sorumsuz şifacının ilaç çantası yazar profili

gerçek olduğunu düşündüğüm durumdur.

"netflix çocuklarımızı gay yapıyor" çığırtkanlığı kulağa ne kadar akıl dışı geliyor değil mi? belki tamamen akıl dışı değildir. gelin inceleyelim.

elbette kimse netflix izleyerek gay olmaz. son yıllarıda popüler olan bu homofobik zırvası, cinsel eğilimleri sadece cinselle indirgeyen heteronormatif bir yaklaşım sergildiği için hatalıdır. herkesin heteroseksüel olduğu öncülüne dayanır ve kişinin kendi cinsiyetinden iki kişiyi sevişirken görünce "oha bizde neler varmış" şeklinde bir tepki vereceğini varsayar.

halbuki durum tam tersidir. herkes biseksüel doğar, heteroseksüellik sonradan yüklenir. bütün yazılı ve görsel iletişim biçimleri ile yıllarca heteroseksüel ilişkiler anlatıldı, gösterildi ve özendirildi bizlere. romantik olan her şey bir kadınla erkeğin arasındaydı. böylelikle insanlar yıllar boyu koşullandı. erkek, kadına çiçek vermeli, pırlanta yüzükle günbatımına karşo evlenme teklifi etmeli, kadın biraz naz biraz cilveyle erkeği etkilemeli, erkekler aşkları uğruna can vermeli, aşkımı kaybettiyse kahırlarından ölmeli, kadınlar ilişkilerde aklıselim taraf olmalı diye uzayıp giden şartlar ve kullanım koşulları listesi.
netflix de bu yargıları destekler içerikler yaptı. homoseksüellik her zaman sadece cinsel ilişkilerden ibaret kaldı.

bu konuda hbo'nun last of us dizisinin ilk sezon 3. bölümü aksi yönde muhteşem bir örnek teşkil etmektedir. ana konunun lgbt olmadığı bir hikayede homoseksüel bir çiftin hikayesi olması gereken gibi, hayatın akışı içinde, doğallıkla anlatılır.

kısacası, hayat olduğu gibi anlatıldığında herkes herkesi sevebilir.

ukde sahibi: sebastian castellanos

insanın içini kemiren berbat bir durumdur. birini son kez gördüğünüzü fark ettiğiniz an ihtimallerin çatışmasının ortasında kalırsınız.
"iyi ki"ler "keşkeler"e galip gelmek üzereyken, "keşke"nin en zor zamanlar için sakladığı gizli silahı çıkıverir ortaya: henüz yaşanmayanın mükemmeliği.
bazı şeyleri ne kadar iyi, doğru ve zamanında yapmış olursanız olun yapılabilecek çok daha iyi, doğru ve zamanını bekleyen şeyler vardır ve bunlar her zaman altın madalyalıdır.

matcha nedir? yeşil çay tozu.

japonlara özgü bir zamazingo. törenlerde falan kullanıyorlar. yemeklere, içeceklere de katılıyor bu maça. son dönemde ülkemizde bir hayli popüler. matcha latteler, matcha çayları, matchalı mochalar, supersonik kahvecilerin önünü yeşile boyamış. arkadaşım dediğim insanları bile bunu içerken görüyorum. merak edip bir yudum alıyorum. dümdüz çimen.

peki roleplay nedir? rol yapma, olmadığın bir karakter gibi davranma.

bunun farklı alanlarda bir sürü çeşidi var. cinsellik esnasında yapılan var. oyun oynarken yapılanı var. patrona yalakalık yaparken, yeni bir insanla tanıştığında, takscinin her dediğini onaylarken falanlar filanlar. ama bir türü var ki insana matcha içirir. nedir bu? popüler olan her şeyi taklit ederek beğeni almak ve onaylanmak ihtiyacı. kişi böylelikle statüsünü koruyacak hatta ilerletecek. bu uğurda hiç beğenilmeyen ayakkabılar giyilir, tüm elit akımlara katılınır ve tabii matcha içilir.

şimdi karakter nedir, nasıl oluşturulur ve geliştirilir diye sorup cevaplamak isterdim ama bir dahaki tanıma artık.

geç. yaygın kullamımda erken'in tersi. erken zararsızdır, en kötü ihtimalle durum aynı kalır. geç ise kaçan fırsatların, geri dönülmezliğin uğursuz kavramıdır. durum aynı kalsa bile yitirdiği ihtimallerin farkındadır artık insan. yitirdiğinin ise bir önemi yoktur. aşk, özgürlük, adalet ve yaşam ya da bir ihtimal üç harfli bir zincir market...

gece vakti, evin tüm ışıkları sönük. hafif bir esinti geceliğine sarılmana sebep oluyor. tüm gözlerden uzaksın. uyumadan önce son bir sigara içmek istedin ya da uyku tutmadığı için yatağından kalktın belki de. son zamanlarda doğru düzgün uyku tutmuyor zaten. farkında olmadan izmarite kadar gelmişsin. ertesi günü düşünüp kısık bir sesle son kez küfür ediyorsun o gün.
mecbur bırakılmadığında güzel bir eylemdir.

perde nedir? perde, yuvamızı dış dünyadan ayıran tül bir çizgi. ince, kimseye göstermediğimiz benliğimizle, kamusal bizliğimiz arasındaki belirsizlik gibi aynı. bu benzerlik günlük yaşam tercihlerinde de ortaya çıkar. odasında perde kullanmayan insan, benliğini kamusallaştırır, var oluşunu ortaya koyarken vardan yoka doğru bir erimenin içinde kaybolup gider.

