu ve sinemaya gittim.

vizyonda hep yek 4 ve bu film vardı. zor bir seçim olmadı hemen dedim gideyim. tabii önce araştırdım. yahu dedim millet bu filmi izlemek için kitabı okumak gerekiyor mu bu sorudan sonra hayır birader cevabını aldım ve keyifle sinemaya gittim.

şunu rahatlıkla diyebilirim izlediğim şey çok güzeldi. acayip beğendim. bir dünya yaratılmış ve nefis yaratıldığını düşünüyorum. kitapta daha iyi gösterildiğini ve anlatıldığını hissediyorum.
görüntüler, karakterler, yaratılan dünya, diyaloglar, senaryo, müzikler hepsi çok başarılıydı. tabii kitabı okusam belki bunu böyle görmeyecektim. filmi izlerken daha fazlasını istedim. kitabı okumak istedim. okuyacağım.

filmde özellikle müzikler ve görüntüler çok güzeldi. müzik kullanımı çok hoşuma gitti. tek eksiği bence evreni tam anlamıyla tanıtmalarıydı. böyle düşünüyorum. yahu baharat diyorlar. çok önemli. anlatılan o ama neden çok önemli anlatsana hocam merak ettim. çöl solucanı dediler yemin ederim gerçek solucan zannettim. garip bir şey çıktı.
bu yönüyle eksikti bence. ben böyle düşünüyorum. bunu bir anlatıcıyla rahatça anlatabilirlerdi diye düşünüyorum.

genele bakarsak çok beğendim. bu filmin ikincisi gelene kadar kitapları okurum diye düşünüyorum. o zaman hem ilk filmi tekrar izlerim hem ikinci filmi zevkle izlerim.

filmde oyunculukları ve oyuncular iyi seçilmiş ve iyi oynamışlar. özellikle başrol oyuncusu olan paul karakterine bayıldım. nefis bir oyunculuk performansı sergilemiş. zendaya ablayı daha fazla görmek isterdim. zaten hayranlar eleştirmiş. ikinci filmde daha çok göreceğiz gibi duruyor.

ben gibi kitabı okumayıp izlemek isteyenler varsa tavsiye ederim. izleyin. hoşunuza gidecektir.
devamını gör...
kitaplarıı okumadım ama tek kelimeyle muhteşem bir film. beğenmeyen sinema cahillerini kale almayınız. senelerdir çocuklara hitap eden marvel filmlerini izlemeye alıştıklarından kaliteli bir film nasıl olur unutmuşlar.

efendim sinemada bir şey anlatılmaz, gösterilir. marvel filmlerinde olduğu gibi her şeyin diyaloglarla anlatıldığı filmler kalitesizdir. tabi bunu da izleyici kitlesinin yaşını düşürmek için yaparlar.

kaliteli bir filmde ise vücut dili, sahne ve sembolizm ön plandadır. yani hikaye kulağınıza değil gözünüze anlatılır. dolayısıyla kaliteli bir filmi yalnızca yeterli hayat tecrübesine ulaşmış yetişkinler anlar ve bundan zevk alır. işte dune da böyle bir film.

normalde dune olayların çoğunun karakterlerin zihninde gerçekleştiği için sinemaya düzgün bir şekilde aktarılması imkansız olarak görülen bir kitap imiş. ama denis villeneuve gibi hikayeyi göstermeyi ve oyuncuları doğru seçmeyi bilen bir yönetmenin eline düşünce böyle güzel bir film ortaya çıkmış. kendisinin bir sinema dehası olduğuna bir kez daha iman ettim. bir film bu kadar mı güzel olur; sanki bir rüya görmüşüm gibi.

