metro ve otobüs aşkı kadar sarmayan aşktır. tek gecelik gibidir. çorbadan ana yemeğe geçene kadardır, tatlıyı göremezsin yani. 5 saniyelik bir şeydi. belki o 5 saniye daha uzundur. genelde üniversite yemekhanesinde yaşanır.
yine üniversitenin ilk seneleri, kanım şıkır fıkır, şıkır şıkır... platonik takılmadığım, şıpsevdi zamanlarımda (ki bu çok nadirdir) elimden uçan kuşun bile kaçamadığı zamanın birinde o zaman üniversite gezileri düzenleyen ama yine aynı üniversiteden terk, yer yer flört yer yer sevgili gibi takıldığım biri vardı. onunla konuşmayı keseli 1 hafta olmuş ama içten içe garip bi ayrılık havasına bürünmüştüm. arkadaşlar aptalım ben! olmayan aşkın ızdırabını bile çekip yatak döşek yatabilirim.
dönelim üniversite yemekhanesine... konservatuvarı, ziraati, veteriner f. öğrencileri hepsi doluşmuş yemekhaneye. sıra, halk ekmek sırasını geçmiş ama bendeniz whis'iniz, yemekhane kazanı patlayıp devrilse 1.90 ve üstüne bir şey olmasın diyecek. o derece lay lay lom.
kulağımda tek kulaklık var. onda da
gökçe - vay be ben neymişim çalıyor ama içimden
arap şükrü "sensiz ben nefes alamam" falan diye ağıtlar yakıyor. o kadar dalgınım ki, önümdeki yemek sırası bekleyen elaman yemek tepsimi falan uzatıyor bana. ben tabi hala arap şükrü nakarata ne zaman girecek diye bekliyorum öyle avelim. tek tek yemek tepsime çatal kaşık konuyor. çorbanız " mercimek mi? ezogelin mi olsun?" diyo elaman.
"ezo ver diyorum" çocuğa.
* lapa pilav ve dünden kalma salyangozlu bezelye yemeğinin içine yalandan iki üç tavuk eklemişler onu da koyuyor elaman tepsime. yok ama ben hala ayıkmadım. "
lan noluya sen ne ayaksın?" demiyorum çocuğa
*ta ki jöle kıvamından hallice muhallebiyi tepsiye koyana kadar. "
yok muhallebi istemiyorum" diyorum ama dur ya bi dakika oluyorum. o esnada muhallebi de tepsimde payına düşen yeri alıyor.
merhaba tanışmadık vs. ayağına elaman beni götürmeye çalışıyor ama ben ayıkmadan tabi. o kadar çok ve hızlı konuşuyor ki, okuduğu bölüm ile yazlıklarındaki terasın çatısının yeni yapılması arasında çorbamdan sadece 2 kaşık alabiliyorum. bi noktadan sonra saldım çayıra mevlam kayıra hesabı elemanı sadece incelemeye başladım. yüzünü, tipini şeklini şemalini çiziyorum kafamda. sonrası işte
you dizisindeki joe'nin beck'i kitapçı da ilk gördüğü sahnedeki sırıtışı... hoş çocuk, gideri var. (etkilenmeye yer arıyormuşum şuan tanımı girerken farkettim). beni çenesi düşük pezevenklerin elinden alıp, kendime getiren şey ise tek kulağımda kısık sesle 30. kez replay modda çalan
vay be ben neymişim şarkısı. hakikaten ben neymişim ne malmışım. şuan da beni kendime getirdi, aydınlandım. tşkler illuminati gökçe.
"
bu kadar çenesi düşük erkeği anası bile sevmez" diyorum içimden. büyü bozuluyor o an... albeni yere çakılıyor ama kibar biri de. ama hala çenesi düşük...
susmuyor...
sussana be...
sussss olum bi dk.
sus çenenin yayını...
son kez bakıyorum 5 dakikalık yemekhane aşkıma. boyun kısa ama dilin uzun, kibarsın ama gevezesin, gözlerin güzel ama radarları fazla açık. oldu ya bana müsaade diyorum. ben artık derse kaçayım diyerek ufak bir tebessüm sonra vınn. 2 ay yemekhane kapısının önünden geçmiyorum. tövbeliyim.
benim aşkım o kadar kısaydı ki lapa pilavı göremedim, salyangozlu bezelyenin tadına bakamadım, jöleli muhallebimden tadamadım, medine'ye varamadım.
çocuk hayatımı kurtarmış ya la benim. etkilenir gibi oldum. 1 saniye falan sonra tekrar kendime geldim.
devamını gör...