öncelikle kulaklık nedir? müzik dinlemeye yarayan kulak içi veya üstü cihaz. eskiden teknoloji böyle değildi, kablo mecburiydi. ama şimdi bakıyoruz bluetoothlar şunlar bunlar...
kablo bir zorunluluk değil tercih haliyle. ben şahsen kablosuz kullanıyorum. neden? çünkü kulak üstücüyüm. ha iççi olsam nolurdu? yine kablosuz terich ederdim herhalde, çünkü kolaylık.

doğru çevirisi, orijinaline sadık kalınarak charlie ve çikolota fabrikası şeklinde olmalıydı. bir filmin isminin, kendi sonuna dair bu kadar büyük bir spoiler içermesi inanılmaz bir rezalettir.
usul kısmındaki bu fahiş hatanın ardından esası inceleyelim.
hikaye, gariban da olsanız her zaman bir şansınız olduğunu anlatmaya çalışıyor. fabrika turuna katılmaya hak kazanmak için çikolataların içine rastgele bir şekilde konmuş altın biletleri bulmanız lazım. zengin aileler bir sürü çikolata alarak şanslarını arttırmaya çalışırken, bu ailelerden birinin işçisi elbette ki hırsızlık yapmaya çalışarak nasıl pis bir fakir, aşağılık bir işçi olduğunu kanıtlar.
buna karşı bir göz odada 8 kişi kalan gariban charlie de talihin büyük bir cilvesiyle biletlerden birini bulur ve geziye katılır. bu çok büyük bir mutluluk kaynağıdır çünkü fabrika gezmek inanılmaz harika bir şeydir süperdir.
olaylar gelişir, gezi yapılır, fabrikada hiçbir iş güvenliği önleminin alınmadığı gözler önüne serilir. işçiler zaten insan bile değildir. küçücük değişik bi şeylerdir.
günün sonunda patron wonka, fabrikayı charliye devretmek ister. charlienin gönlü vardır ama göt içi kadar odada yaşamaktan da çok memnundur. çünkü fakirler daha iyi koşulları hayal bile edemez. bu yüzden içinde bulundukları koşullar onlara revadır. çözümü küçücük evlerini fabrikanın içine taşımakta bulurlar.
buram buram fakirlik romantizmi ve kapitalizm övgüsü kokan şahane bir film "charlie ve çikolata fabrikası"

balık ağındaki yırtıklar güvenliğimiz pahasına estetikten vazgeçişimize karşı bir baş kaldırışın sembolleriydi.

yoğurt nasıl yapılır? yoğurt yapmak için süt ve bakteri gerekir. bunlar doğru bi şekilde birleştirebilirsen yoğurt yapabilirsin. ama her türlü bakteri olur mu? olmaz tabii. sütün içindeki laktik asidi fermente edebilecek bakterilere ihtiyaç duyulur. peki marketten alınan, muhtemelen kapalı kutudaki süt kendi kendine sıcaktan yoğurt olabilir mi? pek sanmam.

"bir insan bir ağaç. bin ağaç bir orman"
1960'da gananın devleti başkanı olan kwame nkrumah bu şiarla haraket ederek ganayı yeniden yeşillendirme projesine başlar. zira gana, yıllarca ingiliz sömürgeciler tarafından talan edilmiş, güzelim ormanlar yok edilmiştir.
nkrumah'nın projesi halktan büyük destek görür ve bireysel olarak dikilen fidanlar kollektif olarak ülkeye kısa sürede yeniden ormanlarını kazandırır.
"bizim sınıfın ormanı" da daha küçük bir ölçekte aynı çabanın sunumudur.

günaydın sözlük.
ben iki tür günaydın olduğunu düşünürüm: kurucu günaydın ve tespit günaydını. tespit günaydını her gün sıklıkla duyduğumuz günaydınlardır. bunlar herhangi birinden gelebilir. gün ayması olgusu tespit edilir ve karşılıklı olarak paylaşılarak durum teyitlenir. sosyo-evrimsel temellidir.
öte yandan kurucu günaydına öyle her gün rastlamak mümkün değildir. kurucu günaydın, dile getirilmekle günün aymasına sebep olur. genellikle eş dost, aile gibi yakın çevremizden duyulur bu. ancak onlardan gelen her günaydının kurucu olduğu düşünülmemelidir. sadece gerçekten güneşinizi doğuracak nadir anlarda rastlayabilirsiniz bu harika hisse.
kardeşlik- sevgi temellidir.