ne diyeyim özlemişim kaliteli film izlemeyi.
devamını gör...
az önce çıktığım film. bir kaç yerde yüzüklerin efendisi ile kıyasını görünce gerçekten fazlasıyla heyecanla gittim lakin film olarak bırak yüzüklerin efendisini, felsefe taşıyla bile denk bir film değil. kitabını okumadım tabi orasını bilemiyorum.
devamını gör...
öncelikle kitabını okumadım ve bilim-kurgu sevmem. buna rağmen arkadaşımın hatrını kırmamak için filmini izledim. bilim-kurgu sevmeyen birisi olarak elbette ki beğenmedim. bilim-kurguyu sevmiyor olsam da konu akışı kötüydü, hiçbir şeye anlam veremedim. hans zimmer üstadımızın müziğini de beğenemedim bu sefer. ana karakter gibi gözüken bazı oyuncuların yok denecek kadar az oynaması da cabası. karmakarışık ve hoş olmayan duygular ve düşünceler içerisindeyim bu film için. yazımın kusuruna bakmayın o yüzden.
devamını gör...
sapık olduğum için filmi iki defa izledim, dedim ben yok bekleyemem şimdi ilk kitaba başladım. uzun zamandır da bir şeylere odaklanamıyorum diye kitap okumuyorum pek, en son yerdeniz serisini bir gayret tek solukta bitirmiştim. şimdi dune'a başladım. geçerken arkadaşlarım övdüğü kadar varmış. filme seriyi okuyan arkadaşlarla gittik ve benden daha da memnunlardı haliyle. okudukça o memnuniyetin nereden geldiğini daha iyi anlıyorum. (arkada full time hans zimmer bu arada, artık tüm dramatik anlarımı gom jabbar eşliğinde yaşıyorum gibi geliyor sürekli çığlık atan kadınlar var kafamın içinde)
devamını gör...
"uzaylı da olsa müslüman müslümandır" mesajlı film. sen kalk canopus yıldız sistemini yaz, bir gezegen tasarla ama çöl olsun, yetişen ağaç ne tesadüftür ki hurma ağacı olsun. yetmesin, üstüne "hac" (pilgrimage) olsun yerel halkta. halk da arap bedevisi olsun, hatta arapça konuşsun.

oğlum siz manyak mısınız lan. gerçek çöl insanı isteyene işaret fişeği: (bkz: tusken raider). star wars izleyin, çöl insanı görün *
devamını gör...
bir çok defa aşırı popüler olan film, dizi ve kitaplara karşı hep ön yargılı davranmıştım. bu ön yargılı davranışlarımı herkes tarafından önerilip inatla izlemediğim spartacus dizisini izledikten sonra yavaş yavaş kırmaya başladım. bu filmde çok kişi tarafından tavsiye edilince hiç inatlaşmadan gidip biletimi aldım ve sinemada izledim. sürekli film ve dizi izleyen bir kişiyseniz hiç tereddüt etmeden vakit ayırıp izleyin derim. ben filmi çok beğendim, fikrimce film çok absürt ve abartılı gelmedi bana, çok daha abartılı bilim kurgu filmleri izlediğim için açıkçası çok fazla detaylara girmek istemedim sonuçta film yani çok fazla gerçeklik aramamak lazım. şuna değinmeden yorumu bitirmek istemiyorum, yazarın o yıllarda hayalini kurduğu olaylar ve figürler ancak bu kadar kaliteli şekilde ekrana yansıtılırdı.
devamını gör...
filmde havada kalan çok şey var neden çünkü kitabını okumadım. senaryo öyle yazılmış ki sanki filme gitmeden evvel kitabını okumak zorundayım. kitapların film uyarlamaları böyle olmamalı bence. sonuçta 3 saate yakın bir süre izlemişim. film bitince de ekrana boş boş bakmayalım.
devamını gör...
bilimkurgu türlerini barındıran güzel filmlerden biriydi. bu ve bir çok filmde olduğu gibi iyi ve kötünün savaşı ve iyinin kazanacağı üzerine kurulu. kitap yani serisini okumadım. bir gün olursa okumayı düşünüyorum bakalım . thomas more'nin ütopyası aklıma geliyor bu filmleri izledikçe. ütopik evrenlerin senaryosunda hep bir kurtarıcı olmak zorundaymış gibi yani insanlar yada filmlerde geçen türler kendinlerini kendilerinden kurutmak zorunda hep. aklım yol geçen hanı gibi gelip geçenlerden biriydi bu .
devamını gör...
lord of the rings serisi ile aynı kalibrede olan,frank herbert tarafından yazılan bir bilim kurgu kitap serisi.
bir kaç kez film denemesi yapılmasına rağmen,tam anlamıyla perdeye aktarılamamış bir seri oldu.
arrival filminden nasıl başarılı atmosferler yarattığını gördüğümüz denis villeneuve’nin yönetmen koltuğunda oturduğu”bu seri öyle değil,böyle çekilir.”edasıyla birinci kısmının yayınlandığı,son dönemin en çarpıcı ve en iyi yapımı olmuş.cast,kostüm ve yer seçimlerinin çok detaylı ve ince olduğu,her karesini izlemeye değer kaliteli bir yapım olmuş.ayrıca hans zimmer’in soundtrack,sahneler ve sahne geçişlerinde bestelediği müzikler,başarının tesadüfi olmadığını gösterir nitelikte.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"dune: çöl gezegeni (2021)" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim