dilin düşünce üzerindeki işlevinden habersiz olduğuna inandığım bir kullanıcının açtığı bir de üstüne utanmadan cinsiyetçi/homofobik vb. söylemlerin yasaklanmamasını savunduğu başlık.
bu konu uzun süredir kafamda dolanan bir konuydu. hazır ortaya bir yem atılmışken ben de fikirlerimi yazayım. her şeyden önce bireylerin fikir özgürlükleri konusunda aslında oldukça geniş bir bakış açısına sahip olduğumu söylemek isterim. hakaret vb. gibi davaların kaldırılması, bireylerin birbirlerine nefretlerini/öfkelerini istedikleri gibi kusabilmeleri gibi bir konuda açılmış olsaydı bu başlık, sonuna kadar da destek verirdim. bir şeylerin üzerine yazılamaz/çizilemez putlar ve tabular haline gelmesine kesinlikle karşıyım. siyasi liderlere (eski veya yeni) ya da kültürün belirli ögelerine yapılan yorumlar yüzünden insanların ceza almasını oldukça saçma bulurum. ancak topluma ait belli bir kesimi yaftalayıcı/ayrıştırıcı sözler kesinlikle bu kapsamın dışında kalmalıdır. bu konudaki düşüncelerim okuduğum bölümü, psikoloji, okumamla daha da şekillendi. peki neden?
günümüz toplumlarında anarşizmin önerdiği gibi sonsuz ve sınırsız özgürlüğe geçemememizin en önemli sebebi, bireylerin eşitsizliğidir. siz eğer farklı grupların birbirini aşağılamasına, birbirini ayrıştırmasına izin verirseniz, gruplar arası uçurumlar açılır. (dildeki ayrımcılığın davranışlara etkilerinin bilimsel kanıtları için bologna üniversitesinden michela menegatti ve monica rubini'nin yazdığı "gender bias and sexism in language" adlı makaleye bakabilirsiniz) dezavantajlı veya azınlıkta olan grup, yaşam kalitesinden ve haklarından ödün vermeye başlar. bu da, çağdaş toplumun en önemli şartlarından biri olan toplumun tüm kesimlerinin eşit derecede sağlıklı bir yaşam sürmesini engeller. bu nedenle "sonsuz özgürlük" gibi bir kavrama sahip değiliz. daha somut bir örnek üzerinden bakalım.
günümüzde engelli bireylerin daha kaliteli bir yaşam sürmesi, fiziksel engellerinden dolayı yaşadıkları sorunların çözülmesi için her devlet belli bir bütçe ve insan gücü ayırmış durumda. düzenli olarak bu konuya kaynak ve zaman harcayıp, projelere üretiyor. çünkü dediğim gibi, çağdaş toplum ve devlet, içerisinde yaşayan grupların eşitliğini sağlamak konusunda çaba sarf eder. bu eşitliğin bir parçası da, grupların sosyal eşitliğidir. fiziksel imkan açısından olduğu gibi, sosyal bakımdan engelli bireylerin, engelli olmayan bireylerle eşit olmasına çalışır devlet. bu "sosyal eşitlik" ve "toplumda kabul görme" kavramlarının önemli bir kısmı, dilden geçer. çünkü dil, bireylerin düşünme yapısı üzerinde kalıcı bir etkiye sahiptir. (örneğin, m. keith chen'in 2013 yılında american economic review'da yayınladığı çalışmaya göre, gramatik olarak gelecek zamanı ve şimdiki zamanı bağlayan ana dillere sahip olan bireyler, gelecek zamanın daha uzak zamanları anlatmak için kullanıldığı ya da gelecek zamanı olmayan anadillere sahip insanlara göre para biriktirmeye, sağlıklı beslenme alışkanlıklarına sahip olmaya, ya da güvenli seks yapmaya daha yatkın. çünkü gelecek zaman onlara daha yakın ve gerçek geliyor.) bu kalıcı etki, bireylerin zihninde sosyal şemalar için de geçerli. toplumun belirli bir kesimine ait olmanın hakaret olarak kullanıldığı bir toplumda büyürseniz, toplumun o kesimine ait insanların "olunmak istemeyecek" kadar korkunç insanlar olduğunu düşünürsünüz. daha somut bir örnekle, eğer etrafınızdan sürekli "karı gibi ağlama" ya da "erkek gibi davran" tarzında söylemler duyarak büyürseniz; bir şeyleri yaparken erkek ile ilişkilendirilen toplumsal kalıpları takip etme ihtimaliniz artar ve dolayısıyla bu kalıpların toplumdaki varlığı güçlenir, gruplar arası boşluk derinleşir. (ilk link verdiğim makaleye bakılabilir yine bu konunun detayları için).
özetle, fikir özgürlüğü ve nefret söylemi arasındaki en temel fark, nefret söyleminin toplumda yarattığı etkilerin ve zararın, bireylerin özgürlüğünün kısmen de olsa kısıtlanmasını gerektirecek kadar büyük olmasıdır. devlet, dezavantajlı grupları korumak için hamleler yapar ve yapmak zorundadır. bununla problemi olan insanları dezavantajlı bir gruba ait olmanın ve sürekli insanların sizin adınızı bir küfür olarak kullanmasının nasıl bir şey olduğunu düşünmeye davet ediyorum.
konu hakkında ileri okuma isteyenlere, bu alandaki klasik bir çalışma olan margaret wetherell, ve johathan potter tarafından 1992 senesinde yazılmış, "mapping the language of racism: discourse and the legitimation of exploitation" isimli çalışmaya bakmasını tavsiye edebilirim.
bahsedilen makaleler:
link1:
oxfordre.com/communication/...
link2:
www.aeaweb.org/articles?id=...
devamını gör...