kurucu günaydınlarınız bol olsun.

dönem 70lerin başı, rahmetli büyük amcam süleymanın o dönem en yakın arkadaşı olan halil denyosu samatyada bir kahvehaneyi kurşunluyor. olur böyle vakalar türk polisi yakalar sözünü hayatımıza kazandıran bir hızla da enseleniyor. bunun ifadesini alan polis ismet amca da dedemlerin mahalleden bir arkadaşının kardeşi. yanında komiseri olduğu için ifadeye müdahale edemiyor ama. bunu neden söylüyorum çünkü halil dallaması suçu süleyman amcama atmaya çalışıyor. bu durum amcamın kulağına gelince de ortalık zaten karışık göt altına giderim korkusuyla amcam vakit kaybetmeden abdye kaçıyor. amcamların durumu zaten burada da iyi orada yeni işler kurup yolunu buluyor, amerikan rüyasını yaşıyor yani. bir gün iş yaptığı bi adam gel diyor konuşalım. buluşuyorlar bi dinerda, adam diyor ki piyasaya acayip bi araç çıktı, sınırlı sayıda, borcuma karşılık ben sana ondan bir tane vereyim. amcam düşünüyor taşınıyor aracın sınırlı sayıda olması cezbediyor bunu teklifi kabul ediyor. çok geçmeden adam getiriyor deloreanı amcamın kapısına bırakıyor. amcam film çıkana kadar kullanıyor arabayı, filmden sonra talep patlayınca deli bir paraya satıyor. kısacası iyi arabadır.

grupta konuşulan konu içi de olsa sonuç aşağıdaki gibi olabilmektedir.

(link: )

öncelikli olarak lezbiyenlik cinsel eğilim değil, bir porno kategorisidir. homoseksüel kadınlar da gay olarak adlandırılır. peki homoseksüellik nedir? ikili cinsiyet sistemine göre aynı cinsten insanlara cinsel ve romantik olarak çekilmektir. bakın burası önemli "aynı cins". tanımlara bakalım, köle olmak isteyen/ler erkek birey, yani karşı cins. kaldı ki kadınlar zaten ataerkiye karşı bir mücadele içinde ve kölelik zaten erkekler için üretilen bir kurum. e noldu böyle olunca? "lezbiyen" bir çifte köle olmak pek de mantıklı ve mümkün olmadı değil mi, evet öyle.

bir marşı iyi yapan nedir? müttefikleri gaza getirmesi ve düşmanları korkudan titremesidir bence. bu tanıma en çok hangi marş uyuyor?galaktik imparatorluğun en çok korkulan kumandanının marşı tabii ki.

(link: )

kafkas mitoslarına bir göz attıktan sonra izlendiğinde verdiği keyif bir hayli artacak olan filmdir. gürcü mitolojisinde paskunci isimli bir kahraman vardır. filmdeki yaşlı amca, insanlara yardım eden, hastaları iyileştiren ve tek başına yaşayan bu karakteri hatırlatır bizlere. buna paralel olarak, mindort-brdzanebeli gibi tanrıçaların şefkat dokunuşlarına filmde de rastlanır. son olarak, tabii ki mandalina bahçesi motifi doğrudan tkltsmak'ın mandalinalarla yarattığı mucizelere bir göndermedir.

ejderha, ne güzel hayvan değil mi? evet çok güzel. hepimiz bu güzel hayvanları çok seviyoruz. peki bir ejderhanın ne olduğunu biliyor muyuz? pek sayılmaz. tanımlara bir göz atın, broşlardan kertenkelelere, yapay zekalardan dijital olanlara bir çok ejderha tanımı göreceksiniz. kediyi hariç tutuyorum o olur. gelelim gerçek bir ejderhaya:

adem'den önce, nöro-evrimsel bilinç bırakımı kuramını işleyen en önemli eserdir. ana karakterimiz atalarının anılarını rüyalarında görür ve fakat bunlar basit birer rüyanın ötesinde oldukça gerçekçi deneyimler şeklinde meydana gelir. birçoğumuzun yaşadığı, uykudayken ayağımızın bir an boşa düşmesi şeklinde tarif edebileceğimiz refleksif hareket; insanların eskiden ağaçlarda yaşaması ve insanlar için başlıca tehlikenin ağaçtan düşmek olması sebebiyle ağaçtan düşmesine rağmen hayatta kalabilen insanların bu deneyimlerini cognitive-evolutionary psyc alanında post-traumatic memory heritence şeklinde isimlendirilen anı aktarımı yoluyla günümüze gelmesine bağlanmaktadır.